Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir

"Cumhurbaşkanı Avn’a karşı muhalefeti sürdüreceğim, onun döneminde reformun mümkün olmadığını düşünüyorum."

Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir
TT

Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir

Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir

(Dürzi) İlerici Sosyalist Parti (İSP) lideri Velid Canbolat, 2005’ten bu yana ilk kez muhalefetteki yeni pozisyonunda ‘yalnız’ kalmış görünüyor. Canbolat, içinde Suriye Esed rejimi taraftarları bulunsa da Diyab hükümetine bir fırsat tanınmasını savunurken, bir yandan da Cumhurbaşkanı Avn’ın görev süresinin tamamlanmasını bekliyor.
Dürzi lider Canbolat’a göre bu günden sonra Cumhurbaşkanı Avn ile uzlaşmak artık mümkün değil. Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan İSP lideri, Avn’ın damadı (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) Başkanı Cibran Basil’in politikalarını da sert bir dille eleştirdi.
Halk Hareketi kıskaçta ve çözümsüz
Canbolat, Lübnan’ın yaptırımlar ve baskılar arasında bunalmış olduğu tespitini yapıyor: "Bir yanda ABD, diğer yanda İran ve müttefikleri baskı kurarken, halk hareketi de bu ikisinin arasında kalmış durumda."
İSP Genel Başkanı'na göre halk hareketi yozlaşmış olan hükümeti ve kota rejimini reddediyor. Bu konuda haklı ancak sistemi nasıl değiştireceği konusunda henüz bir çözüm yolu bulmuş değil. Rejimi değiştirmenin tek yolu, mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sisteminin oluşturulmasıdır. Seçim sisteminde Lübnan’ı bir bütün olarak değerlendirmek gerekir ve azınlıkların korkularını gidermek için bir ‘senato’ oluşturulabilir.
Halk neden bankalara öfkeli?
Vatandaşların bankalara yönelik tepkisini de değerlendiren Canbolat, "Bankalara olan öfkenin bir kısmı yönlendirilmiş ve kasıtlı görünüyor, bir kısmı ise doğal tepkilerden oluşuyor. Bu konudaki icraatları bekliyoruz, Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame hizmetlerin kolaylaştırılacağını söylemişti. Bazı bankalardaki görevliler mudilere karşı çok kötü davranıyor, oysa vatandaşın ABD-İran çekişmesiyle hiçbir ilgisi yok" diye konuştu.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ekonomik krizle ilgili açıklamalarının sıradan vatandaşı incittiğini vurgulayan Canbolat şunları söyledi: "Hasan Nasrallah, örgütün parasının ve silahlarının İran’dan geldiğini söylüyor. Lübnan devletinin iflası durumunda bile bölgesindeki insanların etkilenmeyeceğini savunuyor. Ona katılmıyorum, kriz derinleşirse herkes ciddi zararlar görecektir. Yeni hükümetinin en büyük önceliği enerji, yani elektrik sektörünün sorunlarını çözmelidir. Çünkü anladığım kadarıyla bütçe açığının yüzde 40’ını bu sektördeki sorunlar oluşturuyor. Ekonomik sorunun çözümü ve diğer tüm kronik sorunların çözümü yargı bağımsızlığı olmadan mümkün değildir.  Peki bu siyasi sınıf, bu taraflı politik sistem ve yanlı hükümetin bağımsız bir yargı sistemi oluşturabilmesi mümkün müdür? Halk hareketinin talepleri elbette meşrudur ancak bunların bir kısmının uygulanabilmesi mümkün değildir. Yağmalanan kamu mallarının geri getirilmesi meselesi ve yolsuzluğa bulaşan siyasilerin yargılanması hususları oldukça karmaşıktır. Sahilleri yağmalayanların tespit edilip, yüksek vergilerle kamu zararının tazmin edilmesi mümkündür, ancak diğer taleplerin uygulanması ciddi zaman ister."
Hükümetten ayrılma konusunda Canbolat şunları söyledi: "Halk hareketi başladığında Saad Hariri’ye istifa etmesini tavsiye ettim. Ancak o dönemler farklı gerekçelerle istifayı erteledi. Ben de birlikte hareket ettim, sonra da zaten istifa ettik. Şu an kendimi daha özgür hissediyorum. Parti içinden ve dışından birçok insan istifayı geciktirmemi eleştirdi, bu konudaki sorumluluğumu kabul ediyorum ancak şu an belirtemeyeceğim gerekçelerim vardı."
Esed Hükümeti
Yeni hükümetle işbirliği yapmanın mümkün görünmediğini belirten Velid Canbolat, "Bu yeni dönem bir intikam dönemi olacaktır. Protesto gösterileri başlamadan önce, Cebel-i Lübnan'da başımıza gelenleri biliyorsunuz, canımızı zor kurtardık. Cumhurbaşkanı Avn bir yerden sonra Cibran Basil’in politikalarının yıkıcı etkilerini idrak etmiştir ancak önüne geçememiştir. Bu yeni hükümette yer alan bazı şahsiyetler, bize 2005 öncesindeki güvensiz ortamı hatırlatıyor. Daha da açık olmak gerekirse Suriye/Esed-Lübnan birleşik güvenlik politikalarının bazı mensupları bu yeni hükümette yer alıyor" diye konuştu.
Enerji krizi sürüyor
Hükümetin enerji konusundaki açıklamalarını da eleştiren Canbolat şunları söyledi: "Bakanlık açıklamasında şunu böyle, bunu şöyle yapacağız deniliyor ama somut öneriler yok. Elektrik sektöründen başlayarak ciddi reformlar yapmaları gerekiyor. Bakınız bu konuda kaçırdığımız çok önemli bir fırsat vardı. Fransızların önerileri bir fırsattı ancak reddedildi. Yıllar önce Kuveyt bu sorunun çözümü için destek olmak istedi ancak engeller çıktı. Kuveyt Kalkınma Fonu Lübnan’da elektrik üretecek sistemler kurmak için oldukça istekliydi. Siemens’in teklifleri oldu onlar da reddedildi. Enerji Bakanlığı’nda bir klik bu sorunun çözülmesini istemiyor. Bu klik Lübnan’ın elektriğinin gemilerden sağlanabileceğini savunuyor, anladığım kadarıyla gemi sahipleri ile aralarında güçlü ilişkiler var. Enerji Bakanlığı’nda bir kurul oluşturulmamış. Bir bakan var bir de genel müdür, her şeyi onlar belirliyor. Saad Hariri’nin enerji kurulu kurma girişimlerinin hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. Özgür hareket edebilmek için kendilerine müdahale edebilecek bir kurulun varlığından çekiniyorlar. Elektrik dosyasında büyük yolsuzlukların döndüğünü gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Halk hareketinin yolsuzlukla suçladığı siyasetçiler kimlerdir? Bu husus önemli, seçkici davranıyorlar, gerçek yönetimi suçlamadıkları gibi, hedef tahtasına Saad Hariri, Nebih Berri ve beni koymuşlar. İlk başlarda Cibran Basil de yer alıyordu ama şimdilerde kimse Basil’den söz etmiyor. Oysa yolsuzluğun kaynağı iktidardır, bu iktidar devam ettikçe reform nasıl mümkün olabilir? Bu; herkesin sorması gereken temel bir sorudur."
Yeni Hükümet bir tuzak
‘Sorunların kaynağının hükümet mi yoksa Cumhurbaşkanı mı olduğu’ sorusuna Canbolat şöyle yanıt verdi:

"Saad Hariri Cumhurbaşkanı Avn’ı tarafsız olmaya ikna etmeye çalıştı ancak maalesef başarısız oldu. Cumhurbaşkanı'nın etrafında korkunç bir klik var, şu an isim vermem doğru olmaz ancak çok çeşitli altyapıları olan bu ekibin yönlendirmeleri söz konusu, cumhurbaşkanı da etkilerine girmiş görünüyor. Cumhurbaşkanlığı 3 yıl daha aynı minvalde devam edecek gibi. Saad Hariri diplomatik olarak bu ekibin gücünü kırmayı denedi ama başarısız oldu. Bu yeni hükümetle cumhurbaşkanlığı ekibi arasında nasıl bir çatışma olur, zaman gösterecektir, bekleyip göreceğiz. Mücadelemiz yeni değildir, eski Cumhurbaşkanı Emil Lahud döneminde de sert bir muhalefet gerçekleştirmiştik, Beyrut bölünmüştü ve ardından Hizbullah’ın 7 Mayıs'taki Beyrut operasyonu geldi o zamanlar ekonomi fena değildi. Ancak bugün herkes ipin üstünde. Eski dönemleri ve yeni dönemleri bildiğimden çok fark görmüyorum ve ekonomik duruma odaklanıyorum. Biliyorum ki kimse gelip bizi kurtaracak değildir. Refik Hariri artık hayatta değildir. Paris-1, Paris-2 ve Paris-3 toplantıları sonuç veriyordu ve Hariri ülkeye ciddi yatırımlar getirdi. Ancak kabul etmeli ki; maalesef bu yatırımlarla üretime dayalı bir ekonomik sistem oluşturulamadı."
Yeni hükümeti ‘tuzak’ olarak tanımlamakta ısrar eden Canbolat, ‘yine de olumlu unsurları’ olduğunu belirterek şunları söyledi: "Hükümete zaman tanınmasını savunuyorum, ancak hala muhalefette olduğumu vurgulamalıyım, güvenoyu vermesek de oturumlara katılacağız. Daha öncede söylediğim gibi, siyasi olarak çekincelerimiz olsa da hükümete bir fırsat tanımalıyız. Ben kendi tarzımla muhalefet ediyorum, partim ise kendi bildiği gibi muhalefet ediyor. Eski husumetleri canlandırmanın bir faydası yok, 14 Mart’a dönmemizin bir anlamı da yok. 14 Mart’ın şartları farklıydı, bugünün şartları farklı. Müstakbel Hareketi ile temas halinde olmak üzerinde anlaştık. Her olaya has farklı yaklaşımlarımız olacaktır."
Halk hareketi başlayınca Caca ile günaşırı görüştük
(Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi Genel Başkanı Semir Caca’nın, Şarku'l Avsat’a yaptığı açıklamada; "İSP, Müstakbel ve Ketaib Partisi’nin doğrudan koordinasyon olmadan birbirini uzaktan uzağa sevdiği" yönündeki ifadelerini de yorumlayan Caca: "Bu ifadeler yeterince dakik değil, çünkü 17 Ekim Halk Hareketi başladığında Caca beni aradı, ne yapacağımızı birlikte koordine ettik. Neredeyse günaşırı olarak kendisiyle ya da eşiyle temas halindeydik. Benden, Hariri’den istifa etmesini istememi talep ediyordu. Ben de diplomatik bir yolla Hariri’den bunu isteyemeyeceğimi, kendisinin karar alması gerektiğini söylüyordum." diye konuştu.
Muhalefeti yalnız başına sürdürmeye kararlı olup olmadığı yönündeki soruya Canbolat şöyle yanıt verdi:
"Kendi gücüm yettiğince, bildiğim gibi muhalefet etmeyi tercih ediyorum. Değişimi istiyorum evet, ancak Velid Canbolat değişim istediğinde 2005’i hatırlamamak mümkün olmuyor. O zamanlar Emil Lahud’a muhalefet ederken neler oldu? Merhum Patrik Nasrallah Butrus Sufeyr bile sırf ben değişim istiyorum diye muhalefet etmişti. Dolayısıyla tek başıma ortalığı çok da karıştırmadan bildiğim gerçekleri söylemeye devam edeceğim."
Araplar Saddam'ı Halid bin Velid zannettiler
Bu gerçekler ışığında ne yapabiliriz, Lübnan’daki çatışma ortamının devam etmesinin kime faydası var? Sorusuna ise Canbolat şöyle yanıt verdi: "Yapabileceğimiz çok bir şey yok, bunun sebebi de oldukça basit: Birleşik bir Arap koordinasyonu yok, Arap Birliği’nin etkisi de son derece zayıflamış durumda. Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi ve Suriye devletinin mezhepçi yapısı, İran İslam Cumhuriyeti’nin yayılmasına ve Lübnan’a aktif bir şekilde müdahil olmasına olanak sağladı. İran yayılmacılığını önleme girişiminin Araplara maliyeti çok ağır oldu. Araplar Saddam Hüseyin’in Halid bin Velid olduğunu düşünüyordu. Sonuçta mağlup oldu, sonra da ABD yönetimi, kitle imha silahları olduğu gerekçesiyle Irak’ı işgal etti. 2003’ten bu yana bölgedeki denklemler altüst oldu ve bugünlere geldik. Tarihte, dördüncü ya da beşinci kez Persliler, evet bu ifadeyi kullanmayı tercih ediyorum, Akdeniz sınırlarına kadar genişleyebildi."
Mülteciler hangi Suriye'ye dönecekler?
Canbolat Rusya’nın Lübnan’daki konuma dair ise şunları söyledi: "Rusya Lübnan’da aktif bir şekilde yer almamayı tercih etti. Daha önce mültecilerin dönüşüyle ilgili iki ülke arasında resmi bir komite kurulması üzerinde anlaşma sağlanmıştı. Ancak bu Suriyeli mülteciler nereye, hangi Suriye’ye dönecektir? Kusayr’a, Humus’a ve Şam’a dönmeleri mümkün müdür? Rusya somut bir adım olarak, Trablus’taki rafinerinin bir kısmını kiralamıştır. Rafineri demeye bin şahit ister çünkü zaten harabe haldedir. Rusya bu rafineriyi kendisine mahsup sayılan, Putin’in bizzat madalya taktığı Lübnanlı bir iş adamı aracılığıyla kiraladı. Rusya’nın meseleyi tamamen bu iş adamına bırakmaması gerekir. Eğer rafineriyi tamir eder ve çalıştırırsalar ne güzel, Lübnan bu durumdan faydalanabilir. Putin talimat verir ve Esed hemen uygular. Kerkük’ten gelen petrol ve Rusya’dan gelen gaz bu rafineride işlenir. Çünkü Türkiye üzerinden Akdeniz’e sonra Lübnan’a ulaşan gazın maliyeti epey artmaktadır. Rus büyükelçiliğinin verdiği bir resepsiyonda Rus Büyükelçisi’nden mevduatlarının bir kısmını aktararak Lübnan bankalarına destek olmalarını istemiştim. Rusya’nın ekonomik durumu fena değil, altın ve döviz rezervlerinin bir kısmını şartlı olarak bankalarımızda tutmaları ekonomik olarak nefes almamızı sağlayabilir, ancak bir yanıt olmadı."
Yüzyılın Anlaşması yeni Filistinli mülteciler demek
Canbolat Yüzyılın Anlaşması’na dair ise şunları söyledi: "Filistinlilere etkisinden bağımsız olarak, Lübnan’ı doğrudan etkileyecek bir plan değil. Tabi bazı bağnazlar 50 yıldır Filistinli mültecilerin Lübnan’a yerleştirilmesini savunuyor. Şu anda Lübnan’daki Filistinlilerin sayısı çok yüksek değil. Bazıları 500 bin kadar olduğunu söylüyor, BM verileri sanırım 180 bin civarında gösteriyor. Bu zavallı halk, göç fırsatı bulduğunda gitmeyi tercih ediyor. Lübnan’da Filistinlilere karşı ırkçı bir tutum vardı, şimdilerde bu tutum daha çok Suriyelilere yöneliktir. ABD’nin  BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı UNRWA’ya yardımları kesmesi ise, şüphesiz Lübnan, Suriye ve Filistin’deki mülteciler için yeni bir trajedi anlamını taşıyor. Şahsen ben Lübnan’daki Filistinli mültecilere haklarının verilmesini savunuyorum. Babam Kemal Canbolat 1959 yılında UNRWA’ya 60 bin metrekare toprak bağışlamıştı. Üzerinde hala okullar var, Ayn Hulve’de 10 bin metrekarelik arsasını da Filistinlilere hediye etti. Çünkü maalesef ölülerini gömecekleri toprak bulmakta sıkıntı çekiyordular. O dönem bu bilgiden haberdar olan babam, en azından bunu yapabildi. Ayn Hulve mülteci kampı toplamda 1 km kare üzerine kurulmuş, dolayısıyla cenazeleri evlerinin damına gömenler bile olmuştu, villalarda yaşayanlar bunu anlayamaz. Şunu demek istiyorum, biz aile olarak her zaman Filistinlilere karşı duyarlı olduk. 1947 bölünme senaryosu fena değil gibiydi, çünkü en azından zahirde iki devletli bir çözümü savunuyordu. O dönem Yaser Arafat bir hata yaptı ve bu öneriyi kabul etmedi. Sanırım Arafat Arap rejimlerinden kaçmak istiyordu. Filistin halkı mazlum bir halktır, Siyonizm ve Arap rejimleri tarafından ezilmektedir. Lübnan’da da savaşlar oldu biliyorsunuz, eğer Yüzyılın Anlaşması gerçekleşirse İsrail’in baskıları artacaktır. Bu durumda Filistinlilerin yeniden komşu ülkelere sığınması muhtemeldir."
Anne tarafından Emir Şekib Arslan'ın torunu oılan Canbolat, Lübnan Dürzi topluluğunun en tanınmış lideri. Velid Canbolat (1949), İSP'nin kurucusu olan babası Kemal Canbolat'ın 1977'de suikasta kurban gitmesinin ardından partinin Genel Başkanı oldu.



Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.