İran, Kasım Süleymani'ye neden Irak'ta ihtiyaç duyuyor da Lübnan'da ihtiyaç duymuyor?

İran, Kasım Süleymani'ye neden Irak'ta ihtiyaç duyuyor da Lübnan'da ihtiyaç duymuyor?
TT

İran, Kasım Süleymani'ye neden Irak'ta ihtiyaç duyuyor da Lübnan'da ihtiyaç duymuyor?

İran, Kasım Süleymani'ye neden Irak'ta ihtiyaç duyuyor da Lübnan'da ihtiyaç duymuyor?

Tony Francis
Irak ve Lübnan’daki ayaklanmaların bir yönlendireni yok fakat onları hedef almak için şeytanlaştırma sürecini yöneten eden güçlü muhalifleri olduğu kesin. Bu muhalifler Irak’ta, İran'ın koordine ettiği etki sahibi dini partilerken, Lübnan’da ise 1990’lı yıllardan bu yana ülkede söz sahibi olan etkili partilerden oluşuyor. Söz konusu yıllarda, şuan Hizbullah ile Avn hareketinin oluşturduğu ve açık bir biçimde İranlı partilerin yönettiği ittifak gerçekleşti.
Irak’ta vatandaşlar 6 Ekim’den bu yana isyan ediyor, Lübnan’daki protestolar ise ayın 17’sinde başladı ve daha sonraki süreçte tüm şehirlere sıçrayarak geniş bir alana yayıldı. Iraklı protestocular gösterilerin başından bu yana kendilerini partiler arası hesaplaşmalardan ayrı bir yere konumlandırdı. Yönlendirilmeyi reddetti, sloganlarını da yanına alarak din adamlarının otoritesine meydan okumak için sahalara (Necef ve Kerbela) indi. Farklı şehirlerde toplanarak İran hegemonyasını hep birlikte reddetti. Iraklı göstericiler, Tahran’ın dışardaki işbirlikçi örgütlerini kontrol eden ve Kudüs Gücü’nden sorumlu Kasım Süleymani’yi ülkedeki gösterileri bastırmakla suçladı. İran’ın ülkedeki ağırlığının bir reddi olarak ‘Defol İran!’ diye slogan attı.
Süleymani, Irak’ta yaşıyor veya zamanının çoğunu burada geçiriyor. Süleymani, Irak ve Lübnan’daki ayaklanmalar için ‘büyük şeytanın kirli işlerinden ve toprağa gömülmesi gerekir’ fetvasını veren efendisi Ali Hamaney’in kararını uygulamak için orada bulunuyor. Hamaney, eğer insanların taleplerinin karşılanması gerekiyorsa bu mevcut siyasi yapılar içerisinde - yani ana gövdesini İran destekli partilerin oluşturduğu yapı içerisinde - yapılmalıdır demişti.
Süleymani, Irak’taki gösterilere, doğrudan baskı uygulama nasihatleri ve bunu yönetmekle eşlik etti. Süleymani, Iraklıları evlerine döndürmek için katliamlar başarısız olunca, kaçırılma ve suikast olaylarının artması için göstericiler arasına casus yerleştirdi. Bu da başarısız olunca, arabuluculuk çabaları Adil Abdulmehdi hükümetini koruma adı altında geri döndü.
Lübnanlılar ayaklanmalarının Irak’taki protestolarla bir bağlantısı olduğunu düşünmüyor. Onlar, kendi birikmiş sorunlarına, artık güven duymadıkları bir siyasi tabakaya karşı devrim yaparak cevap veriyorlar. İki ayaklanma arasında benzerlikler var. Fakat bu benzerlikleri bugün Latin Amerika’dan Hong Kong’a neredeyse dünyadaki birçok protestolarda görmek mümkün. Her yerde insanlar, insanlık onurunu; baskıya, hırsızlığa ve yolsuzluğa karşı korumak için geleneksel çerçevelerin dışına çıkıyor.
Hamaney, iki ayaklanmaya da ‘yakından ilgi duyan’ ilk kişi oldu ve bunları ‘komplo’ diye tanımladı. Dolayısıyla da Süleymani ‘rehberin’ vizyonunu tercüme etti. Lübnan’daki durumu kontrol etme görevi ise Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın omuzlarına yüklendi. Nasrallah ve Süleymani, Hamaney’in yakınında yer alan isimler. Kısa bir süre önce de Tahran’da görüşmüşlerdi. Bu görüşme, Temmuz Savaşı yıldönümünde gerçekleşmiş ve Süleymani, kendisinin de Temmuz Savaşı’nda liderlik rolü üstlendiğini itiraf etmişti.
İran’ın Irak’taki sorunu, ülkede ipleri eline alacak subaylarını yerleştireceği bir örgüt kuramamasıdır. Lübnan’da zamanında Suriyeli subayları yerleştirdiği dönem geçti. Iraklı bir Hasan Nasrallah çıkmadı. Ancak bunu Lübnan’da başarabildi. Bunun birtakım sebepleri var. En başta da İran’ın cömert desteği geliyor. İkinci olarak, İran-Suriye ittifakı (Rafsancani-Hafız Esed anlaşması) Lübnan’da başta Şiiler olmak üzere diğer ulusal tarafların aleyhine olacak şekilde Hizbullah’ın ülkedeki konumunu güçlendirdi. Bu nedenle, Lübnan'da İran rolünün doğrudan görünürlüğü yoktur. Zira Nasrallah ayaklanmaya son vermek için bir dizi farklı pozisyonlar almayı denedi. İlk olarak bastırma yoluna gitti. Ardından Hamaney’in İsrail-ABD komplo teorisine  destek vermekle birlikte göstericilerin taleplerini kabul ettiğini belirtti. İran’ın Irak’ta izleyeceği yöntemin özeti: Abdulmehdi hükümetinin düşmesine izin vermemek. Lübnan’da da iktidar güçlerinin (ki bu da onun temel direkleri) hükümetine bağlı kalacaktır.
Bugün iki ayaklanma da, İran hegemonyasının iki örgütünden kurtulma sorununa karşı devam etmektedir. Kimse tarafından yönlendirilmedikleri ve kimin onlara karşı durduğu apaçık ortadadır.
*Independent Arabia’da yayınlanan bu makale Şarku’l Avsat tarafından çevrilmiştir



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.