Gizli belgelerde İran'ın Irak'taki nüfuz ve istihbarat faaliyetleri

Iraklı protestocular bu ayın başlarında Kerbela'daki İran konsolosluğunu ateşe verdi (Getty Images)
Iraklı protestocular bu ayın başlarında Kerbela'daki İran konsolosluğunu ateşe verdi (Getty Images)
TT

Gizli belgelerde İran'ın Irak'taki nüfuz ve istihbarat faaliyetleri

Iraklı protestocular bu ayın başlarında Kerbela'daki İran konsolosluğunu ateşe verdi (Getty Images)
Iraklı protestocular bu ayın başlarında Kerbela'daki İran konsolosluğunu ateşe verdi (Getty Images)

New York Times,  İran’ın Irak’ın iç işlerine ne kadar güçlü bir şekilde dahil olduğunu ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin oradaki eşsiz rolünü ayrıntılı bir şekilde sunan gizli belgeleri yayınladı.
The Intercept gazetesi, kendisine sızdırılan İran İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı’nın (MOIS) 2014 ve 2015 yıllarına ait yazışmalarından oluşan yaklaşık 700 sayfalık raporu New York Times ile paylaştı.
New York Times tarafından ‘emsalsiz’ olarak nitelendirilen bu sızıntılar, İran’ın Irak’taki muazzam büyüklükteki etkisini gösteriyor.
Raporda, ABD’nin çıkarı için çalışan Iraklı ajanlara taraflarını değiştirmeleri için ödeme yapılmasını, İranlı casuslar tarafından ülkenin liderlerini seçme ve Irak'ın politik, ekonomik ve dini yaşamının her alanına sızmak için yıllarca süren zorlu çabaları da ortaya kondu.
700 sayfalık gizli belge
Bilinmeyen bir kişiden sızan yaklaşık 700 sayfalık rapor The Intercept’e gönderildi. The Intercept ise iç yazışmaları İngilizce’ye çevirerek New York Times ile paylaştı.
The Intercupt belgeleri sızdıran kişinin kimliğini bildirmedi ancak belgelerin doğruluğunun teyit edildiğini belirtti.
The Intercept'in haberinde, şifreli kanallar üzerinden iletişim kuran söz konusu kaynağın, "İran'ın ülkem Irak’ta neler yaptığını dünyanın bilmesini istiyorum” dediği ifade edildi.
Sızan iç yazışmalara göre Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi'nin, 2014'te Petrol Bakanı olduğu sırada Tahran ile ‘özel ilişkileri’ vardı.
Bu ilişkinin niteliği net olmasa da, gazete Iraklı hiçbir siyasetçinin İran'ın desteği olmadan başbakan olamayacağına dikkat çekti.
Abdulmehdi 2018'de başbakan olduğunda, hem İran hem de ABD’nin kabul edebileceği bir aday olarak görüldü.
Sızan iç yazışmalar, İran’ın rejimine dair istisnai bir görüş sağladığı gibi Irak’ın 2003’teki ABD’nin işgalinden bu yana İran’ın etkisi altında kaldığının da detayını verdi.
İran Devrim Muhafızları, özellikle de Kasım Süleymani liderliğindeki Kudüs Gücü, Tahran'ın ulusal güvenliği için kritik olarak gördüğü Irak, Lübnan ve Suriye'deki politikalarını belirleyen ana organı olarak kabul ediliyor.
Irak yönetiminin eski ve mevcut birkaç danışmanına göre bu ülkelerin büyükelçileri, Dışişleri Bakanlığı tarafından değil, Devrim Muhafızları’nın üst kademeleri tarafından atanıyor.
Kaynaklar, MOIS ve Devrim Muhafızları subaylarının Irak’ta birbirleriyle paralel bir çalışma yürüttüklerini söyledi.
İç yazışmalara göre ikisinin işlerinin büyük bir kısmı, Iraklı yetkilileri yetiştirme operasyonu oldu.
Irak'taki birçok üst düzey siyasi, askeri ve güvenlik görevlisi Tahran'la gizli ilişkiler kurdu. Irak eski Başbakanı Haydar İbadi hükümetindeki birçok kilit ismin Tahran ile yakın ilişkileri vardı.
MOIS’in söz konusu iç yazışmalarından birinde şu ifadeler var;
“Buradaki amaç, bu kişinin ABD hükümetinin Irak’taki planları hakkında, DEAŞ ile mi yoksa diğer gizli operasyonlarla mı uğraşacağıyla ilgili istihbarat öngörüleri sağlaması. Nihai hedef ise muhbir olacak bu kişinin ABD Dışişleri Bakanlığı’nda veya işbirliği yapmak isteyen herhangi bir Iraklı Sünni veya Kürt liderlerden olması.”
İran başlangıçta İbadi'nin sadakatine kuşkuyla yaklaşmasına rağmen, başbakan olduktan birkaç ay sonra yazılan bir rapor, İran istihbaratı ile gizli bir ilişki kurmaya tamamen hazır olduğunu gösteriyor.
Ocak 2015 tarihli bir raporda, İbadi’nin başbakanlık makamında, ‘sekreter ya da üçüncü kişi olmadan’ Borujerdi olarak bilinen MOIS görevlisi arasındaki özel bir toplantı yaptığı bilgisi yer aldı.
Borujerdi toplantıda Irak'taki Sünni-Şii bölünmesi hakkında konuşarak, “Bugün, Sünniler kendilerini mümkün olan en kötü koşullarda buluyor ve özgüvenlerini yitirdiler. Sünniler evsiz, şehirleri mahvolmuş ve önlerinde belirsiz bir gelecek var ancak Şiiler güvenlerini geri kazanabilir. Bugün Iraklı Şiiler, Irak hükümetinin ve İran'ın bu durumdan yararlanabileceği tarihi bir dönüm noktasında" dedi.
İbadi ise İranlı istihbarat görevlisinin söylediklerini tamamen kabul etti.
Söz konusu iç yazışmalara göre İran, 2011 yılında ABD  askerlerinin Irak'tan çekilmesi sonrasında eski CIA muhbiri olan Iraklıları safına çekmeye çalıştı.
Tahran ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir casus bulmak için çaba sarf etti ancak bu çabaların başarılı olup olmadığı belli değil.
İran, bu kişiyle görüşerek kendisine para, altın ve hediyeler teklif etti. İç yazışmalarda bu kişinin ismi belirtilmedi ancak ‘ABD hükümetinin Irak’taki planları hakkında, DEAŞ ile mi yoksa diğer gizli operasyonlarla mı uğraşacağıyla ilgili istihbarat öngörüleri sağlayacak’ bir kişi olarak tanımlandı.
ABD Dışişleri Bakanlığı ise konuya dair açıklama yapmaktan kaçındı.
Devrim Muhafızları komutanları ve Süleymani’nin Irak’ta DEAŞ’ı ortadan kaldırmak için çalıştıkları doğru ancak bu, Bağdat’ı Tahran’a bağlı olarak tutmaya ve kendisine yakın siyasi gruplarının iktidarda kalmasını sağlamaya daha fazla odaklanarak yapıldı.
“Onlara hizmetlerinde olduğumuzu söyle”
İran, Irak’ın güneyinde her zaman büyük bir varlığa sahipti.
Şiilerin kutsal şehirlerinde dini ofisler kurdu. Oradaki en güçlü siyasi partileri destekledi. İranlı öğrencileri eğitim için buraya gönderdi. İranlı inşaat işçilerini de Irak otelleri inşa etmeleri ve oradaki camileri yenilemeleri için yolladı.
Washington'un işgalinden sonra herhangi bir plan yapmamasının doğrudan bir sonucu olarak İran Irak'ta güçlü bir oyuncu oldu.
MOIS’in iç yazışmalarına göre Tahran, Washington’un Bağdat’ta sunduğu fırsatlardan yararlanmaya devam etti.
CIA için çalışan Iraklılar, ABD'nin çekilmesi sonrasında işsiz kaldı ve ABD ile olan bağları nedeniyle ‘belki de İran tarafından’ öldürülmekten korkuyordu. Bu nedenle Tahran’a hizmet vermeye başladılar.
Kerbela’da, 2014 sonlarında bir Irak istihbarat memuru, bir İran istihbarat yetkilisi ile bir araya gelerek, İranlılara Irak’taki ABD faaliyetleri hakkında sahip olduğu her şeyi anlatmayı teklif etti.
Iraklı istihbarat memuru üç saat süren görüşmede, dönemin Savunma Bakanlığı Askeri İstihbarat Komutanı Hatem el-Maksusi'den şu ifadelerin yer aldığı bir mesaj getirdi:
"Onlara hizmetlerinde olduğumuzu söyle. Neye ihtiyaçları varsa emirlerindeyiz. Biz Şiiyiz ve ortak bir düşmanımız var."
“Irak Ordusu istihbaratının tamamının sizin olduğunu düşünün” diyen Iraklı istihbarat memuru, ABD'nin Iraklılar için gizli hedefleme programını İranlılara devretmeyi teklif ederek, “Eğer dizüstü bilgisayarınız varsa, yazılımı yüklemem için bana verin” ifadelerini kullandı. Hatem el-Maksudi ise söz konusu iddiaları reddetti.
İbadi: ABD’lilerin adayı
ABD, 2014'ün sonlarına doğru DEAŞ ile savaşmaya başladığında bir kez daha Irak'a silah ve asker gönderdi. İran’da oradaki radikalleri hezimete uğratmak ile ilgilendi.
Ancak sızan raporlara göre İran, artan ABD varlığını İran hakkında istihbarat toplamak için bir tehdit olarak görüyordu.
1980'lerde İran'da sürgünde yaşayan Nuri el-Maliki, Tahran'ın favorisiydi. 
İngiltere’de eğitim görmüş halefi Haydar el-İbadi ise Batı’ya daha yakın ve daha az ‘mezhepsel’ görülüyordu.
Yeni bir başbakanın belirsizliği karşısında, İran'ın o dönemki Bağdat büyükelçisi Hasan Danayifer, İran Büyükelçiliği’nde gizli bir toplantı yaptı.
Toplantıda İbadi, ‘İngiliz bir adam’ ve ‘ABD’lilerin adayı’ olarak nitelendirilerek reddedildi.
Sızıntılara göre daha önce İbadi hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapan İbrahim El Caferi’nin de İran ile özel bir ilişkisi vardı ve bunu inkar etmedi.
Habere göre İran'ın Irak siyaseti üzerindeki egemenliğinin, Suriye iç savaşının şiddetlendiği, Bağdat'ın çok uluslu bir sarmalın merkezinde olduğu, DAEŞ unsurlarının Irak’ın neredeyse üçte birini ele geçirdiği ve ABD güçlerinin giderek kötüleşen krizle yüzleşmek için bölgeye doğru ilerlediği 2014 sonbaharından itibaren arttığı açıkça görülüyor.
Bu kaotik arka plana karşı, o zamanki Irak Ulaştırma Bakanı Bayan Cabr Kasım Süleymani ile ofisinde bir araya geldi.  
Süleymani bir iyilik istemek için gelmişti. Suriye’de Beşşar Esed rejimini desteklemek için gönderilen silah yüklü uçakların Irak’ın hava sahasının erişimine ihtiyacı vardı. Ulaştırma Bakanı tereddüt etmeden bunu kabul etti.
Süleymani bundan memnun oldu. Cabr, ellerini gözlerinin üzerine koydu ve 'Gözüm üstüne. Dilediğiniz gibi’ dedi. Süleymani ise Cabr’i alnından öptü.
Cabr, Süleymani ile yaptığı görüşmeyi doğruladı ancak İran'dan Suriye'ye olan uçuşların, insani yardımlar ve kutsal bölgeleri ziyaret etmek için Suriye'ye seyahat eden insanları taşıdığını söyledi.
Sızan bir başka iç yazışmaya göre Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani, üst düzey ABD'li ve İngiliz yetkililer ile Irak’ın o zamanki Başbakanı İbadi’yle Aralık 2014’te Bağdat’ta bir araya geldi.
Bunun ardından kendisine söylenenleri anlatmak için İranlı bir yetkiliyle görüşmeye gitti. Ancak Barzani bu iddiaları reddetti.
Habere göre İran ayrıca kârlı anlaşmalar elde etmek için de Irak’taki etkisini kullanıyor.
Kudüs Gücü, silah ve diğer yardımlar karşılığında Iraklı Kürtlerden petrol ve kalkınma sözleşmeleri aldı. Başka bir rapora göre İran, bir Meclis üyesine 16 milyon dolar rüşvet ödeyerek karşılığında altyapı ve su arıtma projelerini aldı.
İranlı yetkililer soruları yanıtsız bıraktı
New York Times, İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) sözcüsü Ali Rıza Miryusufi, İran'ın BM Büyükelçisi Macid Taht Revançı ve Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’ten bu konuda yorum istedi.
Miryusufi, bu ayın sonuna kadar cevap veremeyeceğini söyledi. Büyükelçi resmi ikametgahına elden teslim edilen yazılı bir talebe cevap vermezken, Zarif ise e-posta ile kendisine gönderilen soruyu yanıtsız bıraktı.
Kendisine telefon ile ulaşılan İran'ın o dönemki Bağdat büyükelçisi Hasan Danayifer ise bu belgelerin doğruluğunu kabul ederek, “Evet, Irak'ta özellikle ABD’nin orada yaptıkları gibi çeşitli konularda çok fazla bilgiye sahibiz” dedi.



Irak'ta PKK kontrolündeki bölgelere yönelik çekişme

PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)
PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)
TT

Irak'ta PKK kontrolündeki bölgelere yönelik çekişme

PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)
PKK'nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı Kuzey Irak'taki Kandil bölgesinde düzenlenen törende bir PKK militanı, 26 Ekim 2025 (AFP)

Rüstem Mahmud

Türkiye ile PKK arasındaki “barış süreci” çerçevesinde atılan ilk pratik adımda, PKK, Kürdistan Bölgesi'ndeki Duhok şehrinin kuzeydoğusunda bulunan Zap bölgesinden savaşçılarını çektiğini açıkladı. Bu adım, yıllarca süren ve yüzlerce can kaybına, yüzlerce köy ve kasaba sakininin diğer bölgelere kaçmasına, çevre, altyapı ve hizmetlerde geniş çaplı yıkıma neden olan neredeyse günlük çatışmaların ardından, iki taraf arasındaki savaşın en hassas bölgelerinden birindeki askeri çatışmalara son verdi.

Yine bu adım, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile federal Irak hükümeti yönetimi altındaki bölgelerde PKK savaşçıları tarafından onlarca yıldır kontrol edilen beş büyük coğrafi alanın siyasi, güvenlik ve ekonomik geleceğiyle ilgili son derece karmaşık bir dosyanın da kapağını açtı. Bahsi geçen Zap bölgesine ilave olarak, PKK militanları Türkiye ve İran ile sınır üçgeninde yer alan Kandil Dağları ile Erbil şehrinin kuzeydoğusunda, Sidekan kasabası yakınlarındaki Bradost Dağları'nı kontrol ediyor. PKK'ya bağlı gruplar ayrıca, Ninova (Musul) şehrinin kuzeybatısında yer alan Sincar ilçesini ve Erbil şehrinin güneyinde yer alan Mahmur ilçesindeki Türk-Kürt mülteci kampını da kontrol ediyor.

Şiddet döneminin sonu

Mecelle, PKK'nın militanlarının geri çekildiğini açıkladığı bölgedeki birçok köyü ziyaret etti ve kalan az sayıdaki sakinleriyle görüştü. Köylüler, bölgelerinin birkaç haftadır olağanüstü bir sakinlik yaşadığını vurguladı. Binlerce PKK militanının nereye gittiği konusunda bilgi sahibi olmadıklarını ifade eden sakinler, askeri üslerin ve Türk ordusuna ait kontrol merkezlerinin boşaltılması da dahil olmak üzere herhangi bir olağandışı faaliyete tanık olmadıklarını belirtti.

Söz konusu bölge, Duhok şehri sınırları içinde yer alıyor ve doğuda Şeladize, batıda Batufa kentleri arasında dikdörtgen bir şekilde uzanarak kuzeyde Türk sınırına kadar ulaşıyor. Yaklaşık 90 kilometre uzunluğunda ve 20 ila 40 kilometre genişliğinde olan bu bölge, son derece engebeli Karadağ’ın etrafında yoğunlaşıyor. Türk ordusu, 35 yıl boyunca bu bölgeyi kontrol altına almaya çalıştı; önce bir dizi hava saldırısı ve kara harekâtı düzenledi. Buradan dağ sıralarının geri kalanına, PKK’nın merkezi yapısının, askeri komutasının ve üst düzey yöneticilerinin bulunduğu Kandil Dağları'na doğru ilerlemeyi hedefledi. Ancak, bilhassa PKK militanlarının son yıllarda Türk ordusu mevzilerine yönelik bir dizi saldırı düzenleyen küçük, mobil gruplar stratejisini benimsemesinden sonra bunu başaramadı.

ABD merkezli Kürt Toplumsal Barış İnşa Ekipleri’ne (CPT) göre, Türkiye’nin çeşitli bölgelerde 139 askeri üs ve kontrol noktası bulunuyor. Burada, yalnızca geçen yıl içinde PKK militanları ile 5 binden fazla çatışma ve saldırı yaşandı. Ancak, engebeli arazi ve PKK'nın dağlarda tahkim edilmiş ve karmaşık bir altyapı kurabilmesi, Türk ordusunun hedeflerine ulaşmasını engelledi.

Üç ülke arasındaki kaçakçılığın geçiş güzergahı olan bölge, bu geçiş güzergahlarını kontrol etmeye yönelik bir anlaşmaya varılmasını da gerektirecektir. Ancak Türkiye, hiçbir silahlı örgütün bölgeye geri dönmemesini sağlamak için bölgedeki varlığının sürekli olmasını talep edecektir

IKBY’den bir siyasi kaynak, geri çekilen PKK savaşçılarının IKBY’nin kontrolündeki bölgeler üzerinden PKK'nın kontrolündeki diğer bölgelere geçiş yapmış olabileceğini reddetti. Şunu da ekledi: “PKK militanlarının konuşlandığı çeşitli bölgeler arasında engebeli dağ geçitleri var ve bu nedenle istedikleri gibi hareket edebiliyorlar. IKBY için sadece şu iki husus önemlidir: Birincisi, vatandaşlarımızın normal hayatlarına dönebilmeleri, hükümetimizin kalkınma ve hizmet planlarını uygulayabilmesi için tüm bölgelerin PKK militanları veya Türk ordusu gibi herhangi bir yabancı askeri varlıktan arındırılması. İkincisi, şiddeti sona erdirmek için iki taraf arasında olumlu arabulucular olarak hareket etmemiz. Türkiye komşu bir ülke ve içindeki Kürt sorunu Kürdistan Bölgesi'nin çıkarlarını ve ulusal güvenliğini etkiliyor.”

Zorlu coğrafyalar

Fırat Çalışma Merkezi'nde güvenlik meseleleri araştırmacısı olan Velid Celili Mecelle’ye verdiği röportajda, Irak içinde PKK tarafından kontrol edilen bölgelerle ilgili hassasiyetleri ve her iki tarafın da bu bölgelerle ilgili yaptığı hesapları ayrıntılı bir şekilde açıkladı. Bu bölgeler üzerinde ister Kürtler arasında ister Irak içinde ve hatta bölgesel düzeyde, siyasi ve güvenlik temelli rekabetlerin yaşanacağını öngördü. Çünkü ona göre bunlar, belirli güvenlik ve siyasi özelliklerin yanı sıra, bu bölgelerdeki yerel topluluklar veya çevredeki sosyal ve siyasi coğrafya ile kurulan ve biriktirilen ilişki ağlarına sahip, son derece benzersiz ortamlardır.

vc
PKK’nın Türkiye'den tamamen çekildiğini açıkladığı 26 Ekim 2025'te Kuzey Irak'ın Kandil bölgesinde düzenlenen bir tören sırasında PKK'nın tutuklu lideri Abdullah Öcalan’a ait bir görsel (AFP)

Araştırmacı Celili sözlerini şöyle sürdürüyor: “Duhok ve Erbil şehirlerindeki dağlık bölgeleri, özellikle Bradost Dağı ile Karadağ arasındaki alanı ele alırsak, bu alan şehrin üçte ikisinden fazlasını kaplıyor. Dolayısıyla, bu alan IKBY’nin egemenliğine geri döndüğünde, bu iki şehirde önemli bir etkiye sahip olan Bölgesel Yönetim ve özellikle de Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) için önemli bir itici güç olacaktır. Buna ilave olarak, bu bölge Türkiye ile olan sınır üzerinde tam kontrol sağlayacak ve böylece iki ülke arasındaki sınır ötesi çatışmanın sona ermesi için bir emniyet supabı görevi görecektir. Bu çatışma, on yıllardır tüm Türk müdahaleleri ve yaşanan çatışmalar için bir meşruiyet kaynağı oluşturdu. Şimdiden Bağdat'tan, Irak ordusunun ve merkezi güvenlik güçlerinin PKK savaşçıları ile Türk ordusunun ayrılmasından sonra boşalacak alanı kontrol etmesine olanak tanıyan ikili bir anlaşma için ara sıra çağrılar duyuyoruz. Bunun Türkiye için bir garanti ve merkezi otoritenin doğal hakkı olduğunu savunuyorlar. Ancak bu durum, coğrafi alanın IKBY’nin federal egemenliği altında olduğunu vurgulayan Bölgesel Yönetim tarafından kabul edilebilir değil.”

Bu durum, elbette, bölgenin iki ülke arasındaki sınır noktalarını korumak ve denetlemek için Irak Ordusu’na bağlı sınır muhafız birliklerinin varlığını kabul etmesiyle çelişmiyor; ancak bu da söz konusu konuları düzenleyen, sınır muhafız birliklerinin üyelerinin sınır illerinden olması gerektiğini öngören anayasal norm ve prosedürlere uygun olmalı.

 Uzman araştırmacı, bu mekanizmaya göre geri kalan alanlarla ilgili açıklamalarını şöyle sürdürüyor: “Kandil Dağları bölgesi, güvenlik açısından en karmaşık bölgedir. Çünkü PKK'nın on yıllar boyunca kurduğu altyapı, Türkiye, Irak ve İran arasında bir çekişme noktası olacaktır. Ayrıca, üç ülke arasındaki karmaşık sınır üçgeni, sınırlarının belirlenmesi ve bu sınırlar içindeki coğrafi müdahalelerin yeniden düzenlenmesi için siyasi bir anlaşma gerektirecektir. Ancak en önemlisi, üç ülke arasındaki kaçakçılığın geçiş güzergahı olan bölge, bu geçiş güzergahlarını kontrol etmeye yönelik bir anlaşmaya varılmasını da gerektirecektir. Ancak Türkiye, hiçbir silahlı örgütün bölgeye geri dönmemesini sağlamak için bölgedeki varlığının sürekli olmasını talep edecektir. Zira Kandil Dağları, 1960'ların başından beri çeşitli Kürt silahlı hareketlerinin merkezi oldu ve bu ülkeler burayı, kendilerine radikal bir şekilde karşı olan herhangi bir siyasi akımı cezbedebilecek bir model olarak görmektedir.

PKK’nın yakın gelecekte boşaltacağı alanların yeniden şekillendirilmesi sürecini takip edecek iki önemli konu daha var. Yıkılan ve boşaltılan binlerce köyün yeniden inşası ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü teşvik etmek için muazzam bütçeler gerekiyor

Ninova (Musul) şehrinin kuzeybatısındaki Sincar ilçesine gelince, bu öncelikle siyasi bir mesele. IKBY hükümetinin 2020 yılında Bağdat hükümeti ile imzaladığı anlaşma, yıllardır ilçeyi kontrol eden PKK ile bağlantılı Sincar Direniş Birlikleri'nin (YBŞ) varlığı nedeniyle uygulanmadı. YBŞ, DEAŞ terör örgütü tarafından korkunç bir soykırıma uğrayan Yezidi topluluğu içinde toplumsal tabanların desteğine sahip olduğunu söylüyor.

sdvfgr
PKK’nın üst düzey komutanlarından Amed Malazgirt, Irak-İran-Türkiye sınırına yakın Zagros Dağları'nın bir parçası olan Kandil Dağları'ndaki bir mağarada Agence France-Presse ile yaptığı röportaj sırasında, 29 Kasım 2025 (AFP)

Dahası, bu birlikler resmi olarak Iraklı ve üyelerinin çoğu Iraklı/Yezidi vatandaşı. Dolayısıyla en azından ilçenin çevresindeki birçok bölgede konuşlandırılmış Haşdi Şabi Kuvvetleri’ne bağlı fraksiyonlar gibi burada kalma meşruiyetine sahip olduklarını iddia edecekler. Ancak İran, Suriye ve Türkiye sınırlarında yer alması nedeniyle son derece hassas ve hayati bir bölge olan bu yerde etkisini sürdürmekte ısrar edecektir. İran’ı bu konuda kendisine yakın Haşdi Şabi fraksiyonları da destekliyor. Aynı durum, on yıllar içinde derin bir toplumsal dokuya dönüşen Mahmur Kampı için de geçerli. Kampın kapatılması, öncelikle Türkiye'nin siyasi iradesiyle desteklenen olağanüstü bir insani, hukuki ve siyasi çaba gerektiriyor; aksi takdirde, mevcut süreçte yer alanların sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağı yeni bir trajedinin kaynağı haline gelebilir.

Çevre ve haklar

PKK savaşçılarının yakın gelecekte boşaltacağı alanların yeniden şekillendirilmesi sürecini takip edecek iki önemli konu daha var. Yıkılan ve boşaltılan binlerce köyün yeniden inşası ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü teşvik etmek için muazzam bütçeler gerekiyor. Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre bu dağlık bölgeler, Kürdistan'ın en verimli tarım alanları arasında. Aynı durum tamamen yıkılan altyapı için de geçerli. Son yirmi yılda Kürdistan'da bir tür patlama yaşayan kalkınma süreçleri dışında kalan bu bölgelerde binlerce okul, yol ve köprü yeniden inşa edilmeli. Elbette, Irak federal hükümetinden ve bu çatışmanın bir tarafı olan, bu bölgelerde açık bir yasal veya siyasi gerekçe olmaksızın bulunan Türkiye'den de bu çabaya katılmaları beklenecektir. Askeri operasyonların onlarca yangına neden olduğu, yasaklanmış ve çevreye son derece zararlı silahların kullanıldığı göz önüne alındığında, çevrenin de yıllarca bakıma ihtiyacı olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rusya’nın Sudan’da askeri üs kiralamasına ilişkin Mısır'ın endişelerine dair bir okuma

Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)
Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)
TT

Rusya’nın Sudan’da askeri üs kiralamasına ilişkin Mısır'ın endişelerine dair bir okuma

Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)
Sudan’ın Port Sudan Limanı’nda demirlemiş Rusya Donanması’nın bir gemisi, 27 Nisan 2021 (AFP)

Amr İmam

Kahire, Hartum ve Moskova arasında 2020 yılında imzalanan anlaşmayı yeniden canlandırma çabalarını ve Port Sudan’ı Mısır'ın güney sınırında, Kızıldeniz'deki Rusya'nın en yeni deniz üssü haline getirmeye hazırlanmasını büyük endişe ve öfkeyle izliyor.

Öte yandan anlaşmayı alelacele uygulamaya koymak, zor durumdaki Sudan ordusu için tamamen anlaşılabilir bir durum. Mühimmatını ve kontrol ettiği toprakları tamamen yitirmek üzere olan ordunun artık çok fazla zamanı da yok. İç savaş, onu kenara itip Sudan'ı daha da parçalanmaya ve bölünmeye sürüklemekle tehdit ediyor. Rusya’nın Port Sudan'da edineceği deniz üssü, bu ordunun hayatta kalmak ve Sudan'ın bir bütün olarak kalmasını sağlamak için ihtiyaç duyduğu silah, eğitim ve koruma karşılığında ödenecek bedel olacak.

Moskova ise giderek artan zorluklarla karşı karşıya. Tartus'taki dayanağı sarsılan ve Türkiye'nin boğazlarını kapattığı Kremlin, artık sıcak sulara açılan yeni bir çıkış noktasına ihtiyaç duyuyor. Ancak bu gelişme Süveyş Kanalı Kızıldeniz'de Husilerin neden olduğu krizden çıkmaya çalışırken, Etiyopya ile Nil Nehri suları sorunu konusunda gerginlikler zirveye ulaşmışken, Mısır için daha kötü bir zamanda gelemezdi. Zira bu gelişme, Mısır'ın en önemli su yolu olan Kızıldeniz'i süper güçler arasındaki çatışma alanına dönüştürebilir ve sadece birkaç kilometre uzaklıkta Rusya’ya ait bir deniz üssü olması ihtimali, durumu daha da tehdit ediyor.

Hayatta kalmak için bir araç

Esasen Rusya’nın Port Sudan'da bir deniz üssü kurmak için 2020 yılında yapılan anlaşmanın yeniden canlandırılması çabası, büyük stratejik hesaplarla değil, hayatta kalma mantığıyla ilişkili. Sudan ordusu, 2023 nisanında patlak veren, yüzbinlerce kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin evlerini terk etmesine neden olan iç savaşta hayatta kalmak için mücadele ediyor. Düşmanı olan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), yabancı destekçilerden gelen bol miktarda para, asker ve silaha sahip görünüyor.

Öte yandan, ordunun mühimmatı, uçakları ve seçenekleri tükenmek üzere. Batılı ülkelerin Sudan'a 1994 yılından bu yana uyguladığı yaptırımlar, çoğu modern silah pazarının kapılarını onun yüzüne kapatmış ve Sudan ordusunu silahlanma açısından ciddi bir dezavantaja sokmuştu.

Moskova, giderek artan zorluklarla karşı karşıya. Tartus'taki dayanağı sarsılan ve Türkiye'nin boğazlarını kapattığı Kremlin, artık sıcak sulara açılan yeni bir çıkış noktasına derhal ihtiyaç duyuyor.

Rusya, Sudan'ın en eski ve en güvenilir silah tedarikçisi. Bu yüzden Sudan ordusunun mevcut silahlarının çoğu Rus yapımı.

Rusya’nın Port Sudan'daki deniz üssünü 25 yıllığına kiralaması karşılığında Moskova Sudan ordusuna, gelişmiş hava savunma sistemleri, modern savaş uçakları, büyük miktarda mühimmat ve yoğun askeri eğitim gibi ihtiyaç duyduklarını sağlayacak.

Söz konusu deniz üssü, ilki silahların bedelinin ödenmesi, ikincisi Rusya ordusunun, Sudan ordusunun savaş dönemi başkenti ve son ekonomik can damarı olan Port Sudan’a doğrudan konuşlandırılması olan iki amaca hizmet edecek.

Bu gelişme, şu anda Sudan’ın batı kesiminin çoğunu kontrol eden HDK'yı yatıştıracak ve doğuya ilerleyerek ülkenin tek büyük limanını ele geçirmesini engelleyecek mi, henüz belli değil.

Büyük bir ateş gücü desteği olmadan, Sudan ordusu birkaç ay, hatta belki de birkaç hafta içinde çökebilir. Bu yüzden Sudan ordusunun generalleri, bedeli Sudan kıyılarında çeyrek asır veya daha uzun süre Rusya’nın askeri varlığı olsa bile, Rusya’nın yardımını daha hızlı ve daha uygun maliyetli bir can simidi olarak görüyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve eski Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, Rusya'nın Karadeniz kıyısındaki Soçi kentinde bir araya geldi, 23 Kasım 2017 (Reuters)

Anlaşmanın onaylanmasının ardından, Rusya’nın yaklaşık 300 askeri personeli, kiralama süresi boyunca Port Sudan'da konuşlandırılacak olan nükleer enerjili deniz altıları da dahil olmak üzere dört savaş gemisini komuta etmek üzere göndermesi bekleniyor.

Moskova için böyle bir üssün kurulması son derece acil bir konu. Port Sudan’ın konumu da potansiyel alternatiflere göre daha büyük stratejik değere sahip.

Bundan tam bir yıl önce, Suriye'de Beşşar Esed rejiminin ani düşüşü, Rusya’nın Akdeniz kıyısında bulunan Tartus Limanı’ndaki askeri üssünün kaderini belirsizlik ve beklenti girdabına sürükledi.

Neredeyse iki yıl önce Türkiye, stratejik boğazları (İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı) savaş gemilerine kapattı ve böylece Rusya'nın Karadeniz filosu ile dünya okyanusları arasındaki hayati bağlantıyı fiilen kesti.

Dahası, Kremlin için krizi daha da şiddetlendiren Ukrayna saldırıları, Rus donanmasını kısmen felç etti ve olağan deniz yollarını kapattı, gemilerini uzak denizlere ulaşmak için Avrupa ve Afrika çevresinde uzun ve tehlikeli dolambaçlı yollara zorladı.

Rusya’nın Port Sudan'daki deniz üssünü 25 yıllığına kiralaması karşılığında Moskova, Sudan ordusuna, gelişmiş hava savunma sistemleri, modern savaş uçakları, büyük miktarda mühimmat ve yoğun askeri eğitim gibi ihtiyaç duyduklarını sağlayacak.

Ancak Port Sudan limanı, tek seferde büyük bir stratejik değişim getirebilir. Bu limanın rolü, Rus gemileri için bir demirleme yeri olmakla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda bir onarım tersanesi, yakıt deposu ve elektronik iletişimi kesme istasyonu olarak da işlev görebilir.

Kızıldeniz’deki yeni üs, abluka altına alınması kolay olan Akdeniz'in dar deniz boğazlarından uzakta ve NATO'nun ana devriye alanlarının dışında iki katmanlı stratejik koruma ile güçlendirilecek.

Bu konum, Moskova'nın Afrika kıtasındaki ilk gerçek anlamda kalıcı deniz üssünü oluşturacak ve geçici deniz ziyaretlerini yıl boyunca sürdürülebilir bir stratejik varlığa dönüştürecek.

Ancak, potansiyel kazançlarla ilgili tüm bu konuşmaların arasında, göz ardı edilemeyecek zorlu gerçekler de var.

Ukrayna'daki savaş, Rusya'yı askeri ve ekonomik olarak tüketirken büyük miktarda mühimmat ve füze harcadı, devlet kasasını boşalttı. Fabrikaları ile tersaneleri artan talebi karşılamakta zorlanmaya başladı.

scdfr
Port Sudan'a yapılan İHA saldırısının ardından yükselen dumanlar, 6 Mayıs 2025 (AFP)

Bu açıdan bakıldığında, gerçeklik kaçınılmaz olarak “Ukrayna'da üç yıl süren acımasız savaşın ardından, Rusya sınırlarından binlerce kilometre uzakta tamamen yeni bir üs inşa etmek, donatmak ve korumak için hala yeterli mali kaynaklara, askeri teçhizata ve operasyonel rezervlere sahip mi?” sorusunu akıllara getiriyor.

Mısır'ın endişeleri

Mısır için Sudan stratejik bir komşu, güneydeki kalkanı, Nil Nehri’nin kaynağının koruyucusu ve Afrika Boynuzu'ndan gelebilecek herhangi bir kargaşaya karşı son tampon bölgedir.

Bundan dolayı Kahire, Sudan topraklarında, özellikle Kızıldeniz kıyılarında yabancı askeri varlığı, sadece ikili bir mesele olarak değil, hayati ulusal güvenlik çıkarlarına aykırı bir durum olarak görüyor.

Bu tutum, özellikle Mısır'ın sınırlarına yakın bölgelerde yabancı askeri üslerin kurulmasına karşı -neredeyse kesin bir ilke haline gelmiş olan- derin tarihi duyarlılığı göz önüne alındığında yeni sayılmaz. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Mısır, silah anlaşmaları veya ortak tatbikatlar yoluyla Rusya ile askeri iş birliğini sıcak bir şekilde karşılarken, komşularının topraklarında kalıcı yabancı askeri tesislerin kurulmasına karşı, aynı müttefik olsa bile, tutarlı bir şekilde net kırmızı çizgi çiziyor.

Tarih, Kahire'nin herhangi bir yabancı askeri varlığı reddetme konusunda ne kadar kararlı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

2017 yılında, dönemin Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir, Türkiye'ye Kızıldeniz'deki Sevakin Adası’nda deniz üssü kurma hakkı tanıyan bir anlaşma imzaladığında Mısır, buna derhal ve son derece öfkeli bir tepki gösterdi.

Dışarıdan bakan gözlemcilere göre bu, Ankara ile Kahire arasındaki kronik bölgesel çatışmanın yeni bir turu gibi görünebilirdi ve bazıları bunu iki rejim arasındaki derin ideolojik farklılıkların yansıması olarak yorumladı.

Ancak Mısır'ın Türkiye'nin Kızıldeniz'deki askeri varlığına tepkisi, salt ideolojik anlaşmazlıklardan çok daha derin nedenlerden kaynaklanıyordu. Bu, düşman ya da rakip olsun, yabancı bir gücün hayati stratejik sınırlarının derinliklerinde askeri varlık kurmasına izin verme ilkesini temelden reddeden bir ülkenin içgüdüsel tepkisiydi.

frgt
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Sudanlı mevkidaşı Ali Yusuf eş-Şerif, Moskova'da düzenlenen bir toplantıda, 12 Şubat 2025 (AFP)

2020 yılında, Rusya’nın Port Sudan'da bir lojistik üssünün kurulacağına dair ciddi söylentiler dolaşmaya başladığında, Mısır Genel İstihbarat Servisi yetkilileri derhal Hartum'a giderek acil bir açıklama talep ettiler ve bu öneriyi bölgedeki yazılı olmayan kuralların açık ihlali olarak değerlendirdiler.

Bu yönetim, ilkeleri şimdi her zamankinden daha zor ve belirleyici bir sınav veriyor.

Sudan'da şiddetli iç savaş, yüz binlerce mültecinin Mısır'a akın etmesine yol açarak, ülkenin ekonomik yükünü artırdı ve güney sınırını istikrarsızlaştırdı.

Rusya’nın Sudan’ın Kızıldeniz kıyısında potansiyel bir askeri varlığı, Rusya’nın Hartum'daki iktidara doğrudan askeri koruma ve güvenlik garantileri sağlamasına olanak tanıyabilir. Bu tür güvenlik garantileri, Mısır'ın Sudan'ın başlıca hamisi ve koruyucusu olarak tarihi rolünü doğrudan etkileyebilir ve hatta bu geleneksel nüfuzuna açık bir meydan okuma oluşturabilir.

Rusya'nın güvenlik garantileri, Mısır'ın Sudan'ın başlıca hamisi ve koruyucusu olarak tarihi rolünü doğrudan etkileyebilir ve hatta bu geleneksel nüfuzuna açık bir meydan okuma oluşturabilir.

Tamamen stratejik bir bakış açısıyla, Rusya'nın Sudan'da askeri olarak konuşlanması için daha kritik bir zaman olabileceğini düşünmek zor. Küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12'sinin geçtiği Kızıldeniz, Süveyş Kanalı gelirleri sayesinde Mısır ekonomisi için en önemli can damarı olmaya devam ediyor.

Husilerin Aden Körfezi ve Kızıldeniz'de Gazze'deki savaşla stratejik olarak bağlantılı olarak iki yıldır sürdürdüğü saldırılarının ardından, deniz seyrüseferi, ancak yeni yeni ve yavaş yavaş toparlanmaya başladı.

Bu kırılgan denkleme Rusya’nın Sudan’da kalıcı bir deniz üssünün eklenmesi, Moskova’ya Mısır’ın egemenliği ve ekonomisi için hayati önem taşıyan deniz yollarını izleme ve hatta isterse kesintiye uğratma imkânı verebilir.

Komşu ülke Cibuti, halihazırda başta ABD, Fransa ve Çin olmak üzere çok sayıda yabancı askeri üsse ev sahipliği yapıyor.

Bölgeye Rusya’nın Sudan’da kalıcı bir deniz üssü edinmesinin eklenmesi, Kızıldeniz'i gergin ama yönetilebilir bir alan olmaktan çıkarıp süper güçler arasında açık bir çatışma alanına dönüştürecek, bu da Mısır'ın kaçınmaya çalıştığı türden bir kaosa yol açacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Beyrut-Tahran ilişkilerinde yeni bir sarsıntı

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
TT

Beyrut-Tahran ilişkilerinde yeni bir sarsıntı

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci'nin İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'nin Tahran'ı ziyaret etme davetini reddetmesi ve görüşmenin üçüncü bir ülkede yapılmasını önermesi üzerine, Lübnan ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden sarsıldı.

Recci dün yaptığı açıklamada, bu dönemde Tahran'ı ziyaret etme davetini kabul etmediği için özür dilediğini ve bunun yerine "karşılıklı olarak mutabık kalınan tarafsız bir üçüncü ülkede" toplantı yapılmasını önerdiğini söyledi. Recci, İran'ı ziyaret etmeme kararının nedeninin "mevcut koşullar" olduğunu belirterek, bunun "görüşmeyi reddetmek anlamına gelmediğini, aksine uygun bir ortamın mevcut olmadığı anlamına geldiğini" vurguladı.

Recci, Beyrut ve Tahran arasında yeni bir başlangıcın, ulusal egemenliğe saygı, iç işlerine karışmama ve devletler arası ilişkileri düzenleyen normlara karşılıklı bağlılık da dahil olmak üzere, açık temeller üzerine kurulması gerektiğini açıkladı. Ayrıca ülkesinin, şeffaflık ve karşılıklı saygı ile karakterize edilen "yapıcı" bir ilişki kurmaya hazır olduğunu ifade etti.