Demokratik hükümet mi otoriter merkezi yönetim mi?

(AFP)
(AFP)
TT

Demokratik hükümet mi otoriter merkezi yönetim mi?

(AFP)
(AFP)

Nebil Fehmi (Mısır'ın eski Dışişleri Bakanı)
Son zamanlarda, modern çağdaki en iyi devlet yönetimi hakkında sorgulamalar yapılmaktadır. Seçenekler, Batı tarzı liberal demokrasi ile güçlü otoriter merkezi yönetimle sınırlandırılmıştır. Bu iki yönetim biçiminin de artıları ve eksileri bulunmaktadır, nitekim iki tarz yönetimin de başarılı ve başarısız örnekleri mevcut.
Tarihsel deneyimleri bilimsel veriler ışığında objektif olarak değerlendirdiğimizde, demokratik tecrübenin, askeri ve ekonomik olarak dünyanın en gelişmiş ülkelerini ortaya çıkardığını görmekteyiz. ABD, Avrupa Birliği ve NATO ülkelerinin içinde yer aldığı ‘Batı Bloğu’ şu anda en büyük askeri, politik ve ekonomik birlikteliği oluşturmaktadır. Uzun bir süre daha bu durumun böyle devam edeceği öngörülmektedir.
Batı demokrasisinin standartlarına uymadıkları halde, ciddi ekonomik gelişmeler gösteren ülkeler de bulunmaktadır. Bu ülkelere örnek olarak:  Singapur ve Endonezya gösterilebilir. Gelişmekte olan bu ülkelerdeki ‘merkezi otoriter yönetimler’ çıkardıkları radikal yasalarla, hızlı bir ekonomik ilerlemenin önünü açmıştır.  Singapur'un kurucu babası olarak kabul edilen Lee Kuan Yew, ülkedeki farklı etnik grupları ulusal bir çizgi etrafında toplayarak, ülke kaynaklarının gelişim için seferber edilmesini sağlamıştı. Başkan Lee Kuan Yew, otoriter merkezi yönetim ile kısa sürede istikrarı sağlayarak, ülkesinin ilerlemesini gerçekleştirmişti. Ülkedeki demokratik açılımı ise zamana yayarak, ağırdan almayı tercih etmişti.
Önemli deneyimlerden biri de Çin’in ilerleme tecrübesidir. Uzun yıllar, ‘gelişmekte olan ülkeler’ arasında yer alan Çin, devasa nüfusu dolayısıyla büyük zorlukların üstünden gelerek, vatandaşlarının yüzde 40’ının, ‘yoksulluk sınırının’ üstüne çıkmasını sağladı. Aynı zamanda teknolojik ve askeri yeteneklerini de geliştirmeyi başardı. Çin’in bu yükselişi sadece Asya’daki komşuları için değil, ABD ve Avrupa dâhil olmak üzere uluslararası düzeyde endişelere neden oldu. Çin tüm bunları demokratik bir ülke olmamasına rağmen başarabildi. Her ne kadar iktidar, Komünist Parti liderleri arasında nispeten demokratik yöntemlerle el değiştirse de, halka yayılmış bir demokrasi söz konusu değildi.
Rusya örneğini ele alacak olursak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasına, dolayısıyla kaynaklarının ve nüfuzunun hızlı bir şekilde daralmasına rağmen, kendini kısa sürede toparlayabildi. Ordusunu ve askeri yeteneklerini toparlayarak, geçtiğimiz birkaç yıl içinde askeri teknoloji alanında atılımlar gerçekleştirdi. Uluslararası engeller ve rakiplerine göre görece zayıf ekonomisine rağmen Rusya, büyük ölçüde iyileşerek, dünyadaki nüfuzunu tekrar elde edebildi.
Çin, Rusya, Endonezya ve Singapur örneklerini incelediğimizde, bu ülkelerin ‘merkezi otoriter yönetimlerin’ yokluğunda bu kadar kısa bir sürede ilerleme sağlamalarının tasavvur edilemeyeceğini görüyoruz. Bu ülkelerde, devletin üst müdahaleleri, kaynakların verimli bir şekilde, ulusal öncelikler doğrultusunda kullanılabilmesine imkân tanıdı. Batılı Demokrasilerde dahi, kriz ve felaket anlarında kısa süreliğine ‘otoriter yönetim biçimine’ başvurulduğu görülmektedir. Sonuç itibariyle, istikrarın sağlanması, ekonomik, teknolojik ve askeri gelişimin gerçekleştirilmesi iki tür yönetim biçimiyle de mümkündür. Üstelik ‘gelişimin’ Batılı Liberal Demokrasi ile ‘merkezi otoriter yönetim’ arasında sınırlandırılması da doğru değildir. Ulusal hükümetler, uluslararası ilişkilerini, kısa vadeli çıkarlar yerine, uzun vadeli olarak değerlendirmelidir. Böylelikle, siyasal, ekonomik ve güvenlik ihtiyaçlarından kaynaklanan baskılara maruz kalınmasının önüne geçilecektir. Devletler seçim dönemlerinde, kendi kamuoyuna hitap eden çıkarları dolayısıyla uzun vadede ihtiyaç duydukları ilişkilerini zedelememelidir. Yöneticiler diğer ülkelerin sosyolojilerini ve eğilimlerini dikkate almak zorundadır. Dahası, siyasi liderler kendi halklarının ve gelecek nesillerin çıkarlarını göz ardı etmeksizin, uzun vadeli dış ilişkilerinde bir denge politikası gözetmelidir. Örneğin, askeri, ekonomik veya sosyal alanlarda yatırım yaparken, bu yatırımların diğer alanlara etkisinin iyi hesap edilmesi gerekir. Halkı kısa vadede tatmin etmek için savurganca bir tutum sergilenerek, gelecek nesillerin güvenliğinin tehlikeye atılması ya da borç altında bırakılması doğru bir davranış değildir.
Son dönemlerde, dünyadaki uluslararası gerginlik, bazı ülkelerin kendi içine çekilmesine ve sağ eğilimli siyasetin yükselmesine neden oldu. Birçok ülkenin uluslararası yasaları uygulamama yolunu tercih etmesi, uluslararası kurum ve kuruluşlara olan güvenin sarsılmasına olanak sağladı. İnsanlar artık şunu sormakta: dünyanın içinde bulunduğu kriz ortamında, adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda halkın özgürce yaşayabileceği bir yönetim biçimini uygulamak mümkün müdür? Bu sorgulamalar dolayısıyla, bazen ‘merkezi otoriter yönetimler’ bazen de Liberal Demokratik yönetimler, kısa vadeli çıkar ilişkilerinin şekillendirdiği, pragmatist eğilimler sergilemeye başlamıştır. Bu iki yönetim biçimini uygulayan ülkeler, uluslararası kurumlara yönelik yaklaşımın sarsılmasını, kendi kötü yönetimlerini maskelemek için bahane olarak kullanmaktadır. Merkezi otoriter yönetimler, örneğin Çin ve Rusya, demokratik ülkelerden daha önce, halk hareketleriyle çalkalanmıştır. Çarlık Rusya’sının sosyalizm ve komünizmle sarsılması gibi, Sovyetler Birliği’nin dağılması da bu minvalde değerlendirilebilir. Üstelik Rusya’nın kendini yeniden toparlayabilmesi, kapitalist ekonomi benzeri sistemlere başvurmasıyla mümkün olabilmiştir.
Öte yandan, ABD ve Avrupa ülkeleri, bazı seçimlerin,  toplumların, geleneksel demokratik siyaseti reddedişini yansıtan sonuçlar ve eğilimler ürettiğini göz ardı ettiler. Gelişmiş Liberal Demokrasi ülkelerinin, ‘’ilkeler çerçevesinde serbest yönetim’’ kavramını kullanarak, ulusal sistemlerini diğer ülkelere dayatması kınamaya değerdir. Bu ülkeler, uluslararası hukuku, uluslararası hukukun temel bir ilkesine muhalefet ederek, uzaktaki ülkelerde jeopolitik kazanımlar elde etmek için ihlal ettiler. Bu temel ilke ise, devletlerin iç işlerine müdahale edilerek, bağımsızlıklarının ihlal edilmemesiydi. Öte yandan güçlü ‘otoriter merkezi yönetimler’ de temel uluslararası ilkeleri, ilişki kurdukları zayıf ülkelerde kullanmama eğilimi gösterdi.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: ‘otoriter merkezi yönetimler’ kısa vadeli atılımları gerçekleştirmede, kriz ve felaketlerle yüzleşmede diğer Liberal Demokratik ülkelerden daha başarılıdır. Otoriter yönetimler, ülke enerjisini somuran gereksiz rekabetlere engel olduğu için, ülke kaynaklarının öncelikli hedeflere yönlendirilmesine imkân oluşturur.
Kişisel kanaatim şu yöndedir: adil bir hukuk sistemi altında özgürce bir arada var olmak, uluslararası toplumun tümünün yararınadır. Uluslararası hukuk ilkeleri doğrultusunda, orta ölçekli ülkelerin yönetim tercihlerine saygılı olunmalıdır. Zira her ülkenin kendi sosyolojisi ve kendi şartları vardır. Büyük güçlerin dayatması altında şekillenen yönetimlerin başarısızlığı ortadadır. Uluslararası dengenin sağlanması, temel insan haklarının büyük ülkeler başta olmak üzere, orta ve küçük ölçekli ülkeler tarafından tamamen benimsenmesi ve uygulanmasıyla mümkün olabilir.
Uluslararası ve ulusal yönetim için şu kavramlara özel önem verilmesi gerekir: ‘ortak çıkarlar’, ‘kolektif güvenlik’ ve ‘maddi ya da askeri gücün’, ‘hukukun gücü’ ile sınırlandırılması. Ülke içinde demokrasinin sağlanması ne kadar önemliyse, uluslararası ilişkilerde de demokrasinin ilkelerinin benimsenmesi o kadar önemlidir. Kendimize demokrat, başkalarına despot olmamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Şili'de aşırı sağcı aday başkanlık seçimini kazandı

Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
TT

Şili'de aşırı sağcı aday başkanlık seçimini kazandı

Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)

Şilililer dün, Augusto Pinochet'nin diktatörlüğünün sona ermesinden 35 yıl sonra, en sağcı cumhurbaşkanını seçti. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun resmi sonuçlarına göre Jose Antonio Kast oyların yüzde 58'ini alırken, rakibi yenilgiyi kabul etti.

10 milyondan fazla oy sayıldıktan sonra, toplam oyların yaklaşık yüzde 70'ini temsil eden sonuçlarla, Kast, geniş bir sol koalisyonun başında bulunan Komünist Parti üyesi Janet Jara'ya karşı açık bir üstünlük sağladı.

51 yaşındaki Jara, yenilgiyi kabul ederek sosyal medya paylaşımında seçmenlerin yüksek sesle ve açıkça konuştuğunu ve cumhurbaşkanı seçilen kişiye tebriklerini ve en iyi dileklerini ilettiğini söyledi.

Muhafazakâr Katolik Cast, kampanyasını Şili'deki suçlarla mücadeleye odakladı ve çoğu Venezuelalı olmak üzere yaklaşık 340 bin belgesiz göçmeni sınır dışı edeceğine söz verdi.

Şarku'l Avsat'ın edindiği nilgiye göre Kast, askeri diktatörlüğün açık bir destekçisi ve Pinochet hayatta olsaydı ona oy vereceğini söylemişti.

16 Kasım'da yapılan ilk turda, her iki aday da oyların dörtte birini aldı ve sol kanat az bir farkla öndeydi. Ancak, tüm sağcı adaylar birlikte oyların yüzde 70'ini topladı.


Dünya liderleri, Avustralya’daki Bondi sahili saldırısını kınadı

14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
TT

Dünya liderleri, Avustralya’daki Bondi sahili saldırısını kınadı

14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)

Dünya liderleri, Pazar günü Sydney’in Bondi Sahili’nde düzenlenen Yahudi kutlamasına yönelik saldırıyı şiddetle kınadı. Saldırıda en az 12 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, olayı “Avustralya’daki Yahudilere yönelik bir saldırı. Hanuka Bayramı’nın ilk günü, normalde sevinç ve inançla kutlanması gereken bir gün…” sözleriyle değerlendirdi ve polis ile güvenlik güçlerinin olaya karışanları tespit etmek için çalıştığını söyledi.

frgt
Avustralya Güvenlik İstihbarat Teşkilatı (ASIO) Güvenlik Genel Direktörü Mike Burgess, Sidney'deki Bondi Plajı saldırısının ardından 14 Aralık 2025'te Canberra'daki Parlamento Binası'nda düzenlenen basın toplantısında konuşuyor (EPA)

Avustralya muhalefet partisi Liberal Parti lideri Susan Lee, “Avustralyalılar bu akşam derin bir yas içinde. Şiddet ve nefret, toplumumuzun kalbini vurdu… Hepimizin bildiği ve sevdiği Bondi’de” ifadelerini kullandı.

frgt
Avustralya Federal Polisi'nde ulusal güvenlikten sorumlu geçici komiser yardımcısı Nigel Ryan (EPA)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “Bu dünyada antisemitizme yer yok. Kalplerimiz bu korkunç saldırının kurbanları, Yahudi toplumu ve Avustralya halkı ile birlikte” dedi.

Saldırıya ilişkin tepkilerini dile getiren dünya liderleri arasında İngiltere Başbakanı Keir Starmer, olayın “son derece üzücü haberler” olduğunu söyledi. Yeni Zelanda Başbakanı Christopher Luxon ise, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın bir aile gibi olduğunu belirterek, Bondi’deki saldırının kurbanlarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade etti.

sd
Avustralya polisi ve acil durum ekipleri, 14 Aralık 2025'te Bondi Plajı'ndaki silahlı saldırı olayının yaşandığı yere yakın bir bölgede çalışıyor (EPA)

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, saldırının “Yahudi topluluğuna yönelik antisemitizmin bir sonucu” olduğunu ifade etti. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Avustralya ve Yahudilerle dayanışma içindeyiz. Şiddet, nefret ve antisemitizme karşı birleşiyoruz” açıklamasında bulundu.

İspanya Dışişleri Bakanı José Manuel Albares, Norveç Başbakanı Jonas Gahr Støre ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da benzer şekilde saldırıyı kınayarak, kurbanlar ve ailelerine başsağlığı dileklerini iletti.

ABD ve Kanada yetkilileri de saldırıyı terör eylemi olarak nitelendirerek, kurbanlara ve Avustralya halkına destek mesajı verdi. Almanya’daki Yahudi Derneği ise yaptığı açıklamada, “Derin bir şok içindeyiz. Antisemitizm öldürür” ifadelerini kullandı.

New South Wales Başbakanı Chris Minns, “Hanuka’nın ilk günü kutlanan bir bayram, ne yazık ki bu korkunç saldırı nedeniyle kabusa dönüştü. En az 12 kişi hayatını kaybetti, saldırganlardan biri de öldü” dedi.


Avustralya, silahlı saldırganı durduran Ahmed el Ahmed'i konuşuyor

Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
TT

Avustralya, silahlı saldırganı durduran Ahmed el Ahmed'i konuşuyor

Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)

Bondi Plajı’nda düzenlenen Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında yaşanan ve en az 12 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıya dair ortaya çıkan görüntülerde, bir sivilin saldırgana müdahale ederek silahını elinden aldığı görüldü. Söz konusu davranış, kamuoyunda geniş yankı uyandırırken, çok sayıda kişinin hayatının kurtarılmış olabileceği değerlendirildi.

Görüntülerde, otoparkta beyaz tişört giymiş bir kişinin, tüfek taşıyan koyu renkli tişörtlü saldırgana hızla yaklaştığı, arkasından saldırarak silahı ele geçirdiği ve ardından silahı saldırgana doğrulttuğu görülüyor. Saldırganın dengesini kaybederek geriye doğru çekildiği ve köprüye doğru yöneldiği, kahraman vatandaşın silahı daha sonra yere bıraktığı anlar videoda net şekilde yer alıyor.

Olay anına ait görüntüler kısa sürede sosyal medyada yayılırken, çok sayıda kullanıcı müdahalede bulunan kişinin cesaretini övdü ve bu davranışın birçok insanın hayatını kurtarmış olabileceğini dile getirdi. Avustralya merkezli News.com.au sitesi, kahraman olarak anılan kişinin Sidney’de yaşayan ve Sutherland’da bir manav işleten 43 yaşındaki Ahmed el-Ahmed olduğunu duyurdu.

İki çocuk babası olan Ahmed’in, bu müdahalesi sırasında iki kurşunla yaralandığı, kuzeninin 7News kanalına yaptığı açıklamayla doğrulandı. Duygusal görüntülerde, 43 yaşındaki manavın saldırganlardan birinin silahını zorla aldığı anlar dikkat çekti.

h
Viral videodan bir görüntü (ABC Avustralya Haber Ağı)

Reuters, güvenilir görüntüler üzerinden videonun doğruluğunu teyit etti. Ajans ayrıca, söz konusu görüntülerdeki saldırganların, daha sonra polis tarafından çevrelendiği doğrulanan kişilerle aynı kişiler olduğunu, kıyafetlerinden yola çıkarak belirlediğini aktardı. Şüpheli saldırganlardan birinin öldürüldüğü, diğerinin ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı bildirildi.

“Nefreti körüklüyor” açıklaması

Saldırıdan saatler sonra açıklama yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ağustos ayında Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’ye bir mektup gönderdiğini ve Canberra yönetimini “antisemitizm ateşini körüklemekle” suçladığını söyledi.

Albanese hükümetinin Filistin devletini tanımayı da içeren politikalarının, Yahudi karşıtlığını teşvik ettiğini ve sokaklarda yayılmasına neden olduğunu savunan Netanyahu “Antisemitizm bir kanserdir. Liderler sessiz kaldığında yayılır. Zayıflığın yerini eylem almalıdır” ifadelerini kullandı.

Saldırıyı “dehşet verici” olarak nitelendiren Netanyahu, “Bu soğukkanlı bir cinayettir. Ne yazık ki her dakika kurbanların sayısı artıyor. En uç kötülüğü gördük. Aynı zamanda Yahudi kahramanlığının zirvesine de tanık olduk” dedi. Netanyahu, kendisinin Yahudi olduğunu söyleyen ve saldırganlardan birinin silahını alan bir sivile atıfta bulundu.

Netanyahu açıklamasında, “Küresel antisemitizme karşı bir mücadele içindeyiz. Bununla mücadele etmenin tek yolu onu açıkça kınamak ve kararlılıkla karşı durmaktır. İsrail’de yaptığımız da budur. Ordumuz, güvenlik güçlerimiz, hükümetimiz ve halkımızla birlikte bunu sürdürmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Avustralya hükümetine dolaylı eleştirilerde bulunan Netanyahu, “Kınamayan, hatta teşvik edenleri kınamayı sürdüreceğiz. Özgür ülkelerin liderlerinden beklenen adımları atmaları için baskı yapmaya devam edeceğiz. Teslim olmayacağız, eğilmeyeceğiz ve atalarımızın yaptığı gibi mücadeleyi sürdüreceğiz” dedi.