Sykes-Picot Anlaşması'ndan 103 yıl sonra

Sykes-Picot haritası (AFP)
Sykes-Picot haritası (AFP)
TT

Sykes-Picot Anlaşması'ndan 103 yıl sonra

Sykes-Picot haritası (AFP)
Sykes-Picot haritası (AFP)

Ahmed Abdulhakim*
Sykes-Picot anlaşmanın ayrıntıları, üzerinden 103 yıl geçmesine rağmen Ortadoğu’da özellikle de Asya bölgesindeki gelişmeler üzerindeki ‘güçlü’ etkisini sürdürmeye devam ediyor.
Fransa ve İngiltere, daha sonra ise Rusya, Sykes- Picot olarak bilinecek olan ‘gizli bir anlaşma’ ile ‘hasta adam’ olarak niteledikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun etkili olduğu bölgeleri kendi aralarında paylaşma konusunda uzlaşmıştı.
Anlaşmanın her yıldönümünde, 3 sayfa, 12 madde ve bir haritadan oluşan içerikle ilgili tartışmalar yeniden gündeme geliyor. Bu anlaşmaya göre Akdeniz'deki Akka Limanı’ndan doğuda Irak'ın Kerkük iline uzanan yatay bir sınır çizildi. Anlaşmaya göre bu sınırın, Filistin ve Musul haricinde Türkiye’nin güneyini ve Suriye’yi kapsayan kuzey kısmı Fransa’nın kontrolü altında bulunuyor. İngiltere ise Filistin özel statüsünün imtiyazı ile Bağdat eyaleti, Akka limanları, Ürdün’ün doğusu Hayfa’dan, Irak- Suudi Arabistan ve Ürdün- Suudi Arabistan sınırlarına kadar uzanan güney kısmını egemenliği altına alıyor. Bu anlaşma, bazı taraflara göre yıllar geçmesine rağmen tarih mahkemeleri tarafından hala bölgeyi sarsan birçok sorunun sebebi olarak görülmeye devam ediyor. Bazı taraflarca ise kısmen doğru kısmen yanlış olduğu düşünülüyor.
Ayrıca her yıl dönümünde, anlaşmanın tarafları, Ortadoğu’da yaşanan olaylar ışığında kalıcı ve kronik sorunları çözme çabası olarak sınırların etnik ve dini koşullarla uyumlu bir şekilde yeniden çizilmesi ve bölge ülkelerinin paylaşılması yönünde fikirler öne sürüyor. Politikacılar ve tarihçilere göre Sykes- Picot meselesi hakkında sorular yenileniyor.
Sınırların yeniden çizilmesine ilişkin yeni öneriler, ‘sömürgecilik döneminden beri devam eden komplo teorisi mi, yoksa bileşenler arasında çatışmalı ve sorunlu olan bölgenin durumunu ortaya koymak için mi gündeme geliyor?

Anlaşma nasıldı?
Politikacılar, tarihçiler ve hatta vatandaşlar bile Fransız diplomat François Georges Picot ve İngiliz diplomat Sir Mark Sykes arasında imzalanan ‘gizli anlaşmanın’ etkileri hakkında farklı görüşlere sahipler.

Ancak kaynaklara ve araştırmacılara göre gerçekler şöyle;
Fransız ve İngiliz diplomatlar (Sykes ve Picot) ve Çarlık Rusyası ile 23 Kasım 1915- Mayıs 1916 arası dönemde hasta adamın mirası olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması hakkındaki ‘gizli’ belgeler ve mutabakat zaptı üzerinde görüşmelerde bulundu. Anlaşma, Komünistlerin, 1917’deki Bolşevik İhtilali’nin ardından Rusya’da iktidara gelmesinden sonra ortaya çıktı. Bu anlaşma ortaya çıktığında, etkilenen halkların öfkelenmesine neden oldu. O dönemin sömürgeci ülkeleri olan İngiltere ve Fransa, dayatılan sınırlar içerisindeki içsel çatışmalardan sorumlu tutulmaları nedeniyle zor durumda kaldı.
Güvenilir kaynaklara göre Sykes-Picot anlaşmasının sonuçları, 1914-1918 yılları arasında meydana gelen Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında gerçekleşmedi. Bu gelişmelerden en önemlisi, Rus İmparatorluğu’nun ‘devrimle’ yıkılması olmuştu. 1920 yılının Nisan ayında Maşrık/Mağrip (Doğu-Batı) ülkelerinin kaderinin belirlenmesi amacıyla San Remo Antlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmada, Arap-İsrail ihtilafını oluşturan ‘Filistin'deki Yahudiler için bir vatan’ kurulmasını içeren 2 Kasım 1917'deki Balfour Deklarasyonu'nun uygulanmasına bir ön hazırlık olarak Fransa ve İngiltere’nin Irak ve Şam bölgelerindeki etki alanları ile ilgili değişiklikler yapıldı. Dönemin Fransız ve İngiliz başbakanları, Suriye ve Lübnan’ın Fransız, Ürdün Nehri’nin doğu kıyısı, Irak ve Filistin’in İngiliz Mandası altına alındığını itiraf etmişti.
1921 yılında Fransa, Kilikya’dan, 1939’da da Türkiye’nin güneyindeki Suriye toprağı olan İskenderun Sancağı’ndan çekildi. Öte yandan 1922 yılında Filistin, Suriye ve Irak’taki devrimler başarısız oldu. Milletler Cemiyeti, İngiltere’nin Filistin, Irak ve Ürdün’ün doğu kıyısı üzerindeki, Fransa’nın da Suriye ve Lübnan’a mandası ya da sınırlı süreliğine gerçekleştirilen sömürgeciliğinin günümüzdeki devletleri ortaya çıkardığını vurguladı. Bu gelişme, Siyonist hareketin İsrail Devleti’nin kurulmasına ilişkin faaliyetlerinin uygulamaya geçmesiyle aynı zamana den geldi.
‘College de France Enstitüsü’nde tarih profesörü olan Henry Laurens, ‘Sykes-Picot sınırları’ 1916-1922 yılları arasında müzakere edilen Osmanlı İmparatorluğu paylaşımını yeniden gündeme getirdi. İlk Sykes-Picot haritasının mevcut sınırlarla herhangi bir ilgisi bulunmuyor. Pratikte yalnızca Lübnan, Irak, Ürdün ve Filistin sınırları olduğu gibi kaldı.
Laurens, “Sykes-Picot Anlaşması geçici sayılırdı. Ondan çok kısa bir süre sonra yerine San Remo Anlaşması geçti. İlk metin, İngiltere ve Fransa arasında paylaştırılan bölgelerde bir ya da birkaç Arap devleti kurulmasından bahsediyordu. Ne Lübnan ne de bir Yahudi devletine işaret vardı. Filistin ve Musul'un Fransız etki alanının bir parçası olması gerekiyordu. Ancak Paris, 1918’de Londra’nın baskısı altında bu bölgelerden vazgeçti. Mustafa Kemal liderliğindeki Türk milliyetçilerinin 1919-1922 yılları arasında Anadolu’yu kurtarmasının ardından Paris, bugünkü Türkiye topraklarının içinde bulunan Kilikya’yı terk etti” ifadelerini kullandı.
Arapların bölgedeki sorun ve krizlerden Sykes-Picot Anlaşması’nı sorumlu tutmasının yanı sıra ‘Ortadoğu Atlası’ kitabının yazarı Tarihçi Jean-Paul Chagnollaud, bu suçlamanın sembolik olduğunu söyledi. Chagnollaud, “Sykes-Picot anlaşmaları, bölge halklarının kolektif hafızasındaki güçlü bir fikir olan ihanetle bağlantılıdır. Onlarca yıldan sonra kökleri Sykes-Picot anlaşmalarına dayanan farklı sorunlar buluyoruz”  tespitinde bulunuyor.
Sykes- Picot Anlaşması’nın ana maddeleri, Fransa ve Büyük Britanya’nın (İskoçya, Galler ve İngiltere'nin yer aldığı ada) anlaşmaya ilgili haritada belirtilen A (Suriye’nin içi) ve B (Irak’ın içi) her iki bölgede de bir Arap cumhurbaşkanı tarafından yönetilen bir Arap devletini tanıma ve korumaya hazır olmasına dayanıyor. A bölgesinde Fransa, B bölgesinde de İngiltere, yerel projeler ve kredilerde öncelik hakkına sahip olacak. A Bölgesi'ndeki Fransa ve B Bölgesi'ndeki İngiltere, Arap hükümet veya hükümetler ittifakının talebi üzerine yabancı danışmanlar ve personel sağlama konusunda tek mercidir.
Haritadaki Sykes hattı, Akdeniz'deki Akka’dan Kerkük'e (250 kilometre) uzanan yatay bir çizgi ile dengelenmiştir. Kuzeydeki bölge olan A’nın sınırları mavi ile gösterilirken, güneydeki bölge olan ve İngiltere hâkimiyeti altında olan B’nin sınırları kırmızı ile belirtildi. Anlaşmanın 3. maddesine göre küresel idare altında olan Filistin ise kahverengi ile gösteriliyor. Bu yönetim şekline Rusya ile yapılan istişarenin ardından diğer müttefikler ve Mekke temsilcileri ile mutabakata varılması sonucunda ulaşıldı.

Suçlama çemberinde
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği habere göre, Sykes-Picot ve sonuçlarıyla ilgili belgeler ve yazılanlar incelendiğinde, söylenenlerin büyük çoğunluğunun, bu anlaşmanın imzalanmasından sonra bölgede yaşananlar ve etkileri nedeniyle anlaşmayı bir çerçeveye oturtma ve hesap verilebilirlik konusunda hemfikir olduğunu gösteriyor. Bazıları, Fransız ve İngiliz iki üst düzey diplomat arasında yapılanları karşılaştırarak, bölgenin haritasını, bu alanların, bölge halkı ve vatandaşlarını hesaba katmadan iki bölüme ayırarak oynadıkları bir oyuna benzetiyor.
Tarihçi James Barr, 2011 yılında ‘A Line in the Sand’ (Kumlar Üzerindeki Bir Çizgi) isimli kitabında Sykes-Picot Antlaşması hakkında, “İngiltere ve Fransa'nın etki alanları arasındaki çizgi, akıllıca değildi. Oysa fikir basit, buradaki her şey kum. Aşiret topraklarını, nehir yollarını ve coğrafi iletişim kanallarını göz önünde bulundurmaya gerek yok. Bu yalnızca geometrik bir çizgi. Her şey tesadüfi bir şekilde gerçekleşti” ifadelerini kullandı.
İngiltere ve Fransa arasındaki Bereketli Hilal paylaşımı anlaşması geliştirilerek, Fransa’nın Londra Büyükelçisi Paul Cambon ve İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey arasındaki yazışmalar ile Cambon-Grey anlaşması haline getirildi. Rusya ve İtalya da anlaşmaya katıldı. O dönemde Sykes, A ile Akka’dan başlayarak, K ile Kerkük’te sona erecek olan bir çizgi çizmek istediğini söyledi.

“Amaç Yahudileri Filistin’e yerleştirmek”
Öte yandan Düşünür Abdulvehhab el-Meysiri, ‘Yahudiler, Yahudilik ve Siyonizm’ ansiklopedisinde, Sykes-Picot’un amacının Yahudileri Filistin’e yerleştirmek olduğuna dikkat çekti. Başta Lionel Walter Rothschild olmak üzere Siyonist hareketin kurucu babaları, Avrupa’nın  hasta adamının (Osmanlı İmparatorluğu) mirasını düşünme konusunda oldukça ilgili olan ve doğudaki etkilerini genişletmek isteyen İngiliz ve Fransız emperyalizminin kapitalist çıkarlarıyla ilişkiliydi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un, 2 Kasım 1917'de İngiltere’nin Filistin'de bir Yahudi ülkesi arayışındaki Siyonist hareketin yanında olacağına dair bir mektup gönderdiği isim Rothschild’di.
Onlarca yıl geçmesine rağmen anlaşmayı kınayan sesler, bölgeye zarar veren sorunların hepsinden anlaşmayı sorumlu tutmaya devam ediyor. 100. yıldönümünde ABD’de yayınlanan ‘Daily Best’ dergisindeki bir makalede, “Herkesin, Ortadoğu, Suriye, Irak, Yemen ve Libya’daki yıkımın, ABD-İngiliz işgali veya Arap Baharı olarak adlandırılan iç gerilimlerden kaynaklanmadığını kabul etmesi gerek. Asıl sebep, Sykes- Picot adı verilen ve Ortadoğu’nun paylaşıldığı bu harita. Mezhep baz alınarak yapılan bu paylaştırma, bölgedeki çatışmaların tohumlarını ekti” ifadelerine yer verildi. 
‘Daily Best’ dergisindeki makaleye göre anlaşmanın aslı, İngiltere ve Fransa arasındaki Arap bölgelerine nüfuz etme konusundaki anlaşmazlığa dayanıyor.
Fransız Araştırmacı Jean-Paul Chagnollaud, ‘Violence et politique au Moyen-Orient’ (Ortadoğu’da Şiddet ve Politika; Sykes -Picot’tan Arap Baharına) isimli kitabında, “Bölge toprakları gelişigüzel paylaşıldı. Uluslar görmezden gelindi” ifadelerini kullandı. Filistinliler ve Kürtlere atıfta bulunarak, halksız devletlerin ortadan kalktığı ve devletsiz insanların ortaya çıktığına işarette bulundu. Kürtler, 1920 yılının Ağustos ayında imzalanan Sevr Antlaşması’nda elde ettikleri devlete neredeyse sahip olacaktı. Ancak bölgedeki güç dengesi durumu değiştirdi.
1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması’nda çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Doğu Anadolu’da bir Kürt oluşumu kurma imkânına rağmen anlaşma, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Türk milliyetçi hareketi nedeniyle uygulanmadı. 1923 yılında Sevr’in yerini Kürtlerden bahsedilmeksizin, Türkiye’yi yasal olarak tanıyan Lozan Antlaşması aldı.
Chagnollaud, kitabında, Sykes- Picot’un halklara sınırlar dayattığını belirtiyor. Meselelerin yeterli çoğunluğa göre yeniden ele alınması gerektiğini ifade eden Chagnollaud, şimdi bir devlet kurma isteğini dayatmanın halklara kaldığını ifade ediyor.

‘Mağdur rolünü bırakın’
Başkasına sorumluluk yükleyerek kendini muaf tutma… Bazıları, söz konusu bölge halkları ve ülkelerinin suçlamalardan vazgeçip ‘mağdur rolü oynamayı’ bırakmaları gerektiğini savunuyor.
‘College de France’ Enstitüsü’nde tarih profesörü olan Henry Laurens, artık mağdur rolü oynamanın bırakılması gerektiğini düşünüyor. Arap milliyetçilerinin bu gelişigüzel çizilen sınırları kınamasına rağmen herkes için uygun olması nedeniyle ciddi bir şekilde sorgulanmadığına dikkat çekiyor. Mevcut istikrarsızlığın, 18. yüzyıldan bu yana bölgesel ve uluslararası güçlerin müdahalesi ve mevcut sistemlerin doğasıyla bağlantılı olduğuna işaret ediyor. 
Tarih araştırmacısı James L. Gelvin, 2017 yılında yayınlanan The New Middle East (Yeni Ortadoğu) isimli kitabında, yeni Ortadoğu’nun belirgin özelliklerinin, isyan, baskı, vekâlet savaşları, mezhep çatışması, DEAŞ’ın yükselişi ve bölgedeki kutuplaşma olduğuna dikkat çekti. Gelvin, “Anlaşma şu an önemsiz görünüyor. Mevcut Ortadoğu haritasını, Sykes-Picot’ta önerilen harita ile karşılaştırmaya kalksak, hiçbir bölge doğrudan Rus, İngiliz, Fransız kontrolü altında değildir. Aynı durum şu anda uluslararası egemenlik altında olmayan Kudüs için de geçerlidir. Fransa ve Rusya, Anadolu'nun hiçbir bölgesini egemenliği altına bulundurmuyor. İngiltere, Irak veya Arap Yarımadası’nın bazı bölgelerini kontrolü altında tutmuyor” ifadelerini kullanarak,  Sykes- Picot Anlaşması’nın bir öneminin kalmadığına işarette bulunuyor.
“Sykes- Picot’ta ittifak edilen konuları göz ardı edecek olursak, Şam bölgesinin (Suriye, Filistin, Lübnan) mevcut, Mezopotamya (günümüzde Irak) ve Anadolu bölgesindeki mevcut sınırlar, başlıca iki temel faktörden kaynaklanıyor. Bunlardan biri Birleşmiş Milletler’den (BM) önce Milletler Cemiyeti'nin oluşumuydu. Bu sistem, İngiltere ve Fransa’ya bu bölge toprakları üzerinde geçici kontrol hakkı verdi. Buna göre diğer faktör iki ülkenin sömürge çıkarlarına göre bölgeleri daha küçük alanlara bölmesi oldu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere, Ürdün’ün doğusu olarak bilinen bölgede Irak’ı kurdu. Öte yandan da Fransa, Lübnan ve Suriye konusunda aynısını yaptı. 1971 yılında Körfez’deki sömürgenin sona ermesi ve 1990 yılında Yemen’in iki bölümünün ( Kuzey-Güney çn) birleşmesi haricinde Arap bölgesindeki ülkelerin sınırları 75 yıldan beri oldukça istikrarlı bir durumda bulunuyor” diyen Gelvin, söz konusu bölgenin aslında Avrupa ülkelerinden daha istikrarlı olduğuna dikkat çekti. 
Anlaşmanın 100. yıldönümünde uzun süren bir araştırma sonrasında Steven A. Cook ve Amr T. Leheta, ABD menşeili Foreign Policy dergisinde yayınlanan makalelerinde, Ortadoğu’daki kaosun nedenin Sykes-Picot olmadığına işarette bulundu. Bu olaya gereğinden fazla yüklenmenin ‘doğru olmadığının’ altını çizdiler. Makalede, içerisinde çeşitli mezhep, etnik köken ve farklı grupları barındıran bu bölgede olup bitenlerin, bu gruplar arasında binlerce yıllık kökleri olan nefret ve çatışmaların bir sonucu olduğunun üzerinde duruldu. Bu çatışmaların tek çözümünün, yeni sınırlar çizmek olduğuna işarette bulunuldu.
Foreign Policy’deki makaleye göre bölgenin bu patlamaya hazır hali, Sykes-Picot’u öldürdü. Çünkü bu en baştan ölü doğan bir anlaşmaydı. Sykes- Picot anlaşmasının herhangi bir sınır çizmediğini belirten yazarlar, nüfuz alanlarını belirlediğinin altını çizdiler. İki ünlü diplomatın belirlediği bu alanlar, aydınlık bir yola ulaştırmadı.

Sınırları yeniden yapılandırma girişimleri
Bölgedeki durum birçok ülkede patlak vermeye devam ederken, yeniden şekillendirme ile ilgili dış proje ve fikirler tekrar gündeme geldi. Bazıları paylaşılanın bölünmesi ve parçalara ayrılmasının bölgede şiddetli çatışmalara yol açmasından endişe ediyor. Arap ülkeleri, özellikle de Suriye, Irak, Libya, Sudan ve Yemen’de hükümet, ülke sınırları içerisindeki toprakların büyük bir bölümü egemenliği altında bulundurmuyor. Milisler, terör örgütleri, yabancı savaşçılar ve çeşitli düzeylerde yerel otoriteye sahip diğer silahlı gruplar bölgede hâkimiyet ilan etti. Öte yandan bazı azınlıkların kendilerine ait bir devlet kurma konusunda ulusal özlemleri bulunuyor. Bu kargaşanın ortasında, Arap hafızası başka herhangi bir anlaşma bulunmaksızın sadece Sykes-Picot Anlaşmasını elinde tutuyor.
ABD’de yayın yapan Washington Post gazetesine göre son yıllarda Ortadoğu’daki özellikle de Suriye’deki bölgesel ve uluslararası savaşların devam etmesi, bunun yanı sıra Lübnan ve Irak gibi diğer ülkeleri kapsayan mezhepsel ya da dini nedenli mevcut siyasi karışıklıklar, Sykes-Picot Anlaşması'nın Arap bölgesinde geride bıraktığı ‘yapay sınırın’ sonucu. New York Times gazetesi ise 2013 yılının Eylül ayında bölgedeki beş Arap ülkesinin sınırlarını, dokuz etnik ve mezhepsel varlığın ayrılması yoluyla değiştirip 14 küçük devlete dönüştürmek isteyen bir harita ve uzun bir rapor yayınlayarak daha da ileriye gitti.
Robin Wright, ‘Rage and Rebellion Across the Islamic World’ (İslam Dünyası’nda Öfke ve İsyan) isimli kitabının ‘Ortadoğu haritasını gözden geçirdiğimizi hayal edelim’ başlıklı bölümünde Libya, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen ve Irak'ın bölünmesi olanaklarını ele aldı. Son yıllarda Arap bölgesinde meydana gelen olayların çok sayıda ülkede ayrılıklar yaşanıp devletçiklere bölünmesinin bir ön hazırlığı olabileceğini söyledi. Suriye’de yaşanan savaşın bu gidişat içinde bir dönüm noktası olacağını ifade eden Wright, Suriye’yi iç karışıklıklar, dini, mezhepsel ve etnik çeşitlilik nedeniyle birkaç ülkeye bölünmesi muhtemel Arap devletlerinin başında zikretti.
2014 yılında ABD’deki Brookings Enstitüsü’nde araştırmacı olan Gregory Gause, yaptığı araştırmada 1920’lerde Avrupa sömürgeciliği tarafından bölgede bırakılan sınırların değişmesi veya yeniden çizilmesi ihtimalinin uzak olduğunu ifade etti.
Gause, ‘Is this the end of Sykes-Picot?’ (Bu, Sykes-Picot anlaşmasının sonu mu?) isimli çalışmasında “Avrupa sömürgeciliği tarafından 1920’lerde oluşturulan devletler çöküşün eşiğinde mi? Ortadoğu sınırlarının yeniden çizildiğini görecek miyiz?” sorularını sorularına cevap aradığı çalışmasında, “Bu sorulara cevap vermek gerekirse, bu sorunun cevabı kısaca hayır” ifadelerini kullandı.

Gregory Gause’a göre, Suriye iç savaşının ciddiyeti, ayrıca Irak'ta devam etmekte olan yankılar ve Lübnan'da yaygın olan istikrarsız siyasi durumun eşlik etmesi, İngiltere ve Fransa’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü takiben Maşrik çevresine çizdiği yapay sınırların ölüm döşeğinde olduğuna dair şüphelere yol açtı. Bununla birlikte, bu ülkelerin hiç biri yakın gelecekte sınırları içinde etkili bir güç talep edemeyecek ve sınırlar değişmeyecek.
Gause, ayrıca “Bu sınırlar, egemenliğin, bölgesel kontrolün ve sınırların gerektirdiği gerçek operasyonel koşullar yerine getirilemese de ilgili yasaya göre, uluslararası egemen olarak adlandırılan küçük devletlere aktarılacak. Maşrik bölgesindeki gerçek yönetimin herkese açık olacağı konusunda hiçbir şüphe yoktur. Son değişkenler de sınırların kendisi olacak. Çünkü bölgedeki aktörlerin hepsi uluslararası veya bölgesel düzeyde değişiklik yapmak istiyor. Bu ülkeler bir iç parçalanma yaşayabilir. Emri vaki şekilde iktidar yönetimleri kurulabilir. Ancak değişim rüzgârları başlı başına uluslararası sınırlara ulaşmayacak gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.
Ülkeler arasındaki sınırların şeklini değiştirme girişimlerinden biri, oldukça dikkate değer. Bu girişim, 2014 yılında Suriye ve Irak’ta ortaya çıktığı dönemde DEAŞ terör örgütü tarafından denendi. DEAŞ, egemenliği altına aldığı bölgelerde bulunan iki ülke arasındaki sınırı açmıştı. Ancak ilerleyen yıllar içinde DEAŞ’ın mağlup edilmesinin ardından sınırlar eski haline döndürüldü.



21'inci yüzyılda sınırlı savaş ve kapsamlı savaş

İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
TT

21'inci yüzyılda sınırlı savaş ve kapsamlı savaş

İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)

Bazı uzmanlar ister sınırlı ister kapsamlı (topyekun) olsun, savaşların biçim ve türlerinin uluslararası sistemin şekli, yapısı (çok taraflı, iki taraflı veya hatta tek taraflı) ve güç dengesiyle doğrudan ilişkili olduğuna inanırken bunun yanında savaşta, askeri stratejilerin oluşturulmasında teknolojinin rolü göz ardı edilemez.

Telgraf ve demiryolu ağları 20’nci yüzyılda savaşların yapılış şeklini değiştirmedi mi? Evet, elbette değiştirdi. Demiryolları, Birinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca askerin cepheye taşınmasına yardımcı olsa da aynı zamanda savaşın 10 milyon asker ve 7 milyon sivilin hayatına mal olan dört buçuk yıllık bir insanlık eziyetine dönüşmesine de doğrudan katkıda bulundu.

21’nci yüzyıl, bir güç çarpanı haline gelen teknolojinin yatay ve dikey olarak yayılmasıyla öne çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında makineli tüfekler, kurbanların yüzde 20 ila 40'ının ölümüne katkıda bulundu. Peki yapay zekanın savaşlardaki rolü, özellikle de etkisi nükleer düzeye ulaşırsa ne olacak hiç düşündünüz mü? İçinde bulunduğumuz yüzyılda belki de en tehlikeli olan durum, savaşmanın maliyetinin herhangi bir devlet dışı aktörün (non state actor) savaşabileceği bir seviyeye düşmüş olmasıdır.

Soğuk Savaş sırasında, nükleer silahlar büyük güçler arasında dünya sahnesinde önemli bir caydırıcı unsur oluşturuyordu. Her zaman karşılıklı yıkım korkusu (MAD) vardı. Bundan dolayı söz konusu güçler vekalet savaşlarına (by proxy) başvurdular. Bu nedenle Soğuk Savaş döneminde sadece sınırlı (limited) savaşlar yaşandı. Sınırlı savaştan bahsederken, bu savaşın hedefleri, kullanılan araçlar ve dolaylı olarak bu savaşın süresi kastediliyor. 1950 yılındaki Kore Savaşı, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, küresel düzeyde gerçek anlamda kapsamlı bir savaş olan ilk sınırlı savaştı.

fghyu
Geçtiğimiz haziran ayında 12 gün süren İran-İsrail savaşı sırasında ABD tarafından bombalanan Fordo Nükleer Tesisi’nin çevresinin uydu görüntüsü (Reuters)

Yazar Andrew Davidson, Soğuk Savaş sırasında süper güçlerin olası savaşlar için çeşitli senaryolar hazırladığını söylüyor. Ancak insanlığın şansına, bu savaşlar gerçekleşmedi. Zira bu senaryoların güç ölçütü, hassasiyet değil, büyüklüğe dayanıyordu. Başka bir deyişle, ölçünün temelinde büyük güçlerin sahip olduğu uçak, tank, denizaltı ve diğer askeri araçların sayısı yer alıyordu. Nükleer silahlar, geleneksel silahların en büyük koruyucusu konumundaydı.

Sınırlı savaş ile kapsamlı savaş

İsrail'in İran'a karşı başlattığı Yükselen Aslan Operasyonu, süresi (sadece 12 gün sürdü), kullanılan araçlar ve hatta hedefler açısından sınırlı bir savaş olarak nitelendirilebilir. İsrail, bu savaşta elindeki en iyi silahları kullandı, ancak sahip olduğu tüm silahları (örneğin nükleer silahlar) kullanmadı. İran ise sahip olduğu en iyi füzeler ve insansız hava araçlarıyla (İHA) karşılık verdi. Öte yandan İsrail, Gazze Şeridi'nde Arap-İsrail çatışmasının tarihindeki en uzun savaşı sürdürüyor. Savaş 21 aydır devam ediyor. İsrail bu savaşta ise sahip olduğu en iyi silahları her boyutta kullandı. Peki bu savaş kapsamlı mı yoksa sınırlı mı olarak sınıflandırılabilir? Eğer savaşlar havadan sonuçlanmıyorsa, İsrail ordusunun bu savaşı sonuçlandıramamasını nasıl açıklayabiliriz? Oysa İsrail ordusu şimdiye kadar kara, hava ve deniz kuvvetlerini kullandı. Ayrıca siber savaş yönetimini ve dolayısıyla yapay zekayı da kullandı.

Birçok uzmana göre bu sorunun cevabı şu şekilde olabilir:

21’inci yüzyılda savaşın özellikleri değişti ve bu durum, birçok ülkenin, özellikle de büyük ve güçlü ülkelerin askeri doktrinlerinde bir dönüşüme (doctrinal shift) yol açacak.

Öte yandan asimetrik savaş, 21’inci yüzyılda büyük güçler için en büyük ve en tehlikeli zorluk olarak öne çıkıyor.

Teknoloji, özellikle İHA’lar, coğrafi derinliği değersizleştirirken siber savaş ve elektronik savaş lehine büyüklük ve kitle değerini de ortadan kaldırdı.

tyu7ı8
Tayvan’ın başkenti Taipei'deki bir Patriot bataryası... Tayvan, ABD ile Çin arasında bir çatışmaya neden olabilir (EPA)

ABD’li komutan Douglas MacArthur, “Asya'da asla kara savaşı yapılmamalı” diye meşhur bir sözü vardır. Peki, özellikle Washington'ın Pekin'in önümüzdeki yıllarda Tayvan'ı kontrol altına almaya çalışacağından endişe duyduğu bir ortamda, ABD-Çin çatışması nasıl olacak? Bu çatışma nasıl gerçekleşecek, askeri mi olacak? Nerede yapılacak? Kapsamlı mı, sınırlı mı, yoksa vekiller aracılığıyla mı olacak?

Bugün bu sorular, uzmanların Çin ve ABD arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğunu teyit etmesiyle birlikte güçlü bir şekilde gündemde yer tutuyorlar. ABD’li düşünür Graham Allison, görüşünü ‘Tukidides tuzağı’ olarak bilinen teoriye dayandırarak, dünya düzenine hakim olan güç (ABD) ile bu hegemonyayı tehdit eden yükselen güç (Çin) arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğunu savunuyor.

Bu analizŞarku'l Avsat için bir askeri analist tarafından yapıldı