Hüsam Zeki: Türkiye ve İran müdahaleleri kırmızı çizgileri aştı

Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Hüsam Zeki
Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Hüsam Zeki
TT

Hüsam Zeki: Türkiye ve İran müdahaleleri kırmızı çizgileri aştı

Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Hüsam Zeki
Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Hüsam Zeki

Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Hüsam Zeki, Arap durumunun son derece hassas olduğunu ve dış müdahale nedeniyle yeni mayınların patlamasına engel olmak için oldukça dikkatli ve ihtiyatlı bir şekilde hareket etmek gerektiğini vurguladı.
Şarku’l Avsat’a konuşan Zeki, İran'daki protestoların ve bunların Lübnan ve Irak'taki durum üzerindeki etkisini değerlendirmek için henüz çok erken olduğunu belirtti. Ayrıca Arap ülkelerindeki Türk ve İran müdahalelerinin kırmızı çizgileri aştığını dile getiren Hüsam Zeki, Arap Birliği Şartı kapsamında Arap-Arap uzlaşılarının uygulamaya geçirilmesinin önemine dikkat çekerek, yöneltilen eleştiriler karşısında Arap Birliği'nin performansını savundu.
Hüsam Zeki ile gerçekleştirilen röportajın tamamı;
-2011'deki Arap Baharı olaylarından bu yana Arap Birliği, çeşitli bölünmelerle ve krizlerle karşı karşıya kaldı. Arap Birliği bu durumun üstesinden nasıl gelecek?

Arapların halihazırdaki durumu oldukça karmaşık ve sorunlu. Bu durum, geçtiğimiz yedi yıl boyunca yaşanan bölünmelerle daha da karmaşık hale geldi. Devletlerin bütün yapılarıyla birlikte çöktüğü bazı durumların olduğu biliniyor. Tüm bunlar Arapların şu an içerisindeki bulunduğu durumu oldukça hassas kılıyor. Çünkü içeriden ve dışarıdan gelen tehditler var. Bir dizi ülke iç sorunlardan mustarip ve bununla birlikte Arap kararı üzerinde etkin olmaya çalışan ve Arap potansiyelinden yararlanmak isteyen açgözlü bölgesel komşular var. Dolayısıyla tüm bunlarla başa çıkmak bilgece hareket edilmesini ve fazlaca özen gösterilmesini gerektiriyor. Zira her kriz veya problemde patlamaya hazır mayınların bulunduğuna tanık oluyoruz.
-Arap Birliği, İran ve Türkiye başta olmak üzere dış müdahalelerle nasıl başa çıkıyor?
İran söz konusu olduğunda müdahaleler konusu oldukça açık. Çünkü İran’ın yıllardır Arap komşuları ile nasıl uğraştığı biliniyor. İran, kriz zamanları bir yana barış dönemlerinde de milisler yaratıyor ve onlardan faydalanarak devrimini ihraç etmeye çalışıyor. Bu, birçok ülkede atmosferi gerginleştirdi. Aynı şekilde yakın zamanda yeni bir Türk modeli çıktı karşımıza. Arapların bunların karşısında kararlı şekilde durması gerekiyor. Bu iki ülkenin yaptıkları tüm kırmızı çizgileri aştı.
-Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son Arap Birliği kararlarını çelişkili ve karışık olarak nitelendirdi. Bunun hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
Arap Birliği, Türkiye’nin eylemlerine yönelik eleştirilerde bulundu. Türkiye, kendi faaliyetlerine ilişkin eleştirileri duymak istemiyorsa, bu tamamen onu ilgilendiren bir meseledir. Nitekim Arap Birliği, Türk müdahaleleri hakkında açık ve net kararlar almaya devam edecektir.
-Arap saflarındaki bölünmelerin bölgedeki kriz dosyalarına ilişkin çıkmazları derinleştirdiğini düşünüyor musunuz?
Kuşkusuz öyle. Arap cephesindeki bölünmelerin azalması ve safların daha da sıkılaştırılması, Araplara gerek çıkarlarını savunmaları konusunda gerekse de güvenlik ve egemenlik ihlallerini önlemeleri hususunda önemli bir fırsat sunar.
-Arap Birliği, Suriye krizini çözme sürecine dâhil olacağın açıkladı. Bu ne zaman ve nasıl olacak?
Arap Birliği her daim müdahaleye hazırdır. Ancak sorun, Arap Birliği’nin bu dosyadaki rolünü oynama konusunda diğer tarafların da istekli olup olmadıklarıdır. Bu bir soru olarak ortada duruyor.
-Lübnan ve Irak'taki protestoları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Irak’taki şiddete ilişkin bir açıklama yaptık. Irak partileri de bizimle aynı fikirdeler. Açıklamamızda, Irak anayasasının gösteri yapma hakkını garanti ettiğini belirttik. Genel Sekreter, yardım için müdahale etmenin gerekip gerekmediğine karar vermeden önce Arap Birliği’nin bu hususta dikkatli davranması gerekiyor. Yardım sağlamak amacıyla Irak'taki durum her daim takip ediliyor. Müdahale yoluyla destek olunacaksa bunun Irak halkı tarafından talep edilmesi gerekir. Irak’ın en yakın zamanda istikrarı temin etmesini istiyoruz.
-Peki ya Lübnan?
Taif ve öncesinde Doha anlaşmasıyla neticelenen 2008 yılının temmuz ayındaki savaştan bu yana tüm gelişmeler takip edildi. Arap Birliği Lübnanlılara yardım etmek amacıyla bir dizi müdahalede bulundu. Mevcut duruma gelince, aynı soru burası içinde geçerli.
-Lübnan ya da Irak'ta olup bitenlere ilişkin beklentileriniz nelerdir? Ufukta bir ışık veya çözüm görüyor musunuz? Ya da bir çözüme ulaşmak daha fazla zaman mı gerektiriyor?
İki ülkedeki krizde ortak olan bir taraf var. Bu ortaklık, her iki ülke halkının da mezhepçiliğe yaslanan siyasi rejimin ekonomik ihtiyaçları ve kalkınmayı karşılayamayacağına inanmalarıdır. Ancak bu rejimin değiştirilmesi veya tadil edilmesi durumunda, bir uzlaşının sağlanması ve herhangi bir boşluğun ortaya çıkmaması önemlidir. Arap Birliği olarak tüm siyasi taraflar arasında iç diyaloğun devam etmesini teşvik ediyoruz.  Zira iç ulusal diyaloglar, her iki halkın isteklerini karşılayacak üzerinde uzlaşılmış sonuçlara ulaşmanın en iyi yoludur.
-İran'ın halihazırda iç devrimi ile meşgul olmasının Irak ve Lübnan'daki istikrara katkıda bulunduğunu düşünüyor musunuz?
İran'daki protestoların doğrudan sebepleri var ve bunlar herkes tarafından biliniyor. Sokağa dökülen halk bazı ekonomik önlemleri reddettiğini dile getiriyor. Tüm bunların İran’ın kendi sınırları dışındaki eylemleri üzerinde etkileri olup olmadığını bekleyip göreceğiz. Bir sonuca varmak için henüz çok erken.
-Gazze Şeridi'ndeki sorun ve Filistinliler arasındaki bölünmelerin çözümü nedir?
Filistin’de seçimlerin yapılması yoluyla halkın iradesini ortaya koyması gerekiyor.
-Ancak Kudüs’te oy kullanmakla ilgili birtakım sorunlar ve seçimlere ilişkin engeller var…
İşgalin gölgesi altında Filistin’de seçimler yapmak elbette kolay olmayacak. Bundan dolayı birtakım engellerin ve zorlukların çıkması beklenen bir şey. Cumhurbaşkanı Ebu Mazen (Mahmud Abbas) bu konuda oldukça açık bir tavır ortaya koydu. Bu seçimleri düzenlemek istiyor. Bu, işleri rayına koymak adına gerekli bir adım.
-Araplar arasındaki bölünmelerin sona ereceğine dair göstergeler var mı? Körfez-Körfez uzlaşması olacak mı?
Herhangi bir Arap-Arap uzlaşısı, esasen bir Arap talebidir. Kardeşlik ve dostluk bağlarıyla birbirine bağlanması gereken tüm Arap ülkeleri, iyi niyet ve iyi komşuluk gibi değerlerin yanı sıra birbirlerinin egemenliğine ve içişlerine saygı göstererek ilişki kurmalıdır. Bunlar bildiğimiz ilkelerdir ve Arap Birliği Şartı'nda da yer alır. Herkes bunu umuyor ve sabırsızlıkla bekliyor.
-Arap Birliği'nin sona yaklaştığı ve rolü olmadığı yönündeki eleştirilere nasıl cevap veriyorsunuz?
Arap Birliği son bulmadı. Aksine Arap Birliği, bayrağını tüm uluslararası platformlara aktif ve kuvvetli bir şekilde taşıyor. Arap Birliği'nin yokluğundan bahsedenler, belirli siyasi dosyaları kastediyorlar. Bu dosyaların neden yok olduklarını birçok kez açıkladık. Bundan dolayı genel bir yargıya varılmamalıdır.
-Yemen’e ilişkin Riyad anlaşmasından sonra ne olacak?
Yemen'de meşruiyetin geri kazanılması ve ülkede barışın ve istikrarın sağlanması konusunda konuşma aşamasına gelineceğini umuyoruz.
-BM Yemen Özel Temsilcisi sizinle temaslarda bulunuyor mu?
İlişkiler bütünüyle düzeltildi ve şu an iyi bir iletişim var. Arap Birliği’ni de artık dikkate alıyor.
-Arap Birliği finansal krizini çözdü mü?
Bunu bir kenara bırakacağız. Durumumuz her ne kadar ideal değilse de şu anda mevcut olan kaynaklar sekretaryanın görevini yerine getirmesine engel olmuyor.
-Libya’daki durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Berlin süreci çözüm için son fırsat mı?
Burada büyük düğümler var. Dış kaygıların ve endişelerin olduğu doğru. Ancak bu durum, Libyalıların sorumluluklarından kurtulduğu anlamına gelmez. Herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli. Libyalı tarafların rızası olmaksızın müdahalede bulunulması mümkün değil. Berlin süreci Libya-Libya uzlaşısını teşvik edecek bölgesel ve uluslararası bir ortam sağlamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle amaç, mevcut krizin dışarıdan çözmek değil, sadece çözüme ulaşılmasına destek olmaktır.
-Berlin süreci, Suheyrat Anlaşması’nın uygulanması sırasında karşı karşıya kalınan bazı olumsuzlukların çözülmesi adına başlatılan yeni bir girişim mi?
Berlin süreci, BM Libya Özel Temsilcisi Gassan Salame ile Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından başlatıldı.  Çeşitli bölgesel ve uluslararası ülke ve kuruluşların liderleriyle temasa geçildi ve bu sürece katılmaları için kendilerine davetiye gönderildi. Uluslararası toplumun tek ses olmasını temin edecek bir fikir birliğine varılması adına çalışılıyor.
-Alman inisiyatifi Suheyrat Anlaşması’nı kabul ediyor mu?
Alman inisiyatifi, özellikle askeri çatışmalar, silahlar ve kritik ekonomik durumun ardından oldukça hassas bir hal alan mevcut durumla uğraşıyor. Suheyrat Anlaşması da bu amaca katkıda bulunmak için yürürlüktedir.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.