Leonardo DiCaprio Şarku'l Avsat’a konuştu: Hollywood'da doğmamış olsaydım oyuncu olmazdım

Leonardo DiCaprio ile Brad Pitt ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ filminde
Leonardo DiCaprio ile Brad Pitt ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ filminde
TT

Leonardo DiCaprio Şarku'l Avsat’a konuştu: Hollywood'da doğmamış olsaydım oyuncu olmazdım

Leonardo DiCaprio ile Brad Pitt ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ filminde
Leonardo DiCaprio ile Brad Pitt ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ filminde

ABD’li ünlü aktör Leonardo DiCaprio ile en son 2015 yılında Diriliş (The Revenant) filminin ardından görüşmüştük. O zamandan beri köprüden çok sular aktı.
Leonardo DiCaprio, son dört yıl içinde oyuncu ve yapımcı olarak 13 farklı projede başarılar elde etti. Projelerden en sonuncusu ise Quentin Tarantino’nun yönetmenliğinde Brad Pitt ile oynadığı Bir Zamanlar Hollywood’da (Once Upon a Time ... in Hollywood) filmiydi. Film, en son düzenlenen Cannes Film Festivali’nde çok başarılı bir şekilde gösterildi.
Filmde Leonardo DiCaprio, yıldızı sönmeye başlayan bir dizi aktörü Rick Dalton’u canlandırıyor. Kariyerinin bir daha eskisi gibi olmayacağının farkında olan Rick, film sektörüne geçiş yapmak istiyor. Fakat bunun için dizilerde oynadığı kötü rollerden vazgeçmesi gerekiyor. DiCaprio, Rick’in kendisini temsil etmediğini yine de onu anlayabildiğini söylüyor. Çünkü bu durum birçok dizi aktörünün başına gelebiliyor.
Filmde aynı zamanda Brad Pitt’i de görme fırsatımız oluyor. Pitt, filmde Rick’in tehlikeli ve zor sahnelerinin çekiminde oynayan dublörü Cliff Booth’u oynuyor. Böylece film daha eğlenceli hale geliyor.
Leonardo DiCaprio'nun Şarku'l Avsat'a verdiği röportajın tamamı;
-Bir Zamanlar Hollywood’da filminde uzun yıllardır sahip olduğu şöhretiyle vedalaşıp küçük ve ikinci rollerde oynamayı kabul eden bir aktörü canlandırıyorsunuz. Böyle bir durumun sizin başınıza da geleceğinden korkuyor musunuz?

Her ne kadar kariyerim başından beri Rick karakterininkinden farklı ilerlese de hiçbir şey Rick’in benimle doğrudan bağının olduğunu düşünmemi engelleyemez. Rick, sektörde her zaman bulunan bir kişilik. Sektörü etkileyen toplumsal kültür ve gelişmelerin bir zaman sonra onu aştığını ve onun için bir tehdit oluşturduğunu keşfediyor. Bu nedenle, bu kişilik ile yollarımız farklı bile olsa ikimizin de yaşadığı endişeleri anlayabiliyorum.
- Rol için hazırlanırken aklınızda başka bir aktörün kişiliği var mıydı?
Filmin yönetmeni Quentin Tarantino kusursuz biri. B filmleri (düşük bütçeli ve kısa metrajlı filmler) hakkında her şeyi biliyor. Ben ise aksine bu tür filmleri takip etmiyor ve haklarında hiçbir şey bilmiyorum. Ama onun bildikleri sayesinde neden bahsettiğini, vizyonunu ve bu filmlerin onun üzerindeki etkisini araştırıp öğrenebiliyorum. Rick’in geçtiği yoldan geçen birçok iyi aktörün olduğunu fark ettim. Ty Hardin, Edd Byrnes ve William Shatner bunlardan bazıları. Benim ilham kaynağım olan Ralph Meeker da bu kişiler arasında. Aslında Meeker’ı önceden tanımıyordum ancak bu filmde oynamadan önce onun filmlerini izledim ve inanılmaz bir performans sergilediğini fark ettim. Quentin de onu sinemanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından biri olarak görüyor.
-Yaptığınız şeyden neden memnun olmadığınızı kendinize sorduğunuz bir dönem ya da bir an oldu mu?
Tanıdığım her aktörün bu adımlardan geçtiğini düşünüyorum. Fakat çoğumuz bunu nasıl hızlıca atlatacağımızı biliyoruz. Ona kâr ettireceğini düşündüğü bir filmin ona zarar ettirdiği birini tanıyorum. Fakat bu kişi pes etmedi ve başka bir film üzerine çalışmaya başlayarak durumunu toparladı. Bu durum başkalarına da oluyor. Özellikle de çaba ve vakit harcanan bir film ekranlarda iyi sonuç vermiyor veya halk tarafından kabul görmüyorsa.
-Birkaç ay önce Cannes Film Festivali’nde otururken Brad Pitt sizden büyük bir hayranlıkla bahsetmişti. İkinizin birlikte olmasının hem sanatsal bir bütünlük ve aynı zamanda dostluk oluşturduğunu belirtmişti. Bu sefer birlikte çalışırken Pitt’i nasıl buldun?
Pitt’in söylediği çok doğru. Pitt ile film, şehir ve filmdeki olayların gerçekleştiği dönem (1969) anlayışımız tutuyor. İkimizin de yakın zamanlarda (90’larda) oyunculuğa başlamamız filmde olanları anlayıp yorumlamamızı sağladı. Filmdeki hikayenin arka planını anlamamız gerekiyordu ve bu konuda bize yönetmen Quentin yardımcı oldu. Bu yüzden çekimin ilk gününde her şeyimiz uygulamaya hazırdı.
-Rollerinizin zihinsel kısmı hazırdı…
Evet gerçekleştirmek için de hazırdık. Brad rolünde harikaydı, onunla çalışmak da öyleydi. O profesyonel ve yetenekli bir oyuncu.
-Daha önce aynı filmde çalışmamıştınız. Anca Pitt daha önce Martin Scorsese yönetmenliğinde Jack Nicholson ile oynadığınız Köstebek (Departed) filminin yapımcılarından biriydi.
Doğru. Aynı zamanda Amerikan televizyon dizisi ‘Growing Pains’de ikimiz de farklı zamanlarda oynamıştık. Pitt dizide 80’lerin sonunda oynarken ben ise 90’ların başında oynadım.
-Hollywood senin için neyi ifade ediyor?
Hollywood benim için tüm hayatımı ifade ediyor. Hollywood’da doğup büyüdüm. Aslında aktör olmamın tek nedeni Hollywood’da doğmuş olmam. Yani Iowa ya da Missouri eyaletlerinde doğmuş olsaydım aktör olmak için çantamı alıp Hollywood’a gitmeyi aklımdan bile geçirmezdim.
-Sanırım yapımcı ve yönetmenlerin yeni bir yüz arayışıyla oyunculuk yapmaya başladınız.
Evet beni törenlere götürüp bekleyen ve bir sonraki randevuyu alan annem sayesinde.
-O halde kolay olmadı.
Hayır hiç kolay olmadı.
-Peki çevreye ve iklim değişliklerine duyarlı biri olmanız konusunda neler söyleyeceksiniz? Çevreyle ilgili faaliyetler düzenleyen kuruluşlara bağış yapanlardan biri olarak yardım meblağları ile ilgileniyor musunuz?
Açıkçası bu konuda ayrıntılarla ve hesaplarla ben ilgilenmiyorum. Oyuncu ve yapımcılığımı devam ettirirken bu pek mümkün değil. Ancak bu tür konularla ilgilenen özel bir çalışanım var. Ben ise miras aldığımız çevreyi koruyup iyileştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden bu tür faaliyetler konusunda çok istekliyim.
-Bir çevreci olarak dünyanın geleceği konusunda iyimser misiniz?
İyimser olmak gerçekten çok zor. Yaşamım boyunca bu konu hakkında çok düşündüm ve en sonunda bu amaca yönelik bir vakıf kurdum. Ancak daha önce olmadığı kadar zor bir dünyada yaşıyoruz ve her gün çevrenin ve insanlığın aleyhinde bir şeyler gerçekleşiyor. Amerika’nın başına gelecek yeni yönetim, çevresel risklerin farkında olur. Çevreyi kurtarmak için bir şeyler yapabilecek çok az devlet var. Avrupa, Rusya, Çin ve Hindistan gibi.
-Oyunculuk performansının insana ihanet ettiği bazı zamanlar oluyor. Diyalogları tekrarlanıyor hatalar yapılıyor ve çekimler tekrarlanıyor. Bu senin de başına geliyor mu?
Tanıdığım her oyuncu bunu yaşamıştır. Ben de böyle bir şey yaşadım. Çok yorgundum ve repliğimi söylemeye çalışırken tökezledim ve ağzımdan anlaşılmayan bir şeyler çıktı (gülüyor).
-Bir Zamanlar Hollywood’da filmi, hippilerin dönemini ele alıyor. Onları sokaklarda, bahçelerde görürdünüz ve ‘Woodstock Festivali’ gibi konserler düzenlerlerdi. Siz de bu ortamı soludunuz mu?
Evet böyle bir dönemde yaşadım. Filmin geçtiği dönemden 5 sene sonra, 1973’te doğdum. Babam da bir hippiydi. Size bununla alakalı bir hikaye anlatacağım. Filmin çekimlerinde Hollywood Bulvarı’nı 60’ların tarzıyla düzenledik, oyunculara o dönemin kıyafetlerini giydirip sokakta gezinmelerini istedik. Sahne çekilirken Brad ve ben arabadaydık. Ben oyuncuların arasında babamı görünce “Hey! O kişi babam değil mi?” dedim ama Brad bana inanmadı. Hatta alaycı bir şekilde “Hippi kıyafeti giyip konuk oyuncu olarak oynuyor öyle mi?” dedi. Ben de babamın hep öyle giyindiğini söyledim. Bana inandı mı bilmiyorum ama babam orada o caddedeydi.
-Filmde oynadığınız karakter Rick, başarısına yeniden kavuşmak için İtalya’ya başvurmayı düşünmek zorunda kaldı. O dönemde Clint Eastwood da dâhil olmak üzere birçok oyuncu bunu yapıyordu.
Fakat Clint Eastwood, sinema sektöründe çok başarılı olamadı. O, televizyon dizisi ‘Rawhide’ (Dolu Dizgin) sebebiyle İtalya’ya gitti. Rick ise doğrudan sinemaya geçti. Ancak ikisi arasında kesişen bir nokta var. O dönem, Hollywood’daki oyunculuklarını İtalyan filmleri üzerine inşa eden birçoğunun yeniden parlayışına şahit oldu.
-Clint Eastwood, yönetmenlik yapıyor öyle değil mi?
Evet. ‘The Ballad of Richard Jewell’ filminin yönetmenliğini yaptı. Film, bir terör saldırısında onlarca insanın hayatını kurtarmasına rağmen terörist olduğu düşünülen bir adamın konusunu ele alıyor.
-Clint Eastwood’un oyunculuğu ya da yönetmenliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Clint, şüphesiz en önde gelenlerdendir. Onun bir ikon olduğunu ve eski Hollywood’cuların sonuncusu olduğunu söyleyebilirim. İlginçtir ki hala aktif olarak film çekiyor. Onun nerdeyse tüm filmlerini izledim. Onun her filmini hatta bazı filmlerini iki kez izledim. Onu bir oyuncu ya da bir yapımcı olarak görmek her seferinde çok hoşuma gitti. O bir kahramandır.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.