Sudan Başbakanı Hamduk: Ömer el-Beşir bölünmemize neden oldu

Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)
Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)
TT

Sudan Başbakanı Hamduk: Ömer el-Beşir bölünmemize neden oldu

Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)
Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)

Advan el-Ahmeri
Addis Ababa’dan Hartum’a gittiğim uçaktaki Sudanlı yolcular, ülkelerinde yaşanan devrim ve değişimler hakkında konuşuyorlardı. Bazılarının eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in görevden alınmasından bu yana ülkeye hiç gitmedikleri anlaşılıyordu. Düşünceli bir şekilde onları dinliyordum. Böylece yeni Başbakan Abdullah Hamduk ile yapacağım görüşme öncesinde kafamda bir tablo oluşacaktı.
Havaalanına indiğimizde elinde ‘Acil Destek Kuvvetleri’ yazılı kağıt ile bekleyen bir adam duruyordu. Fakat diğer kağıtlar üzerine Arapça yazılmamıştı. Hepsi yabancı isimlerdi. Uçaktan inen kaslı bir grup, bahsettiğim adamın yanına gitti.
Tüm bu sahneler, Hamduk ile görüşmem öncesinde, Sudan sokağının devrim öncesi döneme geri dönmeyeceğine, sivil yönetimin devam edeceğine ve devletin yeniden askeri bir yapıya bürünmeyeceğine olan inancımı artırdı.
Röportajda, Başbakan’a ülkenin neden iki devlete bölündüğünü sordum.
Başlangıçta Beşir’in adını vermek istemeyen Başbakan Hamduk şunları söyledi;
“1956'da, Sudan bağımsızlığını ilan ettiğinde, Güney’deki kardeşlerimiz bir birlik istedi ve bu konuda onlarla bir uzlaşıya vardık. Ancak hemen ertesinde kılık değiştirdik ve uzlaşıyı sürdürmedik. Ekim 1964’teki uzlaşının iptali meselesi Nisan 1985 sonrasına kadar devam etti. Taraflar bu hikayede olması gerektiğinden daha az sorumluluk üstleniyor. Fakat elbette, Güney'in ayrılmasındaki en büyük faktör 30 yıl süren ‘kurtuluş dönemi’ oldu.”
Hamduk ile gerçekleştirilen röportajın tamamı;
Sudanlıların uzlaşıyla seçtikleri Başbakan ile yaptığım röportaj özel bir soruyla başladı.
-Beşir döneminde maliye bakanlığı görevi teklifini reddettiniz. Onunla çalışarak başarıya ulaşmanın zor olduğunu biliyor muydunuz yoksa doğru zamanı bekleyip fırsatı mı değerlendirdiniz?
“Doğru zamanı beklediğimi söylemek yanlış olur. Halkımın isteği üzerine, bu büyük devrimin önceliklerini elde etmek için birlikte başarıya ulaşmaya geldim. Bu durum fırsatı kollamak değil, mecbur kalmaktı. Büyük sorumluluklar ve zorluklar bulunuyor. Dolayısıyla kimse bunu tek başına yapamaz. Bu ortak bir sorumluluktur.”
-Peki, Abdullah Hamduk’a göre bu görev zor mu yoksa kolay mı?
“Zor olduğunu itiraf etmeliyim. Ancak çabaları birleştirerek bunun üstesinden gelebiliriz.”
Röportaj esnasında Başbakanın medya danışmanı Dalia el-Rubi ve Independent Arabia’nın Hartum muhabiri İsmail Muhammed Ali de bulunuyordu. Sorulacak çok soru vardı, fakat zamanımız da kısıtlıydı. Röportaja ayrılan süre 30 dakikaydı. Başbakan, her defasında başka soru olup olmadığını soruyordu ve her seferinde, “Bu son soru” cevabını veriyordum.
-Tüm hedefleri başarıya ulaştırmak için üç yıl yeterli mi?
"Hükümetin belirlenmiş öncelikleri var. İlgili bağlamda geçiş döneminde gerçekleştirilmesi hedeflenen 10 öncelik bulunuyor."
Hamduk, Beşir’in devrilmesinden sonra Sudan'a döndü. Ancak ülkeden asla kopmadığını söyleyen Hamduk, “Geri dönene kadar Sudan’dan gözümü ayırmadım. Yani biliyorsun işimin başındaydım. Hartum'dan bir buçuk saat uzaklıktaki Addis Ababa’daydım. Sudan'la sürekli temas halindeydim. Gençlik yıllarımın ilk günlerinde bir süre ara verdim. Ancak 2002 ve 2003'ten beri ülkede kalıcı bir varlığım var ve düzenli olarak geliyorum” ifadelerini kullandı.
Bölgesel kamplarla uğraşmak
Başbakan,  soruları yanıtlarken temkinli davranıyordu. Bir ülkeyle ya da bir kampla diğerinin pahasına uyum veya uyumsuzluk yaşamak istemiyordu. Başbakan Hamduk’a bölgedeki ittifaklar ve müttefik kamplarla ilgili birkaç soru sordum. Cevabı, ilk gün ilan ettiği dengeli bir dış politika yürütme kararına bağlı kalacağı şeklindeydi.
-Sayın Başbakan, bir yanda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Bahreyn’in yer aldığı bir kamp, diğer yanda size daha yakın olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı (İhvan) destekleyen Katar ve Türkiye’nin bulunduğu bir kamp var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
“İlk günden itibaren geçiş döneminde gerçekleştirmeyi planladığımız 10 öncelikten birinin eksenlerden uzak kalmak, dengeli bir dış politika oluşturmak ve Sudan'ın çıkarlarına rehberlik edecek vizyonlar yaratmak için çaba göstereceğimizi duyurduk. Karşılıklı saygı çerçevesinde iyi komşuluk ilişkileri ve barışsever güçlerle ortaklıklar kurmayı, bununla birlikte halkımız adına bu ilişkileri ilerletmeyi hedefliyoruz. Sudan’ın bu eğilime dayanan politikasına geri dönüyoruz.”
Hamduk, ülkesini dış ilişkilerde denge ve herkesle uzlaşma politikasının yaşandığı altın çağına döndürmeyi umduğunu belirterek, “İngiliz sömürgeciliği altında olduğumuz şartlara dönmüş olmamıza rağmen yeniden sömürge olmayı istemedik. Sudan'ı altın çağına geri döndürmek istiyoruz. Bunu da dengeli bir politika ile yapabiliriz. Bu, bizim dış politikamıza yön verecek pusulamız olacak” şeklinde konuştu.
Başbakan Hamduk, hükümetinin ülkesini çevreleyen dalgalı denizin ortasında özellikle Sudan'ın çıkarlarını göz önüne alınarak dengeli ilişkiler kurmaya çalıştığını kaydetti.
Sudan’ın çıkarları
‘Sudan’ın çıkarları’ ifadesini yineleyen Hamduk’a bu çıkarların neye dayandığını sordum. Hamduk ise sorumu şöyle yanıtladı;

“Sudan’ın çıkarları çoğunluğa saygılı, fakat her şeyden önce kendi çıkarlarımızla bağlantılı dengeli ilişkiler oluşturmaya dayanıyor. En büyük önceliğimiz barışı sağlamak. Bunun için çabalayacağız. Ayrıca ekonomik krizle baş edebilmek için gerekli çabayı göstereceğiz. Devlet kurumlarının kurulması, yolsuzlukla mücadele ve kadınların temsili gibi iç meselelerimizle ilgili diğer konularla da ilgileneceğiz. Dediğim gibi, şu anda Sudan'ın hedefinde 10 öncelik bulunuyor.”
Röportaj, Hamduk’un Güney Sudan'ın başkenti Juba ziyaretinden bir gün sonra gerçekleşti. Hamduk’a göre ziyaret, ilişkinin simgesel ve ayırt edici olması için gerekliydi. Hamduk, “Biz tek bir ülkeydik. İlk ziyareti gerçekleştirdik ve birçok hedefe ulaştık. Güney Sudan ile uzun bir sınırımız (2 bin kilometreden fazla) var. Bu ilişki ticarette, imalatta ve ikili ilişkilerde iki halk arasında muazzam bir potansiyel sunuyor. Ziyaret, ayrıca silahlı hareketlerle bir araya gelmek için de bir fırsattı. Juba, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) Başkanı Abdulaziz el-Helu ile görüşme imkanı sundu. Görüşmelerin savaşın durması ve barışın sağlanması yönünde çok olumlu sonuçları olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
“Beşir, Sudan'ın bölünmesine neden oldu”
Juba’dan yola çıkarak, Başbakan’a ülkenin neden iki devlete bölündüğünü sordum.
Başlangıçta Beşir’in adını vermek istemeyen Hamduk şunları söyledi;
“1956’da bağımsızlığın ilan edilmesinden itibaren Sudan devletinin yapısındaki bir takım dengesizlikler peşimizi bırakmadı ve anlaşmaların bozulmasına neden oldu. Yani eğer bu konuyu, ülkemizdeki çoğunluk ve çeşitliliğin yönetimini hesaba katarak yönetebilseydik, sonuç böyle olmazdı. 1956'da Sudan bağımsızlığını ilan ettiğinde, Güney’deki kardeşlerimiz bir birlik istedi ve bu konuda onlarla bir uzlaşıya vardık. Ancak hemen ertesinde kılık değiştirdik ve uzlaşıyı sürdürmedik. Ekim 1964’teki uzlaşının iptali meselesi Nisan 1985 sonrasına kadar devam etti. Taraflar, bu hikayede olması gerektiğinden daha az sorumluluk üstleniyor. Fakat Güney'in ayrılmasındaki en büyük faktör 30 yıl süren ‘kurtuluş dönemi’ oldu. Kendi vatandaşlarınıza karşı cihat ilan edemezsiniz. Kurtuluş döneminde olan ise buydu. Güney’deki savaş meselesini kastediyorum. 1956'dan beri kurtuluş mücadelesiydi, ama son yıllarda farklı bir boyut kazandı”
Hemen ardından Başbakan’a şu soruyu yönelttim;
-O zaman bir başka deyişle son 30 yıllık bu süreç Beşir döneminde yaşandı. Öyle değil mi?

 “Evet”
-Kadınların temsilciliği batıya iyi görünme çabası mı?
Başbakan'a kadınların temsilciliğinin batıya ya da belirli bir tarafa sevimli görünme çabası olup olmadığını ve kadın bakanların doğru makamlara seçilip seçilmediğini sordum.
20 bakandan sadece 4’ünün kadınlardan oluşuyor olmasını oldukça az bulan ve bu sayının yeterli olmadığına inanan Başbakan, “Hükümet mantığı temsil ediyor. Hükümet içindeki kadın sayısının yeterli olduğunu düşünmüyorum. Ancak doğru yolda atılmış bir adım. 20 bakandan 4’ünün kadın olması yeterli değil. Kadınların sayısının daha fazla olmasını istiyorduk. Sudan tarihinde Dışişleri Bakanlığı’na ilk kez bir kadın atandı. Bu, doğru bir adımdı. Kadınların parlamentoda ve vilayet meclislerinde sayılarının artmasını umuyorum. Bu ülkede nüfusun yüzde 50'sinden fazlasını kadınlar oluşturuyor. Bu da yüzde 50’lik bir temsil hakkına sahip olmalarını makul kılıyor. Adil ve haklı bir temsiliyetten bahsediyorum. Ancak böyle bir mesele bir günde çözülemiyor. Zaman, yaklaşım ve iyileştirmeye ihtiyaç duyuyor. Sudanlı kadınlar devrimde kilit rol oynadılar. Kadınlara bu konuda bir şey bahşetmiş olmuyoruz, haklarını teslim etmiş oluyoruz. Sudan, tüm Arap ve Afrika ülkeleri arasında kadınların öne çıktığı bir ülke. Afrika ve Arap ülkelerinde kadınlar parlamentoya ilk kez Sudan’da girdiler. Bu, bundan 50 yılı aşkın bir süre önce 1965’te Fatıma Ahmed İbrahim’in Sudan Parlamentosu’na girişiyle bu gerçekleşti. Mesele, tercih meselesi değil, bunun toplumun kalkınması ve gelişmesi için doğal bir hak olduğunun idrak edilmesidir. Kadınların haklarına saygı göstermeyen toplum, eksik bir toplumdur” ifadelerini kullandı.
Sudan toplumundaki çeşitli çevrelerin 4 kadın bakanı kabulüne ilişkin görüşleriyle ilgili olarak ise Başbakan, “Ortada bir görüş ayrılığı var. Bunun bir hırs olmadığına inananlar var ve ben de aynı fikirdeyim. Bazıları da bunun doğru bir adım olduğunu düşünüyor. Öte yandan bu adım, kadın örgütleri tarafından büyük alkış aldı ve genel olarak toplum tarafından kabul edildi” diye konuştu.
ÖDBG ile hükümet arasındaki ilişkide dengenin sağlanması
Her ne kadar yeni hükümet, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) ve Sudan’daki tüm kesimleri temsil ediyor olsa da Beşir rejiminin sembol isimlerinin yönetimden uzaklaştırılmasını talep eden gösteriler halen devam ediyor. Hamduk'a ÖDBG’nin hükümete baskı yapıp yapmayacağını ve Sudan Egemenlik Konseyi ile yapılan anlaşmayı hiçe sayarak, gösteri düzenleyip düzenlemeyeceğini sordum. Hamduk soruyu, “Gösteriler, demokrasinin bir göstergesidir. İster gösteri, ister seminer isterse de protesto şeklinde olsun hiçbir ifade biçiminin önüne taş koyulmayacak. Bunlar demokrasiye ısınma turları. Bir yıldır demokratik geleneklerin inşa edilmesine tanıklık ediyoruz. Vatandaşlarımızdan hiçbirini yasalar çerçevesinde olduğu takdirde protesto hakkından mahrum etmeyeceğiz. Bu farklı ifadelerin bizi nihayetinde demokratik bir iklime taşıyacağına inanıyoruz. Bunu olumsuz bir tezahür olarak görmüyoruz, hatta tam aksini düşünüyoruz. Bu, devrimin köklerini açık tutmaya ve devrimle elde edilenlerin koruyucusu olarak kalmaya devam etmenin bir garantisidir” şeklinde yanıtladı.
Soruyu bir kez daha yineledim ve “Siz ve ÖDBG arasında görüş ayrılığı olursa bununla nasıl başa çıkacaksınız?” diye sordum. Hamduk, “Bu gibi anlaşmazlıkları yüksek bir sorumluluk duygusuyla yönetiyoruz. Halkımızın çıkarlarını baz alıyoruz” şeklinde cevapladı.
İhvan dönemi geri gelir mi?
- Sudan'daki bazı gözlemciler, ordunun saflarını yeniden düzenlediğini ve mevcut durumu kabul etmeyeceğini söylüyorlar. Eski rejimin sembol isimlerinin yargılanmadığını ve Mısır'da olduğu gibi beraat edeceklerini söyleyenler de var. Siz ne düşünüyorsunuz?

“Sudan asla eskisi gibi olmayacak. Bu derin bir devrim. Köklü bileşenlere ve hedeflere sahip...  Konuya, iki ülkenin aynı olmadığı perspektifinden bakmalıyız. Her ülkenin kendine özgü özellikleri vardır. Bir ülkenin yaşadığı tecrübe diğer ülke için emsal sayılamaz. Başkalarının deneyimlerinden yararlanırız. Ancak yönetim şekli, bu ülkedeki tarihi deneyimlerimize, mirasımıza ve oluşumlarımıza bağlıdır. Arap dünyasının pek çok yerinde benzeri olmayan çok gelişmiş bir siyasi sınıfımız var. Bunu diğer bölgelerle karşılaştıramayız. Arap Baharı deneyimi, bazı bölgelerde değişimlere neden oldu. Arap Baharı, Sudan’ı da neredeyse Suriye ve Libya’ya çeviriyordu. Demokrasinin farklı bir kök saldığı Tunus, Arap Baharı’ndan tamamen başka bir bağlamla çıktı. Sudan'da bu konuyu zengin mirasımızı temel alarak çözeceğiz. Bu durumun Sudan için bir risk yarattığını sanmıyorum.”
Yemen savaşı ve Sudan
Sudan'da biri askeri diğeri ise sivil olmak üzere iki bakış açısı var. Birincisi, askeri Egemenlik Konseyi aracılığıyla, Yemen’de Arap Koalisyonu’nda kalmaya devam etmesi gerektiğini söylüyor. İkincisi ise sivil Bakanlar Kurulu aracılığıyla Yemen'den ve meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu’ndan çıkılmasının zorunlu olduğuna inanıyor.
Bu konudaki fikirlerini sorduğum da Hamduk, şu yanıtı verdi;
“Şu anki savaşlardan ve devlet içi çatışmalardan en çok zarar gören ülke biziz. Bu zararın büyüklüğünü ve buna dahil olanların ödeyecekleri bedelleri biliyoruz. Yemenli kardeşlerimize ve koalisyona, bu krizi çözecek anlayışlara ulaşılması konusunda yardımcı olmaktan memnunuz. Tüm tarafların razı olacağı bir çözüme ulaşmak için kardeşlerimiz ile birlikte katkıda bulunacağımızdan ve yıllar önce konuştuğumuz mutlu Yemen’in yeniden geri döneceğinden eminiz”
Hamduk’un verdiği diplomatik cevap beni daha net bir soru sormaya zorladı;
- Sudan güçleri Arap Koalisyonu’nda mı değil mi?

“Tüm tarafların razı olacağı çözümlere ulaşılması için kardeşlerimizle birlikte çalışacağız. Sonunda bu krize son verecek çözümler getireceğine inandığımız hiçbir çabadan kaçınmayacağız. Yemen krizinin diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.” 
Hamduk’un tekrarlanan soruya verdiği cevap da yine netlik yoktu.
Yaptırımların kaldırılması ve Arap ülkelerinin yardımı
Yaptırımların kaldırılması ve Sudan'ın terör finansmanları listesinden çıkarılması, yeni hükümetin öncelikleri arasında yer alıyor. Hamduk, konuşmasında olumlu bir ton kullanmasına rağmen Sudan’a yardım edecek veya yaptırımları kaldırmasına katkıda bulunmaları için görüşülecek ülkelerin isimlerini belirtmekten kaçındı. Devrim’in Sudan'da yeni bir atmosfer yarattığına inandıklarını söyleyen Hamduk, “Devrim, sağlam bir demokrasi oluşturmak için güvenilir ve insan haklarına saygılı bir iklim yarattı. Yeni Sudan, artık kimse için bir tehdit değil. Bence bu devrim, Sudan'ın terör finansmanları listesinden çıkarılmasıyla ödüllendirilmeli. ABD, Kanada, Avrupa ve diğer ülkelerdeki ortaklarımızla sıkı çalışma ve ciddi görüşmelere başladık. Arap dünyasındaki kardeşlerimizle de bize bu konularda yardım etmeleri için görüştük” şeklinde konuştu.
Yaptırımların kaldırılmasına katkıda bulunmaları için hangi Arap ülkeleriyle görüştüklerini sorduğumda, söz konusu ülkelerin isimlerini vermekten kaçınan Hamduk, “Bu dosyaya yakın birkaç ülke ile görüştük. Kardeşlerimizin bize verdiği sözlerin yanı sıra bizden bir takım talepleri var. Batı dünyasındaki yetkililerle mükemmel ilişkileri olan ülkeleri çok iyi tanıyorsunuz. Kapılarını çalmakta zorlanacağımızı sanmıyorum. Kardeşlerimizin bu konuda bize yardımcı olacağına inanıyorum. Çünkü birçok mesele buna bağlı. Ekonomik kriz ve sürdürülebilir barışa giden yol bu kapıdan geçiyor. Arap kardeşlerimizin bizi destekleyeceğine inanıyorum”
ifadelerini kullandı.
Uluslararası arenadaki Afrika’ya yönelik yarışta Sudan’ın tutumu
Çin’in yanı sıra Türkiye de Afrika’ya yatırım hattına sıkı bir giriş yaptı. Ancak bu girişim Suudi Arabistan ve Mısır gibi bazı Arap ülkeleri tarafından bölgenin güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Çin ve diğer ülkeler, Afrika’daki ‘yatırım pastasından’ pay almayı başardılar.
Başbakan Hamduk’a bu yarışa yönelik tutumlarının ne olduğunu sordum. Aldığım cevap ise şöyleydi;
“Ekonomi, siyasetin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle yatırım dostu bir iklim oluşturmak birçok konuyla bağlantılı. Sizin de soruduğunuz üzere Afrika genelinde konuşalım. Yatırım konusunda birçok bölgesel ve uluslararası güç arasında adeta bir yarış var. Bunun olduğuna inanıyorum. Afrika'nın çeşitli bölgelerinde ve kurumlarında çalışarak geçirdiğim uzun yıllar boyunca tüm dünya ülkeleriyle Afrika arasındaki ilişkileri takip ettim. Afrika’nın bu dosyada kendi çıkarları adına ustalaştığına inanıyorum. Sudan da bunun bir parçası. Bu da yabancı yatırımcılarla ilişkilerde yönümüzü belirleyecektir.”
SUDAN EGEMENLİK KONSEYİ BAŞKANI EL-BURHAN: SUUDİ ARABİSTAN'IN GÜVENLİĞİNE YÖNELİK TEHDİTLERE İZİN VERMEYİZ



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.