Irak'ın İran'a karşı ayaklanması ve ABD'nin tutumu

Güvenlik güçlerinin açtığı ateşten kendilerini korumak için yere kapaklanan protestocular (AP)
Güvenlik güçlerinin açtığı ateşten kendilerini korumak için yere kapaklanan protestocular (AP)
TT

Irak'ın İran'a karşı ayaklanması ve ABD'nin tutumu

Güvenlik güçlerinin açtığı ateşten kendilerini korumak için yere kapaklanan protestocular (AP)
Güvenlik güçlerinin açtığı ateşten kendilerini korumak için yere kapaklanan protestocular (AP)

Velid Faris (Walid Phares)*
Bu hafta dünyanın olduğu en önemli olaylardan biri İran’ın milisleriyle Irak’ı ele geçirmesini ve hegemonya kurmasını reddeden on binlerce Iraklı gencin ayaklanması oldu. Oysa Iraklı gençler, çalınan haklarını geri almak ve devlet kurumları içerisinde yaygın olan yolsuzlukla mücadele talebinde bulunmak üzere sokaklara dökülmüşlerdi.
Bu gösterilerde yer alan protestocuların çoğunluğunu ABD’nin Irak’a girdiği ve Saddam Hüseyin’in devrildiği bir dönemde doğan, İranlı milislerin çoğaldığı, DEAŞ terör örgütünün şiddetine maruz kalındığı, aşırı yoksulluğun yayıldığı, yolsuzluk yapan yetkililer ve rejime yakın isimlerin zenginleştiği bir Irak’ta büyüyen 20 yaş altı gençler oluşturuyor. Bu gençler aynı zamanda Körfez’deki komşu ülkelerde bulunan akranlarının sürdüğü normal yaşantılara tanık oldu.
Arap Baharı patlak vermeden önce ve yıllar boyu yaptığım görüşmelerden derlediğim bilgiler ışığında yayınladığım ‘Gelmekte olan Devrim’ adlı kitabımda bir gün tüm sivil toplumların statüko ve dışlanmalara karşı öfkelerini kusacağı konusunda uyarmıştım. Irak'taki ilk ayaklanma, Sünni bölgelerdeki ezilen halk tarafından başlatılmıştı. Ancak Anbar ve Sünni üçgenini susturan Haşdi Şabi tarafından ayaklanma bastırıldı. Daha sonra Irak Kürdistanı çoğulcu bir devlet içinde haklarını elde etmeye çalıştı. Bu girişimin de etrafı kuşatılarak anayasal, sosyal ve siyasal haklar olarak görülen taleplere ulaşılması engellendi.
Muhalif Irak toplumunun İran'ın ülkelerindeki nüfuzuna karşı yaptıkları tüm girişimlere rağmen Şii topluluğu içinde hareket edebilecek siyasi bir gücün olmaması nedeniyle mezheplere ve bölgelere dağılması Irak’ı parçaladı. Ancak bu hafta bir takım taleplerle başlayan ancak daha sonra Şii çoğunluğun Irak’taki İran hegemonyasını reddine dönüşen protesto gösterileri söz konusu siyasi gücün ortaya çıkışına işaret etti. Ilımlı Şii kuvvetlerinin daha önce hareketsiz kalmasının sebebinin başta DEAŞ korkusundan ve ardından devletin tüm kurumlarına nüfuz eden İran yanlısı milis bloğuna karşı sivil muhalefetin zayıflığından kaynaklandığını hatırlatmakta fayda var.
Genelde gençlerin özelde ise Şiilerin yürüttüğü bu ret hareketinin yetkililerin ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) baskısıyla karşı karşıya kalmaya başladığı söylenebilir. Bu uzun ve zor bir mücadele olacak. Ancak Irak'taki dengeleri değiştirdiği de açık.
Peki, Washington'ın bu harekete yönelik tutumu nedir?
Bazıları Washington’ın hükümetin istifasını talep eden halk hareketine hemen destek vereceğini düşünüyordu. Ancak bu tür bir hamle, özellikle Kaddafi'ye, Bin Ali'ye ve Mubarek'e karşı olan muhaliflere Müslüman Kardeşler (İhvan) ya da ona yakın diğer örgütlerin liderlik ettiği Obama yönetimi günlerinde kaldı. Bununla birlikte en büyük yararlanıcı liberaller ve İhvan olduğunda ABD’nin Beşşar Esed’e baskı uyguladığını da gördük. Diğer yandan Obama yönetimi sırasında İran'daki Yeşil Devrim rejimi, ABD’nin desteğini almadı. Çünkü yönetim nükleer anlaşmaya hazırlanıyordu.
Trump yönetimi, Obama yönetiminin dış politikasını değiştirdi,  İran'la yapılan nükleer anlaşmadan çekildi ve bölgedeki varlığını güçlendirdi. Ancak yönetimin değişmesine rağmen Washington’ın sağlayamadığı bir şey vardı; ABD yönetimi ister Tahran’da ister bölgedeki 4 kolonisinde olsun İran rejiminin alternatifleri konusunda derinlemesine bir değişim yapamadı. Trump yönetiminin İran muhalefetiyle bütünleşmiş ya da Lübnan’da Hizbullah’a karşı sivil muhalefeti destekleyen bir politikasına rastlayamadık. Aynı şekilde İran’ın Yemen’deki nüfuzuna karşı bir Amerikan kararlılığı da göremedik.
Bu nedenle ABD’nin Irak'taki gençlik hareketine dair neden bir tutumu olmadığını soranlara, bu aşamada hükümete karşı ayaklanmayı destekleyen bir Amerikan politikası görmediğimizi söylüyoruz. Amerikan bürokrasisinin Irak hükümetiyle İran müdahalesini kabul etmesinin öncesine dayanan bir takım çıkarları var. Burada yetkililerden, İran'ın nüfuzuna karşı başlayan halk hareketinin desteklenmesi gerektiği şeklindeki görüşlerini duyduk. Bu dosyalardan sorumlu diplomatlardan ise karmaşanın durdurulması, herkesin kendine hakim olması ve diyalogun teşvik edilmesi şeklinde sözler duyuyoruz. Bunun arkasında ise iki neden yatıyor.
Bunlardan ilki şu ki Beyaz Saray ve Başkan düzeyinde İranlılara zararları olsa bile rejime karşı toplum güçleriyle iş birliği yapma kararı henüz alınmadı. İkincisi, Irak’taki Amerikalılar ile Irak hükümeti arasında stratejik çıkarlar var. Bu durum, Washington’ı hükümet karşıtı halk hareketini desteklemesini engelliyor. Ancak bu, ABD’nin aynı tutumu sürdürmeye devam edeceği anlamına gelmiyor. Trump yönetimi, Adil Abdulmehdi hükümetiyle görüşmeli. Yaşananların yoğunluğu, ABD’nin derinlerine kadar ulaşacak ve ABD başkanlık seçimlerini etkileyecektir. Trump, her ne kadar kendisini azletmek isteyen katı muhalifler tarafından kuşatılmış olsa da ikinci kez başkan olmak ve Temsilciler Meclis’indeki çoğunluğu kazanmak istiyor.
Önümüzdeki günlerde, İran’ın hegemonyasına karşı başlatılan ayaklanmada, Iraklı güvenlik birimlerinin müdahalesini gerektirecek bir yayılmaya tanık olacağız. Çünkü Sünni ve Şii aşiretlerin, çocuklarını yetkililerin baskısından korumak için halk hareketine dahil olması hareketin daha da yayılmasına neden olacak.
*Transatlantik Parlamenterler Grubu Genel Sekreteri



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.