Libya meselesinde Arap alemi ve 'ortak karar' arayışları

Mısır ve BAE uzun yıllar Mareşal Halife Hafter ve Libya Ulusal Ordusu'na destek verdi (Reuters)
Mısır ve BAE uzun yıllar Mareşal Halife Hafter ve Libya Ulusal Ordusu'na destek verdi (Reuters)
TT

Libya meselesinde Arap alemi ve 'ortak karar' arayışları

Mısır ve BAE uzun yıllar Mareşal Halife Hafter ve Libya Ulusal Ordusu'na destek verdi (Reuters)
Mısır ve BAE uzun yıllar Mareşal Halife Hafter ve Libya Ulusal Ordusu'na destek verdi (Reuters)

Ziyad Akil
Libya krizi, Arap dünyasında sıcak bir mesele olmaya devam ediyor. 2014 yılında siyasi bölünmenin başlamasından bu yana Birleşmiş Milletler’in (BM) Suheyrat Anlaşması ve Gassan Salame tarafından ortaya koyulan girişimler de dahil pratik açıdan çözümleri belirginleştirme amaçlı çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Aynı zamanda siyasi ve askeri olmak üzere farklı taraflar arasında çatışmalar da tırmanış gösterdi.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre Libya, Arap dünyasında birden fazla role sahip ve bölgesel rolü de birkaç düzeye yayılmış halde. Birçok ülke de ateşkese, askeri çözüme veya siyasi çözüme ulaşmak için Libya krizi meselesine (kendi lehlerine göre) farklı yollardan yaklaşıyor.
Arap aleminden birçok ülke Libya meselesine müdahalede bulunmaya çalışıyor. Petrol, bölgesel güvenlik, sınır güvenliği ve yasa dışı göç başta olmak üzere müdahalelerini geçerli kılmak için birçok neden ortaya koyuyorlar. Aynı şekilde Libya, Arap dünyası ve Kuzey Afrika’daki çok sayıda anlaşmazlıkla da bağlantılı bir konumda.
Mısır vizyonu, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) stratejisi ve Suudi Arabistan’ın önceliği
Mısır, Libya meselesinde en önemli bölgesel aktörlerinden biri. Mısır'ın sınır ve bölgesel güvenliği, Libya krizi meselesinde önemli bir rol oynuyor. Mısır’ın Libya meselesine dair yönetim şeklinde de bazı değişiklikler oldu. Aynı şekilde Mısır vizyonu, “ulusal ve sınır güvenliği” ile “Mısır’ın Libya’daki rolünü Kahire’nin Batı ile ilişkilerinde dış politika kartlarından biri olarak kullanmak” olmak üzere ikiye ayrılıyor.
Libya’nın doğusundaki en tutarlı otorite olarak Mısır, batı sınırını koruyan askeri bir güç olması dolayısıyla yıllarca Mareşal Halife Hafter ve Libya Ulusal Ordusu'na (LUO) destek verdi. Aynı zamanda Halife Hafter ile güvenlik, stratejik ve askeri açıdan iş birliği sağlayan Mısır, bu sahnede yalnız değildi. BAE de orduya destek sağladı.
BAE, Mısır’ın takip ettiğinden farklı bir konuma sahip. Öyle ki Mısır’ın Libya’daki müdahalesi nihayetinde ulusal bir güvenlik sorunundan kaynaklanıyor. Ancak BAE müdahalesi, BAE’nin bir bütün olarak Kuzey Afrika ve Arap dünyasındaki etkisini artırma stratejisinin bir parçası olarak gündeme geliyor. Körfez ülkeleri ve İran arasındaki anlaşmazlık, Arap dünyasındaki güç denklemini değiştirecek olan bölge ülkeleri arasında soğuk bir çatışma ortamı oluşturdu. Bu nedenle Libya çatışması, Arap dünyasında bölgesel siyasi değişiklik için bir giriş noktası olarak görülüyor.
Bu bilgiler uyarınca Suudi Arabistan’ın rolü de göz ardı edilemez. Zira Libya meselesi, Riyad’ın dış politika öncelikleri arasında yer alıyor. Körfez liderliği çatışması, Kuzey Afrika’da öncü bir rol oynama ve siyasi İslam akımlarının etkisini azaltma çerçevesinde Suudi Arabistan, Libya melesine “Kuzey Afrika’ya giriş mekanizmalarından biri” olarak müdahalede bulunuyor.
Libya’ya komşu ülkeler
Cezayir, Tunus, Mısır ve Sudan başta olmak üzere komşu ülkeler, iç ve bölgesel açıdan Libya sahnesinin kilit aktörleri haline geldi.
Mısır’ın rolüne zaten değindik. Ancak tüm bu ülkelerin, Libya içerisindeki çatışma taraflarıyla sabit ilişkileri bulunuyor. Cezayir, Tunus ve tabii ki Libya’da cumhurbaşkanlığı pozisyonunda yaşanan boşluk dolayısıyla Kuzey Afrika’da da siyasi bir boşluk var.
Libya meselesinde komşu ülkeler de çift rollere sahip. Zira bir yandan bu ülkeler, BM planından kaynaklanan siyasi çözümü desteklerken diğer yandan da Kuzey Afrika’daki çıkarları ve Libya’daki mevcut anlaşmazlıklara dair zeminde yaşanan gelişmeler arasında bir çatışmaya odaklandılar.
Tunus ve Cezayir; Başkanlık Konseyi, Devlet Konseyi ve Mısrata’daki milisler gibi Libya’nın batısındaki siyasi oluşum ve askeri milislerle ittifaklarını koruyor. Kuzey Sudan ise Sudan’daki siyasi hareketliliğin bölgedeki rolünü azaltmasına rağmen Libya’nın güneyindeki Tabu ve Tuareg kabileleriyle sürekli temas halinde.
Mısır, üç yıldan uzun bir süredir Hafter’e siyasi açıdan destek verirken birçok uluslararası forumda Hafter liderliğindeki LUO’ya yönelik silah ambargosunu da kaldırma çağrısında bulunuyor.
Arap dünyasının Libya meselesini ve krizi devlet çıkarları uyarınca ele alındığına dikkat edilmeli. Nitekim Libya’daki çatışmaların uzamasının bir diğer sebebi de bu
Fas’ın çıkarları
Fas, içeriden ve dışarıdan önemi nedeniyle Libya meselesini göz ardı edemeyen ülkelerden biri olmaya devam ediyor. Mısır, Tunus ve Cezayir gibi Fas da Libya krizini çıkarları uyarınca bölgesel ve uluslararası ilişkileri doğrultusunda çözmeyi hedefliyor. Örneğin Fas, Aralık 2015’te Suheyrat kentinde bir anlaşma imzalamak için çatışma tarafları arasında siyasi arabuluculuk yapmak amacıyla yoğun bir çaba sarf etti. Anlaşma imzalanmasına rağmen ölü olarak nitelendi.
Libya meselesine dahil olan başka Arap ülkelerine de tanık oluyoruz. Ancak bu ülkeler, konuya doğrudan müdahalede bulunmuyor. Ürdün, Kuveyt ve Bahreyn gibi Arap ülkeleri, Libya meselesinin çözümü için siyasi bir girişim ortaya koyma hakkına sahipken bölgesel ve uluslararası açıdan koordinasyon eksikliği bu tür girişimlerin önünde engel oluşturdu.
Libya meselesine farklı ülkelerden yapılan Arap müdahalesi sağlam bir zeminde durmuyor ve birleşik bir karar da yok. Arap Baharı sonrasında Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın uzun bir süre yeni Arap ittifakı kapsamında bir eksen oluşturduğu söyleniyor. Ancak Halife Hafter’in hastalığı ve Fransa’da tedavi görmesi, Mısır ve BAE arasında “Hafter’in sahneden kaybolması halinde yerine kimin geçeceği” konusunda bir anlaşmazlık yaşanmasına neden oldu. Ama Hafter’in hastalığından kurtulması, yeni Arap ittifakının dikenli konular üzerindeki anlaşmazlığını yok etmek için bir vesile sağladı.
Nihayetinde Libya meselesiyle ilgili olarak bir sonraki aşamada bölgesel ve uluslararası arenadaki çekişme devam edecek. Meseleyle ilgilenen Arap ülkeleri ve Akdeniz’in kuzey tarafındaki Avrupalı ortakları arasındaki koordinasyon eksikliği, Akdeniz’in güney bölgeleri, Kuzey Afrika ve Arap dünyasında bir sorun olmayı sürdürecek.



Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.


Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
TT

Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)

Washington’daki kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper’ın, Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde dün yeniden patlak veren Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye ordusu arasındaki çatışmaları yatıştırmak amacıyla temaslar yürüttüğünü bildirdi. Kaynaklar, bu girişimlerin, DEAŞ’ın ve düşman bölgesel güçlerin faydalanabileceği bir gerilimin önlenmesini hedeflediğini belirtti.

Çatışmaların, SDG keskin nişancılarının Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere ateş açmasının ardından başladığı aktarıldı. Bu durumun, iki taraf arasında imzalanmış ateşkes anlaşmasının ihlali anlamına geldiği kaydedildi. ABD destekli Kürt güçlerin, Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk yönetimi kaybetme endişesiyle Şam’daki geçiş hükümetine entegrasyon planlarına karşı çıktığı ifade edildi.

Bu çatışmaların üzerinde, yeni Suriye hükümetinin kontrolünü zayıflatmayı amaçlayan İran müdahalelerinin gölgesinin dolaştığı belirtildi. ABD istihbarat raporlarına göre İran, Suriye’ye ve bölgedeki milislerine yönelik silah akışını sürdürmek için çabalarını yoğunlaştırıyor ve Şam yönetiminin yasa dışı silah kaçakçılığı güzergâhlarını dağıtmaya yönelik aldığı önlemlere uyum sağlamaya çalışıyor.

cdfrgt
Diplomatlar, Lübnan Ordusu eşliğinde Lübnan'ın güneyinde gerçekleştirdikleri bir tur sırasında, Lübnan Ordusu tarafından güney Litani bölgesinde ele geçirilen bir Hizbullah tünelini inceledi. (Lübnan Ordusu)

Öte yandan çeşitli raporlar, SDG’nin Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etti. Bu kapsamda SDG’nin, Hizbullah adına Ammar el-Musavi başkanlığındaki temsilcilerle Beyrut’ta gizli bir toplantı gerçekleştirdiği aktarıldı. Toplantının, SDG ile Ahmed eş-Şera hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar ve iki taraf arasında yeniden başlayan askeri çatışmalar ışığında, Suriye’deki güvenlik sorunlarının değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı kaydedildi.

Üç kaçakçılık koridoru

Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nün (ISW) yayımladığı bir raporda, İran’ın kaçakçılık hatlarını yeniden canlandırdığı ve DEAŞ’a ülke içinde saldırılar düzenlemesi için destek verdiği belirtildi. Raporda, Suriye’nin geçiş sürecinde yaşadığı istikrarsızlık ortamında vekâlet çatışmalarının tırmanabileceği ve kaçakçılık ağlarının yayılabileceği uyarısında bulunuldu.

Raporlara göre, İran’ın Suriye’ye silah kaçakçılığı geleneksel ve yeni güzergâhların bir bileşimini içeriyor. Kara yolları ve kamyon taşımacılığı, Tahran’ın silah sevkiyatında başlıca yöntem olmaya devam ediyor. Bu kapsamda üç ana koridor öne çıkıyor: İlki Bağdat’tan er-Ramadi, Elbukemal, Deyrizor ve Tedmür üzerinden Şam’a uzanan hat; ikincisi Tahran’dan Basra ve Bağdat üzerinden et-Tanf’a, oradan da Şam’a giden güzergâh; daha az kullanılan üçüncü yol ise İran’dan Musul ve Haseke üzerinden Lazkiye’ye uzanıyor. Bu hatların, silahların daha sonra Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasını kolaylaştırdığı ifade edildi. Raporda ayrıca İran’ın, SDG’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeydoğusuna özel önem atfettiği vurgulandı.

dfrgt
Suriye'nin doğusundaki Elbukamal'da, ülke dışına kaçırılmak üzere hazırlanan SAM-7 füzeleri ele geçirildi. (SANA)

Raporlarda, sevkiyatların el yapımı patlayıcılar, havan mermileri, tanksavar mayınları, plastik patlayıcılar, uçaksavar füzeleri, hava savunma sistemleri, el bombası fırlatıcıları ve insansız hava araçlarını (İHA) kapsadığı belirtildi. Ayrıca Irak-Suriye sınırı yakınındaki Elbukemal bölgesinde, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından 2018’den bu yana inşa edildiği tahmin edilen ve silahların Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasında kullanılan bir yer altı tünel ağının bulunduğuna dair bilgiler sızdı.

Raporlar, yeni Suriye hükümetinin ülkenin tüm topraklarında denetimi sağlayacak açık ve yeterli kapasitelere sahip olmadığını, sınırları kontrol altına alabilmesi ve toprakları üzerinden yapılan kaçakçılığı engelleyebilmesi için uzun yıllara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu.

Engelleme girişimleri

Suriye makamları, İran kaynaklı kaçakçılık girişimlerine karşı koymak için yoğun çaba harcıyor. CENTCOM, içinde bulunduğumuz aralık ayında Şam’daki yönetimi, Hizbullah’a gönderilmek üzere olan sevkiyatları engellemesi nedeniyle övdü.

Ortadoğu uzmanı Ata Muhammed Tebriz ise İran’ın faaliyetlerine ilişkin doğrulanmış raporlar bulunmadığını, ancak farklı medya kuruluşlarının Tahran’ın Suriye’de kendisine bağlı güçleri yeniden inşa etmeye yönelik çabalarına dair haberler yayımladığını söyledi. Tebriz, İran’ın Ahmed eş-Şera hükümetine karşı olan güçlerle iş birliği yapmaya ve bu çevrelerin sesini yükseltmeye çalıştığını savunarak, İran nüfuzunun Suriye’de yeniden kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.

dfrg
DEAŞ saldırısında hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin cenazelerinin ülkelerine geri gönderilmesi töreni (AP)

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Michael Knights, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün teşvik edici bir gelişme olduğunu, ancak bunun İran’ın, Esed rejiminin eski destekçisi olarak, Suriye’yi Lübnan’daki Hizbullah’ı yeniden yapılandırmak için kullanmaktan kolayca vazgeçeceği anlamına gelmediğini söyledi.

Knights, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ülkeye araçlar, mali kaynaklar, insani yardımlar, yeniden imar malzemeleri ve tüketim mallarından oluşan bir akışın yaşanmasının beklendiğini, bunların büyük bölümünün komşu ülkelerden kamyon taşımacılığı yoluyla ulaştırılacağını belirtti. İran’ın bu akışı, Suriye, Irak ve Lübnan’daki uzantılarını silahla beslemek için kolaylıkla kullanabileceğine dikkat çekti.

Knights ayrıca İran’ın, geçmişte El Kaide ve Taliban örneklerinde olduğu gibi, Sünni cihatçı gruplarla taktik düzenlemeler yapma konusunda herhangi bir çekince göstermediği uyarısında bulundu. Bu yaklaşımın, Suriye sahasında DEAŞ ile de benimsenebileceğini ifade etti.