Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir

"Cumhurbaşkanı Avn’a karşı muhalefeti sürdüreceğim, onun döneminde reformun mümkün olmadığını düşünüyorum."

Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir
TT

Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir

Velid Canbolat Şarku'l Avsat’a konuştu: Çözüm mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sistemidir

(Dürzi) İlerici Sosyalist Parti (İSP) lideri Velid Canbolat, 2005’ten bu yana ilk kez muhalefetteki yeni pozisyonunda ‘yalnız’ kalmış görünüyor. Canbolat, içinde Suriye Esed rejimi taraftarları bulunsa da Diyab hükümetine bir fırsat tanınmasını savunurken, bir yandan da Cumhurbaşkanı Avn’ın görev süresinin tamamlanmasını bekliyor.
Dürzi lider Canbolat’a göre bu günden sonra Cumhurbaşkanı Avn ile uzlaşmak artık mümkün değil. Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan İSP lideri, Avn’ın damadı (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) Başkanı Cibran Basil’in politikalarını da sert bir dille eleştirdi.
Halk Hareketi kıskaçta ve çözümsüz
Canbolat, Lübnan’ın yaptırımlar ve baskılar arasında bunalmış olduğu tespitini yapıyor: "Bir yanda ABD, diğer yanda İran ve müttefikleri baskı kurarken, halk hareketi de bu ikisinin arasında kalmış durumda."
İSP Genel Başkanı'na göre halk hareketi yozlaşmış olan hükümeti ve kota rejimini reddediyor. Bu konuda haklı ancak sistemi nasıl değiştireceği konusunda henüz bir çözüm yolu bulmuş değil. Rejimi değiştirmenin tek yolu, mezhepçiliğin etkin olmadığı yeni bir seçim sisteminin oluşturulmasıdır. Seçim sisteminde Lübnan’ı bir bütün olarak değerlendirmek gerekir ve azınlıkların korkularını gidermek için bir ‘senato’ oluşturulabilir.
Halk neden bankalara öfkeli?
Vatandaşların bankalara yönelik tepkisini de değerlendiren Canbolat, "Bankalara olan öfkenin bir kısmı yönlendirilmiş ve kasıtlı görünüyor, bir kısmı ise doğal tepkilerden oluşuyor. Bu konudaki icraatları bekliyoruz, Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame hizmetlerin kolaylaştırılacağını söylemişti. Bazı bankalardaki görevliler mudilere karşı çok kötü davranıyor, oysa vatandaşın ABD-İran çekişmesiyle hiçbir ilgisi yok" diye konuştu.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ekonomik krizle ilgili açıklamalarının sıradan vatandaşı incittiğini vurgulayan Canbolat şunları söyledi: "Hasan Nasrallah, örgütün parasının ve silahlarının İran’dan geldiğini söylüyor. Lübnan devletinin iflası durumunda bile bölgesindeki insanların etkilenmeyeceğini savunuyor. Ona katılmıyorum, kriz derinleşirse herkes ciddi zararlar görecektir. Yeni hükümetinin en büyük önceliği enerji, yani elektrik sektörünün sorunlarını çözmelidir. Çünkü anladığım kadarıyla bütçe açığının yüzde 40’ını bu sektördeki sorunlar oluşturuyor. Ekonomik sorunun çözümü ve diğer tüm kronik sorunların çözümü yargı bağımsızlığı olmadan mümkün değildir.  Peki bu siyasi sınıf, bu taraflı politik sistem ve yanlı hükümetin bağımsız bir yargı sistemi oluşturabilmesi mümkün müdür? Halk hareketinin talepleri elbette meşrudur ancak bunların bir kısmının uygulanabilmesi mümkün değildir. Yağmalanan kamu mallarının geri getirilmesi meselesi ve yolsuzluğa bulaşan siyasilerin yargılanması hususları oldukça karmaşıktır. Sahilleri yağmalayanların tespit edilip, yüksek vergilerle kamu zararının tazmin edilmesi mümkündür, ancak diğer taleplerin uygulanması ciddi zaman ister."
Hükümetten ayrılma konusunda Canbolat şunları söyledi: "Halk hareketi başladığında Saad Hariri’ye istifa etmesini tavsiye ettim. Ancak o dönemler farklı gerekçelerle istifayı erteledi. Ben de birlikte hareket ettim, sonra da zaten istifa ettik. Şu an kendimi daha özgür hissediyorum. Parti içinden ve dışından birçok insan istifayı geciktirmemi eleştirdi, bu konudaki sorumluluğumu kabul ediyorum ancak şu an belirtemeyeceğim gerekçelerim vardı."
Esed Hükümeti
Yeni hükümetle işbirliği yapmanın mümkün görünmediğini belirten Velid Canbolat, "Bu yeni dönem bir intikam dönemi olacaktır. Protesto gösterileri başlamadan önce, Cebel-i Lübnan'da başımıza gelenleri biliyorsunuz, canımızı zor kurtardık. Cumhurbaşkanı Avn bir yerden sonra Cibran Basil’in politikalarının yıkıcı etkilerini idrak etmiştir ancak önüne geçememiştir. Bu yeni hükümette yer alan bazı şahsiyetler, bize 2005 öncesindeki güvensiz ortamı hatırlatıyor. Daha da açık olmak gerekirse Suriye/Esed-Lübnan birleşik güvenlik politikalarının bazı mensupları bu yeni hükümette yer alıyor" diye konuştu.
Enerji krizi sürüyor
Hükümetin enerji konusundaki açıklamalarını da eleştiren Canbolat şunları söyledi: "Bakanlık açıklamasında şunu böyle, bunu şöyle yapacağız deniliyor ama somut öneriler yok. Elektrik sektöründen başlayarak ciddi reformlar yapmaları gerekiyor. Bakınız bu konuda kaçırdığımız çok önemli bir fırsat vardı. Fransızların önerileri bir fırsattı ancak reddedildi. Yıllar önce Kuveyt bu sorunun çözümü için destek olmak istedi ancak engeller çıktı. Kuveyt Kalkınma Fonu Lübnan’da elektrik üretecek sistemler kurmak için oldukça istekliydi. Siemens’in teklifleri oldu onlar da reddedildi. Enerji Bakanlığı’nda bir klik bu sorunun çözülmesini istemiyor. Bu klik Lübnan’ın elektriğinin gemilerden sağlanabileceğini savunuyor, anladığım kadarıyla gemi sahipleri ile aralarında güçlü ilişkiler var. Enerji Bakanlığı’nda bir kurul oluşturulmamış. Bir bakan var bir de genel müdür, her şeyi onlar belirliyor. Saad Hariri’nin enerji kurulu kurma girişimlerinin hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. Özgür hareket edebilmek için kendilerine müdahale edebilecek bir kurulun varlığından çekiniyorlar. Elektrik dosyasında büyük yolsuzlukların döndüğünü gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Halk hareketinin yolsuzlukla suçladığı siyasetçiler kimlerdir? Bu husus önemli, seçkici davranıyorlar, gerçek yönetimi suçlamadıkları gibi, hedef tahtasına Saad Hariri, Nebih Berri ve beni koymuşlar. İlk başlarda Cibran Basil de yer alıyordu ama şimdilerde kimse Basil’den söz etmiyor. Oysa yolsuzluğun kaynağı iktidardır, bu iktidar devam ettikçe reform nasıl mümkün olabilir? Bu; herkesin sorması gereken temel bir sorudur."
Yeni Hükümet bir tuzak
‘Sorunların kaynağının hükümet mi yoksa Cumhurbaşkanı mı olduğu’ sorusuna Canbolat şöyle yanıt verdi:

"Saad Hariri Cumhurbaşkanı Avn’ı tarafsız olmaya ikna etmeye çalıştı ancak maalesef başarısız oldu. Cumhurbaşkanı'nın etrafında korkunç bir klik var, şu an isim vermem doğru olmaz ancak çok çeşitli altyapıları olan bu ekibin yönlendirmeleri söz konusu, cumhurbaşkanı da etkilerine girmiş görünüyor. Cumhurbaşkanlığı 3 yıl daha aynı minvalde devam edecek gibi. Saad Hariri diplomatik olarak bu ekibin gücünü kırmayı denedi ama başarısız oldu. Bu yeni hükümetle cumhurbaşkanlığı ekibi arasında nasıl bir çatışma olur, zaman gösterecektir, bekleyip göreceğiz. Mücadelemiz yeni değildir, eski Cumhurbaşkanı Emil Lahud döneminde de sert bir muhalefet gerçekleştirmiştik, Beyrut bölünmüştü ve ardından Hizbullah’ın 7 Mayıs'taki Beyrut operasyonu geldi o zamanlar ekonomi fena değildi. Ancak bugün herkes ipin üstünde. Eski dönemleri ve yeni dönemleri bildiğimden çok fark görmüyorum ve ekonomik duruma odaklanıyorum. Biliyorum ki kimse gelip bizi kurtaracak değildir. Refik Hariri artık hayatta değildir. Paris-1, Paris-2 ve Paris-3 toplantıları sonuç veriyordu ve Hariri ülkeye ciddi yatırımlar getirdi. Ancak kabul etmeli ki; maalesef bu yatırımlarla üretime dayalı bir ekonomik sistem oluşturulamadı."
Yeni hükümeti ‘tuzak’ olarak tanımlamakta ısrar eden Canbolat, ‘yine de olumlu unsurları’ olduğunu belirterek şunları söyledi: "Hükümete zaman tanınmasını savunuyorum, ancak hala muhalefette olduğumu vurgulamalıyım, güvenoyu vermesek de oturumlara katılacağız. Daha öncede söylediğim gibi, siyasi olarak çekincelerimiz olsa da hükümete bir fırsat tanımalıyız. Ben kendi tarzımla muhalefet ediyorum, partim ise kendi bildiği gibi muhalefet ediyor. Eski husumetleri canlandırmanın bir faydası yok, 14 Mart’a dönmemizin bir anlamı da yok. 14 Mart’ın şartları farklıydı, bugünün şartları farklı. Müstakbel Hareketi ile temas halinde olmak üzerinde anlaştık. Her olaya has farklı yaklaşımlarımız olacaktır."
Halk hareketi başlayınca Caca ile günaşırı görüştük
(Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi Genel Başkanı Semir Caca’nın, Şarku'l Avsat’a yaptığı açıklamada; "İSP, Müstakbel ve Ketaib Partisi’nin doğrudan koordinasyon olmadan birbirini uzaktan uzağa sevdiği" yönündeki ifadelerini de yorumlayan Caca: "Bu ifadeler yeterince dakik değil, çünkü 17 Ekim Halk Hareketi başladığında Caca beni aradı, ne yapacağımızı birlikte koordine ettik. Neredeyse günaşırı olarak kendisiyle ya da eşiyle temas halindeydik. Benden, Hariri’den istifa etmesini istememi talep ediyordu. Ben de diplomatik bir yolla Hariri’den bunu isteyemeyeceğimi, kendisinin karar alması gerektiğini söylüyordum." diye konuştu.
Muhalefeti yalnız başına sürdürmeye kararlı olup olmadığı yönündeki soruya Canbolat şöyle yanıt verdi:
"Kendi gücüm yettiğince, bildiğim gibi muhalefet etmeyi tercih ediyorum. Değişimi istiyorum evet, ancak Velid Canbolat değişim istediğinde 2005’i hatırlamamak mümkün olmuyor. O zamanlar Emil Lahud’a muhalefet ederken neler oldu? Merhum Patrik Nasrallah Butrus Sufeyr bile sırf ben değişim istiyorum diye muhalefet etmişti. Dolayısıyla tek başıma ortalığı çok da karıştırmadan bildiğim gerçekleri söylemeye devam edeceğim."
Araplar Saddam'ı Halid bin Velid zannettiler
Bu gerçekler ışığında ne yapabiliriz, Lübnan’daki çatışma ortamının devam etmesinin kime faydası var? Sorusuna ise Canbolat şöyle yanıt verdi: "Yapabileceğimiz çok bir şey yok, bunun sebebi de oldukça basit: Birleşik bir Arap koordinasyonu yok, Arap Birliği’nin etkisi de son derece zayıflamış durumda. Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi ve Suriye devletinin mezhepçi yapısı, İran İslam Cumhuriyeti’nin yayılmasına ve Lübnan’a aktif bir şekilde müdahil olmasına olanak sağladı. İran yayılmacılığını önleme girişiminin Araplara maliyeti çok ağır oldu. Araplar Saddam Hüseyin’in Halid bin Velid olduğunu düşünüyordu. Sonuçta mağlup oldu, sonra da ABD yönetimi, kitle imha silahları olduğu gerekçesiyle Irak’ı işgal etti. 2003’ten bu yana bölgedeki denklemler altüst oldu ve bugünlere geldik. Tarihte, dördüncü ya da beşinci kez Persliler, evet bu ifadeyi kullanmayı tercih ediyorum, Akdeniz sınırlarına kadar genişleyebildi."
Mülteciler hangi Suriye'ye dönecekler?
Canbolat Rusya’nın Lübnan’daki konuma dair ise şunları söyledi: "Rusya Lübnan’da aktif bir şekilde yer almamayı tercih etti. Daha önce mültecilerin dönüşüyle ilgili iki ülke arasında resmi bir komite kurulması üzerinde anlaşma sağlanmıştı. Ancak bu Suriyeli mülteciler nereye, hangi Suriye’ye dönecektir? Kusayr’a, Humus’a ve Şam’a dönmeleri mümkün müdür? Rusya somut bir adım olarak, Trablus’taki rafinerinin bir kısmını kiralamıştır. Rafineri demeye bin şahit ister çünkü zaten harabe haldedir. Rusya bu rafineriyi kendisine mahsup sayılan, Putin’in bizzat madalya taktığı Lübnanlı bir iş adamı aracılığıyla kiraladı. Rusya’nın meseleyi tamamen bu iş adamına bırakmaması gerekir. Eğer rafineriyi tamir eder ve çalıştırırsalar ne güzel, Lübnan bu durumdan faydalanabilir. Putin talimat verir ve Esed hemen uygular. Kerkük’ten gelen petrol ve Rusya’dan gelen gaz bu rafineride işlenir. Çünkü Türkiye üzerinden Akdeniz’e sonra Lübnan’a ulaşan gazın maliyeti epey artmaktadır. Rus büyükelçiliğinin verdiği bir resepsiyonda Rus Büyükelçisi’nden mevduatlarının bir kısmını aktararak Lübnan bankalarına destek olmalarını istemiştim. Rusya’nın ekonomik durumu fena değil, altın ve döviz rezervlerinin bir kısmını şartlı olarak bankalarımızda tutmaları ekonomik olarak nefes almamızı sağlayabilir, ancak bir yanıt olmadı."
Yüzyılın Anlaşması yeni Filistinli mülteciler demek
Canbolat Yüzyılın Anlaşması’na dair ise şunları söyledi: "Filistinlilere etkisinden bağımsız olarak, Lübnan’ı doğrudan etkileyecek bir plan değil. Tabi bazı bağnazlar 50 yıldır Filistinli mültecilerin Lübnan’a yerleştirilmesini savunuyor. Şu anda Lübnan’daki Filistinlilerin sayısı çok yüksek değil. Bazıları 500 bin kadar olduğunu söylüyor, BM verileri sanırım 180 bin civarında gösteriyor. Bu zavallı halk, göç fırsatı bulduğunda gitmeyi tercih ediyor. Lübnan’da Filistinlilere karşı ırkçı bir tutum vardı, şimdilerde bu tutum daha çok Suriyelilere yöneliktir. ABD’nin  BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı UNRWA’ya yardımları kesmesi ise, şüphesiz Lübnan, Suriye ve Filistin’deki mülteciler için yeni bir trajedi anlamını taşıyor. Şahsen ben Lübnan’daki Filistinli mültecilere haklarının verilmesini savunuyorum. Babam Kemal Canbolat 1959 yılında UNRWA’ya 60 bin metrekare toprak bağışlamıştı. Üzerinde hala okullar var, Ayn Hulve’de 10 bin metrekarelik arsasını da Filistinlilere hediye etti. Çünkü maalesef ölülerini gömecekleri toprak bulmakta sıkıntı çekiyordular. O dönem bu bilgiden haberdar olan babam, en azından bunu yapabildi. Ayn Hulve mülteci kampı toplamda 1 km kare üzerine kurulmuş, dolayısıyla cenazeleri evlerinin damına gömenler bile olmuştu, villalarda yaşayanlar bunu anlayamaz. Şunu demek istiyorum, biz aile olarak her zaman Filistinlilere karşı duyarlı olduk. 1947 bölünme senaryosu fena değil gibiydi, çünkü en azından zahirde iki devletli bir çözümü savunuyordu. O dönem Yaser Arafat bir hata yaptı ve bu öneriyi kabul etmedi. Sanırım Arafat Arap rejimlerinden kaçmak istiyordu. Filistin halkı mazlum bir halktır, Siyonizm ve Arap rejimleri tarafından ezilmektedir. Lübnan’da da savaşlar oldu biliyorsunuz, eğer Yüzyılın Anlaşması gerçekleşirse İsrail’in baskıları artacaktır. Bu durumda Filistinlilerin yeniden komşu ülkelere sığınması muhtemeldir."
Anne tarafından Emir Şekib Arslan'ın torunu oılan Canbolat, Lübnan Dürzi topluluğunun en tanınmış lideri. Velid Canbolat (1949), İSP'nin kurucusu olan babası Kemal Canbolat'ın 1977'de suikasta kurban gitmesinin ardından partinin Genel Başkanı oldu.



Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
TT

Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)

Nesrein El-Bakhshawangy

Yazar, müzisyen, belgesel film yapımcısı ve çevre aktivisti Andri Snaer Magnason, şiir, roman, tiyatro, çocuk ve genç yetişkin edebiyatı ve bilimsel kitaplar yazarak İzlanda Edebiyat Ödülü'nü tüm dallarında kazanan tek isim. Magnason, “LoveStar: A Novel” (Love Star) adlı kitabıyla 2016 yılında Fransa'da En İyi Yabancı Bilim Kurgu Romanı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.

Magnason, 1973 yılında doğdu, İzlanda Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Ancak çevre ve iklim değişikliği konuları ilgisini çeken yazar, yazılarında başlıca olarak bu konuları ele aldı. Ülkesinin temiz enerjiye geçmesi ve ulusal dilin önemi gibi alanlarda sıkı çalışmalar yapmak üzere 2016 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koydu. Çalışmaları İngilizce, Fransızca, Japonca, Arapça ve Türkçe dahil olmak üzere 30'dan fazla dile çevrildi.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason röportajın tam metni;

*Çevre ve iklim değişikliği hakkında yazmaya ilk olarak ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Milenyumun başlarında İzlanda'daki birçok önemli yer kentleşme tehdidi altındaydı. Örneğin, belirli bir kaz türünün dünyadaki en büyük yuvalama alanı sular altında kalmıştı. Bunun gibi tehdit altındaki pek çok yerin yazabileceklerimden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu alanları koruyup koruyamayacağımı, dünyaya bir roman ya da yeni bir kitapla yapabileceğimden daha fazla katkıda bulunup bulunamayacağımı merak ettim. Daha sonra bu düşüncelerimi, bazen doğrudan, kurgusal olmayan bir biçimde, bazen de bilim kurgu, şiir ya da çocuk kitaplarında konu etrafında örmenin bir yolunu buldum ve bunları bir kitaba dönüştürdüm.

LoveStar: A Novel kitabında en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim.

Teknoloji ve özgürlük

*LoveStar: A Novel adlı romanınız teknoloji ve özgürlük arasındaki çatışmayı ele alıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten neydi?

LoveStar: A Novel oldukça çılgın bir roman. İçinde bulunduğumuz çağın mitlerine karşı ilerleme ve teknoloji dünyasını keşfetmek ve şu anki trajik tanrılarımızı incelemek istedim. Yani Elon Musk ya da Steve Jobs gibi girişimciler dünyada devrim yarattılar, ama aynı zamanda kendilerini de yok ettiler. Onlar bana dünyayı istila eden ve bedenlerini ya da ruhlarını ele geçiren fikirlerin sadece ev sahipleri gibi görünüyorlar. Bu roman sosyal medyanın hayatımıza girmesinden önce yazıldı. Bu yüzden Jobs ve Musk'ın romanın ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olur. Bu roman onları bu yolculuğa çıkmadan önce yazıldı. Yaklaşan internet çağının vaat ettiklerini, bağlantı ve veri çağını ve bu gelişen teknolojilerin sonuçlarını keşfetmek istedim. Sahte haberler, bilgi balonları ve kişiselleştirilmiş derecelendirmeler kitapta geçse de bunlar o zamanlar gündemde olan konular değildi. George Orwell’ın 1984 adlı kitabını, Kurt Vonnegut ve Aldous Huxley'in eserlerini, kendi zamanlarının gerçekliğine nasıl tepki verdiklerini ve bizim gerçekliğimiz için ne tür bir tepki hayal ettiğimi düşünüyordum. Uluslararası şirketlerin etiği ‘eğer biz yapmazsak başkası yapacak, o yüzden biz de yapmalıyız’ şeklindedir.

sdwcfvrgbt
LoveStar: A Novel adlı romanın kitap kapağı

*Peki bu romanda modern kapitalizmi ve onun toplum üzerindeki etkisini eleştirirken size ilham veren neydi?

Ben bunu daha çok araştırma, taklit ve deney olarak görüyorum. Doğanın ya da insan etkileşimlerinin ve kültürün giderek daha fazla alanının metalaştığını hissettim. Yeni teknolojinin, daha önce mümkün olmayan insan ilişkilerinden yararlanma ve bunlardan faydalanma olanaklarını nasıl açacağını düşündüm. Hiçbir şeyin kendi haline bırakılamayacağına, çağımızda her şeyi sonuna kadar sömürme eğiliminde olduğumuza tanık olmaktan ilham aldım ve bu romanda en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim. LoveStar: A Novel, bu 'kaynakları' sonuna kadar kullanmanın yollarını buluyor.

İklim değişikliği meseleleri

*Bize “On Time and Water” (Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt) adlı kitabı yazma sürecinden bahseder misiniz? Kitabın beyaz perdeye uyarlanma fikri nasıl ortaya çıktı ve filme nasıl hazırlandınız?

Yaşadığım zamanın ve mekânın bir yazarı olarak, bu konu benim için yazılması gereken en önemli konuydu. İklim değişikliği meseleleri üzerine yazılan çoğu yazının ilgi çekici olmadığını ve hatta yapay zeka tarafından yazılmış gibi tahmin edilebilir olduğunu gördüm. Bu konuların akıbetini öngörebildiğimi ve anlatı yoluyla bunlar hakkında beyin fırtınası yapabildiğimi fark ettim. İletişim yeteneği, bilimsel konuları ortalama bir insana açıklamak için büyük önem taşısa da bunun ötesine geçilmesi gerektiğini hissettim. Daha derin bir yaklaşım gerekiyordu. Bu dilden daha büyük bir şey. Zira bu temiz enerji dünyasına doğru bir paradigma değişimiyle ilgili ve bir paradigma değişiminde dil ve normlar yıkılmaya başlar.

ccdfvrbg
On Time and Water romanının kitap kapağı

İçinde yaşadığımız zamanı anlamadığımızı nasıl anlayabiliriz? Kitap ailemle ilgili, büyükannem ve büyükbabam 1950'lerde buzul kaşifleriydi. Kitap, bir yandan da zamanı ele alıyor. Çünkü 2100 gerçekten ne anlama geliyor? Biz bunu nasıl anlıyoruz? Kelimeler ne anlama geliyor? Olaylar 1000 ya da 2000 yıl sonra hala iklim değişikliği olarak adlandırılacak mı yoksa başka bir isimle mi anılacaklar?

Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor.

Çocuklar ve çevre

*Bir çocuk edebiyatı yazarı olarak, sizce çocukları ve gençleri çevreyle ilgili konularda erken yaşta eğitmek önemli hedeflere ulaşılmasına nasıl yardımcı olabilir?

Çocukların ve gençlerin tüm eğitim metotlarıyla temiz enerjiye geçişin önemi konusunda bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz yüzyılın tasarım yöntemleri, alışkanlıkları ve endüstrisi artık eskidi. Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Benim yaşıma geldiklerinde tüm dünyanın temiz enerjiye ihtiyacı olacak. Bu büyük bir değişim ve zorluk. Bugün doğan bir çocuk 2100 yılı civarında emeklilik yaşına ulaşacak. Şu anda dünyamız gelecekte istikrarlı olacak şekilde tasarlanmamıştır.

tynm
The Casket of Time (Yonder) kitabının kapağı

Bir genç yetişkin romanı olan The Casket of Time'da modern hikayeleri antik destanlarla birleştirirken karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Yeni bir eser yazarken karşılaşılan başlıca zorluk, eserin çerçevesini belirlemektir. Eser bir seri mi olmalı? Üç kitap mı, beş kitap mı? Ya da çok uzun bir kitap olabilir. Ama ben uzun kitaplardan ziyade kısa ve konu odaklı hikayeleri seviyorum. Bu yüzden geleceğin ve geçmişin hikayelerini bir arada örmek ve bunları mantıklı, şaşırtıcı ve izleyiciler için eğlenceli hale getirmek zordu, ama umarım başarmışımdır.

Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabilir, ancak bir kelime de bin resimden daha fazlasını anlatabilir.

*Kişisel internet sitenizde “Ben Noam Chomsky ve Lewis Carroll'un gayrimeşru oğluyum” diye yazmışsınız. Onların yazıları çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Chomsky'nin dilbilim teorilerini inceledim. Carroll ise beni vahşi ve eğlenceli hayal gücüyle etkiledi. Kelimelere ve dile olan ilgi ve hayal gücünüzü ne kadar genişletebileceğinizi görmek gibi şeyler zihnimde takılıp kaldı.

*“Dreamland” (Düş ülkesi) kitabınızın belgesel film haline getirilmesiyle birlikte, edebiyatın görsel eserlere dönüştürülmesinin önemini nasıl görüyorsunuz?

Gerek sözlü anlatıcılık gerek kitapta yazılı, gerekse müzikal ya da film olarak olsun hikayelerin farklı ifade biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Farklı formlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Her ifade biçiminin kendi kuralları ve kendi büyüsü vardır. Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabileceği gibi bir kelime de bin resimden fazlasını anlatabilir.

*Sizi 2016 yılında İzlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya iten neydi? Sizce bir şair ve romancı böyle bir makamda ne kadar başarılı olabilir?

İzlanda cumhurbaşkanı devletin bir temsilcisidir. Doğrudan bir gücü olmasa da nüfuzu vardır. Benim gündemim İzlanda dilinin korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratmak ve İzlanda'nın iklim değişikliğinin etkileri konusunda küresel bir eylem örneği haline gelmesini sağlamaktı. Cumhurbaşkanlığı daha çok kelimeler, kavramlar ve vizyonla ilgili. Bu, bugün her zamankinden daha önemli olduğu için gündeme getirebileceğimi düşündüğüm bir konuydu.

*Tüm ilgi alanlarınız arasında en çok neyle gurur duyuyorsunuz ve neden?

Belki çocuklarım! Dört tane çocuğum var. Ama birçok ülkedeki insanlara ulaşan çok farklı türde sanat yapma becerimle gurur duyuyorum. İzlandaca yazmak ve çeviri yoluyla Arapça konuşulan ülkelerdeki biriyle konuşmak ve yazının hala sınırları aşabildiğini görmek harika. Bununla gurur duyuyorum.

*Belgesel film yapımcısı olarak yaptığınız çalışmalar yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Kariyerimi tarımdaki gibi bir tür ürün rotasyonu olarak görüyorum. Ürün rotasyonunda bir yıl patates ekersiniz, ertesi yıl arpa ve sonra belki de bir yıl boyunca tarlada yabani otların büyümesine izin verirsiniz. Böylece her tarla diğerini besler. Of Time and Water'ı yazarken kendimi bir belgesel film çekiyormuş gibi hissettim. Bilim insanlarıyla, yaşlılarla, Dalai Lama gibi kişilerle röportajlar yaptım. Ama sonra elimdeki malzemenin o kadar büyük olduğunu fark ettim. Bunun kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve şimdi de bir belgesel film oldu.

*Belgesel filminiz “The Hero's Journey to the Third Pole - a Bipolar Musical Documentary with Elephants” (Kahramanın Üçüncü Kutba Yolculuğu: Fillerle Bir Bipolar Müzikal Belgesel) adlı belgesel filminiz, bipolar bozukluğu olan kişilerle ilişkili ruh sağlığı sorunları ve yaratıcı yetenekler konusunda farkındalık yaratmayı mı amaçlıyor?

Akıl hastalıkları üzerine tartışmak zor ve hassas bir konu. Filmimde, bipolar bozukluk şikayeti olan iki kahramana kendileri hakkında konuşma şansı verdik. Filmde tıpkı hepimiz gibi çok sempatik iki insan görüyoruz. Yani hayatlarının bir noktasında normal biri gibi muamele görüyorlar. Ancak hastalığın depresif evrelerinde karanlık zamanlardan geçerken manik evrelerinde yıldızlara dokunacak kadar coşkulu olabiliyorlar. Ardından farklı bir bilinçle ve hepimizin bir şekilde öğrenebileceği yeni bir insanlık durumu anlayışıyla geri dönüyorlar.