Berlin Zirvesi'nden ateşkes ve silah ambargosu kararı

(EPA)
(EPA)
TT

Berlin Zirvesi'nden ateşkes ve silah ambargosu kararı

(EPA)
(EPA)

Almanya'nın başkenti Berlin'de dün düzenlenen Libya Konferansı'nın sonuç bildirgesi yayınlandı. Bildirgede Libya’ya silah ambargosu uygulanması ve çözüm sürecini harekete geçirecek adımların atılmasının yanı sıra mevcut ateşkesi kalıcı hale getirmek amacıyla Ulusal Mutabakat Hükümeti'nden (UMH) ve Libya Ulusal Ordusu’ndan (LUO) 5’er subayın yer alacağı askeri bir komite oluşturulmasına karar verildiği belirtildi.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve BM'nin Libya Özel Temsilcisi Ghassan Salame dün akşam ortak basın toplantısı düzenleyerek, Berlin’deki konferansın sonuç bildirgesini açıkladılar.
Merkel, gazetecilere yaptığı açıklamada, konferansın, BM öncülüğündeki barış sürecini ve Genel Sekreter Guterres ile Özel Temsilci Salame tarafından hazırlanan barış planını destekleyecek yeni bir ‘başlangıç’ olduğunu söyledi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) beş daimi üyesi başta olmak üzere konferansa 12 ülkenin davet edildiğini belirten Merkel, tüm katılımcıların ‘Libya’da askeri bir çözümün yeri olmadığı ve siyasi bir çözüme ihtiyaç duyulduğuna’ inandıklarını vurguladı. Tüm katılımcıların Libya’daki silah ambargosuna saygı göstermek ve bu silah ambargosunun daha fazla kontrol edilmesi konusunda hem fikir olduklarına dikkati çeken Almanya Başbakanı Merkel, sonuç bildirgesinde bahsedilen bu taahhüdün kabul edilmek üzere BMGK’ya devredileceğini de sözlerine ekledi. Merkel ayrıca UMH Başkanı Fayiz es-Serrac ve LUO lideri Halife Hafter’in Berlin'de bulunduğunu ancak zirveye katılmadıklarını da kaydetti.
Artık ‘5+5 Askeri Komite’ ile mevcut ateşkesin kalıcı hale getirilmesine odaklanılacağını söyleyen Merkel, “Libya’da savaşan taraflara silah ve askeri destek vermeme konusunda anlaştık. Artık bağlayıcı bir sürecimiz var” ifadelerini kullandı.
BM Genel Sekreteri Guterres
BM Genel Sekreteri Guterres ise, “Berlin'deki taraflar, Libya krizini çözüme kavuşturmak için çalışmak istediklerini gösterdiler” diye konuştu. Tüm katılımcıların Libya’da askeri bir çözümün yeri olmadığını vurguladıklarına dikkati çeken Guterres, katılımcıların Libya'daki çatışmaya karışmaktan kaçınacaklarını taahhüt ettiklerini belirtti. Bununla birlikte Guterres, Libya’ya uluslararası silah ambargosu uygulanması ve siyasi çözüm sürecine dönülmesi konusundaki fikir birliğine işaret etti.
Almanya Dışişleri Bakanı Maas da, “Konferansı gerçekleştirme hedefine ulaştık. Şimdi krizi çözmek için elimizde bir anahtar var. Mutabık kalınan taahhütlerin uygulanmalarını denetlemek üzere Uluslararası İzleme Komitesi oluşturuyoruz” şeklinde konuştu.
BM Libya Özel Temsilcisi Selame
BM Libya Özel Temsilcisi Selame ise, “Bugün harika bir gündü. Uluslararası İzleme Komitesi taahhütlerin uygulanmasını takip edecek” dedi.
İtalya
İtalya Başbakanı Giuseppe Conte konferansın sonunda yaptığı açıklamada, Libya anlaşmazlığının taraflarından oluşturulacak askeri bir komitenin kurulmasının kararlaştırıldığını söyledi.
Cezayir
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun ise ülkesinin Libya’daki taraflar arasında başlatılacak bir diyalog sürecine ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu vurguladı. Açık ve taraflar için bağlayıcı bir yol haritası belirlenmesini isteyen Tebbun, diyalogun, ateşkesi kalıcı hale getirmek ve Libya’daki taraflara silah sağlamaktan vazgeçilmesi için önemli olduğuna işaret ederek, “Krizi diyalog yoluyla çözmek için tarafları müzakere masasına davet ettim” dedi.
Serrac ve Hafter Berlin’de olmalarına rağmen konferansa katılmadı
Konferans, katılımcı taraflar arasındaki anlaşmazlıkların etkisi nedeniyle yapılırken Libya’yı temsil eden taraflar yoktu. UMH Başkanı Serrac ve LUO lideri Hafter, Berlin’de olmalarına rağmen konferansa katılmadılar. Fakat Almanya Başbakanı Merkel ve Dışişleri Bakanı Maas, Serrac ve Hafter ile Başbakanlıkta ayrı ayrı görüştüler.
Almanya’nın ev sahipliğinde yapılan konferans, dün akşam yayınlanan sonuç bildirgesiyle sona erdi. Konferansa 11 ülkenin liderlerinin yanı sıra BM, Avrupa Birliği (AB) ve Afrika Birliği (AfB) gibi uluslararası ve bölgesel kuruluşların temsilcileri katıldılar. Konferansta Merkel'in yanı sıra katılımcılar arasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve diğer liderler yer aldı.
Liderler, hatıra fotoğrafı çekildikten sonra basına kapalı oturumların gerçekleştirileceği yuvarlak masanın etrafında oturdu.
Öte yandan konferansın oturum aralarında düzenlenen görüşmelerin odak noktası Libya olurken Batı’nın Libya’daki ateşkesin izlenmesinde rol almasıyla ilgili bir dizi toplantı gerçekleşti. Bu da Türkiye’nin Libya’daki ateşkesin izlenmesine taraf olma çabalarından uzaklaştırılması anlamına geliyordu. Bu konu, Moskova'nın 13 Ocak'ta Serrac ve Hafter’i ateşkese ikna etme çabalarında çatlağa neden olan sorunlardan biriydi. Hafter, Moskova’nın sunduğu ve Türkiye’nin Libya’daki ateşkesin izlenmesine taraf olduğu anlaşma taslağını imzalamayı reddetmişti.
Erdoğan-Putin görüşmesi
Rusya Devlet Başkanı Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki toplantının başlıca odak noktası ise Libya ve Suriye’ydi. Russia Today (RT) kanalının aktardığı bilgilere göre görüşmede Putin, “Türkiye ve Rusya Libya'da ateşkes çağrısı yaparak çok iyi bir adım attılar. Ancak Moskova'da Libyalı iki tarafın da anlaşmayı desteklememesi nedeniyle, Libya ile ilgili tüm sorunları çözememiş olsak da bu yönde ilerlemeliyiz” ifadelerini kullandı. Erdoğan ise Türkiye’nin LUO’ya karşı UMH’yi destekleyen Libya politikasını sürdürme konusundaki ısrarının bir başka göstergesi olarak Libya'da barışın sağlanması için bir ateşkes yapılmasını ve Hafter'in saldırgan politikasının durdurulması gerektiğini söyledi.
Erdoğan-Serrac görüşmesi
Bununla birlikte dün UMH’den yapılan açıklamaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hafter güçlerinin Trablus'a doğru ilerlerken ele geçirdiği topraklardan çekilmesini talep eden Serrac ile konferansın oturum aralarında görüştü. Açıklamaya göre Erdoğan ve Serrac görüşmesinde, BM Libya Özel Temsilcisi Selame’nin ‘Libya-Libya diyaloğunu yeniden başlatma yolunda atılan bir adım’ diye nitelediği Libya'daki ateşkes konusu ele alındı.
Macron’dan ateşkes ve paralı asker vurgusu
Diğer yandan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un konferans öncesinde yaptığı konuşmanın merkezinde ateşkes ve ‘paralı askerler’ konusu yer aldı. Macron, BM’nin iki tarafın da ön koşul koymadan Libya'daki ateşkes şartlarını müzakere etmesi gerektiğini söyledi. Suriyeli ve yabancı güçlerin Trablus'a gelişinden duyduğu endişeyi dile getiren Macron, bunun derhal sona erdirilmesi çağrısında bulundu. Bununla birlikte Fransa Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, Macron’un Berlin’deki konferansın oturum aralarında Hafter ile bir araya geldiği belirtildi. Ancak aralarındaki görüşmeye dair herhangi bir detay verilmedi.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da konferans öncesinde Mısır Cumhurbaşkanı Sisi dahil olmak üzere bir dizi görüşme gerçekleştirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Sisi-Pompeo görüşmesinde ateşkesin acil olarak kalıcı hale getirilmesi ve BM himayesinde siyasi çözüm sürecinin başlatılmasının gerekliliği konusunda mutabık olunduğu belirtildi. Pompeo’nun dış güçlerin Libya’ya müdahalelerinin ülkenin istikrarsızlığındaki rolüne dikkati çektiği vurgulanan açıklamada, Pompeo'nun Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed ile yaptığı görüşmede bu konunun ele alındığı belirtildi. Açıklamada, iki bakanın görüşmede Libya'da devam eden çatışmayı ele aldıkları ve Pompeo’nun kalıcı ateşkes ilan edilmesi ve BM himayesinde siyasi çözüm sürecine geri dönülmesi ihtiyacını ve Libya'daki tüm yabancı müdahalelerin sona ermesi gerektiğini vurguladığı aktarıldı. Bakanlık açıklamasında Pompeo’nun ayrıca Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile de bir araya geldiği, görüşmede Libya, Suriye ve iki ülke arasındaki çeşitli konuların ele alındığı aktarıldı. Açıklamada, Pompeo ve Çavuşoğlu’nun Libya’da kalıcı ateşkes ilan edilmesi ve BM himayesinde siyasi çözüm sürecine geri dönülmesi ihtiyacı konusunda hemfikir oldukları belirtildi. Açıklamada ayrıca Pompeo’nun Türk mevkidaşına ‘Libya’daki çatışmaya dış güçlerin müdahalesinden duyduğu endişeyi’ ifade ettiği kaydedildi. Türkiye’nin, Suriye’deki Türkiye yanlısı savaşçıların Suriye'den Libya'ya gönderilmesiyle bağlantılı olduğu biliniyor. Pompeo konferansın oturum aralarında ayrıca AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Almanya Dışişleri Bakanı Maas ile de bir araya geldi. Söz konusu oturum aralarında Batının Libya'daki ateşkesin izlenmesinde rol üstlenmesine ilişkin konuşulması dikkat çekti.
Johnson: Ateşkes gerçekleşirse iyi bir iş yapabiliriz
Öte yandan Sky News'e konuşan İngiltere Başbakanı Boris Johnson, “Eğer ateşkes yapılırsa evet, kesinlikle iyi bir iş yapabiliriz. O da ateşkesi izleyecek insanları ve uzmanları göndermek olacaktır. Vekalet savaşları ancak yabancı vekillerin karar vermesi halinde sona erer” ifadelerini kullandı.



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.