​Kahire’de düzenlenen forumda Afrika’da güvenliğin ve barışın güçlendirilmesi görüşüldü

Kahire’de düzenlenen Afrika Üniversiteler Birliği Forumu (Şarku’l Avsat)
Kahire’de düzenlenen Afrika Üniversiteler Birliği Forumu (Şarku’l Avsat)
TT

​Kahire’de düzenlenen forumda Afrika’da güvenliğin ve barışın güçlendirilmesi görüşüldü

Kahire’de düzenlenen Afrika Üniversiteler Birliği Forumu (Şarku’l Avsat)
Kahire’de düzenlenen Afrika Üniversiteler Birliği Forumu (Şarku’l Avsat)

Afrika Üniversiteler Birliği bölgesel merkezi, 14 Kasım’da Kahire’deki el-Ezher Üniversite’sinde Ezher Şeyhi Dr. Ahmed el-Tayyib himayesinde “İstediğimiz Afrika” 2063 stratejisini gerçekleştirmek üzere, yüksek öğrenim yoluyla güvenliği ve barışı güçlendirmek amacıyla bir forum gerçekleştirdi. Forum katılımcıları, “Eğitim, Afrika Kıtası’nda barışın sağlanması için bir zorunluluk haline gelmiştir. Çünkü eğitim, farklı çatışmalarla mücadelenin güçlü bir aracıdır” açıklamasında bulundu.”
Foruma, Uluslararası Ezher Mezunları Örgütü de katıldı. Örgütün Yürütme Meclisi Başkan Yardımcısı Dr. Muhammed Abdulfadıl el-Kavsi yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Önümüzde, medeniyetlerin ortaya koyduğu barışın temellerini güçlendirmek, düşünceleri tahrif etmeyi ve toplumları istikrarsızlaştırmayı amaçlayan entelektüel savaşa karşı koymamız için çeşitli zorluklar var. Bugün, dünya barışı değerlerini kendi lehimize derinleştirmemiz, böylece tüm sorunları ve anlaşmazlıkları çözmemiz için uygar bir mücadeleye, maddi ve bilimsel bir ilerlemeye dahil olmak zorundayız.”
Forumda, “Afrika Kıtası’nda güvenlik ve barışın geliştirilmesinde eğitim rolü, Kıta’nın güvenlik ve barış yolunda karşılaştığı zorluklar, farklı eğitim sistemlerinin geliştirilmesi, bunlara yönelik program ve politikalar, Afrika Kıtası’nda güvenlik ve barışı güçlendirmenin farklı yönleri” başlıkları ele alındı.
El-Ezher Üniversitesi Rektörü Şeyh Salih Abbas, 14 Kasım’da düzenlenen forumda “Ezher ile Afrika Kıtası arasındaki ilişki uzun bir geçmişe sahip. Bu durum, Afrika bölgelerinin isimlerine sahip Ezher koridorlarında da görülüyor” dedi.
Ezher Üniversitesi Rektör Yardımcısı Dr. Yusuf Amir de şu açıklamada bulundu:
“Afrika Kıtası’nda barış eğitimi bir ihtiyaç haline geldi. Çünkü eğitim, Kıta’nın güvenliğine zarar veren her duruma yönelik programlar tasarlayarak farklı çatışmalarla yüzleşmenin güçlü bir yoludur.”
El-Ezher Üniversitesi, Ezher Şeyhi Dr. Ahmed el-Tayyib’in 14 Kasım’da Katolik Kilisesi’nin lideri Papa Franciscus ile görüşmek ve “Dijital Dünyada Çocuk Onurlarını Güçlendirmek” başlığı taşıyan “Dinler Arası Liderler Zirvesi” konferansının çalışmalarına katılmak üzere İtalya’nın başkenti Roma’ya gittiğini duyurdu.
Çocuk Hakları Sözleşmesinin 30’uncu yıl dönümü münasebetiyle düzenlenecek zirvenin Abu Dabi Veliaht Prensi ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutan Yardımcısı Muhammed bin Zayid Al Nehyan’ın, Ezher Şeyhi’nin ve Vatikan Papasının himayesinde, Papalık Kilise Bilimi Akademisi, Daha Güvenli Topluluklar İçin Dinler İttifakı ve Çocuk Onurları İttifakı ile işbirliği dâhinde, 80’den fazla uluslararası katılımcının da varlığıyla gerçekleştirileceği belirtildi.
Zirvede, “çocukların dijital dünyadaki onuru kavramı, şirketler ve sivil toplum kuruluşların (STK) çocuğa yönelik cinsel istismarı ve internet aracılığıyla sömürülmesini engelleme faaliyetleri, dini liderlerin bu yeni olguyla mücadelede uluslararası toplumu harekete geçirmedeki rolü” başta olmak üzere birçok konu masaya yatırılacak.
Ezher Üniversitesi şu ifadelere yer verdi:
“Dr. Tayyib 15 Kasım’da konferansta açılış konuşması yapacak. Kendisinin, çocukların haklarını, Ezher’in koruma ve saygınlığa yönelik girişimleri destekleme çabalarını tarihsel bir bakış açısıyla ele alması bekleniyor. Aynı şekilde dijital dünyada çocuk istismarıyla ilgili bazı olumsuz programlar ve görüntüler de konferans sırasında ele alınacak. Bu hakları teorik aşamadan fiili uygulama aşamasına dönüştürmek için birtakım öneriler ortaya koyulacak. Konferansta, çocukların onurlarına önem veren dünyanın dört bir yanından birçok dini lider, önde gelen temsilciler, ekonomi ve bankacılık sektörü uzmanları, çocuklara karşı şiddet suçlarıyla mücadele alanında çalışan çeşitli örgütlerin temsilcileri, psikologlar ve sosyologlar da yer alacak.”
Konferans, Dinler Arası Liderler Zirvesi çalışmalarının ikinci toplantısı olacak. İlki, 2017 yılında İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenmiş ve “Roma Deklarasyonu” ile sona ermişti. Deklarasyonda, çocuk faaliyetlerine önem gösteren politikacılar, dini liderler ve örgütler, “çocukları internet aracılığıyla yapılan sömürülerden korumak için küresel bir farkındalık oluşturma yolunda iş birliği sağlanması” çağrısı bulundu. Toplantının ardından Kasım 2018’de BAE’nin başkenti Abu Dabi’de çok sayıda dini liderin katılımıyla “Daha Güvenli Topluluklar İçin Dinler İttifakı” forumu düzenlendi.
 



İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu
TT

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ndeki Hamas hedeflerine saldırı düzenlediğini duyurdu ve saldırının "Gazze Şeridi'ndeki Hamas Deniz Kuvvetleri Komutanı Abdullah Ebu Şemela'yı" hedef aldığını belirtti.

İsrail ordusunun Arap medyası sözcüsü Avichay Adraee, "X" platformu aracılığıyla yaptığı açıklamada, Ebu Şamala'nın "hareketin en önde gelen üyelerinden biri olduğunu, yıllar boyunca deniz kuvvetlerinde çeşitli görevlerde bulunduğunu, Zikim üssündeki deniz kuvvetlerine baskın girişiminde yer aldığını ve 7 Ekim'deki deniz saldırısı için sistemin eğitimini ve planlamasını denetlediğini" belirtti. Şamala ayrıca savaş sırasında deniz hedeflerine odaklanarak, orduya karşı birçok terör operasyonu düzenledi.

ser4
İsrail askerleri, Hamas'ın Gazze Şeridi'nin kuzeyinde tasarladığı demir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters) 

Adraee açıklamasında, "Hamas hareketine ait Han Yunus bölgesindeki taburlardan birinin tünel sorumlusu olan ve rehine alma olayına katılan Fadi Ebu Mustafa hedef alındı" ifadelerine yer verildi.


Meclis başkanlığını kaybeden Halbusi’nin kazanma stratejisi

El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
TT

Meclis başkanlığını kaybeden Halbusi’nin kazanma stratejisi

El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)

Bağdat'ta 10, ülke genelinde ise 329 sandalyenin 35'ini kazanan Muhammed el-Halbusi'nin son parlamento seçimlerindeki zaferi, iki yıl önce Parlamento Başkanlığı görevinden ve parlamento üyeliği elinden alınan bir isim için önemli bir dönüm noktasıdır.

Bu zafer, Irak'ta, Hukuk Devleti Koalisyonu lideri ve eski Başbakan Nuri el-Maliki gibi zorlu bir rakip karşısında elde edildiği için daha da önem kazanıyor.

El-Halbusi, Anbar vilayetinin Karma kasabasından kırklı yaşlarının ortalarında bir inşaat mühendisidir. Felluce'deki bir inşaat şirketinden, Şii ve Sünni grupların İran etkisi altında rekabet ettiği siyasete adım atmıştır. Ancak hırslı genç adam maskesini yavaş yavaş düşürmüş ve güçlülerin masasında kendine bir yer edinmiştir.

"Halbusi olgusu"nun yorumlanması konusunda şu anda görüş ayrılığı olsa da Bağdat'taki birçok Sünni, yıllarca süren şiddet ve bölünmenin ardından, onda liderlik ihtiyaçlarını karşılayan birini buldu. Onun şu gibi kampanya sloganlarını dile getirdiğini duydular: "Biz Sünniler ne istediğimize karar veririz. Başkalarının (Şiiler ve Kürtler) bizim adımıza karar vermesine izin vermeyeceğiz."


PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.