Türk operasyonu, 16 soruyu ve en önemlisi 'Arap normalleşmesini' gündeme getirdi

10 Ekim’de Suriye sınırına yakın Türk askerler ve araçlar (EPA)
10 Ekim’de Suriye sınırına yakın Türk askerler ve araçlar (EPA)
TT

Türk operasyonu, 16 soruyu ve en önemlisi 'Arap normalleşmesini' gündeme getirdi

10 Ekim’de Suriye sınırına yakın Türk askerler ve araçlar (EPA)
10 Ekim’de Suriye sınırına yakın Türk askerler ve araçlar (EPA)

“ABD Başkanı Donald Trump’ın bir tweeti veya konuşması, ABD’nin Suriye’nin doğusundaki varlığının kaderini belirleyecek.” ABD’li tüm yetkililer bunu biliyor. Yetkililer ayrıca, Trump’ın kapalı oturumlardaki görüşmeler sırasında Avrupa ülkelerini ve diğer ülkeleri, DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon kapsamında kuvvetlerin, Fırat’ın doğusuna konuşlandırılmasına ikna etmeyi amaçladığını söylüyor.
Tüm ülkelerin, Trump’ın kısmen geri çekilme kararına şaşırdığı doğru değil. Belki de danışmanları, müttefik ülkeler veya bazı taraflar, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ve tweetlerinin içeriğinden geri çekilmesine” şaşırmış olabilir.
Kararın kendisi hususunda değil, ABD’nin geri çekilme tarihi ve boyutu hususunda bir anlaşmazlık yaşanıyor. Şarku’l Avsat’ın haberine göre, şüphe yok ki Trump’ın kararı, kâğıtları karıştırdı ve şu 16 soruyu gündeme getirdi;
1- “Güvenli Bölge”:
Türkiye, Suriye sınırında 32 km derinliğinde ve 460 km genişliğinde bir alan istediğini açıkladı. Bu talep kapsamında ilk olarak Kürt Halkını Koruma Birlikleri’nin (YPG), ağır silahların uzaklaştırılması ve ABD üslerinin sökülmesi, ikinci olarak ise Suriyeli mültecilerin Ankara’ya bağlı grupların himayesinde bu bölgelere dönmesi gerekiyor. ABD, Kürtlerle “güvenlik mekanizması” hakkında 14 km derinlikte, Tel Abyad ve Resulayn arasında 70- 80 km genişliğinde bir anlaşma önerisinde bulundu. ABD’nin 2 üssü sökmesi sonrasında Tel Abyad ve Resulayn arasında Türkiye operasyonu başladı. Ama Türk bombardımanı, 30 km derinliğe ulaştı ve Kamışlı sınırına kadar uzandı. Bu hususta şu soru ortaya çıktı; Mevcut Türk harekâtının derinliği nedir? ABD açısından kabul edilebilir ve Trump’ın “yönetiminin izin verdiği” sınır ne kadar?
2- ABD varlığı: ABD, bölgede 5 askeri üs, büyük bir havaalanı ve çok sayıda mobil kontrol noktası kurdu. ABD birliklerinin sayısı ise 2 binden 500’e düşürüldü. İngiltere, Fransa ve diğer ülkeler, Trump’ın bu yılın başlarında aldığı kararın ardından geri çekilen ABD kuvvetlerini telafi etti. Özel kuvvetler ve Suriyeli savaşçıları içeren Suriye-Ürdün-Irak sınırının köşesinde ise El-Tanf Üssü bulunuyor. Peki, eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton başta olmak üzere Trump yönetiminin, El-Tanf Üssü’nü oluşturması ve İran’ın nüfuzuna karşı varlık göstermesi ışığında ABD’nin geri çekilmesi, Türkiye sınırına yakın noktalardan mı yoksa güneye doğru uzanan noktalardan mı olacak?
3- Suriye Demokratik Güçleri (SDG): ABD, YPG’yi ana dayanak olarak gören Arap- Kürt koalisyonu kurma çabalarına öncülük etti. Bu koalisyon, istikrar ve sınır kontrolü sağlamak için 60 bin savaşçıyı ve yerel polisi (kümülatif tahmin 100 bin) içeriyor. Türk operasyonu, “SDG’deki” Arap ve Kürt bileşenler içerisinde var olan dengeye nasıl yansıyacak? Deyrizor ve Rakka gibi Arap çoğunluğa sahip şehirlerdeki askeri meclislerin akıbeti ne olacak?
4- DEAŞ: Birkaç gün önce ABD’li askeri yetkililer ve araştırmacılar, geçtiğimiz Mart ayında Suriye ve Irak’ta hezimete uğrayan DEAŞ’ın yeniden canlanabileceği uyarısında bulundu. SDG’nin cezaevlerinde ve mülteci kamplarında binlerce DEAŞ’a mensup unsur ve aile bulunuyor. Trump, İngiltere merkezli “Beatles” örgütündeki DEAŞ unsurlarının ABD’nin elinde bulunduğunu ve Suriye dışına nakledildiğini açıkladı. Kürtler ise Türk saldırısının DEAŞ’ı yeniden canlanmasına yol açabileceği uyarısı yaptı. Türkiye ise söz konusu meseleyle ilgilenme taahhüdünde bulundu. Peki, operasyon, DEAŞ’ın yeniden canlanmasında neden olur mu?
5- Arap Kabileler: Suriye’nin kuzeydoğusundaki Arap kabilelerinin, Şam, Ankara, YPG veya Arap ülkelerine bağlılıkları bulunuyor. Bazı kabileler, bağlılıklarını Fırat’ın doğusundaki güç dengesine ve egemen tarafa göre değiştirdi. Şam’a desteklerini, Özgür Suriye Ordusu’na, Nusra’ya, DEAŞ’a veya YPG’ye çevirdiler. Kürt Özerk Yönetimi de kabile büyüklerinden oluşan bir konsey kurdu. Türk operasyonu sonrasında bazı kabilelerin bağlılıklarında değişme olacak mı? Bölgesel kutuplaşmanın değişimi çerçevesinde durum nasıl olacak?
6- Kürt- Kürt İlişkileri: Başta Türkiye’ye yakın olan Suriye Kürt Ulusal Konseyi olmak üzere diğer tarafların nüfuzunu azaltması karşısında PKK’ya yakınlıklarıyla bilinen Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve YPG’nin nüfuzu güçleniyor. Bu durum toplumsal, ekonomik açıdan ve altyapı açısından belirgin. İki Kürt tarafın içsel farklılıklar ve bölgesel ret ile çarpışan anlaşmaları sonuçlandırması yönünde Fransa önderliğinde girişimler ortaya koyuldu. Kürt tarafına yapılan Türk askeri harekâtı karşısında dengeler nasıl değişecek?
7- Petrol, Gaz ve Servet: Fırat’ın doğusu, Suriye petrolünün yüzde 90’ını (2011’den önce 380 bin varildi) ve Suriye gazının yarısını barındırıyor. Verilere göre SDG, Irak Kürdistan’ına günlük, 50 bin ila 60 bin varil, Suriye hükümeti bölgelerine ise 25 bin varil petrol ihraç ediyor. SDG’nin kuyular üzerindeki kontrolünü hafifletmeye başladıkları da bildirildi. Büyük olasılıkla askeri durumdaki gelişmeler uyarınca oyuncular arasındaki müzakere noktaları dâhilinde olacaklar.
8- Özerk Yönetimin Geleceği: Son 7 yılda kontrol altındaki bölgelere ilişkin Kürt liderlerin algıları, Rojava’dan (Kürdistan’ın batısı) Suriye birliği kapsamındaki özerk yönetime ve Kuzey Federasyonu’na kaydı. Yönetimler ve oluşumlar, konuşmalarda ayrılıkçı boyuta değinmeyen bileşenlere odaklanarak Arap, Kürt ve Asur bileşenleri arasında entegrasyon ve denge kurmaya çalıştı. Kürler, yeniden yapılanma ve istikrar için müttefiklerinden destek aldı. Türk operasyonları karşısında kurumlar ve meclisler istikrarlı mı kalacak? Fonun akıbeti ne olacak?
9- Şam ile Müzakereler: 2011 yılı başlarında Şam, ülkenin doğusunda bulunan Kürtleri tarafsızlaştırmaya çalıştı. Bu durum, PYD’nin ve YPG’nin nüfuzunu artırmaya yardımcı oldu. Bu nüfuz, Şam’ın etki ve beklentileri ile DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyonun ortaya çıkmasıyla arttı. SDG’nin diyalog veya müzakereyi durdurmasını isteyene kadar ABD, Kürtler ve Şam arasında açık bir hat vardı. Şam ve Kürtler arasında arabuluculuk yapan Rusya, “Şam ve yerel yönetim arasında âdemi merkeziyetçilik sağlarken, Kürtler özerklik istiyor” hususunda bir anlaşmazlığa maruz kaldı. Şam ve Moskova’nın Kürtlere şunu söylemesi ise muhtemel; “ABD’nin sizi terk edeceğini söylemedik mi?” Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal el-Mikdad, 10 Ekim’de diyaloğu reddetti ve Kürtleri “ihanetle” suçladı.
10- Adana Anlaşması: Şam ve Ankara, Ekim 1998’de bu anlaşmayı imzaladı. Anlaşma, Suriye’nin kuzeyinde 5 km derinliğindeki PKK’ya atıfla Türkiye ordusuna “teröristleri avlama” izni veriyor. Dikkat çekici kısım ise, Türkiye’nin geçtiğimiz Çarşamba günü Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) gönderdiği mektupta, yeni saldırının Suriye Arap Cumhuriyeti ile imzalanan Adana Anlaşması uyarınca gerçekleştiği ifade edildi. Rusya, Şam ile Ankara arasındaki müzakere ve normalleşme aracılığıyla Adana Anlaşmasını geliştirmeyi teklif mi edecek ve böylece Türk saldırısının derinliği, Türkiye- Suriye sınır şeridini kapsaması şartıyla 32 km’den az mı olacak? Peki, hükümet güçlerinin İdlib ve kuzeye girmesi ne anlama geliyor? Erdoğan, batıdaki Lazkiye kırsalından yaklaşık 900 km doğudaki Dicle Nehri’ne ve 32 km’ye uzanan “güvenli bölge” arzusunu dile getirmişti.
11- İdlib Ateşkesi: Analistler, Suriye’nin kuzeydoğu ve kuzeybatısındaki gelişmeleri her zaman birbirine bağladı. Türkiye, Rusya ile Astana süreci ve ABD ile güvenli bölge müzakereleri arasında bir denge kuruyordu. Rusya, Fırat’ın doğusunda taviz vermesi için İdlib'de Türkiye’ye baskı yapıyordu. Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki saldırısı, İdlib’deki çatışmasızlık alanlarının geleceğine nasıl yansıyacak? Moskova, İdlib düğümüne bir çözüm bulmak için Ankara’ya ek olarak bir son tarih vermişti. Bu mühlet devam edecek mi yoksa Şam bu süreyi, ‘arabulucu Rusya, Suriye’nin kuzeydoğu ve kuzeybatısını kapsayan anlaşmaları sonuçlandırmak için müdahale edene kadar’ Han Şeyhun’un kuzeyine ilerlemek için mi kullanacak?
12- Menbiç Anlaşması: Washington ve Ankara, YPG’nin ihracı ve ortak devriyelerin seyri de dâhil, Fırat Nehri’nin batısındaki ve Halep’in kuzeyindeki Menbiç hususunda bir “eylem haritasına” ulaştı. Ama YPG’nin ve Sivil Konsey’in varlığına dair anlaşmazlık iki ülke arasında sürekli devam etti. Koalisyon kapsamındaki Fransız üssünün yanı sıra İran milislerine yakın Suriye hükümetine bağlı Rus ve diğer devriyeler Menbiç’te gerçekleştirildi. O halde temas hatlarının akıbeti nedir?
13- Bölgesel Rol: 1990’ların ikinci yarısında ABD’nin Kuzey Irak’ta uçuşa yasak bir bölge oluşturması sonrasında Irak Kürdistan’ında kalkınma görüldü. Türkiye, Suriye ve İran, diğer meselelere dair farklılıklara rağmen Kürt varlığının ortak bir eylem noktası olarak gelişmesini önlemek için üçlü işbirliği platformu oluşturdu. Bu durum şu anda da bir anlamda tekrarlanıyor mu? Aleni ifadelerden uzak şekilde üç ülkenin ulusal güvenliğe tehdit olarak gördüğü Suriye Kürtleri varlığı karşısında Suriye- İran ve Türkiye bir mi oldu?
14- Arap Normalleşmesi: Washington, yılın başlarında elçilikler açarak ve Arap Birliği aracılığıyla kolektif olarak ikili Arap normalleşme sürecini durdurdu. Ancak Arapların “Suriye egemenliği ve birliğine” dair Türk hamlesini kınama boyutu dikkatleri çekti. Rusya, “Arap normalleşmesini” ilerletmek ve Suriye’nin Arap Birliği içerisine yeniden alınmasını sağlamak için Anayasa Komisyonu’nun oluşumunu kullanmak istedi. Cumartesi günü yapılacak Arap Bakanlar toplantısı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bölgeye ziyareti öncesinde ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un bölge ziyareti sonrasında, hatta özellikle de Arap liderler arasındaki kınama ifadeleri ve telefon görüşmelerinin ardından Suriye’nin birliğe üyeliğini yeniden canlandırmak için bir başlangıç mı olacak?
15- Anayasa Komisyonu: BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Anayasa Komisyonu’nu oluşturmayı başarmasından ve 30 Mayıs’ta Cenevre’de ilk toplantıyı düzenleme hazırlıkları başladıktan sonra olumlu bir atmosfer vardı. Pedersen, önümüzdeki Pazartesi günü Avrupalı Bakanlar Toplantısı’na katıldıktan sonra Şam’ı ziyaret edecek. Şam, Türk harekâtının ortasında siyasi sürece katılmayı kabul edecek mi? Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim, Pedersen’den BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in saldırıya karşı sert bir duruş sergilemesini talep edecek mi? Türkiye (Rusya ve İran’ın yanı sıra Astana sürecinin garantörlerinden biri) mevcut siyasi süreçle ilgilenmeye devam edecek mi? BM’yi Anayasa Komisyonu’nda SDG’deki müttefiklerini temsil etmeye zorlamayan ABD, Anayasa Komisyonu toplantısına nasıl bakacak?
16- “Çekişmeyi Önlenme” Notası: Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında ABD ve Rusya, bir taraftan Washington önderliğindeki koalisyon uçakları, diğer taraftan da Moskova uçakları arasındaki çekişmeyi önlemek için ortak bir kanıya vardı. Fırat Nehri, taraflar arasında bir temas hattı olarak tanımlandı. Şam’ın müttefikleri, birkaç kez El-Tanf’a yaklaşmaya çalışan İran’a bağlı örgütleri ve Fırat’ın doğusuna sızmaya çalışan Rusya'nın gizli Wagner kuvvetlerini bombalayan Washington’u test etmeye çalıştı. Aynı şekilde İsrail de Deyrizor kırsalında İran’a bağlı mevziileri bombaladı.
Türk savaş uçakları, şu anda Suriye topraklarını bombalıyor. Bu durum, ABD’nin bunu yapmaya izin verdiği anlamına geliyor. Aynı şekilde bu, “çekişmeyi önleme” notasının akıbetinin ve bölgesel- uluslararası askeri düzenlemelerin askeri operasyon devam ederken müzakere masasına koyulacağını gösteriyor.



Sömürge dönemi acıları, Cezayir ile Fransa arasındaki ilişkileri ‘zehirlemeye’ devam ediyor

Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)
Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)
TT

Sömürge dönemi acıları, Cezayir ile Fransa arasındaki ilişkileri ‘zehirlemeye’ devam ediyor

Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)
Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2017 yılında göreve gelişinden bu yana, Cezayir ile Paris arasındaki siyasi ilişkiler, Kuzey Afrika'daki en büyük ticaret ortakları olan iki ülke arasında normal ilişkilerin kurulmasını engelleyen Cezayir savaşı ve sömürge döneminde yaşanan acılar nedeniyle daha önce eşi benzeri görülmemiş bir soğukluğa tanık oluyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Pazar günü Fransız gazetesi Le Figaro’ya yaptığı açıklamalar, iki ülke arasındaki ‘krizi’ daha da karmaşık hale getirdi. Macron açıklamasında,  geçtiğimiz günlerde “Fransa, bizim ebedi ve geleneksel düşmanımızdır” diyen Cezayir Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı el-Haşimi Cabub’un sözlerinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.  Cabub’un sözleri, Fransa'yı oldukça rahatsız ederken daha önce yaptığı bir açıklamada, ‘Fransa ile yeni bir döneme başlandığını’ söyleyen ve bu yeni başlangıcı öven Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun için utanç kaynağı oldu.
Macron, Cezayir’de bazı kesimlerce yapılan itirazlara rağmen, Fransızlar ve Cezayirliler arasında ortak bir hafıza uzlaşısı oluşturmak istediğinin altını çizerek “Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun da aynı düşünceye sahip. Bazı tarafların itirazlarını hesaba katması gerektiği doğru” ifadelerini kullandı. Ortak hafıza dosyası ile ilgili çabalara değinen Fransa Cumhurbaşkanı, “Bunu inkar edecek değilim. İtiraf politikasının milletimizi daha güçlü kılacağına inanıyorum. Fransa-Cezayir sorununun arka planında bir Fransa-Fransa meselesi olduğu düşülmesin” şeklinde konuştu. Bir kesimin, Fransa’nın 1830’daki Cezayir işgalinin ‘kültürel yönleri de olduğunu’ düşündüğünü bir kesimin ise bunu istila, yağma ve katletme olarak gördüğünü söyleyen Macron, sömürge geçmişi ve bunun yansımalarının, halen Fransızlar arasında tartışmalara yol açan bir konu olduğuna işaret etti.
Macron açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Esasen bölünmüş hatıraları bir araya getirmedik ve homojen bir vatansever söylem inşa etmedik. Parçalanmış hatıralar, Kara Ayaklar’ın (Cezayir'de doğan ve Cezayir’in bağımsızlık savaşı sırasında ülkeden ayrılan Fransızlar) anılarıdır. Harkiler’in (Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda Fransa tarafında savaşan Cezayirliler) anılarıdır. Fransız ve Fransa saflarında savaşan askerlerin anılarıdır. Bağımsızlık savaşı sonrası Fransa’ya gelen Cezayirlilerin anılarıdır. Bu göçmenlerin çocuklarının anıları, çifte vatandaş olanların anılarıdır.”
Öte yandan Cezayirli Bakan Cabub’un açıklamaları Fransa ile Cezayir ilişkilerini daha da karmaşık hale getirdi. Cabub 8 Nisan’da Cezayir Meclisi’nde katıldığı bir oturumda Paris Hastaneleri Kurumu’nun geçtiğimiz yıllarda Fransa'daki yüzlerce Cezayirlinin sağlık harcamalarıyla ilgili Cezayir Sosyal Güvenlik Kurumu’nun biriken borçlarından şikâyet etmesine ilişkin konuşmasında Fransız hükümetini eleştirirken Paris Hastaneleri Kurumu’nun istediği rakamın abartılı olduğunu vurguladı.
Gözlemcilere göre Cabub, konuşmasını İslami eğilimli Barış Toplumu Hareketi’nin (MSP) lideri olarak yaptı. Cabub’un lideri olduğu MSP, Fransa Cezayir’i işgal ettiği için özür dilemedikçe ve bunun için tazminat ödemedikçe iki ülke arasında herhangi bir yakınlaşmaya şiddetle karşı çıkıyor.
Buna karşın Fransa’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Clement Beaune konuya ilişkin bir açıklamasında, ülkesinin, bazı haksız suçlamaların yapıldığı açıklamalara rağmen Cezayir ile ilişkilere sakin bir atmosferin hakim olmasını istediğini söyledi.
Bu gelişme, Cezayir'in Fransız heyetindeki ‘zayıf temsili’ reddetmesi nedeniyle Fransa Başbakanı Jean Castex’in Cezayir ziyaretinin ertelendiğinin duyurulmasıyla aynı zamana denk geldi. Başbakan Castex, Cezayir'in itirazına karşın yaptığı açıklamada, Cezayir ziyareti sırasında kendisine az sayıda bakanın eşlik etmesinin nedeninin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından kaynaklandığını söyledi. 
Öte yandan Cezayir Dışişleri Bakanı, geçtiğimiz hafta Fransız yetkilileri, Fransa’nın 1960'lı yıllarda Cezayir çölünde gerçekleştirdiği ‘nükleer testler için tazminat ödenmesi dosyasını daha fazla ciddiye almaya’ çağırırken bu dosya, halihazırda kriz yaşayan Fransa-Cezayir ilişkilerinde yeni bir krize kapıyı araladı. Cezayir, Fransa'yı Pasifik Okyanusu'nda bulunan Fransa Polinezyası’ndaki ve Cezayir'deki nükleer patlamalardan etkilenenlere tazminat ödenmesini öngören bir yasanın çıkarıldığı 2009 yılından bu yana nükleer deneylerden zarar gören kurbanlar için tazminat ödenmeyi ertelemekle suçluyor. Yüzlerce Cezayirli, radyasyonun çöl bölgesi sakinlerinin sağlığına, hayvanlarına ve hatta yer altı kaynak sularına verdiği zararı ispatlayan dosyalar hazırladılar. Konuyla ilgilenen insan hakları örgütleri, bu dosyaları Fransız yetkililere gönderdiler, ancak bir yanıt alamadılar.