Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi
TT

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Direktör Yardımcısı ve Türkiye uzmanı Didier Billion, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başta Libya ve Suriye meseleleri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump ile ilişkileri olmak üzere dış politikasını ve bu politikanın esaslarına dair Şarku’l Avsat’a konuştu. Erdoğan’ın dış politikasını eleştiren Billion, bu dosyalar ile Türkiye'nin iç siyasi durumu arasındaki bağlantıya dikkat çekerek bunların iç siyasette güç kazanmak için kullanıldığına değindi.
Fransız araştırmacı, Suriye dosyasında ise, Erdoğan'ın Rus vaatleri ve garantileri karşılığında İdlib dosyasından çıkmasına yardımcı olacak yeni bir Rus-Türk anlayışının yakın gelecekte söz konusu olabileceğine dair bir tablo çizdi.
 
*Sizce bugün Türk iç siyasi sahnesinin en önemli özellikleri nelerdir? İç ve dış meseleler birbiriyle nasıl etkileşime giriyor?
İlk olarak AK Parti’nin popülaritesindeki düşüşe, son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerdeki kaybına değinmeliyiz. Bu kaybın büyük ölçüdeki nedeninin, eskiden Erdoğan'ı destekleyen seçmenlerin ondan vazgeçmesi olduğu ortaya çıkıyor. Ancak AK Parti’nin genel düzeyde yüzde 44’lük bir oy oranı aldığına işaret etmek isterim ki, bu da hala önemli bir seçim üssüne sahip olduğu anlamına geliyor. Ancak Erdoğan’ın siyasi gücünün gerilemeye başladığı görüşündeyim. Bunun en önemli delili ise son haftalarda, aydınların, sanatçı ve yazarların yargılanması konusunda Türk adaletinin önceki olduğundan daha yumuşak ve hafif oluşuydu. Bu da iktidardaki partinin kamu işleri üzerindeki kontrolünün azaldığını gösteriyor.
Aynı zamanda iki yeni partinin doğumuna da işaret etmek gerekiyor. Biri eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulsa da zayıf noktası Davutoğlu’nun geniş bir popülaritesinin bulunmaması. Diğer ise şuan kurulmakta olan, ekonomiden sorumlu eski devlet bakanı Ali Babacan’ın liderlik edeceği, aynı zamanda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gün’ün ise desteklediği partidir. Bu partinin Erdoğan üzerinde bir etkisi olabilir, zirâ felsefesi "adalet ve kalkınma"nın temel ilkelerine ve sabitlerine dönmeye dayanmaktadır.
Ancak bu partinin kuruluşu birçok kez ertelendi, bazıları bunu iyi bir hazırlık olarak nitelerken bir diğer görüş ise kurucularına ve onlara katılabilecek şahsiyetlere çok fazla baskıdan kaynaklandığını söylüyor. Bir diğer unsur ise, son yıllarda düşük performanstan muzdarip Türkiye ekonomisinin durumunu temsil ediyor. Nitekim büyüme oranı, önceki yıllardaki yüzde 8 veya 9'luk orana kıyasla yüzde 2'ye düştü. Ekonomistlere göre, Türkiye’nin demografik baskılara karşı vatandaşların yaşam standardının düşmemesi için en az yüzde 4’lük bir büyüme oranı sağlaması gerekiyor. Özetle, tüm bu unsurlar hem Erdoğan'ı hem de partisini zayıflatmaya katkıda bulunuyor.
 
*İç durumu Erdoğan'ın Suriye, Irak ve Libya'daki dış politikası ya da Rusya ve ABD ile ilişkilendirmek mümkün müdür?
Erdoğan'ın dış politikasını anlamaya yardımcı olacak belirleyicilerden biri de bu politikayı iç durumu etkilemek için kullanma arzusudur. Erdoğan'ın, bakanlarının, partisinin liderlerinin ve müttefiklerinin ifadelerinin iç kamuoyunu nasıl harekete geçirdiğini görmeliyiz. Bu, Türk ordusunun geçtiğimiz Ekim ayında Kuzeydoğu Suriye'de YPG’ye karşı başlattığı askeri operasyon konusunda oldukça açıktı. Daha da fazlası, TBMM’deki aralarında iki muhalifin de olduğu dört ana partinin oyladığı, orduyu ve operasyonu destekleme karar taslağına değinmeliyiz. Taslağa yalnızca HDP karşı çıkmıştı.
Bu Suriye meselesiydi. Ancak Libya konusunda ise durum farklı. Muhalefet partileri Erdoğan'ın Libya'daki maceralarına karşı çıkıyor ve Türkiye’nin Libya ile işi olmadığını düşünüyor. Benim buradan çıkarımım, Erdoğan'ın dış politikasının bir takım unsurlarının iç politika durumu ışığında büyük ölçüde anlaşılması gerektiğidir.
 
*Bugün Erdoğan’ın Suriye’de karşılaştığı ilk sorun veya mesele, İdlib. Bu bölgedeki hedefleri nelerdir? Erdoğan, her yöne çekilebilen açıklamaları, hararetli konuşmaları ve tehditleri ışığında Suriye'de neler yapmak istiyor?
Söylevinin savaşa meyilli olduğu doğru. Aynı şekilde destekçilerinki de öyle. Bunlardan biri olan MHP lideri, Erdoğan’ı Şam’a girmeye ve Beşşar Esed’i indirmeye çağırmıştı. İlk olarak, Erdoğan'ın kendisini çoğu zaman kontrol edemediğini, siyaset ve dünyayla ilgili sıkıntılı tartışmalarda polemiğe girdiğini ifade etmek gerekir. Zaten bunun örnekleri mevcut. Temel olarak, Suriye'deki politikasını kontrol eden iki ana faktör vardır: İlki, Kürt sorunu ve yansımaları. Ancak bu, Kürtlerin yaşamadığı İdlib dosyasında uygulanmıyor. Diğeri ise Suriyeli mülteciler konusu. Zirâ Türkiye, 3,6 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Şayet Türkiye-Suriye sınır kapısı açılırsa muazzam bir mülteci akını gerçekleşecek. Bu ne Erdoğan’ın ne de Türklerin istediği bir şey.  
İdlib’le ilgili gerçek, Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından Astana ve Soçi tuzaklarına düşürüldüğü. İki taraf da, rejimin İdlib’de başlatmış olduğu askeri operasyonu durdurmak karşılığında burada bir gerginliği azaltma bölgesi kurmayı kabul etmişti. Türkiye Cumhurbaşkanı, kendisine bölgesel ve Suriye siyasi haritasında oynaması için başrol verildiği odak noktasına geri getiren anlaşmadan memnundu. Ancak sorun radikaller, Suriyeli savaşçılar ve diğer gruplar arasında ayrım yapma vaadinde bulunmasıydı.
İdlib ve çevresinin, tüm Suriye’den oraya taşınan radikallerin sığınağına dönüştüğü açıktı, ki İdlib’e geçmeleri karşılığında rejimle uzlaşmışlardı. Bu nedenle, Erdoğan’ın daha önceden bildiği üzere Putin’in tuzağına düşeceği de barizdi. Zirâ Rusya'nın rejimin operasyonunu haklı gösterdiği iddialarından biri de Erdoğan'ın vaatlerini yerine getirmediğiydi.
İdlib’deki durumu genel olarak kontrol altına almadaki ve rejime düşman gruplar üzerindeki gücü ve etkisini belki de fazla olarak değerlendirmiş olan Erdoğan hâricinde, herkes bu vaadin “imkansız” olduğunu düşündü. Bugünkü netice ise, Soçi’de onaylanan 12 gözlem noktasının artık 21’e çıktığıdır. Erdoğan'ın son zamanlarda bunlardan bazılarının “kontrol noktalarından” “savaş noktalarına” dönüştürüldüğünü belirtmesi ise ilginçtir.
Bugün herkes farkındadır ki bu krizden kurtulmanın yolu çatışmadan değil siyasetten geçer. Şuan yaşananların Türk ve Suriyeliler arasında açık bir savaşa dönüşmeyeceği kanısındayım. Zirâ Rusya Devlet Başkanı’nın Esed ile ilişkilerinin sağlamlığını da, Erdoğan ile ilişkilerinde gösterdiği özeni de biliyoruz. Bu nedenle Putin’in Ankara ile Şam arasında açık bir savaşın patlak vermesini istemeyeceği, bunun onun yararına olmayacağı düşünülüyor. Her halükarda oyunun efendisi bence Putin. Ancak bu, savaşın olmayacağı ya da insanların ölmeyeceği anlamına da gelmez. Bence bu noktada karşımıza çıkan en önemli soru şu: Bu krizden nasıl çıkılabilir; bu sırada ise Putin hem başını dik tutup hem de Erdoğan'ı nasıl memnun edebilir?
 
*Bu, tarafların yeni bir anlaşmaya varmasını gerektiriyor, bu anlaşmanın özellikleri çizilebilir mi?
Yeni bir anlaşma biraz zaman alacaktır. Bence Putin, Türk cumhurbaşkanına kendisine şu sözleri söyleyerek bir dizi güvence verecek: Mevcut görüşmeler ya da Kürtler ile rejim arasında yapılabilecek olanlar asla özerk yönetimin verilmesine ya da bu doğrultuda ilerlenmesine yol açmayacak. Türkiye’nin en büyük korkusunun Suriye’deki Kürtlerin Irak’taki Kürtlerin yaptığını yapması olduğunu anımsıyorum. Putin’in müdahalesi ya da desteği olsun olmasın Kürtlere bu teminattan bir parça dahi sağlamayı vermeyi kararlı bir şekilde reddederken Putin’in çok fazla risk almıyor.
Ancak bunun bir belgeye dökülmesi, Erdoğan’a önemli bir sonuç elde etti yönünde için bir gerekçe sağlayacaktır, ki bunun tezahürlerinden biri de şuandaki şeridin güvende tutulması olabilir. Diğer faktör ise Putin’in Türkiye’ye doğru yeni bir mülteci dalgası olmayacağına söz verebileceği mülteci dosyası.
 
*Soçi’nin yeniden çizilmesi başlığı altında geçici bir anlaşma yapılamaz mı?
Bence yeni “Soçi”, Türkiye'nin istediği ve Erdoğan’ın 2012’den beri zikrettiği 10 kilometre mesafedeki “güvenli şerit” ile kısıtlı kalabilir. Şayet Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu tür garantileri varsa, istediği şeyi elde ederek iki eşzamanlı hedefe ulaştığı söylenebilir: İlki Suriyeli mültecileri güvenli şeride “dahil ederek” Türkiye’ye akışlarını önlemek, hatta önceden Türkiye’ye gelmiş olanları buraya geri göndermek. Diğeri ise PKK’nın Türkiye'ye sızmasını önlemek için Türk kuvvetlerinin Kuzey ve Doğu Suriye'de kurdukları şeride ilişkin bir Rus garantisi elde etmek. Erdoğan’ın ancak böyle bir anlaşmayı kabul edebileceğine inanıyorum, nitekim kimse başını öne eğmek istemez. Öte yandan şuna da emin oldum ki, Esed bilek gücünü tekrar dayattığında istediği her şeyi yapabilir. Dolayısıyla, Putin ve Erdoğan arasındaki yeni bir anlaşma yalnızca geçici olacaktır. Günün birinde Putin’in Esed’i desteklemekten vazgeçtiğini anlarsam çok da şaşırmayacağım, zira Esed, iktidardaki alışkanlıklarında zerre değişiklik yapmadığı için, baskıcı mekanizmasını yeniden inşa etme konusunda bilgimiz var. Bu yönün itileceği nokta, Suriye'nin yeniden inşasında para ihtiyacının olduğudur. Gerçek şu ki ne Rusya ne de İran bunun yükü kaldırmak istemez.
 
*ABD tarafının Erdoğan’ı yanına çekmek için Putin ile Erdoğan arasındaki ilişkideki sorunlardan yararlanacağını düşünüyor musunuz?
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve Bakan Mike Pompeo’nun da açıkça söyledikleri gibi, ABD, İdlib dosyasında Türkiye’yi destekliyor. Aynı zamanda Trump ile Erdoğan arasında geçen bir telefon görüşmesi var. Washington ile Ankara arasında bir gerginliğin oluşu, ilişkilerinin koptuğu anlamına gelemez. İki taraf da ilişkilerinde geçmemeleri gereken sınırlar olduğunu biliyor. Zirâ NATO da Türkiye'yi destekliyor. Erdoğan ise Putin’i Trump ve NATO’ya karşı kullanarak ya da tam tersini yaparak elindeki tüm kartları oynuyor. Ancak çoğunlukla yanlış oynuyor. Çünkü en azından orta vadede dış politika “vizyonundan” yoksun. Bu onun en önemli zayıflığı.
 
*Peki Erdoğan'ın Libya dosyasına eğilmesi konusundaki itici hususlar nelerdir?
Birkaç faktör var: Öncelikle 2 Ocak'ta Erdoğan'a Libya'ya askeri müdahalesine yeşil ışık veren TBMM’nin oyu üzerinde durmak gerekiyor. Bu, Erdoğan’ın Uluslararası Mutabakat Hükümeti (UMH) lideri Fayiz es-Serrac ile görüşüp Türkiye ve Libya'nın karasularının tanımlandığı bir anlaşma imzalamalarının birkaç hafta sonrasında gelmişti. Bu da, Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğal gaz kaynaklarını paylaşmak anlamına geliyor. Bu, Türkiye için stratejik bir husus olduğu için bu konuda müsamaha göstereceklerini sanmıyorum. Söz konusu anlaşma, deniz yasalarıyla çelişecek şekilde Türkiye'nin çıkarlarına göre haritaların yeniden çizilmesiyle başladı. Erdoğan’ın bunun karşılığında verdiği şeyin askeri destek olduğu ise apaçık. Ancak bu desteğin zaten daha önceden de var olduğunu, anlaşmayla artırıldığını, derinleştirildiğini ve resmi hale getirildiğini belirtmek istiyorum. Öyle ki, Suriye dâhili veya hâricinde kullanılan Suriyeli milislerden paralı asker gönderme noktasına kadar ulaştı. Desteğin nedenlerinden birinin de ideolojik bir yönde olduğunu, yani Müslüman kardeşler -bu ideolojinin Suriye, Mısır ve Tunus'taki başarısızlıklarına rağmen- olarak adlandırılabilecek bir arka plana dayandığını ifade etmeliyiz. Ardından, Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği, yani “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesiyle Birleşmiş Milletler Konseyi’nin yapısını değiştirme ihtiyacından bahsedişi gibi bir başka husus da mevcut. Erdoğan, BMGK’nın kararlarına saygı göstererek Serrac’a verdiği desteği haklı çıkarıyor. Ancak Erdoğan’ın savaş sonrası dönem için bahsini Serrac’a yatırdığı kanısındayım, zirâ yalnızca İran ve Rusya'ya güvenmek istemiyor. Tüm bu hareketleri Yunanistan ve Kıbrıs gibi iki Avrupa Birliği ülkesinin tepkisine neden olurken, Erdoğan ise Avrupalıların açıklama yapmakla yetindiklerini anladığından, Brüksel’den çıkanları pek de önemsemiyor.

 


Paris’ten Beyrut uyarısı: Bölgedeki gerginlik tehlikeli şekilde artıyor

Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)
TT

Paris’ten Beyrut uyarısı: Bölgedeki gerginlik tehlikeli şekilde artıyor

Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)

İsrail’in, askeri kapasitesini yeniden inşa ettiği gerekçesiyle Lübnan’daki Hizbullaha karşı geniş çaplı bir operasyon başlatabileceğine ilişkin endişeler giderek artıyor. Son haftalarda İsrail medyasında sıkça dile getirilen bu iddialar, pazar günü Beyrut’un güney banliyölerinden Haret Hreik’te Hizbullah’ın bir numaralı askeri yetkilisi Heysem Tabtabain’in hedef alınmasıyla sahada da kendini gösterdi.

Aynı zamanda İsrail’in atacağı olası adımlar hem Lübnan içinde hem de uluslararası çevrelerde ciddi kaygılara yol açıyor. Bu bağlamda, her zamanki gibi en hızlı tepkiyi veren ülke Fransa oldu. Paris, ismini vermeden Hizbullah’ın üst düzey bir komutanını hedef alan saldırıdan duyduğu endişeyi açıkladı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçen cumartesi CNBC Arabiya’ya verdiği röportajda Lübnan’daki durumun “son derece kırılgan” olduğunu ve önümüzdeki dönemin “belirleyici” nitelikte olacağını vurgulamıştı.

Fransız Dışişleri Sözcüsü Pascal Confavreux, pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında, “23 Kasım Pazar günü Beyrut’u hedef alan İsrail saldırısının, zaten son derece gergin olan ortamda tırmanma riskini artırdığı için Fransa’da derin bir endişe yarattığını” söyledi.

Fransa, her açıklamasında olduğu gibi tüm taraflara itidal çağrısında bulunarak, tehditlerin raporlanması için oluşturulan ateşkes izleme mekanizmasının önemine dikkat çekti. Paris, geçen yıl kurulan ve bir ABD’li generalin başkanlık ettiği, bir Fransız subayın ise başkan yardımcılığı görevini üstlendiği bu mekanizmada aktif rol oynuyor. Mekanizmada Lübnan, İsrail ve Birleşmiş Milletler de yer alıyor.

fgth
Güney Lübnan'da İsrail'in Manara yerleşim birimine bakan bir UNIFIL gözlem noktası (EPA)

Fransa, bu mekanizmayı “taraflarca tanınan ve tek taraflı adımların engellenmesi ile hem Lübnan hem de İsrail’de sivillerin güvenliğinin sağlanması için gerekli çerçeve” olarak değerlendiriyor. Ancak mekanizmanın temel sorunu, geçen yıl imzalanan 27 Kasım 2024 Ateşkes Anlaşmasından bu yana İsrail’in günlük askeri operasyonlarını durdurmasını sağlayamaması. İsrail bu operasyonları, Hizbullah’ın ateşkese uymadığı ve askeri altyapısını yeniden inşa ettiği gerekçesiyle sürdürüyor. Fransız açıklaması, Paris’in “Lübnan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne bağlılığını” yeniden teyit ediyor.

Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Macron’un Ortadoğu ve Kuzey Afrika danışmanı Anne-Claire Legendre, iki günlük bir ziyaret için Beyrut’a giderek üç üst düzey yetkili, Lübnan ordusu komutanı ve UNIFIL temsilcileriyle görüşmüştü


AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Şarku'l Avsat'a konuştu: Suudi Arabistan ile iş birliğinde sınır yok

Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)
Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)
TT

AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Şarku'l Avsat'a konuştu: Suudi Arabistan ile iş birliğinde sınır yok

Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)
Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)

Üst düzey bir Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan’la iş birliğinin ‘sınırı olmadığını’ belirterek, Riyad’ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkeze dönüştüğünü, reform hızının yüksek olduğunu, değişime açık bir tutum sergilediğini ve net bir vizyona sahip olduğunu söyledi.

Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Şarku’l Avsat ile yaptığı röportajda, Brüksel’in Suudi Arabistan-Avrupa iş birliği için geniş ufuklar gördüğünü vurguladı. Sikela, bu iş birliğinin yalnızca ikili düzeyde değil; Afrika, Orta Asya, Güney Asya, Pasifik ve Karayipler’de de güçlü bir potansiyel taşıdığını ifade etti.

yhju
Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)

Sikela, Riyad’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Teşkilatı (UNIDO) Küresel Sanayi Zirvesi’ne katılımı sırasında yaptığı açıklamada, sürdürülebilir sanayi kalkınması, istihdam yaratma ve katma değer üretme başlıklarının küresel ekonominin ihtiyaçlarıyla örtüştüğünü belirtti.

UNIDO Küresel Sanayi Zirvesi

Jozef Sikela, Suudi Arabistan’ın UNIDO Küresel Sanayi Zirvesi’ne ev sahipliği yapmasının yerinde bir adım olduğunu belirterek, AB’nin UNIDO ile toplam taahhüt tutarı 350 milyon dolara yaklaşan 38 aktif program yürüttüğünü açıkladı. Sikela, “UNIDO’nun en büyük ortağı ve en büyük gönüllü katkı sağlayanı biziz” ifadesini kullandı.

Sikela, sanayi, ticaret ve enerji bakanlığı geçmişine de atıfta bulunarak, zirveyi Suudi yetkililerle görüşme fırsatı olarak değerlendirdiğini belirtti. Suudi bakanlarla, Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF) temsilcileriyle ve şirketlerle bir araya geldiğini ifade eden Sikela, iş birliğinin yalnızca AB ile Suudi Arabistan arasında değil, dünyanın başka bölgelerinde de derinleştirilebileceğini söyledi. Sikela, “Yenilenebilir enerji, hidrojen, madencilik, çevrenin korunması, eğitim ve mesleki gelişim gibi alanlarda aynı önceliklere sahibiz” dedi.

Suudi Arabistan’la ilişkiler hız kazanıyor

Sikela, Suudi Arabistan ile ilişkilerin ‘çok güçlü bir ivme kazandığını’ vurguladı. Geçen yıl Brüksel’de AB ile Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) arasındaki ilk zirvenin düzenlendiğini hatırlatan Sikela sözlerini şöyle sürdürdü: “Krallık, Körfez’deki en büyük ticaret ortağımız ve ekonomisini çeşitlendiren, net vizyona sahip bir ülke.”

sdefrgt
Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Avrupa ile Suudi Arabistan arasındaki iş birliğinin sınırları olmadığını vurguladı. (Fotoğraf: Saad el-Anzi)

Sikela, Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu’nun ülkeyi Avrupa şirketleri ve yatırımcıları için çok cazip bir merkez haline getirdiğini belirterek, “Neden? Çünkü net bir vizyona sahip olmak, net bir yön anlamına geliyor ve yatırımcıların aradığı da bu: istikrar ve öngörülebilirlik. 2030 Vizyonu, yatırımcılara gelecek konusunda güven veriyor” şeklinde konuştu.

Sikela, “Bu vizyonu Avrupa ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerdeki bakış açımız ve bölge ile dünya konusundaki sorumluluğumuzla birleştirebilirsek, iş birliğinin sınırı olmaz; çünkü ortak gündemimiz çok geniş” ifadelerini kullandı.

Jozef Sikela’ya göre Suudi Arabistan, ekonomisini çeşitlendirmeye ve yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirmeye odaklanıyor; bu öncelikler Avrupa’nın aynı alanlara gösterdiği ilgiyle örtüşüyor. Aynı durum, ortak çalışma alanı olarak görülen Orta Asya için de geçerli.

Sikela sözlerine şöyle devam etti: “Bu perspektiften bakıldığında Brüksel, Suudi Arabistan-Avrupa iş birliği için güney ülkelerinde geniş fırsatlar görüyor. PIF, Afrika, Orta Asya, Güney Asya, Pasifik ve Karayipler’de aktif; bu bölgeler aynı zamanda AB’nin ‘Global Gateway’ (Küresel Geçit) girişimi kapsamında değerlendiriliyor.”

‘Global Gateway’… Geleceğe yatırım

AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, AB’nin benimsediği Global Gateway girişiminin, partner ülkelerde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amacıyla yatırım, teknoloji ve Avrupa standartlarını kullanarak uygulanan stratejik bir yatırım programı olduğunu vurguladı.

ty
Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Vizyon 2030'un yatırımcılara gelecek konusunda güven verdiğini söyledi. (Fotoğraf: Saad el-Anzi)

Sikela, “Temel hedef geleceğe yatırım yapmak, bu da varlıklara yatırım yapmadan önce insanlara yatırım yapmayı içeriyor” dedi.

Sikela’ya göre AB ve üye ülkeler, dünyadaki kalkınma harcamalarının en büyük kaynağı; küresel harcamaların yüzde 40’ından fazlasını sağlıyorlar, oysa ekonomileri dünya üretiminin yalnızca yüzde 16’sını oluşturuyor.

Sikela, başlangıçta 2027’ye kadar 300 milyar euro hedeflendiğini, bu hedefin neredeyse bu yıl gerçekleştirildiğini ve bu nedenle hedefin 2027’ye kadar 400 milyar euroya yükseltildiğini belirtti.

Jozef Sikela, girişimin ‘eşit ortaklığa dayandığını ve ülkelere şart dayatmak veya dengesiz ilişkilere çekmek yerine güç kazandırmayı hedeflediğini’ ifade ederek, bunun giderek parçalanan bir dünyada geniş kabul gördüğünü söyledi.

İş birliğinin derinleştirilmesi

AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri, Global Gateway girişimini Suudi yetkililerle görüştüğünü ve iki tarafın çıkarına hizmet edecek iş birliği fırsatlarını ele aldıklarını belirtti.

Sikela, “Girişim, ortak çıkarı olan partnerler için kapalı değil. Suudi kurumlarının ve özel sektör yatırımlarının katılımını memnuniyetle karşılıyoruz. AB ile Suudi Arabistan arasında iş ortamının iyileştirilmesi konusunu da tartıştık. İlişkileri derinleştirecek ek adımlar bekliyoruz. Yapılacak çok iş var, ancak ilerleme hızlı ve doğru yoldayız” şeklinde konuştu.

Gelecek için büyük potansiyel

Sikela, Avrupa-Suudi Arabistan ilişkilerinin önümüzdeki beş yıldaki perspektifi sorulduğunda, Suudi Arabistan’ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini vurguladı. Sikela, “Bugün bir bankacı olsaydım, Avrupa şirketlerine Suudi Arabistan’a ilgilerini artırmalarını tavsiye ederdim. Çünkü burası istikrarlı, öngörülebilir ve geleceğe yönelik büyük bir potansiyele sahip bir ortam” ifadelerini kullandı.

gty
Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Şarku’l Avsat'a verdiği röportaj sırasında (Fotoğraf: Saad el-Anzi)

Sikela, “Suudi Arabistan’daki en büyük çekim unsurları, reformların hızı, değişime açıklık ve net vizyondur. Siz bir vizyon belirlediniz ve hükümetin bu vizyona bağlı olduğuna eminim; bunu her gün gösteriyorlar” dedi.

Jozef Sikela sözlerini şu ifadeyle tamamladı: “İşte AB ile Suudi Arabistan arasındaki iş birliğini tamamen farklı bir seviyeye taşımak için üzerine inşa etmek istediğimiz temel budur.”


Moskova'nın faaliyetleri artarken İngiliz Donanması Rus fırkateynini ve petrol tankerini durdurdu

İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)
İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)
TT

Moskova'nın faaliyetleri artarken İngiliz Donanması Rus fırkateynini ve petrol tankerini durdurdu

İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)
İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)

İngiltere Savunma Bakanlığı, dün yaptığı açıklamada, İngiliz devriye gemisinin Manş Denizi'nde takip ettiği bir Rus firkateyni ve petrol tankerini durdurduğunu, Rus donanmasının İngiliz suları etrafındaki faaliyetlerinin son iki yılda yüzde 30 arttığını belirtti.

Bakanlık, Kraliyet Donanması devriye gemisi HMS Severn'in son iki hafta içinde Manş Denizi'nden geçiş yapan Rus firkateyni RFN Stoyky ve tanker Yelnya'yı durdurduğunu açıkladı.

AP’ye göre Severn, sonunda izleme görevini Bretonya açıklarında kimliği belirsiz bir NATO müttefik gemisine devretti.

Bakanlık, İngiltere'nin, kıyılarında konuşlu gemilere ek olarak, NATO'nun Kuzey Atlantik ve Arktik bölgesindeki Rus gemileri ve denizaltılarını izleme misyonu kapsamında İzlanda'ya üç Poseidon keşif uçağı konuşlandırdığını bildirdi.

Bu haber, Savunma Bakanı John Healey'nin gazetecilere, Rus casus gemisi Yantar'ın İskoçya açıklarındaki faaliyetlerini izleyen keşif uçağı pilotlarına lazer ışınları tuttuğunu söylemesinden sadece birkaç gün sonra geldi.

İngiltere, Yantar'ın eylemlerini "pervasız ve tehlikeli" olarak nitelendirerek, topraklarına yönelik herhangi bir ihlale yanıt vermeye hazır olduğunu belirtti.

Haley çarşamba günü yaptığı açıklamada, "Rusya'ya ve Putin'e mesajım şu: Sizi görüyoruz ve ne yaptığınızı biliyoruz" dedi.

Londra'daki Rusya Büyükelçiliği, Haley'nin sözlerine, İngiliz hükümetini "askeri bir saplantıyı körüklemekle" suçlayarak yanıt verdi ve Moskova'nın Birleşik Krallık'ın güvenliğini baltalamaya çalışmadığını ifade etti.