İsimlerle Afrika terörünün haritası ve ayırt edici özellikleri

Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)
Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)
TT

İsimlerle Afrika terörünün haritası ve ayırt edici özellikleri

Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)
Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)

Emani et-Tavil
Hem Irak hem de Şam’daki topraklarını kaybetmesi DEAŞ’ın son dönemde Afrika’ya doğru yönelmesine yol açtı. Bu yönelimin birkaç sebebi var. Afrika’daki devlet yapısının kırılganlığı ve ulusal ordunun zayıflığı bu sebepler arasında yer alıyor. Nitekim Afrika’nın birçok ülkesinde ordu mensuplarının sayısı 50 bini geçmez. Üstelik bu ordular, sınırların güvenlik kontrolünü gerçekleştiremiyor. Ülkelerin birkaç tanesi arasındaki kabile bölünmesi de bir diğer sebep. Zira bu bölünme, kabile ve toplumsal koruma şemsiyesi altında bir ülkeden diğerine geçişi mümkün ve kolaylaştırıyor.
Bu durum, Cezayir’in “kanlı on yılı” boyunca aşırılık yanlısı grupların kurucularından birkaç tanesinin bölgesel çevreye taşınmasında rol oynadı. Cezayir’deki cihatçı selefiliğin kurucusu Seyyid Hattab, belki de bunların en bilinenidir. Öte yandan küresel politikalar da bu olgunun yaygınlaşmasında pay sahibi oldu. Nitekim Fransa’nın hem Mali hem de Orta Afrika’ya yönelik doğrudan askerî müdahalesi, güvenlik tehditlerinin düzeyinin düşmesine değil ama bu tehditlerin artmasına katkı sağlamış olabilir. Aynı şey, üçüncü bin yılın ilk on yılından itibaren Somali’deki gelişmeler için de geçerli.
Yüzleşme yöntemleri etkin olmaz, güvenlik ve askerî yaklaşımların yanı sıra kalkınmacı ve kültürel yaklaşımlar da benimsenmez ise bu nesnel koşullar, Afrika’yı önümüzdeki beş yıl boyunca küresel güvenlik tehditlerinin merkezi haline getirebilir.
Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’daki terör eylemlerinde bir yükseliş olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte terör örgütlerinin coğrafi yayılımının, Burkina Faso ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni terörle mücadele edilen ülkeler listesine sokacak kadar genişlediği gözlemlendi. Bu veriler, Afrika’daki terör olgusunun ciddiyetini ortaya koyuyor.  
Bir haftada 14 terör eylemi
Mısır Fetva Dairesi’ne bağlı Tekfirci Fetvalar Gözlemevi’nin Nisan 2014 tarihli raporuna göre Afrika, bir hafta içerisinde 14 terör eylemine maruz kaldı. Somali, Nijer, Çad, Burkina Faso, Libya, Tunus, Kamerun, Mali ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde meydana gelen bu terör eylemleri, dünya çapındaki toplam 24 eylemin yüzde 58’ini oluşturuyor.
Afrikalı teröristler kimler?
Somali’deki Mücahit Gençler ile Nijerya’daki Boko Haram’ın Afrika sahnesinde öne çıkan terör örgütlerinin başında geldiği söylenebilir. Orta Afrika’daki Seleka ve Anti-Balaka ile Nijerya’daki Ensaru, bu örgütlerin en yenilerinden kabul ediliyor. Bu yeni örgütler arasında Afrika sahasına yayılan onlarca başka örgüt mevcut.
Nijerya: Ensaru örgütü
2019 senesinde Sudan’daki Müslüman Ensar Cemaati Ensaru’nun Nijerya’da yükselişe geçtiğine tanık olundu. Bu grup, bir video yayınıyla varlığını ilan etti. Haziran 2012 tarihli bu görüntülerde grubun liderlerinden biri, ‘İslam’ın ve Müslümanların zaferi’ uğruna dünyanın dört bir yanındaki Batılı çıkarlara karşı bir savaşın başladığını belirtti.
Bu grup, 1804 yılında var olan ve Osman Bin Fudi (Osman dan Fodio) tarafından yönetilen Müslüman Fulan İmparatorluğu hilafetinin ‘yitik onurunu’ geri kazanmaya çalıştığını söylüyor. Kamerun’un kuzeyini, Nijerya’nın kuzeyini ve Nijer’in güneyini içine alan bu yönetim, İngiltere ile Fransa’nın Afrika kıtasını sömürmesine kadar sürdü. Grubun üstlendiği operasyonlardan en bilineni, 25 Ocak 2013’te Mali’ye yönelen bir askerî konvoyun hedef alınmasıydı. Bu operasyon, aralarında sivillerin de bulunduğu çok sayıda kişinin ölümüne sebep oldu.


Mücahit Gençler ve DEAŞ, Afrika’da faaliyet yürütüyor (AFP)

Bu örgütün, Afrika’nın doğusundaki Somali Mücahit Gençler Hareketi tarafından eğitildiğine dair deliller söz konusu. ‘Maman Nur’, Müslüman Mağrib ülkelerindeki el-Kaide, Somali Gençlik Hareketi ve Ensaru örgütü arasındaki bağlantı halkası olarak görülüyor.
Ensaru, 2015-16 yılları arasında Afrikalı unsurlarla Suriye’de DEAŞ’a yardımcı oldu.
Raporlar, bu grubun Nijerya’nın kuzeyinde büyük alanları kontrol ettiğine ve Nijerya sınırları dışında başka alanlara yayılmaya çalıştığına işaret ediyor. 2019 yılı ile birlikte güçleri artış göstermeye başladı. Mısır Fetva Daire’sine bağlı Tekfirci Fetvalar Gözlemevi’nin raporuna göre grup Nijerya’da 5 terörist eylem gerçekleştirdi.
Boko Haram örgütü
Ehl-i Sünnet Davet ve Cihat Cemaati adıyla kurulan Boko Haram, Hausa dilinde ‘Batılı eğitim haram’ anlamına geliyor. 2002 yılında kurulan örgüt, hâlihazırda Nijerya, Çad ve Mali’de yayılıyor. Şu anki lideri, DEAŞ tarafından 4 Ağustos 2016’da Batı Afrika valisi olarak atanan Ebu Musab el-Bernavi’dir. Eyaletin önceki valisi olan Ebu Bekr Şikao, Mart 2015’te DEAŞ’a biat edip Boko Haram’ın adını Batı Afrika Eyaleti olarak değiştirmişti. ‘Nijerya Taliban’ı’ olarak adlandırılan bu grup, eğitimini bırakan ve ülkenin Nijer sınırında yer alan kuzeydoğusundaki Yoba eyaletinin Kanama köyünü kendisine üs edinen öğrencilerden oluşuyor. Yaklaşık yirmi yıl içerisinde elemanları 4 binden 40 bine yükseldi.
80’lerin başında kurulan Şii bir hareket olup elemanları, önce İran Dini Lideri Humeyni’ye daha sonra da 2015’ten bu yana tutuklu bulunan grup lideri Şeyh İbrahim Zekzaki’ye bağlılık yemini ettiler. Hareket, Nijerya hükümetinin otoritesini tanımaz ve gerek Hıristiyan gerekse Müslüman, tüm hükümet yetkililerini yolsuz ve gayrimeşru olarak görür.
İslamcı Hareket’in Nijerya’nın tüm eyaletlerinde (36) idari oluşumları vardır ve bunlar bir nevi hükümet yapısı oluşturur. Ayrıca hükümette kayıtlı ‘Füdye’ adlı bir kurumu da bulunmaktadır. Kurum, 360’dan fazla ilkokul ve liseyi yönetmektedir. Hareketin üyelerinden çoğu, yüksek eğitim düzeyine sahip olup orduda, emniyet ve istihbarat birimlerinde önemli görevlerde çalışmaktadır.
Harekete ait hafif silahlı askerî tugaylar bulunmaktadır. Şu ana kadar terörist eylemler gerçekleştirdiğine dair bir kayıt olmayan hareketin açıktan faaliyet yürütme imkânı vardı. Ancak hareketin üyelerinin düzenlediği ve haftalarca süren şiddetli protestolar ve çatışmalardan sonra Nijerya hükümeti, 2019’un başında bu hareketi yasakladı. Söz konusu protestolar, hareketin kurucusu Zekzaki’nin serbest bırakılması içindi. Zekzaki, Şii olmadan önce İhvan-ı Müslimin’e mensuptu.
Somali
İslamcı Gençler ya da Mücahit Gençler hareketi, 2006 yılında İslamcı Mahkemeler Birliği’nin askerî kolu olarak ortaya çıkan Somalili selefi bir harekettir. Mogadişu’yu yöneten ve şeriatı hâkim kılmayı hedefleyen Birlik, 2009 yılında el-Kaide örgütüne bağlılığını resmî olarak ilan etti.
Hareket, 2008’in sonunda meydanı, İslamcılara karşı savaşta ön sıralarda yer alan Afrika Birliği Güçlerine bırakarak geri çekilmek zorunda kalan Etiyopyalı güçlerle desteklenen hükümet kuvvetlerine karşı verdiği mücadelesinde Mahkemeler Birliği’ne destek oldu. İslamcı Gençler Hareketi’ni, 2014’ten bu yana Ahmed Ömer Ebu Ubeyde yönetiyor. Hareketin önceki lideri Ahmed Abdi ‘Gudan’, Amerika’nın gerçekleştirdiği bir hava saldırısında öldürüldü. Aynı sene ‘Gençler’, el-Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri’ye bağlılıklarını yeniledi.
Somalili Hareket, safları arasında 5 ila 9 bin savaşçı barındırıyor. Bunların arasında Somalilerle birlikte çoğu Arap ülkelerinden gelen yabancı unsurlar da mevcut. Pakistanlı unsurların da yer aldığı yabancı savaşçıların sayısı yaklaşık 800.
Kenya
Kenya’da, hem Mücahit Gençler örgütü hem Somalili Gençler hem de DEAŞ faaliyet yürütüyor. Gençler Hareketi, Ağustos 2019’da Kenya’daki bir sınır kasabasına saldırarak Somali sınırlarına yakın bölgedeki iletişim hizmetlerinin aksamasına sebep oldu. Aynı yılın başında Kenya, başkent Nairobi’deki lüks bir otele yönelik terör saldırısına sahne oldu. Bu saldırının sonucunda 15 kişi ölürken birçok kişi de ağır olarak yaralandı.
Haziran 2017’de Bendancu kasabasında 3 polis memuru öldürülürken, Ocak 2018’de ülkenin kuzeydoğusundaki Mandera eyaletinde de 5 kişi öldürüldü. Somalili Gençler örgütünün en bilindik operasyonu, 2013 yılında gerçekleşen ve yaklaşık 67 kişinin ölümüne, yaklaşık 200 kişinin de silahlı bir saldırıda yaralanmasına yol açan West Gate alışveriş merkezine yönelik eylemdir.


Afrika’da, kimliği tamamen belirsiz kişilerin uyguladığı terör eylemlerine işaret eden ‘Yalnız Kurtlar’ olgusu yayılıyor (AFP)

DEAŞ’ın eylemleri, 2016 yılında başladı. Terörist örgüt, Eylül 2016’da Nairobi’deki ABD Büyükelçiliğini hedef alarak bir polis memurunun ölümüne sebebiyet verdi. DEAŞ, Kenya’da bir saldırının da sorumluluğunu üstlendi. Söz konusu saldırı, Mombasa’da bir polis merkezine sızarak binayı yakmaya çalıştıktan sonra kurşunla öldürülen üç kadın tarafından gerçekleştirildi.
Kenya’daki terörist eylemlerin artması karşısında Somali de müdahaleci politikalar benimsedi. Bu doğrultuda Amisum güçlerine katılarak Gençler Hareketi’nin Somali’nin güneyine uzanmasına karşı koyabilmek ve onu Kenya sınırlarından uzak tutabilmek için Somali’nin güneyindeki Cubaland eyaletini destekledi.
Kongo ve Uganda arasındaki terör
DEAŞ, Nisan 2019’da Kongo’nun doğusundaki iki köyde meydana gelen iki terör eyleminden sorumluluğunu üstlendi. DEAŞ’ın, Uganda’da kurulan ve Başkan Tshisekedi’ye göre Kongo’da da faaliyet yürüten yerel bir örgütle olan ilişkisi konusunda şüpheler var. Söz konusu örgüt, 1995 yılında Uganda hükümetini devirmek amacıyla kurulan ancak gündemini, toplumları tekfir ettikten sonra İslam’ı muzaffer kılmak ve şeriatı uygulamak şeklinde değiştiren İslamcı Müttefik Demokratik Güçler örgütüdür.
İslamcı Güçler örgütünün kurucusu, Katolik mezhebinden çıkıp İslam’a giren Ugandalı Cemil Mokolu’dur. David Stephan adıyla hayata başlayan Mokolu’nun Hıristiyan olduğu zamanlarda İslam’a karşı oldukça eleştirel olduğu, İslam dinini benimsediğinde de çok hızlı bir şekilde radikal bir İslamcıya dönüştüğü biliniyor. Tebliğ ve Hicret Cemaati’nden talimat almasının ardından yakın zamanda adamları Müslüman savaşçılara katıldı. Bunlar, Uganda’dan çıkmaya mecbur oldular. Bununla birlikte görünüşe bakılırsa üyelik, Doğu Afrika bölgesinden gelen askerleri içine alacak şekilde değişti.
Mokolu’nun Hartum’da bir süre kaldığı, orada el-Kaide’nin eski lideri Usame Bin Ladin ve Sudan’a sığınan başka savaşçı İslamcı örgütlerin liderleri ile buluştuğu düşünülüyor.
Afrikalı DEAŞ’lılar nasıl çalışıyor?
Küresel ve yerel politikalar, terörle yüzleşmede katkı sahibi oldu. Aynı şekilde bu politikaların elde ettiği göreceli başarılar, teröristlerin çalışma yöntemlerinin, neredeyse örgütsel bağlara sahip olmayan, sınır ötesi ve güç ve yetenek bakımından çeşitlenmesine de katkı sağladı. Bu değişim, Ortadoğu’daki Doğulu terörist liderlerin pay sahibi olduğu birkaç kuramsal referansa dayanıyor. Abdullah Şeybani’nin Temmuz 2018’de çıkan kitabı buna örnek gösterilebilir. Şeybani bu kitapta tek bir kişiye dayalı bireysel operasyonlar uygulama çağrısı yapıyor. Bu durum, ‘Yalnız Kurtlar’ olgusu ile de kendisini gösteriyor. Bu olguda operasyonlar, selefi-cihatçı veya başka cemaatlere mensup örgütsel ya da propagandacı eylemlerde sabıkası olmayan, kimliği tamamen belirsiz kişiler tarafından yürütülüyor. Tunus Hanımefendisi operasyonu, 2019 yılında bu modelin uygulanmasına bir örneklik teşkil etti.
Ebu Musab es-Suri ise örgütsel yapıların değil, düşünsel bağlar birliğinin dayanılan temel olduğunu savundu. Bunun sonucunda ‘nano hücreler’, yani üyeleri 3 kişiyi aşmayan gruplar ortaya çıktı. Bu durum, hücrelerin güvenlik güçleri tarafından takip edilmesini zorlaştırıyor. Boko Haram örgütünün Nijerya’daki etkinliği kısmen bununla açıklanabilir. Mağrip’in (Fas) sadece 2015-19 yılları arasındaki 4 yıllık zaman diliminde 63 DEAŞ’lı hücreye dağılımı da bununla ilişkilidir. Bu hücrelerin son örneği geçtiğimiz temmuz ayı sonunda Tanca şehrinde görüldü.
Aile terörizmi modeli de özellikle Afrika’da şu an alışıldık olan bir biçimdir. Bu modelde operasyonu tek bir ailenin üyeleri gerçekleştirir. Bu, özellikle aşırılıkçı fetvaların çoğalması ile birlikte güvenlik kovuşturmalarını faydasız kılıyor.
Terör örgütlerinin çalışma yöntemlerinin sonuncusu, ‘hilafetin aslan yavrusu’ çocuklarının seferber edilmeleridir. Çocukları bu şekilde adlandıran Nijerya’daki Boko Haram örgütü, yoksulluk içinde yaşayan, hem zihinsel hem de bedensel olarak savaş düşünceleri ile büyüyen çocukları yaygın olarak kullanıyor.
Bu bağlamda UNICEF, çocukların bu alanda kullanımının 2010 yılında 3 kattan daha fazla arttığını, örgütün ordu karargâhlarına ve Nijerya köylerine terörist saldırıları yapmak için 135’i aşkın çocuğu kullandığını belirtti. Boko Haram, bombalar ve patlayıcı kemerler ile intihar eylemlerine zorlamak üzere Hıristiyan ailelerin çocuklarını da kaçırıyor.
UNICEF’in raporuna göre şu an Somalili Gençler Hareketi ile DEAŞ, her ay en az 200 çocuğu bu iş için kullanıyor.
Terörist örgütlerin haritaları, özellikle Doğu Afrika’daki Afrikalı komşuları ile etkileşime giren Arap çıkarlarını esaslı bir şekilde etkilemeye başladı. Bu noktada bölgesel istikrarı hiç olmadığı kadar tehdit eden terörle yüzleşmek için Afrikalı kardeşlerle işbirliği yapmak ve düşünce alanları açmak için kafa yormak gerekiyor.



Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  
TT

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi Arabistanlı bir yazar olarak, uzun yıllar, birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve aydını barındıran bir entelektüel grubun içinde yer aldım. Kahire, Beyrut, Tunus ve Kazablanka gibi Arap başkentlerindeki konferanslara, festivallere ve kültürel organizasyonlara iştirak ediyorduk. O zamanlar kardeş ülkelerde olan kültür bakanlıklarının bir benzerinin ülkemiz Suudi Arabistan’da da olması için özlem duyuyorduk. Daha sonra enformasyon bakanlığı altında bir kültür komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bu haberi yarım yamalak bir tebessümle karşılamak durumunda kaldık. Çünkü bu, hayallerimizin ve beklentimizin altında bir karardı. Biz daha çok yazar, sanatçı ve her alandaki düşünüre ciddi destekler verecek bağımsız bir kültür bakanlığı hayal ediyorduk.  
Suudi Arabistan’daki kültürel sahne oldukça zengin ve çok çeşitlidir.  Suudi kültür ortamı hakkında pek bir şey bilmeyenler için şöyle özetleyebilirim.  Birincisi kamu desteği, ikincisi; özel sektör ve üçüncüsü bağımsız olmak üzere, kültür dünyamız üç alanda değerlendirilebilir. Kamu desteği, devletin kültürel etkinliklere doğrudan veya dolaylı olarak sunduğu desteklerdir. Özel sektörün hizmetleri ise, yayınevleri, edebiyat merkezleri ve sanat galerileri ile sınırlıdır. Bağımsız sanat ise, edebiyat kulüpleri, sivil kültür sanat dernekleri ve geleneksel medya tarafından desteklenen faaliyetleri içerir.  
Bağımsız addedebileceğimiz bu kültürel alanda, ülke genelinde 17 edebiyat kulübü ve 16 kültür sanat derneği faaliyet göstermektedir. Bağımsız alan, yetmişli yıllardan bu yana Krallıktaki kültürel yaşamın gelişiminde çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Ülkedeki en önemli kültürel ve düşünsel ürünlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bağımsız kültürel alan, sınırlı kamu desteği, sınırlı özel sektör desteği ve bağışçıların desteği ile ayakta kalmaktadır.  
2018 yılında yayınlanan kraliyet kararnamesi ile, kültür bakanlığı enformasyon bakanlığından ayrılarak bağımsız bir kuruluş haline geldi. Ülkede kültürel faaliyetleri yakından takip edenler artık farklı bir gelecek tahayyül edebiliyordu. Nitekim takip eden üç yıl içinde kültürel alanlarda önemli atılımlar yapıldı.  
Artık karamsarlığın yerini iyimserlik alabilirdi. Çünkü Suudi Arabistan’ın yeni kültür bakanlığı, Arap ülkelerindeki muadillerinden farklı olarak, aydınların arzu ettiğinden daha olumlu bir vizyon taşımaktaydı. Kültür bakanlığı, bölgedeki ve Arap ülkelerindeki benzerlerinden farklı bir örgütlenmeye gitmişti. Bu örgütlenmenin şekillenmesinde UNESCO aktif rol aldı. Bakanlık süreç içinde faaliyetlerini çeşitli kültürel sektörleri kapsayan 11 başlık altında organize etti. Bu başlıklar altında edebiyat, çeviri, tiyatro, müzik ve resim sanatlarının yanı sıra moda ve yemek pişirme gibi aşina olunmayan kültürel üretim alanları da kendisine yer buldu. Bakanlık nezdinde 16 komisyon oluşturuldu. Dikkat çekici husus ise, bu komisyonların bürokratik ataletten uzak olarak tamamen bağımsız bir şekilde yönetilmeleridir. Bahsi geçen komisyonların yönetim kurulları ve icra komiteleri, kültür aracılığı yapan dernekleri denetlemekte ve desteklemektedir.  Kültürel bir etkinlik yapmak, konferans veya sempozyum düzenlemek isteyenlerin, bakanlık destekli bir dernekle anlaşması gerekiyor. Kitap telif etmek veya yabancı dildeki bir eserin çevirisini yapmak isteyenlerin ise bir yayınevi ile anlaşmaları yeterli oluyor. Komisyonların doğrudan değil de bağımsız dernekler aracılığıyla vatandaşla muhatap olması nedeniyle, bürokratik zorluklar ve idari yolsuzlukların önüne geçilmesi hedefleniyor.  

Bütün bunlar gülümseten olumlu gelişmelerdir. İşlerin gidişatını yakından takip eden biri olarak bu pozitif yargılarda bulunabiliyorum. Sayın kültür bakanının başkanlığını yaptığı, edebiyat ve tercüme komisyonunun içinde yer almaktayım. Kadın çalışanların da yoğunlukta olduğu bu komisyonun çalışma ortamı, daha önce devlet kurumlarında alışık olmadığımız kadar rahat ve özgürlükçü.   
Ancak, bilindiği üzere kültür, ne kadar çeşitli ve gelişmiş olsa da kurumlar tarafından üretilemez. Kurumlar kültürel üretimi teşvik eder ya da sekteye uğratır fakat kültürün üretimini üstlenemez. İster edebiyat olsun ister felsefe veya sanat, tekil ya da çoğul olarak bireyler tarafından üretilir. Kral Abdülaziz tarafından kurulduğu ilk yıllardan itibaren ülkemizin kültürel birikimi, bireysel çabalarla oluşmuştur.  
Sayın Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki 2030 vizyonunu kültürel alanda yakalayabilmemiz için, kültür üreticisi bireylere uygun koşulların sağlanması bir zorunluluktur. Kültür bakanlığının artan ve çeşitlenen maddi manevi destekleri, bu yolda güçlü bir şekilde ilerlediğimizin güçlü bir göstergesidir. Ancak bu eğilimin sürdürülebilir olması için dikkat edilmesi gereken hususlar var: 
Birincisi: kültürün, entelektüel ve yaratıcı bir doruk noktası olarak görülmesidir. Doruk noktası derken, insanın kültürel faaliyeti ile kendisini gerçekleştirebileceği en üst sınırlara ulaşabilmesini kastediyoruz. Popülizmin cazibesine kapılmadan, üretici ve alıcıları tatmin etmek için nitelikten ödün verilmemesi gerekir. Bunun elitist, üstenci bir yaklaşım olduğunu ve kültürün geniş kitlelere yayılmasına mâni olacağını iddia edenler olabilir.  Ancak niteliğin niceliğe feda edilmesi, kültürel seviyenin ve kalitenin düşmesiyle sonuçlanacaktır. Asıl hedeflenmesi gereken, kitlelerin seviyesinin yukarıya çekilmesi olmalıdır.  Kültürün en yüksek ürünlerinden biri olan felsefe, kimileri için hayata dair basit fikirlere dönüşebilir veya insan hayatındaki en önemli konuların tartışılarak, sorunlarına çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir. Tabi ki yüksek standartlar dayatılamaz, bununla birlikte olumlu yönlendirmeler ve hatırlatmaların yapılması gerekir.   
İkincisi: Kültürel üretimin aracı olan Arap diline azami özenin gösterilmesidir. Arapçanın kültürel üretimdeki temel rolü teşvik edilmelidir. Başta eğitim alanında iyileştirmeler olmak üzere, akademi, medya ve ticari alanlarda Arapça dilinin doğru kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle ticaret alanlarında İngilizcenin Arapçanın yerini almaya başladığı görülüyor. Gençlerin kullandığı dil itibariyle Arapçalarının geliştirilmesi için gerekli adımların atılması zorunludur. Arapça, kültürümüzün geleceğidir, çünkü sahip olduğumuz kültür Arap kültürüdür.   
Üçüncüsü: İfade ve üretim özgürlüğü alanlarının genişletilmesidir. Toplumsal baskı ve muhafazakâr yaklaşım, üretilenlerin kalitesini olumsuz etkiler. Geçmişte, bu korkular ve hassasiyetler nedeniyle, nice kültürel içerik üreticisi yurt dışında yaşamak zorunda kalmıştır. Çok şükür bu yönde olumlu değişikliklerin olduğuna dair birçok işaret var, ancak Suudi Arabistan’ı, kendi çocuklarının ürettikleri için bir merkez haline dönüştürebilmemiz için daha fazla çaba sarf etmeliyiz.  
Dördüncüsü: Kültürün, geniş anlamıyla bir milli servet olduğunun bilincinde olmalıyız.  Veliaht Prens, Cidde şehrinde Suudi aydınlarla yaptığı ilk görüşmede, bu hususu vurgulamıştı. Suudi Arabistan’ın Arap, Müslüman ve dünya düzeyindeki entelektüeller için bir cazibe merkezi olması için bireysel ve toplu olarak daha fazla çaba sarf etmemiz gerekir. Bunun için de ülkemizde kitap dağıtımı, konferans ve festivallerin düzenlenmesi için mevcut prosedürlerin kolaylaştırılması lazımdır. Yakın zamanda ülkemizde geniş katılımlı Arapça kitap fuarının düzenlenmesi ile felsefe ve çeviri alanlarında iki önemli konferansın yapılmış olması, sürdürülmesi gereken doğru yolda atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir.  
Beşincisi: Kültürel faaliyette tarihsel olarak önemli bir yeri olan, edebiyat kulüplerinin ve kültür sanat derneklerinin verimliliğinin arttırılması için girişimlerde bulunulmasıdır. Bu kültürel tarihi mirasa yeterli özeni göstermeliyiz.  
 Altıncısı: Akademik ve araştırma kurumlarının, kültürel üretime daha fazla katkıda bulunmaya teşvik edilmesidir. Akademi yaygın olduğu üzere halktan uzak olmamalı, halkla daha fazla etkileşim kurmalıdır. Üniversiteler, yirminci yüzyılın başlangıcından bu yana Arap kalkınmasında önemli roller üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın kültürel tarihinde de üniversitelerin önemli bir yeri olmuştur. Ancak son yıllarda bu rolün azaldığına dair emareler bulunmakta. Üniversitelerin aktif katılımı olmadan gerçek nitelikli bir kültürel canlanma tasavvur edilemez. Zira üniversiteler, aydınlanma, gelişim ve bilinçlenme için en önemli merkezlerdir.  
 Bana göre, ülkemizde kültürel atılım gerçekleşmesi için dikkate alınması gereken hususlar bunlardır. Bu alanlarda şimdiye değin atılmış önemli adımlara ek olarak, bu hususlara da odaklanılırsa yüksek kültür seviyelerine çıkmamız kaçınılmazdır.