Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi
TT

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Direktör Yardımcısı ve Türkiye uzmanı Didier Billion, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başta Libya ve Suriye meseleleri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump ile ilişkileri olmak üzere dış politikasını ve bu politikanın esaslarına dair Şarku’l Avsat’a konuştu. Erdoğan’ın dış politikasını eleştiren Billion, bu dosyalar ile Türkiye'nin iç siyasi durumu arasındaki bağlantıya dikkat çekerek bunların iç siyasette güç kazanmak için kullanıldığına değindi.
Fransız araştırmacı, Suriye dosyasında ise, Erdoğan'ın Rus vaatleri ve garantileri karşılığında İdlib dosyasından çıkmasına yardımcı olacak yeni bir Rus-Türk anlayışının yakın gelecekte söz konusu olabileceğine dair bir tablo çizdi.
 
*Sizce bugün Türk iç siyasi sahnesinin en önemli özellikleri nelerdir? İç ve dış meseleler birbiriyle nasıl etkileşime giriyor?
İlk olarak AK Parti’nin popülaritesindeki düşüşe, son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerdeki kaybına değinmeliyiz. Bu kaybın büyük ölçüdeki nedeninin, eskiden Erdoğan'ı destekleyen seçmenlerin ondan vazgeçmesi olduğu ortaya çıkıyor. Ancak AK Parti’nin genel düzeyde yüzde 44’lük bir oy oranı aldığına işaret etmek isterim ki, bu da hala önemli bir seçim üssüne sahip olduğu anlamına geliyor. Ancak Erdoğan’ın siyasi gücünün gerilemeye başladığı görüşündeyim. Bunun en önemli delili ise son haftalarda, aydınların, sanatçı ve yazarların yargılanması konusunda Türk adaletinin önceki olduğundan daha yumuşak ve hafif oluşuydu. Bu da iktidardaki partinin kamu işleri üzerindeki kontrolünün azaldığını gösteriyor.
Aynı zamanda iki yeni partinin doğumuna da işaret etmek gerekiyor. Biri eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulsa da zayıf noktası Davutoğlu’nun geniş bir popülaritesinin bulunmaması. Diğer ise şuan kurulmakta olan, ekonomiden sorumlu eski devlet bakanı Ali Babacan’ın liderlik edeceği, aynı zamanda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gün’ün ise desteklediği partidir. Bu partinin Erdoğan üzerinde bir etkisi olabilir, zirâ felsefesi "adalet ve kalkınma"nın temel ilkelerine ve sabitlerine dönmeye dayanmaktadır.
Ancak bu partinin kuruluşu birçok kez ertelendi, bazıları bunu iyi bir hazırlık olarak nitelerken bir diğer görüş ise kurucularına ve onlara katılabilecek şahsiyetlere çok fazla baskıdan kaynaklandığını söylüyor. Bir diğer unsur ise, son yıllarda düşük performanstan muzdarip Türkiye ekonomisinin durumunu temsil ediyor. Nitekim büyüme oranı, önceki yıllardaki yüzde 8 veya 9'luk orana kıyasla yüzde 2'ye düştü. Ekonomistlere göre, Türkiye’nin demografik baskılara karşı vatandaşların yaşam standardının düşmemesi için en az yüzde 4’lük bir büyüme oranı sağlaması gerekiyor. Özetle, tüm bu unsurlar hem Erdoğan'ı hem de partisini zayıflatmaya katkıda bulunuyor.
 
*İç durumu Erdoğan'ın Suriye, Irak ve Libya'daki dış politikası ya da Rusya ve ABD ile ilişkilendirmek mümkün müdür?
Erdoğan'ın dış politikasını anlamaya yardımcı olacak belirleyicilerden biri de bu politikayı iç durumu etkilemek için kullanma arzusudur. Erdoğan'ın, bakanlarının, partisinin liderlerinin ve müttefiklerinin ifadelerinin iç kamuoyunu nasıl harekete geçirdiğini görmeliyiz. Bu, Türk ordusunun geçtiğimiz Ekim ayında Kuzeydoğu Suriye'de YPG’ye karşı başlattığı askeri operasyon konusunda oldukça açıktı. Daha da fazlası, TBMM’deki aralarında iki muhalifin de olduğu dört ana partinin oyladığı, orduyu ve operasyonu destekleme karar taslağına değinmeliyiz. Taslağa yalnızca HDP karşı çıkmıştı.
Bu Suriye meselesiydi. Ancak Libya konusunda ise durum farklı. Muhalefet partileri Erdoğan'ın Libya'daki maceralarına karşı çıkıyor ve Türkiye’nin Libya ile işi olmadığını düşünüyor. Benim buradan çıkarımım, Erdoğan'ın dış politikasının bir takım unsurlarının iç politika durumu ışığında büyük ölçüde anlaşılması gerektiğidir.
 
*Bugün Erdoğan’ın Suriye’de karşılaştığı ilk sorun veya mesele, İdlib. Bu bölgedeki hedefleri nelerdir? Erdoğan, her yöne çekilebilen açıklamaları, hararetli konuşmaları ve tehditleri ışığında Suriye'de neler yapmak istiyor?
Söylevinin savaşa meyilli olduğu doğru. Aynı şekilde destekçilerinki de öyle. Bunlardan biri olan MHP lideri, Erdoğan’ı Şam’a girmeye ve Beşşar Esed’i indirmeye çağırmıştı. İlk olarak, Erdoğan'ın kendisini çoğu zaman kontrol edemediğini, siyaset ve dünyayla ilgili sıkıntılı tartışmalarda polemiğe girdiğini ifade etmek gerekir. Zaten bunun örnekleri mevcut. Temel olarak, Suriye'deki politikasını kontrol eden iki ana faktör vardır: İlki, Kürt sorunu ve yansımaları. Ancak bu, Kürtlerin yaşamadığı İdlib dosyasında uygulanmıyor. Diğeri ise Suriyeli mülteciler konusu. Zirâ Türkiye, 3,6 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Şayet Türkiye-Suriye sınır kapısı açılırsa muazzam bir mülteci akını gerçekleşecek. Bu ne Erdoğan’ın ne de Türklerin istediği bir şey.  
İdlib’le ilgili gerçek, Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından Astana ve Soçi tuzaklarına düşürüldüğü. İki taraf da, rejimin İdlib’de başlatmış olduğu askeri operasyonu durdurmak karşılığında burada bir gerginliği azaltma bölgesi kurmayı kabul etmişti. Türkiye Cumhurbaşkanı, kendisine bölgesel ve Suriye siyasi haritasında oynaması için başrol verildiği odak noktasına geri getiren anlaşmadan memnundu. Ancak sorun radikaller, Suriyeli savaşçılar ve diğer gruplar arasında ayrım yapma vaadinde bulunmasıydı.
İdlib ve çevresinin, tüm Suriye’den oraya taşınan radikallerin sığınağına dönüştüğü açıktı, ki İdlib’e geçmeleri karşılığında rejimle uzlaşmışlardı. Bu nedenle, Erdoğan’ın daha önceden bildiği üzere Putin’in tuzağına düşeceği de barizdi. Zirâ Rusya'nın rejimin operasyonunu haklı gösterdiği iddialarından biri de Erdoğan'ın vaatlerini yerine getirmediğiydi.
İdlib’deki durumu genel olarak kontrol altına almadaki ve rejime düşman gruplar üzerindeki gücü ve etkisini belki de fazla olarak değerlendirmiş olan Erdoğan hâricinde, herkes bu vaadin “imkansız” olduğunu düşündü. Bugünkü netice ise, Soçi’de onaylanan 12 gözlem noktasının artık 21’e çıktığıdır. Erdoğan'ın son zamanlarda bunlardan bazılarının “kontrol noktalarından” “savaş noktalarına” dönüştürüldüğünü belirtmesi ise ilginçtir.
Bugün herkes farkındadır ki bu krizden kurtulmanın yolu çatışmadan değil siyasetten geçer. Şuan yaşananların Türk ve Suriyeliler arasında açık bir savaşa dönüşmeyeceği kanısındayım. Zirâ Rusya Devlet Başkanı’nın Esed ile ilişkilerinin sağlamlığını da, Erdoğan ile ilişkilerinde gösterdiği özeni de biliyoruz. Bu nedenle Putin’in Ankara ile Şam arasında açık bir savaşın patlak vermesini istemeyeceği, bunun onun yararına olmayacağı düşünülüyor. Her halükarda oyunun efendisi bence Putin. Ancak bu, savaşın olmayacağı ya da insanların ölmeyeceği anlamına da gelmez. Bence bu noktada karşımıza çıkan en önemli soru şu: Bu krizden nasıl çıkılabilir; bu sırada ise Putin hem başını dik tutup hem de Erdoğan'ı nasıl memnun edebilir?
 
*Bu, tarafların yeni bir anlaşmaya varmasını gerektiriyor, bu anlaşmanın özellikleri çizilebilir mi?
Yeni bir anlaşma biraz zaman alacaktır. Bence Putin, Türk cumhurbaşkanına kendisine şu sözleri söyleyerek bir dizi güvence verecek: Mevcut görüşmeler ya da Kürtler ile rejim arasında yapılabilecek olanlar asla özerk yönetimin verilmesine ya da bu doğrultuda ilerlenmesine yol açmayacak. Türkiye’nin en büyük korkusunun Suriye’deki Kürtlerin Irak’taki Kürtlerin yaptığını yapması olduğunu anımsıyorum. Putin’in müdahalesi ya da desteği olsun olmasın Kürtlere bu teminattan bir parça dahi sağlamayı vermeyi kararlı bir şekilde reddederken Putin’in çok fazla risk almıyor.
Ancak bunun bir belgeye dökülmesi, Erdoğan’a önemli bir sonuç elde etti yönünde için bir gerekçe sağlayacaktır, ki bunun tezahürlerinden biri de şuandaki şeridin güvende tutulması olabilir. Diğer faktör ise Putin’in Türkiye’ye doğru yeni bir mülteci dalgası olmayacağına söz verebileceği mülteci dosyası.
 
*Soçi’nin yeniden çizilmesi başlığı altında geçici bir anlaşma yapılamaz mı?
Bence yeni “Soçi”, Türkiye'nin istediği ve Erdoğan’ın 2012’den beri zikrettiği 10 kilometre mesafedeki “güvenli şerit” ile kısıtlı kalabilir. Şayet Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu tür garantileri varsa, istediği şeyi elde ederek iki eşzamanlı hedefe ulaştığı söylenebilir: İlki Suriyeli mültecileri güvenli şeride “dahil ederek” Türkiye’ye akışlarını önlemek, hatta önceden Türkiye’ye gelmiş olanları buraya geri göndermek. Diğeri ise PKK’nın Türkiye'ye sızmasını önlemek için Türk kuvvetlerinin Kuzey ve Doğu Suriye'de kurdukları şeride ilişkin bir Rus garantisi elde etmek. Erdoğan’ın ancak böyle bir anlaşmayı kabul edebileceğine inanıyorum, nitekim kimse başını öne eğmek istemez. Öte yandan şuna da emin oldum ki, Esed bilek gücünü tekrar dayattığında istediği her şeyi yapabilir. Dolayısıyla, Putin ve Erdoğan arasındaki yeni bir anlaşma yalnızca geçici olacaktır. Günün birinde Putin’in Esed’i desteklemekten vazgeçtiğini anlarsam çok da şaşırmayacağım, zira Esed, iktidardaki alışkanlıklarında zerre değişiklik yapmadığı için, baskıcı mekanizmasını yeniden inşa etme konusunda bilgimiz var. Bu yönün itileceği nokta, Suriye'nin yeniden inşasında para ihtiyacının olduğudur. Gerçek şu ki ne Rusya ne de İran bunun yükü kaldırmak istemez.
 
*ABD tarafının Erdoğan’ı yanına çekmek için Putin ile Erdoğan arasındaki ilişkideki sorunlardan yararlanacağını düşünüyor musunuz?
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve Bakan Mike Pompeo’nun da açıkça söyledikleri gibi, ABD, İdlib dosyasında Türkiye’yi destekliyor. Aynı zamanda Trump ile Erdoğan arasında geçen bir telefon görüşmesi var. Washington ile Ankara arasında bir gerginliğin oluşu, ilişkilerinin koptuğu anlamına gelemez. İki taraf da ilişkilerinde geçmemeleri gereken sınırlar olduğunu biliyor. Zirâ NATO da Türkiye'yi destekliyor. Erdoğan ise Putin’i Trump ve NATO’ya karşı kullanarak ya da tam tersini yaparak elindeki tüm kartları oynuyor. Ancak çoğunlukla yanlış oynuyor. Çünkü en azından orta vadede dış politika “vizyonundan” yoksun. Bu onun en önemli zayıflığı.
 
*Peki Erdoğan'ın Libya dosyasına eğilmesi konusundaki itici hususlar nelerdir?
Birkaç faktör var: Öncelikle 2 Ocak'ta Erdoğan'a Libya'ya askeri müdahalesine yeşil ışık veren TBMM’nin oyu üzerinde durmak gerekiyor. Bu, Erdoğan’ın Uluslararası Mutabakat Hükümeti (UMH) lideri Fayiz es-Serrac ile görüşüp Türkiye ve Libya'nın karasularının tanımlandığı bir anlaşma imzalamalarının birkaç hafta sonrasında gelmişti. Bu da, Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğal gaz kaynaklarını paylaşmak anlamına geliyor. Bu, Türkiye için stratejik bir husus olduğu için bu konuda müsamaha göstereceklerini sanmıyorum. Söz konusu anlaşma, deniz yasalarıyla çelişecek şekilde Türkiye'nin çıkarlarına göre haritaların yeniden çizilmesiyle başladı. Erdoğan’ın bunun karşılığında verdiği şeyin askeri destek olduğu ise apaçık. Ancak bu desteğin zaten daha önceden de var olduğunu, anlaşmayla artırıldığını, derinleştirildiğini ve resmi hale getirildiğini belirtmek istiyorum. Öyle ki, Suriye dâhili veya hâricinde kullanılan Suriyeli milislerden paralı asker gönderme noktasına kadar ulaştı. Desteğin nedenlerinden birinin de ideolojik bir yönde olduğunu, yani Müslüman kardeşler -bu ideolojinin Suriye, Mısır ve Tunus'taki başarısızlıklarına rağmen- olarak adlandırılabilecek bir arka plana dayandığını ifade etmeliyiz. Ardından, Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği, yani “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesiyle Birleşmiş Milletler Konseyi’nin yapısını değiştirme ihtiyacından bahsedişi gibi bir başka husus da mevcut. Erdoğan, BMGK’nın kararlarına saygı göstererek Serrac’a verdiği desteği haklı çıkarıyor. Ancak Erdoğan’ın savaş sonrası dönem için bahsini Serrac’a yatırdığı kanısındayım, zirâ yalnızca İran ve Rusya'ya güvenmek istemiyor. Tüm bu hareketleri Yunanistan ve Kıbrıs gibi iki Avrupa Birliği ülkesinin tepkisine neden olurken, Erdoğan ise Avrupalıların açıklama yapmakla yetindiklerini anladığından, Brüksel’den çıkanları pek de önemsemiyor.

 


Rus denizaltı, Britanya sularında gezinmiş

Bir denizaltısavar Merlin Mk2 helikopterinin gemiyi takip ettiği görüldü (Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı)
Bir denizaltısavar Merlin Mk2 helikopterinin gemiyi takip ettiği görüldü (Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı)
TT

Rus denizaltı, Britanya sularında gezinmiş

Bir denizaltısavar Merlin Mk2 helikopterinin gemiyi takip ettiği görüldü (Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı)
Bir denizaltısavar Merlin Mk2 helikopterinin gemiyi takip ettiği görüldü (Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı)

Britanya çevresindeki kritik sualtı altyapısını haritalayan casus geminin yanında bir Rus denizaltının görevlendirildiği ortaya çıktı.

Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı (MoD), olayın fotoğrafını kamuoyuyla paylaştı. Fotoğrafta, resmi olarak Rus araştırma gemisi diye tanımlanan ve Britanya'yla İrlanda arasındaki doğalgaz boru hattını incelediği bildirilen Yantar'ı bir denizaltının takip ettiği görülüyor. Eşlik eden denizaltının Rusya tarafından özellikle sabotaj için inşa edilmiş denizaltılardan biri olup olmadığı net değil.

Geçen yıl kasımda İrlanda Denizi'nde Yantar'ı takip eden bir denizaltısavar Merlin Mk2 helikopteri ve yakınlarda yüzeye çıkmış bir Britanya denizaltısı da fotoğrafta görülebiliyor.

Sunday Times'a göre, bunun Rus denizaltılarının Yantar'a Britanya Adaları'na yakın sularda eşlik ettiği birkaç operasyondan biri olduğuna inanılıyor.

Kraliyet Donanması Komutanı General Sör Gwyn Jenkins bu ay, son iki yılda "Britanya sularındaki Rus ihlallerinde yüzde 30'luk artış" olduğunu söylemişti.

Bu faaliyetin en belirgin şekilde Birleşik Krallık (BK) sularının yakınında faaliyet gösteren Yantar gibi casus gemilerinin varlığında görüldüğünü belirten yetkili, "Beni en çok endişelendiren şey, dalgaların altında olup bitenler" uyarısında bulundu.

Geçen hafta Sör Gwyn, Rusya'nın GUGI diye bilinen seçkin derin denizaltı birimine yaptığı yatırımı yenilediği konusunda uyarıda bulunmuştu. BK, Rusya'nın sualtı istihbarat toplama operasyonlarının geliştirilmesine öncülük eden Rus askeri teşkilatına bu yıl haziranda yaptırım uygulamıştı.

Savunma Bakanlığı Sözcüsü şunları söyledi:

Savunma Bakanı'nın da söylediği gibi, Başkan Putin'e mesajımız açık: Sizi görüyoruz, ne yaptığınızı biliyoruz ve bu ülkeyi korumak için güçlü bir şekilde harekete geçmekten çekinmeyeceğiz. Rusya'nın hem BK'ye hem de müttefiklerimize ait denizaltı kablolarını, ağlarını ve boru hatlarını haritalama girişimlerini de içeren tehdidinin son derece farkındayız ve bu tehditlerle doğrudan mücadele ediyoruz. Bu nedenle başbakan, Soğuk Savaş'tan bu yana en büyük sürekli savunma harcaması artışını açıkladı; bu artış, Nisan 2027'den itibaren GSYİH'nin yüzde 2,5'ine kadar harcama taahhüdünü ve ekonomik ve mali koşullar elverdiği takdirde bir sonraki parlamentoda GSYİH'nin yüzde 3'üne kadar harcama yapma hedefini içeriyor. Ayrıca, Rusya rejimi altındaki bireylere, kuruluşlara ve gemilere karşı 900 yeni yaptırım uyguladık ve ileri seviye denizaltısavar teknolojisinin geliştirilmesini ve konuşlandırılmasını hızlandırdık.

BK hükümeti, otonom gemileri, yapay zeka destekli sensörleri, savaş gemilerini ve uçakları entegre ederek kritik denizaltı altyapısını gelişen zorluklara karşı korumayı amaçlayan Atlantik Kalesi programının, BK ve NATO için Kuzey Atlantik'i güvence altına alarak Rusya'nın gelişen denizaltı gücünün tehdidine karşı koymaya katkı sunacağına inanıyor.

Independent Türkçe


Trump'la görüşmeye Gazze için alternatif planla giden Netanyahu'nun hedefinde İran var

ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı  (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı  (AFP)
TT

Trump'la görüşmeye Gazze için alternatif planla giden Netanyahu'nun hedefinde İran var

ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı  (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı  (AFP)

Miami’deki Mar-a-Lago’da pazartesi günü yapılması planlanan Donald Trump– Binyamin Netanyahu görüşmesi öncesi İsrail’de kulisler hareketlenirken, siyasi kaynaklar bu zirveyi Netanyahu’nun siyasi kaderini şekillendirecek bir dönüm noktası olarak tanımlıyor. Ancak görüşmenin, Netanyahu’nun Beyaz Saray’ın Gazze planını hayata geçirme konusundaki ivmesini frenleme çabalarını da gündeme taşıması bekleniyor.

Taraflar arasında öncelikler konusunda ciddi bir görüş ayrılığı olduğu belirtiliyor. İsrailli siyasi kaynaklar, “Walla” sitesine yaptıkları değerlendirmede, “ABD yönetimi Netanyahu’dan rahatsız ve onu Trump’ın planını engellemekle suçluyor. Buna karşın Trump, Netanyahu’ya olan güvenini koruyor, onu kolluyor ve azarlamak yerine uzlaşma arayışında olacak. Trump, görüşmenin merkezine Gazze’yi koyarken, Netanyahu öncelikleri değiştirerek gündemi İran’la başlatmak istiyor” ifadelerini kullandı.

İsrailli yetkililer, Netanyahu’nun “İran’a yönelik, özellikle İsrail-ABD ortak bir saldırısının, gelecekteki nükleer anlaşma açısından daha iyi sonuçlar doğuracağı ve hatta Tahran’daki rejimi sarsabileceği” görüşünü savunduğunu aktarıyor.

Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot gazetesinden aktardığı habere göre İran, Trump’ın girişimlerini boşa çıkarmak amacıyla Hizbullah ve Hamas’a büyük yatırımlar yapıyor. Gazete, bu örgütlerin silahsızlanmayı reddetmesinin Devrim Muhafızları’nın teşvikiyle gerçekleştiğini ileri sürüyor.

Gazze planında değişiklik arayışı

Aynı kaynaklara göre Netanyahu, Gazze dosyasını soğutmayı hedefleyen bir yol haritası önermeye hazırlanıyor. Bu planın, Trump’ın Gazze planını hayata geçirme konusundaki “görünen aceleciliğini” durdurmayı, süreci yavaşlatmayı ve hatta Beyaz Saray’da çizilen yol haritasının yerine İsrail önceliklerini esas alan yeni bir plan koymayı amaçladığı belirtiliyor.

“Maariv” gazetesine göre Trump’a sunulması planlanan İsrail önerisi, Hamas’ın fiilen silahsızlanmasına kadar Gazze Şeridi’nin yüzde 75’ine varan bir alan üzerinde İsrail kontrolü öngörüyor. İsrail’in mevcut anlaşmalar kapsamında şu anda Gazze’nin yüzde 53’ünü kontrol ettiği, son bir ayda bu oranı yüzde 58’e çıkardığı ifade ediliyor.

h
ABD Başkanı Donald Trump'ın planına göre Gazze Şeridi'nden çekilme aşamalarının haritası (Beyaz Saray)

Trump ise Gazze konusunda farklı bir yaklaşım benimsiyor. ABD Başkanı, Gazze’de ilerleme sağlanmasının İran’ı izole edeceğini ve diplomatik sürece yönelteceğini düşünüyor. İsrail değerlendirmelerine göre Trump, silahsızlanma sürecini zamana yayılan bir aşama olarak görüyor ve derhal ikinci aşamaya geçilmesini, yeniden imar sürecine odaklanılmasını istiyor. Bu çerçevede İsrail’den engel çıkarmamasını ve Gazze’de yeni bir çekilmeye hazırlanmasını talep ediyor.

Bu nedenle, Yediot Ahronot Netanyahu’nun, Trump’ın taleplerinin savaşta elde edilen kazanımları aşındıracağı endişesini taşıyan İsrail ordusunu da sürece dâhil ettiğini yazıyor. Netanyahu’nun, “ileri ve önleyici savunmayı da içeren yeni bir güvenlik doktrininin” merkezde yer almasını isteyeceği ve bu yaklaşım için ABD’den siyasi ve askeri destek talep edeceği belirtiliyor. Gazeteye göre Netanyahu ayrıca, Trump çevresinde etkili olan Türkiye ve Katar’ın nüfuzunu dengelemeye çalışacak.

Çatışma endişesi ve temkinli yaklaşım

Netanyahu, bu önerilerin Trump ve ekibiyle ciddi tartışmalara, hatta bir krize yol açabileceğinin farkında. Gazetenin stratejik işler muhabiri Ron Ben-Yişay, İsrail liderliğinin Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında Beyaz Saray’da yaşanan “küçük düşürücü” karşılaşmayı hatırladığını ve Trump’ın Netanyahu’ya karşı da ani bir tutum değişikliğine giderek İsrail’i “nankörlükle” suçlayabileceğinden endişe duyduğunu yazıyor.

csdfvgh
Trump ve Netanyahu, 29 Eylül 2025’te Beyaz Saray’daki basın toplantısının sonunda tokalaşırken (AFP)

Haberde, İsrail tarafının son derece temkinli davranmak zorunda olduğunun farkında olduğu vurgulanırken, Netanyahu’nun ikili ilişkiler kapsamında birçok talebi bulunduğu belirtiliyor. Bunlar arasında, önümüzdeki yılları kapsayan çok yıllı güvenlik yardımı planı çerçevesinde İsrail’in niteliksel askeri üstünlüğünün korunması ve bölge ülkelerine gelişmiş silah satışlarına kısıtlamalar getirilmesi de yer alıyor.

Bölgesel başlıklarda ise Türk meselesinin de Mar-a-Lago’daki görüşmede gündeme gelmesi bekleniyor. Netanyahu’nun, Gazze’de ve Suriye’nin orta ve güney kesimlerinde Türkiye’nin askeri varlığına İsrail’de geniş bir karşıtlık bulunduğunu savunacağı, bu varlığın İsrail’in güvenlik tehditlerini bertaraf etme kabiliyetini sınırladığını ileri süreceği belirtiliyor. Ancak Trump’ın bu konuda farklı bir tutum sergileyebileceği ve Netanyahu’nun muhalefetini yumuşatmak zorunda kalabileceği değerlendiriliyor.

İsrailli yorumculara göre Trump, Mar-a-Lago zirvesinde Netanyahu’dan, seçim yılı olması nedeniyle İsrail’deki sağ tabanı rahatsız edebilecek tavizler isteyebilir. Bu nedenle Netanyahu’nun her başlıkta sert bir pazarlık yürütmesi bekleniyor. İsrail basınına göre bu görüşme, Netanyahu için Florida sahillerinde “rahat bir gezinti” olmayacak.


Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud: Ortadoğu’daki çatışmanın topraklarımıza sıçramasına izin vermeyeceğiz

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud (SONNA)
Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud (SONNA)
TT

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud: Ortadoğu’daki çatışmanın topraklarımıza sıçramasına izin vermeyeceğiz

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud (SONNA)
Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud (SONNA)

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud, bugün yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Somaliland’ı bağımsız bir devlet olarak tanıma kararının ‘kabul edilemez bir adım, uluslararası normların ihlali ve ülkenin bağımsızlığına açık bir saldırı’ olduğunu söyledi.

İsrail, cuma günü tek taraflı olarak ilan edilen Somaliland’ı ‘bağımsız egemen devlet’ olarak resmen tanıyan ilk ülke oldu.

Bu karar, bölgesel dinamikleri yeniden şekillendirecek, Somali'nin uzun süredir devam eden ayrılıkçılığa karşı muhalefetini sınayacak ve Tel Aviv'e Afrika kıtasının en uzun deniz sınırına sahip ülkede, hassas Afrika Boynuzu bölgesinde bir dayanak noktası oluşturacak.

Somali Cumhurbaşkanı Şeyh Mahmud, parlamentoda yaptığı konuşmada, ‘Ortadoğu’daki çatışmanın ülkemize taşınmasını’ reddettiğini belirterek “Birliği sağlamak için Somaliland ile diyalog konusunda kararlıyız” dedi. Şeyh Mahmud, ülkesinin, saldırıların başlatılabileceği askeri üslerin kurulmasını kabul etmeyeceğini vurguladı.

Arap Birliği'nin olağanüstü toplantısı

Öte yandan Somali'nin Kahire Büyükelçisi ve Arap Birliği (AL) Daimi Temsilcisi Ali Abdi Avari bugün, Tel Aviv’in Somaliland’ı tanımasına atıfla, İsrail'in Filistin halkını topraklarından zorla çıkarmak amacıyla Somali'deki ayrılıkçı bir oluşumu desteklediğini söyledi.

j6y
Hargeisa Savaş Anıtı önünde Somaliland bayrağı taşıyan bir genç (AFP)

Avari, Arap Birliği’nin acil toplantısında “Somali, Filistinlileri topraklarından çıkarmaya yönelik hiçbir girişime taraf olmayacak” dedi.

Bu planları engellemek ve İsrail'in aleni emellerine karşı durmak için çalışacaklarını belirten Avari, İsrail'in Somaliland'ı tanıma kararının ‘tüm Arap ulusal güvenliğini ve Kızıldeniz'deki seyrüseferi etkileyen doğrudan bir saldırı’ olduğunu vurguladı.

Birleşmiş Millerler Güvenlik Konseyi (BMGK), İsrail'in Somaliland'ı bağımsız bir devlet olarak tanımasıyla ilgili olarak pazartesi günü acil bir toplantı düzenleyecek.

Avari, toplantı öncesinde, çoğu Müslüman olan 21 ülke dün geç saatlerde ortak bir bildiri yayınlayarak İsrail'in kararının ‘Afrika Boynuzu'ndaki barış ve güvenlik’ ile daha geniş kapsamda Kızıldeniz bölgesi üzerinde ‘ciddi yansımaları’ olacağı konusunda uyarıda bulundu.

Somali'nin kuzeyinde bulunan ve çoğunluğu Müslümanlardan oluşan nüfusu birkaç milyonu bulan Somaliland, otuz yılı aşkın bir süredir fiilen bağımsız bir bölge.