Brigitte Macron: Göründüğünden daha siyasi

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve eşi Brigitte Macron (Getty)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve eşi Brigitte Macron (Getty)
TT

Brigitte Macron: Göründüğünden daha siyasi

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve eşi Brigitte Macron (Getty)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve eşi Brigitte Macron (Getty)

Radab Nahar
Geçen yıl en çok satanlar listesine giren ve büyük bir başarı elde eden Fransız kitaplar arasında, Le Parisien gazetesinde yazar olan Ava Djamshidi ve Nathalie Schuck’un kaleme aldığı ‘Bayan Başkan’ (Madame la president) kitabı da yer aldı. Kitap, Elysee Sarayı’nı tanıtırken, Fransa Cumhurbaşkanı olan eşi Emmanuel Macron’un hayatında ve ülkeyi yönetmeye yönelik siyasi kararlarında Fransa’nın First Lady’si Brigitte Macron’un oynadığı gerçek role değiniyor.
Plon yayınevi tarafından basılan kitap, yaklaşık 300 sayfadan ve 5 bölümden oluşurken, siyasetçi ve tecrübeli bir kadın olarak Brigitte Macron’u içeriyor. Fransızlar, Brigitte’i, ince bir vücuda ve ilginç bir gülümsemeye sahip bir kadın, halka açık alanlarda ve her münasebette daima eşinin yanında veya arkasında yer almak isteyen nazik bir hanımefendi olarak tanıyor. Ancak perde arkasında, Fransa devletinin işlerinde belirleyici bir rol oynadığını kim bilebilirdi ki? Ya da Elysee’de yaşanan her şey özellikle de söylenen her cümle hakkında bilgi sahibi olduğu kim tarafından bilinebilirdi ki?
Öte yandan kitap, kendisinden 24 yaş büyük olmasına rağmen ebedi bir aşk bağına sahip bir erkekle bir kadının hikayesini anlatıyor. 30 yıllık geçmişe sahip bu hikaye, kitapta efsanelerden ve masallardan biriymiş gibi sergileniyor. Peki ya öğretmenine aşık olan bu öğrenci, nasıl cumhurbaşkanı oldu? Cevap oldukça basit; Macron hırslı, mücadeleci ve savaşçı bir adam. Aynı zamanda eşi de onu, hayatındaki en zor ve en tehlikeli durumlarda bile ileriye taşıyabilen çok güçlü bir karaktere sahip.
Kitabın içeriği, oldukça zaman ve çaba almış. Öyle ki Djamshidi ve Schuck, First Lady ile yapılmış 4 görüşmenin yanı sıra, çifte yakın birkaç siyasi isimle röportaj ve toplantılarına güveniyor.
Kitap, cumhurbaşkanlığını üstlenmek için hazırlık döneminden hikayelerin yardımıyla, olay ve diyalogların sanki dün yaşanmış gibi sunumuyla Fransa Cumhurbaşkanı’nın Elysee Sarayı’ndan önce ve sonra eşiyle olan ilişkisine bir bakış sağlayan zengin bir çalışma.
Kitap, Cumhurbaşkanı Macron’un, eşi Brigitte’e olan güçlü ilişkisini yansıtan beden diline odaklanıyor.
Brigitte olmadan asla!
Çiftin ilişkisini takip ederken Bayan Başkan, Cumhurbaşkanı Macron’un, (yoğun muhalefet ortasında ilk kez Fransa’nın First Lady’si pozisyonuna ulaşan) eşi Brigitte’e olan güçlü ilişkisini yansıtan beden diline odaklanıyor.
Kitap ayrıca, en küçük ayrıntılara ve Macron’un ‘eşinin her zaman yanında olmasına ihtiyaç duyduğu’ kendiliğinden gelişen eylemlerine de ışık tutuyor.
Bu çerçevede özel seçim kampanyaları sırasında Macron’un yanında çalışanlardan biri, “Cumhurbaşkanı Macron’dan, kampanya günlerinden en sık duyduğum cümle ‘Brigitte nerede?’ oldu” ifadelerini kullandı.
Brigitte, yalnızca randevularını değil eşiyle ilgili tüm meseleleri, hatta onun hayatını da koordine etmeye çalışıyor. Zaman çizelgesi ise her zaman önem verdiği konular arasında yer alıyor. Zira her şey belirli bir nizama göre yürümeli; yemek saatleri, uyku vakitleri, toplantılar, görüşmeler, dinlenme vakitleri… Brigitte Macron, düzenli, dakik ve son derece organize bir kadın.
“Her şeyini ona borçlu. Onun sayesinde cumhurbaşkanı oldu”. Emmanuel Macron’un yakın bir arkadaşının Le Parisien gazetesine söylediği ifadeler. Bu ifadelere, aynı zamanda kitabın sayfalarında da rastlamak mümkün. Birçok kesim, Macron 15 yaşında Fransa’nın kuzeyindeki Amiens şehrinde bir ortaokulda eğitim görürken Brigitte’in, onun drama öğretmeni olduğu hikayesini ve Brigitte’in onun üzerindeki etkisini biliyor.
Macron, Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğinin ‘insanlığa karşı bir suç’ olduğunu belirttiğinde yanındaki hiç kimse, onu yaptığı bu büyük hata dolayısıyla uyarmaya cesaret edemedi. Ancak eşi onu azarladı ve kendisine, “Eğer cumhurbaşkanı olmak istiyorsan, bu tür sözler söylememelisin” dedi.
Ama Macron’u cesaretlendirmekten ve desteklemekten geri durmamasına rağmen Brigitte, gerektiğinde eşini ilk eleştiren kişi de oldu. Örneğin Macron, 14 Şubat 2017 tarihinde BFM televizyon kanalında bir programda, Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğini, ‘barbarca’ olarak nitelendirerek, bunun ‘insanlığa karşı bir suç’ olduğunu ifade etmişti. O dönemde yanındaki hiç kimse, onu yaptığı bu büyük hata dolayısıyla uyarmaya cesaret edememişti. Kitabın yazarları ise kitapta, açıklamanın ardından Brigitte’in nasıl kampanya merkezine girdiğini ve onu nasıl azarladığını anlatıyor. Yazarlara göre eşi, Macron’a, ‘eğer cumhurbaşkanı olmak istiyorsa, bu tür sözler söylememesi’ gerektiğini bildirdi
Bu çerçevede Brigitte Macron, göreve başladıktan sonra eşinin konuşmasıyla ilgilenmekle yetinmedi, aksine Fransa halkına hitaben kullandığı kısa cümleleri reddederek, içeriğe müdahalelerde bulunmaya başladı. Zira ona göre bu kısa konuşma biçimleri, tüm Fransızlar tarafınca anlaşılır olmayabilirdi. Bu yüzden eşini, ‘yalnızca zenginlerin başkanı olduğu’ klişesini kırarak, tüm sosyal sınıflara ulaşmasını sağlayan hitap şekillerine yöneltti.
Kitap, cumhurbaşkanının danışmanlarının, Brigitte’in varlığından ve her konudaki müdahalelerinden hoşnut olmadığına değiniyor. Öyle ki onu, cumhurbaşkanlığı çemberinde ve siyasi mutfakta kendi pozisyonlarına karşı gerçek bir tehdit olarak görüyorlardı. Bazı danışmanlar, Brigitte’e karşı düşmanlık ve nefret besliyordu.
Otorite korkuları
Djamshidi ve Schuck, Amiens lisesinde bu basit Fransız öğretmenin, tarihe dahil olacağını, haber manşetlerine adını yazdıracağını ve modern dünyanın en ünlü kadın figürlerinden biri olacağını kimin hayal edebileceğini soruyor. Ayrıca çikolata üreticisi olan basit bir aileye mensup Brigitte’in eski öğrencisiyle olan evliliğinin, modern prensesler ve First Lady’ler kulübüne gireceğini kim tahmin edebileceğini sorguluyor.
Yazarlar daha sonra ise Brigitte Macron’un, biriyle her görüşmesinde Clinton çiftiyle olan şakalaşmasına nasıl güldüğüne değiniyor. Hillary bağırarak, “Ah, ben onu tanıyorum. Onunla daha önce dışarı çıktım” diyordu. Bill ise, “İlişkinde onunla kalsaydın, şimdi kırsal bir kasabada otopark kadını olacağını biliyor musun?” diye konuşuyor. Clinton ise, “Hayır, eğer onunla kalsaydım, ABD Başkanı olurdu. Arkansas’ta bir çukurdasın” ifadelerini kullanıyor.
Belki de bu şaka, yazarların sorusuna da yanıt veriyor. Ayrıca First Lady’inin kendinden ne denli emin olduğunu ve otoriteye ulaşma yeteneğini ortaya koyuyor.
Ama otoritenin de endişeleri var. Yazarlar, Brigitte Macron’u, eşinin Fransa Cumhurbaşkanlığına ulaşmaya hazırlanırken, elinden geleni yaptığına değiniyor. Seçim kampanyasının son aylarında, özellikle de eşinin zafer kazanacağını anladığında konuya ilişkim tüm literatürleri ve fikirleri incelediğini söylüyorlar. Yazarlara göre Brigitte, kendilerine “Fransız First Lady’lerle ilgili her şeyi okudum” dedi. Cumhurbaşkanlığı tarzını yaşamaktan nefret eden, hiç var olmamış gibi marjinalize edilenler de dahil, bu hayatta hepsinin mutsuz olduğunu söyleyen Brigitte, “Okuyarak, öykülerini çevreleyen trajediyi, şiddeti ve komploları hissettim, aynı şekilde ölümü de” dedi. Brigitte Macron, eşinin kafasının dünyanın dört bir yanından gelen kameralar önünde patladığını gördüğünde Jacqueline Kennedy’nin korkunç kaderinden endişe duymuştu. Petit Clamart bölgesinde, General Charles de Gaulle ve eşine yapılan saldırıyı hatırladığında adeta titremişti.
Otoritenin, ağır bir yük taşımasını beklemediğini söyleyemeyiz. İnsanlardan, hatta dünyadaki bazı resmi şahsiyetlerden ‘eşiyle olan yaş farkından başlayarak, Elysee ve ülkenin tüm bölgelerindeki siyasi ve idari farklılıklara kadar’ sert eleştirilere maruz kaldı.
Öte yandan direnişe ve cesarete tutundu. Asla ayrıcalıklı bir konumda olmadığı bir ilerleme için sabırsızlanıyordu.
Gizemli belge
Kitap, araştırmalarını, Fransa’nın First Lady’sinin notlarına ışık tutarak sonlandırıyor. Brigitte Macron, anılarını not ediyordu. Bunu, Elysee Sarayı’na girmeden önce de yapardı. İyi ya da kötü, yönetim içinde veya dışında yaşadığı anları belgeliyordu. Gizemli belgeleri hiç okumayan arkadaşları, bunları ‘küçük bir gazete’ olarak nitelendiriyor. Peki ya acaba bunlar, ne kadar sır içeriyordu ve yayınlanabilirler miydi?
Her zaman yazar olmayı hayal ettiğini söyleyen Emmanuel Macron, cumhurbaşkanlığı görevinin bitmesi sonrasında bunlar hususunda bir kitap yayınlayacak mı?
Belki evet… Elysee’den ayrıldıktan sonra çift, iki normal yazar gibi hayatlarına devam edebilir. Önceki hayatlarında olduğu gibi normal bir yaşam sürebilirler, ancak lise hatıraları ve Elysee yaşantılarıyla birlikte…
Kitap: Madame la president 
Yazarlar: Ava Djamshidi ve Nathalie Schuck
Yayınevi: Plon



Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan
TT

Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan

Robert Ford

Donald Trump'ın İran'a karşı savaşında İsrail'i ne kadar destekleyeceği belirsizliğini koruyor, ancak tahminler, çatışmanın ivmesinin bu yılın sonlarında gerileyeceği yönünde.

Kendi açısından İran, ABD ile tam ölçekli bir çatışmaya kaymak konusunda istekli görünmüyor. Nitekim 23 Haziran'daki sınırlı misilleme, füze saldırısı öncesinde ABD’ye saldırıyı bildirdi. Trump da bunu daha sonra hesaplı bir adım olarak değerlendirdi. Ancak bu, çatışmanın yakın bir zamanda sona ereceği anlamına gelmiyor.

İran, nükleer ve balistik füze programlarına halen sıkı sıkıya bağlı ve kapsamlı yabancı denetimlere izin vermiyor. İsrail'in İran güvenlik kurumlarını hedef alması ve İsrailli yöneticiler ile Donald Trump'ın tekrarlanan açıklamaları, geride kalan İranlı yöneticiler arasında İsrail ve ABD'nin er ya da geç İslam Cumhuriyeti'ni devirmeye çalıştığına dair inancın pekişmesine yardımcı oldu.

Ancak İran rejimi gerçekte devrilmedi. Gerçek şu ki, ne kadar yoğun ve sürekli olursa olsun, hava ve füze saldırılarının sonucu olarak bir rejim değişikliğine hiç şahit olmadık. İran’da, 2011'de Libya'da veya 2024'te Suriye'de olduğu gibi, hükümet kurumlarının kontrolünü ele geçirebilecek güçlü bir silahlı muhalefet de yok. Aynı biçimde, 1979'da İran'ın kendisinde olduğu gibi, İran nüfusunun büyük bir kesiminin etrafında toplanabileceği net bir muhalif figür de yok.

Washington'u, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve Amerikalı uzmanların doğrudan denetimleri ikna edebilmişti

Bir yıl sonra, İran dini lideri bir din adamı veya İran Devrim Muhafızları'ndan bir subay olabilir, ancak rejimin doğası büyük ölçüde değişmeden olduğu gibi kalacaktır. ABD ve Avrupa’nın desteğini almış bir İsrail saldırısı, sendeleyen İran devletinin İsrail'e olan düşmanlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Batı'ya karşı düşmanlığını açıkça ifade etmese de en azından ona karşı derin bir şüphe duymaya devam edecektir.

Tahran, İsrail ve ABD'nin İran hükümetini ve ekonomisini zayıflatmayı bırakacağına güvenmediği için nükleer ve balistik füze programlarından koşulsuz vazgeçmek için hiçbir gerekçe görmüyor. Ayrıca, bu programları kademeli de olsa yeniden inşa etmek için teknolojik kapasiteye sahip. Dahası İslam Cumhuriyeti içinde hızla nükleer silah geliştirilmesini isteyen sesler giderek daha fazla yükselecektir. Kuzey Kore örneğine bakıldığında, hayatta kalan İran liderleri, rejime yönelik ek dış tehditleri yalnızca bir nükleer silahın caydırabileceği sonucuna varabilirler.

Buna karşılık, Amerikalılar ve İsrailliler, yeni şüpheli nükleer tesisleri ve personelini hedef almak için her zaman doğru olmayabilecek istihbarata dayanacaklar. Bu hava saldırıları, bazı açılardan, Kuveyt Savaşı ile 2003 ABD işgali arasındaki yıllarda Saddam Hüseyin döneminde Irak'a karşı gerçekleştirilen ABD operasyonlarına benzeyecek. Ancak Washington'daki Carnegie Vakfı'nda Nükleer Politika Programı Direktörü ve akademisyen James Acton, 19 Haziran'da New York Times'da, hedef alınan devlet nükleer programı sürdürmeye kararlıysa, hiçbir hava harekatının nükleer programı tamamen durdurmada başarılı olamadığı konusunda uyardı. Hatırlayalım ki, Washington'u Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve ABD uzmanlarının doğrudan denetimleri ikna edebilmişti.

cdfg
Fotoğraf: Sara Padovan

Trump'ı İran'a karşı askeri bir saldırı düzenlemeye zorlayanlar, İran'ın dahili nükleer ve füze programlarının tamamen ve garantili olarak ortadan kaldırılmasının ancak kara kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla sağlanabileceği gerçeğini sürekli olarak göz ardı ediyorlar. Ancak Trump, İran ile askeri bir gerilimi tırmandırma peşinde değil; aksine, müzakere masasında İran'ı siyasi olarak teslim olmaya itmeye çalışıyor. Burada soru şu; İran'ı kısa sürede teslimiyet müzakerelerini kabul etmeye zorlama gücüne sahip mi?

Bununla beraber Trump'ın İran'a büyük çaplı bir kara harekâtını onaylaması pek olası değil. Operasyonel koşullar düşük riskli olduğu sürece hava saldırılarını tercih edecektir ama bilindiği gibi, daha önce Yemen'de Husilere karşı yürütülen hava harekatının uzun sürmesinden rahatsızlık duyduğunu da dile getirmişti. Buna ilave olarak, deniz devriyelerinin artırılmasını destekleyeceği ve Çin'e yapılan sevkiyatlar da dahil olmak üzere İran petrol ihracatına fiili bir ambargo uygulama yönünde harekete geçeceği de tahmin ediliyor. Bu adımlarının amacı, düşman İran hükümetini döviz rezervlerinden mahrum bırakmaktır. İran petrol ihracatını durdurmak Tahran'ı daha da zayıflatacak, nükleer ve balistik füze programlarını yeniden inşa etme girişimlerini yavaşlatacak olsa da onu tamamen felç etmeye yetmeyecektir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu artık mali ve askeri olarak daha zayıf ve Bağdat ile Güney Irak'ta bir zamanlar sahip olduğu etki seviyesini koruyamayacaktır

İsrail daha güçlü, ancak kısıtlamalar varlığını sürdürecektir.

İran'da bir rejim değişikliği ihtimali azalırken, İsrail her zamankinden daha fazla Amerikan desteğine ihtiyaç duyacaktır. İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran hedeflerine karşı elde ettiği kayda değer başarılara rağmen, özellikle de Fordo'daki müstahkem yeraltı İran nükleer tesisini yok edememesi başta olmak üzere, çatışma aynı zamanda gücünün sınırlarını da açığa çıkardı. Buna ilaveten İsrail, kıyılarına bir ABD Donanma muhribi ve sınırlı ABD stoklarından ek THAAD füze savunma sistemi birimleri konuşlandırılması gibi, füze savunma sistemini takviye etmek için ABD’den takviye talebinde bulunmak zorunda da kaldı.

Bu Amerikan örtüsü altında, İsrail sadece İran nükleer programıyla bağlantılı olduğundan şüphelenilen yerleri hedef alan düzensiz saldırılar düzenlemekle kalmayacak, aynı zamanda Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarına ve Batı Şeria'nın bazı kısımlarını kademeli olarak ilhak etmeye devam edecektir. Bunun karşısında Filistinliler kendilerini kasvetli bir gelecekle karşı karşıya bulacaklardır. Aynı zamanda, İsrail'in güvenilirliği ve desteklenmesine verilen destek, Demokrat Parti'yi destekleyen genç Amerikalılar arasında azalmaya devam ediyor ve bu yaklaşık on yıldır belirgin olan bir eğilim.

Son zamanlarda, genç Cumhuriyetçiler de İsrail’i daha az destekler oldu ve Kongre'deki İsrail yanlısı grupların hakimiyeti muhtemelen önümüzdeki üç yıl boyunca devam edecek fakat ABD bütçesi üzerindeki artan yük ve yerel sosyal programlara yapılan harcamaların gerilemesi, İsrail'e koşulsuz ABD desteğinin uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği hakkındaki mevcut sorgulamaları yoğunlaştıracak.

İbrahim Anlaşmaları genişletiliyor mu?

Mevcut çatışmanın durmasıyla birlikte, Washington İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunu yeniden gündeme getirirken, Kuveyt, Katar, Umman ve Suudi Arabistan bir dizi karmaşık hesaplarla yüzleşeceklerdir. Nitekim Trump, 14 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı konuşmada, Körfez ülkelerinin bu adımı atmaları umudunu dile getirse de bu adımın zamanlamasının tamamen onlara bağlı olduğunu kabul etti.

Cezayir, Tunus ve Yemen gibi bazı Arap Birliği üyeleri normalleşme sürecine yönelmeyecek olsalar da İsrail, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleriyle resmi siyasi ve ticari ilişkiler kurmaya halen istekli ve buna önem veriyor.

Ancak, İran'ın belirgin şekilde zayıflamasıyla birlikte, Körfez ülkelerinin Tahran'ın tehditlerine karşı caydırıcı olarak İsrail ile acil iş birliği ihtiyacı da azalıyor.

Bu hükümetler, İsrail'in Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarından rahatsız olurlarsa, açıkça normalleşme adımları atmak yerine, İsrail ile sessiz bir iş birliği seviyesini sürdürmeyi tercih edebilirler.

Bununla birlikte, bu ülkeler ister normalleşme yolunda ilerlemeye ister ilerlememeye karar versinler, özellikle İsrail'in büyüyen askeri gücünün farkında oldukları için Washington ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışacaklardır. Aynı zamanda, Çin ve hatta Rusya da dahil olmak üzere diğer küresel güçlerle ilişkilerini güçlendirerek seçeneklerini çeşitlendirmek için gayret edeceklerdir.

7 Ekim'den önce, Akdeniz’den Arap Yarımadası, Hindistan ve belki de Uzak Doğu'ya kadar pazarları birbirine bağlayan bir ulaşım koridoru projesi ile ilgili aktif tartışmalar dönüyordu. Her Körfez ülkesinin, ekonomisini çeşitlendirme ve büyümeyi teşvik etme konusunda kendi vizyonu ve planları var. Ancak, ABD ve İsrail'in İran'a yönelik devam edecek hava harekatı, bölgesel yatırım ortamının çekiciliğini zayıflatacaktır. Sınırlı olsa bile, İran’ın saldırıları da arzu edilen istikrar için sürekli bir tehdit olmaya devam edecektir.

Trump, İran hedeflerine doğrudan saldırılar düzenlemek için ABD üslerini kullanmaya karar verirse Tahran zayıflayacaktır, ancak komşularına karşı daha düşmanca davranacaktır. Böyle bir senaryo, Körfez hükümetlerinin İran'a açılma politikalarıyla oluşturmaya çalıştıkları ve öncelikle yabancı yatırım çekmeyi amaçlayan istikrar ortamını baltalayacaktır. Bu nedenle, yatırım fırsatları, bölgesel olarak daha istikrarlı ve dolayısıyla bazı uzun vadeli yatırım biçimleri için daha cazip görünebilecek Latin Amerika gibi diğer bölgelere kayabilir.

Bu bağlamda, Körfez ülkeleri İran, İsrail ve ABD arasındaki savaş sona erdikten sonra büyük olasılıkla diplomatik ve politik bir çözüm çağrısında bulunmaya devam edeceklerdir. Ancak, böyle bir anlaşmaya varmak, çatışmanın doğrudan taraflarına bağlı kalmaya devam ediyor. Bunun için de Trump'ın 2015 nükleer anlaşmasından aniden çekilmesi, ardından 13 Haziran'da İsrail'in İran'a saldırmasının akabinde yeniden başlayan çatışmalarla baltalanan asgari düzeyde bir karşılıklı güven gerekiyor. Saldırıların sürmesi öngörülebilir, gelecekte daha düşük bir düzeyde de olsa çatışmanın ve yüksek tansiyonun devam etmesini olası kılıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.