Taha Hüseyin'in torunu Okada: Dedem çocuklara harika hikayeler anlatırdı

Taha Hüseyin’in torunu Amine Okada, Guimet Müzesi’ndeki ofisinde (Arşiv)
Taha Hüseyin’in torunu Amine Okada, Guimet Müzesi’ndeki ofisinde (Arşiv)
TT

Taha Hüseyin'in torunu Okada: Dedem çocuklara harika hikayeler anlatırdı

Taha Hüseyin’in torunu Amine Okada, Guimet Müzesi’ndeki ofisinde (Arşiv)
Taha Hüseyin’in torunu Amine Okada, Guimet Müzesi’ndeki ofisinde (Arşiv)

Katya el-Tavil
Bir gün Arap Edebiyatının dev ismi Taha Hüseyin’in torunuyla görüşeceğimi ve onunla röportaj yapacağımı hiç düşünmemiştim. Kendisinden randevu alabilmek kolay olmadı.
Ona ulaşmak tam iki ay sürdü. Çok seyahat ediyor, zamanının büyük bölümünü Guimet’in Fransız Ulusal Asya Sanatı Müzesi’nde (Musée National des Arts Asiatiques Guimet) Hint Tarihi Eserleri Bölümü yönetiminde geçiriyor. Amine Hüseyin Okada (soy ismi, Japon eşinin ailesinden geliyor) basın organlarıyla Arapça konuşmuyor. Çok sevdiği Mısır’dan ayrıldıktan sonra bu dili çat pat hatırlıyor. Akademik kariyerine başladığından bu yana Asya kültürleri dünyasında yaşıyor. Sanskrit ve Japonca tercümeler yapıyor.
Taha Hüseyin’in torunu olan Amine Munis Okada, aynı zamanda "Şairlerin Sultanı" Ahmed Şevki’nin torunun da kızı. Kültürel ve entelektüel olarak en köklü Mısırlı ailelerin birinden geliyor.
Babası şair ve Francophone Üniversitesi'nde Öğretim Görevlisi olan Prof. Dr. Munis Taha Hüseyin’in işi dolayısıyla 5 yaşında Mısır’dan ayrılmak zorunda kaldı. Fakat Mısır sevgisi daima kalbindeydi. Ona muhteşem dedesi Taha Hüseyin’i sorduğumuzda ya da Nil’in gelini Mısır’daki çocukluğunu hatırlattığımızda, yüzünde sessiz bir gülümseme beliriyor. Kısa ve beyaz saçlı bu kadın, hala memleketinden uzakta yaşıyor.
Uzakdoğu’nun barışçıl uygarlığı ile Mısır’ın, Firavun’un ve İslam’ın medeniyetleri arasında salınan Amine Hüseyin Okada, dedesi ve Arap düşünür Taha Hüseyin hakkında konuşurken onu, “Ne kadar büyürse büyüsün, şair, filozof ve ilim sahibi bir çocuktu” ifadeleriyle tanımladı. Amine Hüseyin Okada, aynı zamanda dedesini masalcı olarak nitelendiriyor.
Guimet Müzesi’ndeki ofisinde bize aile ilişkilerini, Arapçayı ve Mısır’ı anlattı.
-Amine Munis Taha Hüseyin Okada, edebiyatçı Taha Hüseyin’in kızı olan teyzenizin ve aynı zamanda Şairlerin Emiri Ahmed Şevki’nin kızının “Amine” ismini taşıyorsunuz. Bu durumdan dolayı nasıl hissediyorsunuz? Bu ismi taşıyor olmanız bir korku kaynağı mı yoksa gurur kaynağı mı?
Çok sevdiğim iki harika kadının ismine sahibim. Bu beni korkutmuyor. Aksine bana sevdiğim iki özel kadını hatırlatan bu isimle çok mutluyum ve isimlerini taşımaktan gurur duyuyorum. Sevdiğim insanların ismini taşımak olağanüstü bir şey. Çok şanslıyım.
Mısır yazları
-Küçükken ayrıldığınız Mısır ile ilişkinizi anlatır mısınız?
Mısır, doğduğum ve beş yaşına kadar büyüdüğüm ülke. Ailem Fransa’ya taşındıktan sonra Mısır, ailemle yaz tatilleri için gidebileceğim bir yere dönüştü. İlkokulu ve üniversiteyi Fransa’da okumak benim tercihim değildi. Oraya, babamın Paris’teki UNESCO işi dolayısıyla gittik. Mısır ile ilişkim, bazıları tarafından zayıf olarak nitelendiriliyor. Fakat Mısır, benim sevdiğim ve harika hatıralar yaşadığım bir parçam oldu. Tüm hayatımı Fransa’da geçirdiğim doğru, ama tarih ve medeniyetin yanı sıra sanat ve miraslarla yakın ilişkilere sahip olağanüstü bir ülkeden geldiğimi biliyorum. Tüm hayatım boyunca Mısır’ı sevdim. Orada yaşamadım, evet. Ama onu sevmek için orada yaşamak şart değil.
-Neden Arap edebiyatından, aile mirasınızdan ve dedenizin mirasından uzak bir alanda uzmanlaşmayı seçtiniz?
Arap dili ve edebiyatı, beni her zaman etkiledi. Roman okumayı seviyorum. Arapça romanların Fransa’ya tercüme edilirken hak ettikleri değeri görmediğine inanıyorum. Mısır’dan ayrılarak Arap dilini ve edebiyatını kaybettiğimi sanmıyorum. Aksine Taha Hüseyin gibi büyük bir dedeye sahip herkes, damarlarında da Arapçayı hisseder, hayatı boyunca da bunu bir miras gibi taşır. Ancak öte yandan Uzak Doğu medeniyetlerine ve eşsiz kültürüne karşı büyük bir merakım vardı. Bilim ve kültürü seven, diğer taraflara açık bir ailenin kanatları altında büyüdüğüm için çok şanslıyım. Ailem bana kendime meydan okuma, sınırımı genişletme ve yeni dünyalar keşfetme konusunda inanılmaz bir güç verdi. Bu teşvik, açıklık ve kültürel zenginlik inancı beni bugün olduğum yere getirdi.
Taha ve Munis arasında
-Taha Hüseyin’in torunu olmak ne anlama geliyor ve bu sizi nasıl etkiliyor? Eserlerini okudunuz mu?

Taha Hüseyin gibi büyük bir isimden gelen ailem gibi bir aileye mensup olmak, bu durum, kültür, bilim ve edebiyat açısından harika bir şey ve yükseklere ulaşma yeteneği veriyor. Sanırım ailem ve dedem Taha Hüseyin, bana kendimi oluşturabileceğim ve bugün olduğum yere ulaşabileceğim kanatlarımı verdi. Ben sadece güçlükler ve zorluklara göğüs geren düşünür, cesur bir edebiyatçı ve politikacı olan Taha Hüseyin’den bahsetmiyorum. İnsanların yazdıklarıyla, makaleleriyle, güçlü ve cesur tavırlarıyla tanıdığı bir yazardan bahsetmiyorum. Hareketleri, karakteri, mizacı, güzel ruhu, yaşadığım çocukluğumu ve ergenliğimi etkileyen tüm inanılmaz şeylerle olağanüstü bir insan ve dedemden bahsediyorum. Gördüğüm, hissettiğim ve yaşadığım şeyleri o zamanlar anlayamadım ya da onları kelimelere dökemedim belki ama, bir ailede bu tür bir adamın olması inanılmaz bir şey. Taha Hüseyin, bana güzel özellikler kattı ve bugün olduğum insanı inşa etti.
-Yıllar önce ölen ve Paris’e gömülen babanız Munis ile dedeniz Taha Hüseyin arasındaki ilişkiyi nasıl anlatırsınız?
Ailemin, özellikle de babamın Mısır ve Fransa’da öğrenci olduğu dönemde, kültür, bilim, edebiyat ve kitaplar konusunda dedemle yakın bir ilişkisi vardı. Aralarında entelektüel bir ittifak gibi bir durum gelişti. Bununla birlikte elbette çok fazla sevgi, takdir ve derin hayranlıklar da mevcuttu. Aile bağlarını sağlamlaştırıp hepimizi bir araya getiren yakın bir ilişki vardı. Ailem ve dedem arasındaki yakınlaşma entelektüel seviyeyle sınırlı değildi. Dış açıdan, yani şekil olarak da çok benzerdiler. Onları tanıyanlar böyle söylüyor.
-Fransızca yazılar yazan babanızdan ve yeni Arap edebiyatının öncüsü dedeniz Taha Hüseyin’den sizce ne miras aldınız?
Öncelikle onlardan alçak gönüllülüğü miras aldım. Her ikisi de büyük adamdı ve vakar sahibi birer düşünürdü. Ancak bu durum onların benzeri görülmemiş bir tevazudan zevk almalarını engellemedi. Sanırım babam bunu ciddiye alıyordu. Ayrıca bilim, kültür ve edebiyat sevgisini miras aldım. Her ikisi de kitap okumaya ve kelimelere aşıktı. Babam ciddi, bilime inanan ve iki kültürlü (Arapça ve Fransızca) bir adamdı, Bu, ona entelektüel zenginlik verdi ve onu daha açık ufuklu, derin ve sağduyulu yaptı. Kültüre değer veren ve onu yüksek yerlere yerleştirebileceği bir ev inşa etmek istedi. Bu, miras aldığım en harika şey.
Bir dedenin hikayesi
-Gözleri görmeyen ama basiretli olan dedeniz Taha Hüseyin’i hatırladığınızda aklınıza ilk ne geliyor?

Konsantre olmuş şekilde düşündüğümde sesini ve bize anlattığı harika hikayeleri hatırlıyorum. Olağanüstü şekilde hikaye anlatırdı. Bize şaşırtıcı, hayret verici ve heyecanlı inanılmaz hikayeleri anlatırdı. Ben çocukken, bize onun torunu olduğumuzu anlattığı hikaye ve haberleri dinlemekten zevk alırdım. Onun tek torunu değilim. Bize anlattığı hikayeleri çok seviyorduk. Bazen önümdeymiş ve hikaye anlatıyormuş gibi sessini hatırlıyorum. Dedem zarifti, sevgi doluydu ve güzel bir zekaya sahipti. Ayrıca şaşırtıcı ve merak uyandıran bir şekilde kelimelerle oynuyordu. Dedem, okurları için nasıl harika bir adam olabileceğini ve vaktini ailesi ve torunları için boşa harcamayan olağanüstü bir dede nasıl olabileceğini iyi biliyordu. Bizimle birlikteyken bizimle nasıl oynaması ve nasıl hikayeler anlatması gerektiğini biliyordu. Dedem, hayatında karşılaştığı birçok şeyin üstesinden geldi. Güçlü ve cesur biriydi. Ama bizi nezaketinden, şefkatinden ve zamanından asla mahrum bırakmadı.
-Bugün dönüp geriye baktığınızda bu gürültülü dönemde eğer değiştirmek isteseydiniz dedeniz Taha Hüseyin’de neyi değiştirmek isterdiniz?
Hiçbir şeyi değiştireceğimi sanmıyorum. Dedem Taha Hüseyin harika bir insandı ve olağanüstü biriydi. Çocukluğumda onu kelimelere ve dile düşkün, 15 yaşımda kaybettiğim bir dost ve hikaye anlatıcısı olarak tanıdım. Yaz tatilimi genelde Mısır’da, İtalya’da ve Fransa’da geçiriyordum. Bunlar hala hafızamda ve kalbimde sakladığım zamanlar. Kalbimde dedeme karşı özel bir sevgi, özlem, saygı ve hayranlık var. Hikayelerinde ve haberlerinde ona eşlik ederdim. Bunları tartışırdık. Bana daha az bilgili ya da değerli olduğumu hiç hissettirmedi.
-Babanız Munis Taha Hüseyin, dört bölümden oluşan özel notlar bıraktı. Mısır Kültür Bakanlığı’ndan Fransızca yayınlanması ve Arapçaya çevrilmesi sözü alındı. Bu notların yayınlanacağı yakın zamanlı bir proje var mı?
Henüz bu konuyu kesin olarak düşünmedim. Nelerin yayınlanabileceğini ve neyin aile içinde kalması gerektiğini belirlemek için bu notların okunması, gözden geçirilmesi ve düzeltilmesi gerekiyor. Kendimi bu göreve adamak ve babamın iradesini yerine getirmek ve bu notların önce Fransızca, sonra da Arapça olarak yayınlanmasını sağlamak zorundayım. Zamanı gelince bu notları yayınlayacağım ve aile arşivini derleme çalışması yapacağım. Aile arşivinden araştırmacılar ve okuyucular için yararlı bulduğum metinleri ve belgeleri yayınlamayı düşünüyorum. Çünkü Taha Hüseyin’in ve babam hakkında okurlar tarafından bilmeyen birçok özelliğe değiniliyor. Ancak şimdilik, bu projeler kendimi onlara ayırmaya zamanım olana kadar biraz gecikmeli.
-Çocukluğunuza dair bir şeyi değiştirebilseydiniz, neyi değiştirirdiniz?
Dedemi, ülkemi ve dilimi daha yakından tanımak için Mısır’da daha uzun kalmak isterdim. Mısır’dan ayrılmayı ben seçmedim. Bunu yapmak zorunda kaldım. Bugün orada daha uzun süre yaşamış olmak isterdim.
*Bu röportaj Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevirilmiştir



Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
TT

Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)

Nesrein El-Bakhshawangy

Yazar, müzisyen, belgesel film yapımcısı ve çevre aktivisti Andri Snaer Magnason, şiir, roman, tiyatro, çocuk ve genç yetişkin edebiyatı ve bilimsel kitaplar yazarak İzlanda Edebiyat Ödülü'nü tüm dallarında kazanan tek isim. Magnason, “LoveStar: A Novel” (Love Star) adlı kitabıyla 2016 yılında Fransa'da En İyi Yabancı Bilim Kurgu Romanı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.

Magnason, 1973 yılında doğdu, İzlanda Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Ancak çevre ve iklim değişikliği konuları ilgisini çeken yazar, yazılarında başlıca olarak bu konuları ele aldı. Ülkesinin temiz enerjiye geçmesi ve ulusal dilin önemi gibi alanlarda sıkı çalışmalar yapmak üzere 2016 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koydu. Çalışmaları İngilizce, Fransızca, Japonca, Arapça ve Türkçe dahil olmak üzere 30'dan fazla dile çevrildi.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason röportajın tam metni;

*Çevre ve iklim değişikliği hakkında yazmaya ilk olarak ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Milenyumun başlarında İzlanda'daki birçok önemli yer kentleşme tehdidi altındaydı. Örneğin, belirli bir kaz türünün dünyadaki en büyük yuvalama alanı sular altında kalmıştı. Bunun gibi tehdit altındaki pek çok yerin yazabileceklerimden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu alanları koruyup koruyamayacağımı, dünyaya bir roman ya da yeni bir kitapla yapabileceğimden daha fazla katkıda bulunup bulunamayacağımı merak ettim. Daha sonra bu düşüncelerimi, bazen doğrudan, kurgusal olmayan bir biçimde, bazen de bilim kurgu, şiir ya da çocuk kitaplarında konu etrafında örmenin bir yolunu buldum ve bunları bir kitaba dönüştürdüm.

LoveStar: A Novel kitabında en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim.

Teknoloji ve özgürlük

*LoveStar: A Novel adlı romanınız teknoloji ve özgürlük arasındaki çatışmayı ele alıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten neydi?

LoveStar: A Novel oldukça çılgın bir roman. İçinde bulunduğumuz çağın mitlerine karşı ilerleme ve teknoloji dünyasını keşfetmek ve şu anki trajik tanrılarımızı incelemek istedim. Yani Elon Musk ya da Steve Jobs gibi girişimciler dünyada devrim yarattılar, ama aynı zamanda kendilerini de yok ettiler. Onlar bana dünyayı istila eden ve bedenlerini ya da ruhlarını ele geçiren fikirlerin sadece ev sahipleri gibi görünüyorlar. Bu roman sosyal medyanın hayatımıza girmesinden önce yazıldı. Bu yüzden Jobs ve Musk'ın romanın ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olur. Bu roman onları bu yolculuğa çıkmadan önce yazıldı. Yaklaşan internet çağının vaat ettiklerini, bağlantı ve veri çağını ve bu gelişen teknolojilerin sonuçlarını keşfetmek istedim. Sahte haberler, bilgi balonları ve kişiselleştirilmiş derecelendirmeler kitapta geçse de bunlar o zamanlar gündemde olan konular değildi. George Orwell’ın 1984 adlı kitabını, Kurt Vonnegut ve Aldous Huxley'in eserlerini, kendi zamanlarının gerçekliğine nasıl tepki verdiklerini ve bizim gerçekliğimiz için ne tür bir tepki hayal ettiğimi düşünüyordum. Uluslararası şirketlerin etiği ‘eğer biz yapmazsak başkası yapacak, o yüzden biz de yapmalıyız’ şeklindedir.

sdwcfvrgbt
LoveStar: A Novel adlı romanın kitap kapağı

*Peki bu romanda modern kapitalizmi ve onun toplum üzerindeki etkisini eleştirirken size ilham veren neydi?

Ben bunu daha çok araştırma, taklit ve deney olarak görüyorum. Doğanın ya da insan etkileşimlerinin ve kültürün giderek daha fazla alanının metalaştığını hissettim. Yeni teknolojinin, daha önce mümkün olmayan insan ilişkilerinden yararlanma ve bunlardan faydalanma olanaklarını nasıl açacağını düşündüm. Hiçbir şeyin kendi haline bırakılamayacağına, çağımızda her şeyi sonuna kadar sömürme eğiliminde olduğumuza tanık olmaktan ilham aldım ve bu romanda en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim. LoveStar: A Novel, bu 'kaynakları' sonuna kadar kullanmanın yollarını buluyor.

İklim değişikliği meseleleri

*Bize “On Time and Water” (Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt) adlı kitabı yazma sürecinden bahseder misiniz? Kitabın beyaz perdeye uyarlanma fikri nasıl ortaya çıktı ve filme nasıl hazırlandınız?

Yaşadığım zamanın ve mekânın bir yazarı olarak, bu konu benim için yazılması gereken en önemli konuydu. İklim değişikliği meseleleri üzerine yazılan çoğu yazının ilgi çekici olmadığını ve hatta yapay zeka tarafından yazılmış gibi tahmin edilebilir olduğunu gördüm. Bu konuların akıbetini öngörebildiğimi ve anlatı yoluyla bunlar hakkında beyin fırtınası yapabildiğimi fark ettim. İletişim yeteneği, bilimsel konuları ortalama bir insana açıklamak için büyük önem taşısa da bunun ötesine geçilmesi gerektiğini hissettim. Daha derin bir yaklaşım gerekiyordu. Bu dilden daha büyük bir şey. Zira bu temiz enerji dünyasına doğru bir paradigma değişimiyle ilgili ve bir paradigma değişiminde dil ve normlar yıkılmaya başlar.

ccdfvrbg
On Time and Water romanının kitap kapağı

İçinde yaşadığımız zamanı anlamadığımızı nasıl anlayabiliriz? Kitap ailemle ilgili, büyükannem ve büyükbabam 1950'lerde buzul kaşifleriydi. Kitap, bir yandan da zamanı ele alıyor. Çünkü 2100 gerçekten ne anlama geliyor? Biz bunu nasıl anlıyoruz? Kelimeler ne anlama geliyor? Olaylar 1000 ya da 2000 yıl sonra hala iklim değişikliği olarak adlandırılacak mı yoksa başka bir isimle mi anılacaklar?

Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor.

Çocuklar ve çevre

*Bir çocuk edebiyatı yazarı olarak, sizce çocukları ve gençleri çevreyle ilgili konularda erken yaşta eğitmek önemli hedeflere ulaşılmasına nasıl yardımcı olabilir?

Çocukların ve gençlerin tüm eğitim metotlarıyla temiz enerjiye geçişin önemi konusunda bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz yüzyılın tasarım yöntemleri, alışkanlıkları ve endüstrisi artık eskidi. Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Benim yaşıma geldiklerinde tüm dünyanın temiz enerjiye ihtiyacı olacak. Bu büyük bir değişim ve zorluk. Bugün doğan bir çocuk 2100 yılı civarında emeklilik yaşına ulaşacak. Şu anda dünyamız gelecekte istikrarlı olacak şekilde tasarlanmamıştır.

tynm
The Casket of Time (Yonder) kitabının kapağı

Bir genç yetişkin romanı olan The Casket of Time'da modern hikayeleri antik destanlarla birleştirirken karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Yeni bir eser yazarken karşılaşılan başlıca zorluk, eserin çerçevesini belirlemektir. Eser bir seri mi olmalı? Üç kitap mı, beş kitap mı? Ya da çok uzun bir kitap olabilir. Ama ben uzun kitaplardan ziyade kısa ve konu odaklı hikayeleri seviyorum. Bu yüzden geleceğin ve geçmişin hikayelerini bir arada örmek ve bunları mantıklı, şaşırtıcı ve izleyiciler için eğlenceli hale getirmek zordu, ama umarım başarmışımdır.

Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabilir, ancak bir kelime de bin resimden daha fazlasını anlatabilir.

*Kişisel internet sitenizde “Ben Noam Chomsky ve Lewis Carroll'un gayrimeşru oğluyum” diye yazmışsınız. Onların yazıları çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Chomsky'nin dilbilim teorilerini inceledim. Carroll ise beni vahşi ve eğlenceli hayal gücüyle etkiledi. Kelimelere ve dile olan ilgi ve hayal gücünüzü ne kadar genişletebileceğinizi görmek gibi şeyler zihnimde takılıp kaldı.

*“Dreamland” (Düş ülkesi) kitabınızın belgesel film haline getirilmesiyle birlikte, edebiyatın görsel eserlere dönüştürülmesinin önemini nasıl görüyorsunuz?

Gerek sözlü anlatıcılık gerek kitapta yazılı, gerekse müzikal ya da film olarak olsun hikayelerin farklı ifade biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Farklı formlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Her ifade biçiminin kendi kuralları ve kendi büyüsü vardır. Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabileceği gibi bir kelime de bin resimden fazlasını anlatabilir.

*Sizi 2016 yılında İzlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya iten neydi? Sizce bir şair ve romancı böyle bir makamda ne kadar başarılı olabilir?

İzlanda cumhurbaşkanı devletin bir temsilcisidir. Doğrudan bir gücü olmasa da nüfuzu vardır. Benim gündemim İzlanda dilinin korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratmak ve İzlanda'nın iklim değişikliğinin etkileri konusunda küresel bir eylem örneği haline gelmesini sağlamaktı. Cumhurbaşkanlığı daha çok kelimeler, kavramlar ve vizyonla ilgili. Bu, bugün her zamankinden daha önemli olduğu için gündeme getirebileceğimi düşündüğüm bir konuydu.

*Tüm ilgi alanlarınız arasında en çok neyle gurur duyuyorsunuz ve neden?

Belki çocuklarım! Dört tane çocuğum var. Ama birçok ülkedeki insanlara ulaşan çok farklı türde sanat yapma becerimle gurur duyuyorum. İzlandaca yazmak ve çeviri yoluyla Arapça konuşulan ülkelerdeki biriyle konuşmak ve yazının hala sınırları aşabildiğini görmek harika. Bununla gurur duyuyorum.

*Belgesel film yapımcısı olarak yaptığınız çalışmalar yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Kariyerimi tarımdaki gibi bir tür ürün rotasyonu olarak görüyorum. Ürün rotasyonunda bir yıl patates ekersiniz, ertesi yıl arpa ve sonra belki de bir yıl boyunca tarlada yabani otların büyümesine izin verirsiniz. Böylece her tarla diğerini besler. Of Time and Water'ı yazarken kendimi bir belgesel film çekiyormuş gibi hissettim. Bilim insanlarıyla, yaşlılarla, Dalai Lama gibi kişilerle röportajlar yaptım. Ama sonra elimdeki malzemenin o kadar büyük olduğunu fark ettim. Bunun kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve şimdi de bir belgesel film oldu.

*Belgesel filminiz “The Hero's Journey to the Third Pole - a Bipolar Musical Documentary with Elephants” (Kahramanın Üçüncü Kutba Yolculuğu: Fillerle Bir Bipolar Müzikal Belgesel) adlı belgesel filminiz, bipolar bozukluğu olan kişilerle ilişkili ruh sağlığı sorunları ve yaratıcı yetenekler konusunda farkındalık yaratmayı mı amaçlıyor?

Akıl hastalıkları üzerine tartışmak zor ve hassas bir konu. Filmimde, bipolar bozukluk şikayeti olan iki kahramana kendileri hakkında konuşma şansı verdik. Filmde tıpkı hepimiz gibi çok sempatik iki insan görüyoruz. Yani hayatlarının bir noktasında normal biri gibi muamele görüyorlar. Ancak hastalığın depresif evrelerinde karanlık zamanlardan geçerken manik evrelerinde yıldızlara dokunacak kadar coşkulu olabiliyorlar. Ardından farklı bir bilinçle ve hepimizin bir şekilde öğrenebileceği yeni bir insanlık durumu anlayışıyla geri dönüyorlar.