Yenilenler de tarih yazar

Yenilenler de tarih yazar
TT

Yenilenler de tarih yazar

Yenilenler de tarih yazar


Ahmed el-Moslemany*

Sünni İslamcı hareketler, Şii İslamcı hareketlere denktir. ‘Hilafet’ teorisi Sünni İslamcılık projesinin özü, ‘Velayet-i Fakih’ teorisi ise Şii İslamcılık projesinin özüdür. Her iki teori de ulusal devletin ortadan kaldırılıp yerine İslam birliğinin kurulmasına dayanır. Ümmet, Sünnilerle ‘Halife’ sancağı altında, Şiilerle ‘Veliyyü'l-Fakih’ sancağı altında toplanır.
Velayet-i Fakih teorisi İran yönetiminin felsefesidir. Aynı zamanda bu teori birçok Şii Arap hükümdarın da yönetim şekline hakim olmuştur. Ilımlı Şiiler tarafından kabul görmeyen teori, sonraları modern Şiiler arasında da kendine yer bulamamıştır. Bu teoriyi reddedenler arasında hem Arap hem de İranlı çok sayıda Şii din adamı bulunmaktadır. İranlı filozof Ali Şeriati ve Lübnanlı din adamı Musa es-Sadr, Velayet-i Fakih teorisine karşı çıkanlar arasında öne çıkan isimlerdendi.
Dr. Muhammed Salim el-Ava’nın editörlüğünü yapmaktan büyük onur duyduğum ‘Hivarat fi’d-Din ve’s-Siyase’ adlı kitabında Molla Ahmed Al-Niraqi’nin Velayet-i Fakih ‘kimsesiz ve sahipsiz yetimlerin ve dulların koruyucusudur’ düşüncesine sahip olduğunu belirtirken, Niraqi’den iki yüzyıl sonra gelen Hamaney, ‘İslam'da Hükümet’ adlı kitabında “12’nci imamın kaybolmasından beri İslam’ın her şeyini kaybetmesi onun yazgısı mıdır? İmam'ın yokluğu İslam Devleti'nin yok olmasına neden oldu. Kaybolan imam geri dönemez, ama devleti yeniden kurabiliriz” diyor.
Humeyni, Velayet-i Fakih makamına oturmak ve hayatı boyunca asla dışlanamayacak veya itaatsizlik edilemeyecek olan ‘beklenen mehdi’ kayıp imamın yerine geçmek için bin yıllık içtihadı değiştirdi.
Humeyni, Sünni ve Şii İslam dünyasına hükmetmeye çalıştı. Bunun için bin yıllık aranın ardından yeniden cuma namazı kılınmasına ve Şiilerin Mescid-i Haram’da imamların arkasında namaz kılmalarına izin verdi. Şiiler önceleri Mescid-i Haram’ın dışında tek başlarına namaz kılıyorlardı. Humeyni ayrıca fetvalarının yer aldığı ‘Keşfu’l-Esrar’ adlı kitabında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i ‘Kureyşli putperestler’ olarak adlandırırken, Hz. Ayşe ve sahabeyi lanetlemekten de geri durmadı.
Öte yandan İranlı filozof Ali Şeriati, Sünni-Şii ve Şii-Modernizm uzlaşısına dayanan entelektüel projesini inşa ediyordu.
Dr. Ali Şeriati, ‘din sosyolojisi’ alanında İran'daki ilk bilim insanıdır. Elitist fikirleri olmasına rağmen geniş bir takipçi kitlesi vardı. Kaleme aldığı eserler milyonlarca basıldı. Tüm kitaplarının yaklaşık 20 milyon kopyası satıldı.
Ali Şeriati’nin entelektüel projesi, İslami dokunun parçalanmasının temeli olarak gördüğü ‘Emevî Sünniliği’ ve ‘Safevi Şiası (Şiilik)’ şeklindeki iki ana kavrama dayanıyordu.
Şeriati açıkça Safevi Şiası’na karşı çıkarken, bunun İran’ın Şii mirasında Sasani İmparatorluğu ile İslam dininin harmanlanmasıyla ortaya çıktığını söylüyordu.  Bununla birlikte İran Şii mirasında, Sasani İmparatorluğu ile Şii İmameti arasında bir bağ kurmak amacıyla İmam Hüseyin bin Ali ile Sasani Kisrası'nın (hükümdarı) kızı arasında bir evlilik olduğu iddiası etrafında dönen rivayetler ve mitler üretilmişti.
Şeriati, Safevi Şia Ekolü’ne yönelik eleştirilerini Hz. Hüseyin için düzenlenen törenlere ve ayinlere kadar ilerletmişti. Şeriati, Safevi hükümdarlarının bu formatı Doğu Avrupa’daki Hıristiyanlardan alıntıladıklarını ve onların kendi şehitleri için yaptıkları ayin ve törenlere benzer ritüeller ürettiklerini belirtirken Safeviler’in İmam Hüseyin’i tıpkı Hıristiyanların acı çeken Mesih formatına dönüştürdüklerini söylüyordu.
Şeriati, Safevi Şiası ve Emevi Sünniliğini eleştirmeye, ‘Muhammedi Sünniliği’ ve ‘Ali Şiası’ olarak tanımladığı ekolleri yakınlaştırmaya çağırdı.
İran’da kanun ve din adamları Ali Şeriati’ye karşı cephe aldılar. Şeriati’nin 1977’de uğradığı suikast, onları son derece memnun etmişti. Şeriati’nin Şii ve Sünni entelektüeller arasındaki önemli bir konuma sahip olmasına rağmen Şii din adamlarının çoğunluğu hala onun fikirlerini karalamaya çalışıyorlar.
Şeriati’ye düşman olan din adamları onun ne bir müfekkir ne bir Müslüman, ne bir Şii ne de şehit olmadığını söylüyorlar. Aynı durum Ali Şeriati’nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra kaçırılarak öldürülen İmam Musa es-Sadr için de geçerli. Sadr da Ali Şeriati’nin cenaze namazını kıldırdığı için halen Şii akımların eleştirilerine maruz kalmaktadır.
Musa es-Sadr, Lübnan'daki ulusal devlete ve Araplığa inanıyordu. Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Lideri Yaser Arafat’ı ziyaret eden Sadr, Arap karşıtı olan ve devlet fikrine ya da sınırlar ve egemenlik kavramlarına inanmayan Humeynist güçlerin düşmanlığını kazanmıştı.
Şeriati ve Sadr, İslam ve modernizmin uyumundan yanaydılar. İkisi de Ayetullah Muhammed Kazım Şeriatmedari, Ayetullah Ebu'l-Kasım Hoyî ve Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah’ın yer aldığı Şii ekolünden geliyorlardı. Hepsi Humeynist Velayet-i Fakih teorisine karşıydılar.
İmam Musa es-Sadr Humeyni'nin otoritesini reddetti ve önce Ayetullah Seyyid Muhsin el-Hakim ardından Ayetullah Ebu'l-Kasım Hoyî’nin izinden gitti.
Musa es-Sadr’ın Libya’da uğradığı suikastta, İran devriminin en önemli destekçilerinden olan Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi ile Humeyni'nin parmağı olduğuna dair ortaya atılan bir takım teoriler bulunuyor.
Arash Rezneh Azad adlı İran asıllı yazarın kaleme aldığı ‘İran Şahı... Irak Kürtleri ve Lübnan Şiileri’ adlı kitabında bu konu ile ilgili, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Humeyni arasındaki teması sağlayan Uluslararası Filistin Halkıyla Dayanışma Örgütü Başkanı Ali Ekber Muhteşemipur’un hatıratından bir alıntı yapıyor. Daha sonra İran’ın Şam Büyükelçisi ve İçişleri Bakanlığı görevini de üstlenen Muhteşemipur hatıratında, İmam es-Sadr’ın hutbeleri ile ilgili Humeyni’ye bir rapor sunduğunu ve Humeyni’nin Sadr’da devrimci ruh eksikliği gördüğünü belirtiyor.
Ayetullah Humeyni’nin destekçileri, İran devriminin tarih yazdığını düşünürken diğerleri tarihi tahrip ettiğine, ancak tarih henüz bitmediğinden belki de Şerati ve Sadr’ın geleceğin kazananları olacağına inanıyorlar.
Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki olaylar, birinci ihtimale işaret etse de Ali Şeriati’nin kızı Susan Ali Şeriati, 2016 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki İmam Musa es-Sadr Vakfı’nda yaptığı konuşmada, “Şeriati ve Sadr zamanlarının ötesinde bir deneyime sahiptiler. Her ikisi de başarısız oldu. Ancak Alman filozof Walter Benjamin’in de dediği gibi; ‘Yenilenler de tarih yazar’ ifadelerini kullanmıştı.
İslam dünyası, ümmeti uçurumun eşiğine itebilecek bir iç savaş yaşıyor. Bu, kazancı kayıp, zaferi ise hezimet olan, savaş ağalarının cüzi bir fiyata Ayetullah’ı satın aldıkları yanlış bir savaş.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.