​Türkiye ile SDG arasında ateşkesle ilgili karşılıklı suçlamalar

Suriye’deki Rasulayn kentinden yükselen dumanlar (AFP)
Suriye’deki Rasulayn kentinden yükselen dumanlar (AFP)
TT

​Türkiye ile SDG arasında ateşkesle ilgili karşılıklı suçlamalar

Suriye’deki Rasulayn kentinden yükselen dumanlar (AFP)
Suriye’deki Rasulayn kentinden yükselen dumanlar (AFP)

Türkiye, geçtiğimiz Perşembe günü ABD ile yapılan anlaşma sonucunda Fırat’ın doğusundaki Kürt savaşçıların (YPG/SDG)  geri çekilmesi amacıyla Suriye’nin kuzeydoğusunda başlattığı ‘Barış Pınarı Harekatı’nı 5 günlüğüne askıya aldı. Ancak Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) geçici ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle suçlarken SDG de Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) anlaşmaya uymamakla suçladılar.
Milli Savunma Bakanlığı’ndan dün yapılan açıklamada, TSK Güvenli Bölge Anlaşması’na tam olarak bağlı kalırken SDG üyelerinin son 36 saatte anlaşmayı 14 kez ihlal ettiği bildirildi.
Açıklamada, SDG’nin Türkiye ve ABD arasında geçtiğimiz Perşembe günü yapılan Güvenli Bölge Anlaşması’nı son 36 saat içinde Rasulayn’da 12, Tel Tamer’de de 2 olmak üzere toplam 14 kez ihlal ettiği belirtilirken TSK’nın anlaşmaya olan bağlılığı vurgulandı. Ayrıca bu saldırı ve tacizlerde hafif ve ağır silahların (roketler, uçaksavar silahları ve tanklar) kullanıldığı kaydedilen açıklamada, anlaşmanın doğru bir şekilde uygulanması ve kendini savunma durumları hariç ateşkese devam edebilmek amacıyla geçici olarak ABD ile koordinasyon kurulduğuna dikkat çekildi.
“Kimyasal silah kullanıldığına yönelik iddialar tamamen gerçek dışıdır”
Milli Savunma Bakanlığı açıklamasında, özellikle dış basında dolaşan Barış Pınarı Harekatı’nda kimyasal silah kullanıldığı iddialarının ‘tamamen gerçek dışı’ olduğu belirtildi. Açıklamada, “TSK’nın başarısına gölge düşürmek isteyen çevrelerce özellikle dış basında gündeme getirilen ‘TSK tarafından kimyasal silah kullanıldığına’ yönelik iddialar tamamen gerçek dışıdır” ifadeleri yer aldı.
TSK’nın, uluslararası hukuk ve anlaşmalar tarafından yasaklanan mühimmatları kullanmadığı vurgulanan açıklamada, “Bu tür mühimmat TSK envanterinde bulunmamaktadır” denildi.
Bununla birlikte Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonda (Barış Pınarı Harekatı) Türkiye'nin kimyasal silah kullandığına dair iddialarla ilgili yaptığı açıklamada, “Terör örgütü tarafından yapılan dezenformasyona dayanan bu alçakça iftiraları kategorik şekilde reddediyoruz” ifadelerini kullandı.
TSK’nın envanterinde kimyasal silah bulunmadığına dikkati çeken Aksoy, bazı uluslararası basın kuruluşlarınca servis edilen iddiaların herhangi bir dayanağı olmadığını belirttiği yazılı açıklamasında, “Ülkemiz, Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretilmesi, Depolanması ve Kullanımının Yasaklanması ile İmhasına İlişkin Sözleşme'ye (KSS) 1997 yılından beri taraftır. Türkiye ayrıca, yayılmanın önlenmesi alanındaki tüm temel uluslararası belgelere taraf ve ihracat kontrol düzenlemelerine üyedir. Bu kapsamda tüm yükümlülüklerini yerine getirmektedir. Öte yandan, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), iddialar hakkında herhangi bir 'soruşturma' başlatılmadığı ve iddiaların güvenilir olduğunun saptanmadığı bilgisini paylaşmıştır” ifadelerine yer verdi.
Akar – Esper görüşmesi
Diğer yandan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve ABD'li mevkidaşı Mark Esper, Suriye'nin kuzeydoğusunda kurulması planlanan güvenli bölge ile ilgili iki ülke arasında yapılacak anlaşmaya ilişkin dün akşam bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiler.
Milli Savunma Bakanlığı’ndan görüşmeye dair yapılan açıklamada, iki bakan arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde, Türkiye ile ABD arasında Perşembe günü kararlaştırılan güvenli bölgenin kurulmasına yönelik çalışmanın, Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde, başarılı olması için gayret edildiği vurgulandı.
Görüşmede Akar, ABD'li mevkidaşına Türkiye'nin ABD’nin taahhütlerini yerine getirmesini beklediğini belirtirken Türkiye’nin DEAŞ’la mücadele konusundaki kararlığının devam ettiğini vurguladı. Akar görüşmede, Türkiye ve ABD arasında yapılan anlaşmada belirtildiği şekilde SDG üyelerinin 120 saat içerisinde Güvenli Bölge'den geri çekilmesi, ağır silahlarının toplanması, tahkimatının imha edilmesi faaliyetlerinin tamamlanmasının yakından takip edildiğini belirtti. Akar ayrıca, TSK unsurlarına karşı bir taciz, ‘düşmanca hareket veya tutum’ olduğu takdirde meşru müdafaa hakkının kullanılacağını kaydetti.
ABD, güvenli bölgenin oluşturulmasında yer almayacak
Öte yandan ABD Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) yapılan açıklamada, Suriye'deki ABD güçlerinin Türkiye'nin kurmaya çalıştığı güvenli bölgenin oluşturulmasında yer almayacağı belirtildi.
ABD Savunma Bakanı Mark Esper de açıklamasında, Suriye'nin kuzeyinde kurulacak olan güvenli bölgede Amerikan kara gücünün yer almayacağını, ancak ABD’nin hem Türkiye hem de SDG ile irtibat halinde kalacağını belirtti. Bununla birlikte önümüzdeki hafta Bakan Akar ile Brüksel’de görüşeceğini kaydeden Esper, görüşmenin Suriye'deki duruma kalıcı bir siyasi çözüm sağlanmasının önemini güçlendirmeyi hedeflediğini ifade etti.
Güler - Milley  görüşmesi
Diğer yandan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley arasında Suriye’deki son gelişmelerle ilgili bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Türkiye Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada iki ülkenin genelkurmay başkanları arasında yapılan telefon görüşmesinde, Suriye'deki güvenlik durumu ve günlük gelişmelerin ele alındığı bildirildi.
Trump-Erdoğan görüşmesi
Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile yaptıkları telefon görüşmesinde, Fırat Nehri'nin doğusunda kurulması planlanan güvenli bölgeyle ilgili fikir alışverişinde bulunduklarını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Twitter hesabından yaptığı açıklamada, bölgede istikrar, huzur ve refahı sağlamak için ortak çabaların sürmesini umduğunu belirterek iki tarafın da Türkiye-ABD ilişkilerini güçlendirmek için attığı ortak adımlardan duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda 12 kontrol noktası kuracağını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, kurulması planlanan güvenli bölgenin, ABD’li yetkililer tarafından açıklanandan çok daha geniş olacağını vurguladı.
Erdoğan ABD ile Kürt güçlerinin çekilmesi için yapılan 5 günlük ateşkes anlaşmasının üzerinden geçen 24 saatten kısa bir süre sonra Cuma gününü Cumartesi’ye bağlayan gece yaptığı açıklamada, Ankara’nın Suriye ile olan yaklaşık 440 kilometre uzunluktaki sınır boyunca ve 32 kilometre derinlikte güvenli bölge kurma çabalarını sürdürdüğünü kaydetti.
Deyr Zor ve Rakka’yı da kapsaması halinde güvenli bölgeye iki milyon mültecinin yerleştirilebileceğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin Fırat'ın doğusundaki bölgede  ‘herhangi bir yanlış harekette bulunması halinde’ Suriye rejim güçlerine karşılık vereceğinin de altını çizdi.
Bununla birlikte Türkiye, operasyonun geçici olarak durdurulmasına rağmen, dün gece Suriye sınırında konuşlu birliklerine yeni askeri mühimmat takviyeleri gönderdi.
Ateşkese uyma çağrısı
Diğer yandan SDG Genel Komutanlığı Cumartesi günü ABD’ye, Türk hükümetine ateşkes anlaşmasına uyması konusunda baskı yapması çağrısında bulundu.
Alman Haber Ajansı (DPA) tarafından bir kopyası yayınlanan SDG Genel Komutanlığı açıklamasında, “Türk tarafıyla anlaşma imzalayan ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu, Ankara’yı ateşkesi uygulama ve Washington ile yapılan anlaşmalar uyarınca bölgedeki sivillerin tahliye edilmesi için bir koridor oluşturmaya zorlamaya çağırıyoruz. ABD tarafı ile sürekli iletişim içinde olunmasına ve bu sorunu çözmek için kendilerine verilen sözlere rağmen şu ana kadar somut bir ilerleme kaydedilmedi” ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, SDG’nin 17 Ekim’de ABD aracılığıyla Türkiye ile yapılan ateşkes anlaşmasını kabul ettiği ve anlaşmaya bağlı olduğu vurgulandı. SDG, Türk tarafının ateşkes yürürlüğe gireli 30 saatten fazla olmasına rağmen ihlal ve saldırılarına devam ettiğini açıklarken, Rasulayn kentindeki yaralılar ve sivillerin bölgeden tahliye edilmesi için güvenli bir koridor açmadığını iddia etti.
SDG’ye yakın bir kaynak, bugün yaptığı açıklamada, “Rasulayn’daki bombardıman ve operasyonlar devam ediyor. SDG ile TSK ve ona bağlı gruplar arasında çatışmalar yaşandı. Ayrıca SDG’nin kontrolü altında bulunan bölgelere bomba atıldı” diye konuştu.
DPA’ya açıklamalarda bulunan kaynak, “Kürt Kızılayı, yaralıları şehirden tahliye etmek için Rasulayn kentine girmeye çalışıyor. Ancak şu ana kadar hiçbir geçişin güvenliği sağlanmadı” dedi.



Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
TT

Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)

Hayreddin Mahzumi

Irak, ‘soruşturmalar cumhuriyeti’ aşamasından çıktığı bir geçiş sürecine tanık oluyor. Bu, devletin gerçek sonuçlar üretmeden veya kimseye hesap sormadan halkın öfkesini yatıştırmak için komiteler kurduğu bir aşamayı ifade ediyor. Hükümetler, her türlü güvenlik ihlali, suikast veya bombalama olayını bu komiteler aracılığıyla ele alırdı ve sonunda hiçbir sonuç elde edemezdi. Ülke şu an açıkça ‘nüfuz cumhuriyeti’ olarak tanımlanabilecek daha tehlikeli bir aşamaya geçiyor. Bu aşamada, devlete bağlı olmayan silahlı güçler siyaset, güvenlik ve ekonomide fiili karar vericiler haline gelirken, resmi kurumların kanunları uygulama veya hayati ulusal çıkarları koruma kapasiteleri azalır. Bu dönüşüm tek bir olaya dayalı değil, son yıllarda güçlü bir şekilde ortaya çıkan ve son seçim sürecinde daha da belirginleşen siyasi ve güvenlik gelişmelerine dayanıyor. Bu gelişmeler, Kor Mor Gaz Sahası’na art arda düzenlenen saldırılar da dahil olmak üzere, ülkenin kuzeyindeki enerji altyapısını etkileyen gerilimle doruğa ulaştı.

Kor Mor Gaz Sahası’nın önemi, 2007 yılında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile Kor Mor ve Çemçemal gaz sahalarının geliştirme haklarını elde eden Dana Gas ve Crescent Petroleum şirketleri arasında imzalanan anlaşma ile başlayan ‘IKBY gaz projesinin’ merkezinde yer almasından kaynaklanıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine enerji sağlamak için bir gaz işleme tesisi ve 180 kilometrelik boru hattı inşa edildi ve bu tesisler 2 bin megavatın (MW) üzerinde elektrik sağlıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine sürekli gaz temini, Irak'ın Kürdistan Bölgesi'ndeki toplam elektrik üretim kapasitesinin yüzde 75'inden fazlasına yakıt sağlıyor ve altı milyondan fazla insana faydalanıyor. Pearl Petroleum 2009 yılında kuruldu ve daha sonra OMV, MOL ve RWE gibi uluslararası şirketleri bünyesine kattı. Bu sayede proje, bölgedeki en büyük entegre enerji projelerinden biri ve Bağdat ile Erbil arasındaki güç dengesi açısından en hassas projelerden biri haline geldi.

Irak'ta yapılan son seçimler, İran yanlısı gruplara silahlı kanatlarına siyasi meşruiyet kazandırması için tarihi bir fırsat sundu. Bu durum, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir yaklaşımdı.

Bu projenin boyutu ve ilgili bölgesel ve uluslararası şirketlerin iç içe geçmiş çıkarları, özellikle son iki yıldır neden sürekli saldırı hedefi haline geldiğini açıklıyor. Bu proje, bir yandan Bağdat ile Erbil arasında, diğer yandan İran'a yakın silahlı güçler ile bölgesel hükümet arasında yaşanan iktidar mücadelesinde açık bir çatışma alanı ve etkili bir baskı aracı haline geldi. Dahası, bu sektörü hedef almak sadece yerel bir sorun değil, aynı zamanda Türkiye ve İran'ın hesaplarının ve küresel gaz piyasasının kesişim noktalarının etkilediği daha geniş bir bölgesel çatışmanın da parçası. Bu da Kor Mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları Bağdat ve Erbil arasındaki ilişkiyi aşan bir pazarlık kozu haline getiriyor. Kor Mor Gaz Sahası’na düzenlenen saldırılar, artık sadece sabotaj değil, hesaplanmış bir siyasi mesaj, çünkü bu saha, bölgedeki elektrik santrallerinin bağlı olduğu en önemli yerel gaz üretim kaynaklarından biri ve bu sahaya verilen herhangi bir zarar, Irak'ın enerji ve ekonomik güvenliğini doğrudan etkiler.

Irak sahnesinde 2024 ve 2025 yıllarında Kor mor Gaz Sahası’na birkaç kez saldırı düzenlendi. Reuters gibi uluslararası ajansların haberleri bu saldırıların temel ayrıntılarını teyit ediyor. Kor mor Gaz Sahası’na 25 Ocak 2024'te silahlı insansız hava araçları (İHA) ve Katyuşa roketleriyle çifte saldırı düzenlendi. Saldırılar kısıtlı ölçüde hasara yol açtı. Reuters, bölgedeki enerji tesislerine karşı artan saldırıları haberleştirirken olayın ayrıntılarını da aktardı. Aynı yılın 26 Nisan'ında, saha kimliği belirsiz bir insansız hava aracının hedefi olduğunda en ciddi saldırı gerçekleşti ve dört Yemenli işçi öldü, birçok işçi yaralandı. Associated Press (AP) ve BBC bu bilgiyi belgelerken Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve IKBY Başkanı Mesrur Barzani, saldırıyı kınayan açıklamalarda bulundu. Ardından, 2 Şubat 2025'te, Reuters gibi uluslararası medya kuruluşlarında yayınlanan haberlere göre saldırılar başka bir insansız hava aracıyla yeniden başladı.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)

Silahlı grupların gaz üretimi ve elektrik tedariği ile bağlantılı hayati bir sektörü bozma kabiliyetlerini göstererek yeni bir güç dengesi kurmayı amaçlayan açık bir gerilim çerçevesinde, son saldırı 27 Kasım 2025 tarihinde gerçekleşti. Saldırıları kimin gerçekleştirdiği önemli değil. Önemli olan zamanlaması ve bu da devletin enerji sektörünü korumak veya Bağdat ile Erbil arasındaki çatışmayı kontrol etmek konusunda tam bir kontrole sahip olmadığı mesajını veriyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu tür saldırılar, Irak'ın merkezi hükümetin egemen olduğu bir devletten, silahlı grupların karar alma gücünü paylaştığı bir nüfuz alanına kademeli olarak dönüştüğü izlenimini de pekiştiriyor.

Nüfuz cumhuriyeti

Kor mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları ve bunların yerel ve bölgesel boyutlarını inceledikten sonra, milislerin nüfuzunun devlet içinde nasıl etkili bir siyasi güce dönüştüğü netleşiyor. İran yanlısı grupların seçimlerdeki ve siyasi yükselişleriyle, hayati öneme sahip tesisleri vurma kapasitelerinin genişlemesi arasındaki tesadüf, yalnızca sahadaki bir gelişme olarak değil, Irak içindeki güç dağılımında yeni bir mantığın uzantısı olarak değerlendirilebilir. Son seçimler, bu gruplara silahlı güçlerini siyasi meşruiyete dönüştürmek için tarihi bir fırsat sundu. Bu, Washington Enstitüsü'nün önceki analizlerinde, bu grupların sandığı, sahadaki önceki hakimiyetlerini güçlendirmek için paralel bir yol olarak kullanabilecekleri konusunda uyarıda bulunduğu, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir süreç.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor.

Aslında, bu grupların siyasi nüfuzu artık silahlı kanatlarından ayrı düşünülemez. Zira ikisi de devlet içinde ve ötesinde genişleyen tek bir yapı oluşturuyor. İran yanlısı grupların 2025 seçimlerinde kurmayı başardıkları parlamento bloğu, onlara benzeri görülmemiş bir pazarlık gücü kazandırdı. Bu gücü, yürütme organına kendi koşullarını dayatmak için kullandılar ve aynı zamanda siyasi bir bedel ödemeden silahlı faaliyetlerine devam etmelerini sağlayan resmi bir koruma sağladılar. Bu geniş koalisyona geçen meclisteki her bir koltukla, silahlı aktörleri hesap verebilir kılmak neredeyse imkansızlaşıyor, çünkü yetkilileri denetlemesi gerekenler, paralel iktidar merkezlerinin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)

Bu iç içe geçmişlik, enerji tesislerini hedef almayı sadece bir saldırı eylemi değil, aynı zamanda devlet içinde karar verme hakkına sahip olanları belirleyen yasama nüfuzunun bir uzantısı haline getiriyor. İran yanlısı gruplar, SİHA’lar aracılığıyla sert gücü ve aynı zamanda parlamento, medya ve hükümet komiteleri aracılığıyla yumuşak gücü kullandıklarında, nüfuzları karmaşık hale gelir ve enerji dosyası, bu grupların nüfuzlarının sınırlarını ve devletin tepki verme yeteneğini test ettikleri bir arena haline gelir. Bu saldırıların verdiği mesaj sadece güvenlikle ilgili değil, aynı zamanda ‘enerji dahil stratejik karar alma süreci artık hükümetin tekelinde değil’ şeklinde siyasi bir mesaj.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor. Bu da ‘devletin dilini konuşan bir hükümet ve sahada fiili otorite olarak hareket eden gruplar’ şeklinde melez bir gerçeklik yaratıyor. Bu bağlamda, silahları olanlar, fiilen açıklanmamış bir veto hakkına sahip olduklarından hükümetin herhangi bir güvenlik veya ekonomik reformu uygulama kabiliyeti zayıflıyor.

Irak, yalnızca seçim sonuçlarının değil, sahada araçlar kullanarak fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da etkisiyle yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor.

Bu yolu daha da tehlikeli kılan ise enerji tesislerine yönelik saldırıların, İran yanlısı grupların taktiksel nüfuzdan stratejik nüfuza geçişini ortaya koyması. Bu saldırılar artık duruma bağlı tepkiler değil, Bağdat ile Erbil arasındaki ve Irak ile uluslararası ortakları arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirmek ve kurumsal çerçevelerin dışında önemli sorunları çözmek için kullanılan siyasi baskı araçları olarak karşımıza çıkıyor. Her yeni saldırı ile birlikte, devletin güvenlikle ilgili kararlar üzerindeki tekelinin kalan azıcık kısmını da kaybettiği ve İran yanlısı grupların kendilerini devletin rakibi değil, vazgeçilmez bir ortak oldukları özgüveniyle hareket ettikleri hissi giderek artıyor.

Bu olay, gaz tesisleri, askeri üsler ve stratejik projelerin siyasi müzakerelere hizmet edecek şekilde zamanlanmış saldırılara maruz kaldığı bir ülkede, ‘Irak devleti hala otoritesini geri kazanabilir mi, yoksa siyasi etkinin askeri gücün doğrudan uzantısı olduğu bir modele doğru yapısal bir geçişle karşı karşıya mıyız?’ şeklindeki yıllardır sorulan bir soruyu yeniden gündeme getiriyor. Cevap ise daha karamsar bir tabloya doğru eğilimli görünüyor. Bu tabloda ‘nüfuz cumhuriyeti’ resmi cumhuriyetten daha köklü hale geliyor.

Bu aşama sadece egemenlik kavramını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda Irak'taki yönetimin doğasını da yeniden şekillendiriyor. Seçimin sağladığı meşruiyet devlet dışındaki gücü pekiştirmek için kullanıldığında, ülkenin siyasi geleceği parlamentodan çok sahada değişen güç dengesine bağımlı hale geliyor ve kurumların aşınmaya devam ettiği bir yönetim modelinin önü açılıyor. Irak ekonomisinin can damarı olan enerji sektörü ise rakip taraflar arasında kalıcı bir pazarlık kozu haline geliyor.

Irak, sadece seçim sonuçlarının değil, aynı zamanda sahadaki araçlarla fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da yönettiği yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor. Kor mor Gaz Sahası’na yapılan her yeni saldırı, ‘nüfuz cumhuriyetinde’ yaşayan bir ülkenin imajını pekiştiriyor. Güç mantığı devlet mantığının önüne geçiyor ve anayasal kurumların halkın çıkarlarını korumak veya egemenliği muhafaza etmek konusunda yetkinliğini azaltıyor.

Bu tehlikeli aşama, Irak’taki denklemi sadece bir güvenlik sorunu olarak değil, devletin varlığını tehdit eden ve önümüzdeki on yıllar boyunca Irak’ta yönetim kavramını ve iktidar dağılımını yeniden şekillendiren yapısal bir kriz olarak yeniden okumayı gerektiriyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
TT

Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)

Lübnan Ordusu bugün, Lübnan'ın güneyindeki el-Tayri-Bint Cebeli yolunda Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü'ne (UNIFIL) ait bir devriyeye saldıran altı kişinin yakalandığını duyurdu.

Ordu "X" platformunda yayınlanan bir açıklamasında, UNIFIL gücüne yönelik saldırıda bir UNIFIL aracının hasar gördüğünü, ancak personel arasında herhangi bir yaralanma bildirilmediğini ifade etti.

Ordu, UNIFIL'e yönelik herhangi bir saldırının ciddiyetini vurgulayarak, olaya karışanların cezalandırılmasında hiçbir hoşgörü ve müsamaha gösterilmeyeceğini belirtti.

Ayrıca, UNIFIL'in Litani Nehri'nin güneyinde bulunan bölgedeki temel rolünü, ordu ile yakın koordinasyonunu ve istikrarın yeniden sağlanmasına aktif katkısını vurguladı.

UNIFIL dün yaptığı açıklamada, Güney Lübnan'daki devriyelerinden birine ateş açıldığını, ancak herhangi bir yaralanma bildirilmediğini duyurdu.

Bint Cubeyl yakınlarında devriye gezen üç motosikletli altı kişinin barış gücüne yaklaştığını ve içlerinden birinin aracın arkasına yaklaşık üç el ateş ettiğini açıkladı. Olayda yaralanan olmadı.


Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
TT

Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)

Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Pakistan, Türkiye ve Katar, İsrail'in Gazze Şeridi sakinlerinin Mısır'a geçişine olanak sağlamak için Refah sınır kapısını tek yönlü açacağı yönündeki açıklamalarından derin endişe duyduklarını belirtti.

Sekiz ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları açıklamada, Filistin halkını topraklarından çıkarma girişimlerini tamamen reddettiklerini vurgulayarak, ABD Başkanı Donald Trump'ın Refah sınır kapısının her iki yönde de açılması, bölge sakinlerine hareket özgürlüğünün garanti altına alınması, Gazze Şeridi halkından hiçbirinin ayrılmaya zorlanmaması, aksine topraklarında kalmaları ve vatanlarının inşasına katılmaları için uygun koşulların yaratılması, istikrarın yeniden sağlanması ve insani koşulların iyileştirilmesine yönelik bütünleşik bir vizyonun oluşturulması planına tam bağlılık gösterilmesi gerektiğini vurguladı.

Bakanlar, Başkan Trump'ın bölgede barışı sağlama konusundaki kararlılığına ilişkin takdirlerini yineleyerek, güvenlik ve barışın sağlanması ve bölgesel istikrarın temellerinin sağlamlaştırılması amacıyla, planının tüm yönleriyle, gecikme veya aksama olmaksızın uygulanmasının önemini vurguladılar.

Ateşkesin tam olarak sağlanması, sivillerin çektiği acılara son verilmesi, Gazze'ye insani yardımların kısıtlama veya engel olmaksızın ulaştırılmasının sağlanması, iyileştirme ve yeniden yapılanma çalışmalarına erken başlanması ve Filistin Yönetimi'nin sektördeki sorumluluklarını yeniden üstlenmesi için gerekli koşulların oluşturulması ve böylece bölgede yeni bir güvenlik ve istikrar aşamasının başlatılması gerektiğini vurguladılar.

Bakanlar, ülkelerinin, Güvenlik Konseyi'nin 2803 sayılı Kararı ve ilgili tüm Konsey kararlarının tam olarak uygulanmasını sağlamak ve uluslararası hukuk kararları ve iki devletli çözüm ilkesi uyarınca adil, kapsamlı ve sürdürülebilir bir barışa ulaşmak için elverişli bir ortam sağlamak amacıyla Amerika ve tüm ilgili bölgesel ve uluslararası taraflarla çalışmaya ve eşgüdüm sağlamaya hazır olduğunu teyit ettiler. Bu, işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria toprakları da dahil olmak üzere 4 Haziran 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacaktır.