Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi
TT

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Fransız araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını Şarku’l Avsat’a değerlendirdi

Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Direktör Yardımcısı ve Türkiye uzmanı Didier Billion, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başta Libya ve Suriye meseleleri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump ile ilişkileri olmak üzere dış politikasını ve bu politikanın esaslarına dair Şarku’l Avsat’a konuştu. Erdoğan’ın dış politikasını eleştiren Billion, bu dosyalar ile Türkiye'nin iç siyasi durumu arasındaki bağlantıya dikkat çekerek bunların iç siyasette güç kazanmak için kullanıldığına değindi.
Fransız araştırmacı, Suriye dosyasında ise, Erdoğan'ın Rus vaatleri ve garantileri karşılığında İdlib dosyasından çıkmasına yardımcı olacak yeni bir Rus-Türk anlayışının yakın gelecekte söz konusu olabileceğine dair bir tablo çizdi.
 
*Sizce bugün Türk iç siyasi sahnesinin en önemli özellikleri nelerdir? İç ve dış meseleler birbiriyle nasıl etkileşime giriyor?
İlk olarak AK Parti’nin popülaritesindeki düşüşe, son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerdeki kaybına değinmeliyiz. Bu kaybın büyük ölçüdeki nedeninin, eskiden Erdoğan'ı destekleyen seçmenlerin ondan vazgeçmesi olduğu ortaya çıkıyor. Ancak AK Parti’nin genel düzeyde yüzde 44’lük bir oy oranı aldığına işaret etmek isterim ki, bu da hala önemli bir seçim üssüne sahip olduğu anlamına geliyor. Ancak Erdoğan’ın siyasi gücünün gerilemeye başladığı görüşündeyim. Bunun en önemli delili ise son haftalarda, aydınların, sanatçı ve yazarların yargılanması konusunda Türk adaletinin önceki olduğundan daha yumuşak ve hafif oluşuydu. Bu da iktidardaki partinin kamu işleri üzerindeki kontrolünün azaldığını gösteriyor.
Aynı zamanda iki yeni partinin doğumuna da işaret etmek gerekiyor. Biri eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulsa da zayıf noktası Davutoğlu’nun geniş bir popülaritesinin bulunmaması. Diğer ise şuan kurulmakta olan, ekonomiden sorumlu eski devlet bakanı Ali Babacan’ın liderlik edeceği, aynı zamanda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gün’ün ise desteklediği partidir. Bu partinin Erdoğan üzerinde bir etkisi olabilir, zirâ felsefesi "adalet ve kalkınma"nın temel ilkelerine ve sabitlerine dönmeye dayanmaktadır.
Ancak bu partinin kuruluşu birçok kez ertelendi, bazıları bunu iyi bir hazırlık olarak nitelerken bir diğer görüş ise kurucularına ve onlara katılabilecek şahsiyetlere çok fazla baskıdan kaynaklandığını söylüyor. Bir diğer unsur ise, son yıllarda düşük performanstan muzdarip Türkiye ekonomisinin durumunu temsil ediyor. Nitekim büyüme oranı, önceki yıllardaki yüzde 8 veya 9'luk orana kıyasla yüzde 2'ye düştü. Ekonomistlere göre, Türkiye’nin demografik baskılara karşı vatandaşların yaşam standardının düşmemesi için en az yüzde 4’lük bir büyüme oranı sağlaması gerekiyor. Özetle, tüm bu unsurlar hem Erdoğan'ı hem de partisini zayıflatmaya katkıda bulunuyor.
 
*İç durumu Erdoğan'ın Suriye, Irak ve Libya'daki dış politikası ya da Rusya ve ABD ile ilişkilendirmek mümkün müdür?
Erdoğan'ın dış politikasını anlamaya yardımcı olacak belirleyicilerden biri de bu politikayı iç durumu etkilemek için kullanma arzusudur. Erdoğan'ın, bakanlarının, partisinin liderlerinin ve müttefiklerinin ifadelerinin iç kamuoyunu nasıl harekete geçirdiğini görmeliyiz. Bu, Türk ordusunun geçtiğimiz Ekim ayında Kuzeydoğu Suriye'de YPG’ye karşı başlattığı askeri operasyon konusunda oldukça açıktı. Daha da fazlası, TBMM’deki aralarında iki muhalifin de olduğu dört ana partinin oyladığı, orduyu ve operasyonu destekleme karar taslağına değinmeliyiz. Taslağa yalnızca HDP karşı çıkmıştı.
Bu Suriye meselesiydi. Ancak Libya konusunda ise durum farklı. Muhalefet partileri Erdoğan'ın Libya'daki maceralarına karşı çıkıyor ve Türkiye’nin Libya ile işi olmadığını düşünüyor. Benim buradan çıkarımım, Erdoğan'ın dış politikasının bir takım unsurlarının iç politika durumu ışığında büyük ölçüde anlaşılması gerektiğidir.
 
*Bugün Erdoğan’ın Suriye’de karşılaştığı ilk sorun veya mesele, İdlib. Bu bölgedeki hedefleri nelerdir? Erdoğan, her yöne çekilebilen açıklamaları, hararetli konuşmaları ve tehditleri ışığında Suriye'de neler yapmak istiyor?
Söylevinin savaşa meyilli olduğu doğru. Aynı şekilde destekçilerinki de öyle. Bunlardan biri olan MHP lideri, Erdoğan’ı Şam’a girmeye ve Beşşar Esed’i indirmeye çağırmıştı. İlk olarak, Erdoğan'ın kendisini çoğu zaman kontrol edemediğini, siyaset ve dünyayla ilgili sıkıntılı tartışmalarda polemiğe girdiğini ifade etmek gerekir. Zaten bunun örnekleri mevcut. Temel olarak, Suriye'deki politikasını kontrol eden iki ana faktör vardır: İlki, Kürt sorunu ve yansımaları. Ancak bu, Kürtlerin yaşamadığı İdlib dosyasında uygulanmıyor. Diğeri ise Suriyeli mülteciler konusu. Zirâ Türkiye, 3,6 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Şayet Türkiye-Suriye sınır kapısı açılırsa muazzam bir mülteci akını gerçekleşecek. Bu ne Erdoğan’ın ne de Türklerin istediği bir şey.  
İdlib’le ilgili gerçek, Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından Astana ve Soçi tuzaklarına düşürüldüğü. İki taraf da, rejimin İdlib’de başlatmış olduğu askeri operasyonu durdurmak karşılığında burada bir gerginliği azaltma bölgesi kurmayı kabul etmişti. Türkiye Cumhurbaşkanı, kendisine bölgesel ve Suriye siyasi haritasında oynaması için başrol verildiği odak noktasına geri getiren anlaşmadan memnundu. Ancak sorun radikaller, Suriyeli savaşçılar ve diğer gruplar arasında ayrım yapma vaadinde bulunmasıydı.
İdlib ve çevresinin, tüm Suriye’den oraya taşınan radikallerin sığınağına dönüştüğü açıktı, ki İdlib’e geçmeleri karşılığında rejimle uzlaşmışlardı. Bu nedenle, Erdoğan’ın daha önceden bildiği üzere Putin’in tuzağına düşeceği de barizdi. Zirâ Rusya'nın rejimin operasyonunu haklı gösterdiği iddialarından biri de Erdoğan'ın vaatlerini yerine getirmediğiydi.
İdlib’deki durumu genel olarak kontrol altına almadaki ve rejime düşman gruplar üzerindeki gücü ve etkisini belki de fazla olarak değerlendirmiş olan Erdoğan hâricinde, herkes bu vaadin “imkansız” olduğunu düşündü. Bugünkü netice ise, Soçi’de onaylanan 12 gözlem noktasının artık 21’e çıktığıdır. Erdoğan'ın son zamanlarda bunlardan bazılarının “kontrol noktalarından” “savaş noktalarına” dönüştürüldüğünü belirtmesi ise ilginçtir.
Bugün herkes farkındadır ki bu krizden kurtulmanın yolu çatışmadan değil siyasetten geçer. Şuan yaşananların Türk ve Suriyeliler arasında açık bir savaşa dönüşmeyeceği kanısındayım. Zirâ Rusya Devlet Başkanı’nın Esed ile ilişkilerinin sağlamlığını da, Erdoğan ile ilişkilerinde gösterdiği özeni de biliyoruz. Bu nedenle Putin’in Ankara ile Şam arasında açık bir savaşın patlak vermesini istemeyeceği, bunun onun yararına olmayacağı düşünülüyor. Her halükarda oyunun efendisi bence Putin. Ancak bu, savaşın olmayacağı ya da insanların ölmeyeceği anlamına da gelmez. Bence bu noktada karşımıza çıkan en önemli soru şu: Bu krizden nasıl çıkılabilir; bu sırada ise Putin hem başını dik tutup hem de Erdoğan'ı nasıl memnun edebilir?
 
*Bu, tarafların yeni bir anlaşmaya varmasını gerektiriyor, bu anlaşmanın özellikleri çizilebilir mi?
Yeni bir anlaşma biraz zaman alacaktır. Bence Putin, Türk cumhurbaşkanına kendisine şu sözleri söyleyerek bir dizi güvence verecek: Mevcut görüşmeler ya da Kürtler ile rejim arasında yapılabilecek olanlar asla özerk yönetimin verilmesine ya da bu doğrultuda ilerlenmesine yol açmayacak. Türkiye’nin en büyük korkusunun Suriye’deki Kürtlerin Irak’taki Kürtlerin yaptığını yapması olduğunu anımsıyorum. Putin’in müdahalesi ya da desteği olsun olmasın Kürtlere bu teminattan bir parça dahi sağlamayı vermeyi kararlı bir şekilde reddederken Putin’in çok fazla risk almıyor.
Ancak bunun bir belgeye dökülmesi, Erdoğan’a önemli bir sonuç elde etti yönünde için bir gerekçe sağlayacaktır, ki bunun tezahürlerinden biri de şuandaki şeridin güvende tutulması olabilir. Diğer faktör ise Putin’in Türkiye’ye doğru yeni bir mülteci dalgası olmayacağına söz verebileceği mülteci dosyası.
 
*Soçi’nin yeniden çizilmesi başlığı altında geçici bir anlaşma yapılamaz mı?
Bence yeni “Soçi”, Türkiye'nin istediği ve Erdoğan’ın 2012’den beri zikrettiği 10 kilometre mesafedeki “güvenli şerit” ile kısıtlı kalabilir. Şayet Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu tür garantileri varsa, istediği şeyi elde ederek iki eşzamanlı hedefe ulaştığı söylenebilir: İlki Suriyeli mültecileri güvenli şeride “dahil ederek” Türkiye’ye akışlarını önlemek, hatta önceden Türkiye’ye gelmiş olanları buraya geri göndermek. Diğeri ise PKK’nın Türkiye'ye sızmasını önlemek için Türk kuvvetlerinin Kuzey ve Doğu Suriye'de kurdukları şeride ilişkin bir Rus garantisi elde etmek. Erdoğan’ın ancak böyle bir anlaşmayı kabul edebileceğine inanıyorum, nitekim kimse başını öne eğmek istemez. Öte yandan şuna da emin oldum ki, Esed bilek gücünü tekrar dayattığında istediği her şeyi yapabilir. Dolayısıyla, Putin ve Erdoğan arasındaki yeni bir anlaşma yalnızca geçici olacaktır. Günün birinde Putin’in Esed’i desteklemekten vazgeçtiğini anlarsam çok da şaşırmayacağım, zira Esed, iktidardaki alışkanlıklarında zerre değişiklik yapmadığı için, baskıcı mekanizmasını yeniden inşa etme konusunda bilgimiz var. Bu yönün itileceği nokta, Suriye'nin yeniden inşasında para ihtiyacının olduğudur. Gerçek şu ki ne Rusya ne de İran bunun yükü kaldırmak istemez.
 
*ABD tarafının Erdoğan’ı yanına çekmek için Putin ile Erdoğan arasındaki ilişkideki sorunlardan yararlanacağını düşünüyor musunuz?
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve Bakan Mike Pompeo’nun da açıkça söyledikleri gibi, ABD, İdlib dosyasında Türkiye’yi destekliyor. Aynı zamanda Trump ile Erdoğan arasında geçen bir telefon görüşmesi var. Washington ile Ankara arasında bir gerginliğin oluşu, ilişkilerinin koptuğu anlamına gelemez. İki taraf da ilişkilerinde geçmemeleri gereken sınırlar olduğunu biliyor. Zirâ NATO da Türkiye'yi destekliyor. Erdoğan ise Putin’i Trump ve NATO’ya karşı kullanarak ya da tam tersini yaparak elindeki tüm kartları oynuyor. Ancak çoğunlukla yanlış oynuyor. Çünkü en azından orta vadede dış politika “vizyonundan” yoksun. Bu onun en önemli zayıflığı.
 
*Peki Erdoğan'ın Libya dosyasına eğilmesi konusundaki itici hususlar nelerdir?
Birkaç faktör var: Öncelikle 2 Ocak'ta Erdoğan'a Libya'ya askeri müdahalesine yeşil ışık veren TBMM’nin oyu üzerinde durmak gerekiyor. Bu, Erdoğan’ın Uluslararası Mutabakat Hükümeti (UMH) lideri Fayiz es-Serrac ile görüşüp Türkiye ve Libya'nın karasularının tanımlandığı bir anlaşma imzalamalarının birkaç hafta sonrasında gelmişti. Bu da, Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğal gaz kaynaklarını paylaşmak anlamına geliyor. Bu, Türkiye için stratejik bir husus olduğu için bu konuda müsamaha göstereceklerini sanmıyorum. Söz konusu anlaşma, deniz yasalarıyla çelişecek şekilde Türkiye'nin çıkarlarına göre haritaların yeniden çizilmesiyle başladı. Erdoğan’ın bunun karşılığında verdiği şeyin askeri destek olduğu ise apaçık. Ancak bu desteğin zaten daha önceden de var olduğunu, anlaşmayla artırıldığını, derinleştirildiğini ve resmi hale getirildiğini belirtmek istiyorum. Öyle ki, Suriye dâhili veya hâricinde kullanılan Suriyeli milislerden paralı asker gönderme noktasına kadar ulaştı. Desteğin nedenlerinden birinin de ideolojik bir yönde olduğunu, yani Müslüman kardeşler -bu ideolojinin Suriye, Mısır ve Tunus'taki başarısızlıklarına rağmen- olarak adlandırılabilecek bir arka plana dayandığını ifade etmeliyiz. Ardından, Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği, yani “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesiyle Birleşmiş Milletler Konseyi’nin yapısını değiştirme ihtiyacından bahsedişi gibi bir başka husus da mevcut. Erdoğan, BMGK’nın kararlarına saygı göstererek Serrac’a verdiği desteği haklı çıkarıyor. Ancak Erdoğan’ın savaş sonrası dönem için bahsini Serrac’a yatırdığı kanısındayım, zirâ yalnızca İran ve Rusya'ya güvenmek istemiyor. Tüm bu hareketleri Yunanistan ve Kıbrıs gibi iki Avrupa Birliği ülkesinin tepkisine neden olurken, Erdoğan ise Avrupalıların açıklama yapmakla yetindiklerini anladığından, Brüksel’den çıkanları pek de önemsemiyor.

 


Beyaz Saray: Amerika ve Ukrayna'nın barış anlaşması konusunda iki noktada anlaşamadığı belirtiliyor

Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)
Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)
TT

Beyaz Saray: Amerika ve Ukrayna'nın barış anlaşması konusunda iki noktada anlaşamadığı belirtiliyor

Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)
Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)

Beyaz Saray Sözcüsü Karolyn Leavitt, dün yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump ile Ukraynalı mevkidaşı Volodimir Zelenskiy arasında bu hafta herhangi bir görüşme planlanmadığını söyledi.

Reuters'a konuşan kaynaklar, Zelenskiy'nin bu hafta Trump ile Ukrayna'daki savaşı sona erdirme planının hassas yönlerini görüşmek üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gidebileceğini söyledi.

Leavitt, Washington ve Kiev'in Rusya'nın Ukrayna'daki savaşını sona erdirme amaçlı olası bir anlaşma konusunda verimli görüşmelerde bulunduğunu ve hâlâ "sadece iki anlaşmazlık noktası" olduğunu ifade etti.

Fox News'in The Story programına verdiği röportajda, ABD Başkanı Donald Trump'ın savaşı sona erdirmek için bir anlaşmaya varma olasılığı konusunda iyimser olduğunu belirtti.

Leavitt, özellikle Cumhuriyetçi Parti içinden Başkan Donald Trump'a yöneltilen, Trump'ın Ukrayna'daki çatışmayı sona erdirme çabalarında Rusya'ya karşı taraflı davrandığını eleştirilerine yanıt verdi.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre Beyaz Saray sözcüsü, "Amerika Birleşik Devletleri'nin bu savaşı sona erdirmek için her iki tarafla da eşit şartlarda çalışmadığı" fikrinin tamamen yanlış olduğunu belirtti.

Levitt, Trump'ın, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle başlayan savaşı sona erdirmek için bir plan üzerinde çalışma olasılığı konusunda "iyimserlik ve umut" ifade ettiğini söyledi.

Benzer bir bağlamda, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy dün yaptığı açıklamada, ABD ve Avrupa ile görüşülen önerilen barış planının "doğru" noktalar içerdiğini, ancak Amerikalı mevkidaşı Donald Trump ile görüşeceği hassas konular olduğunu söyledi.

Zelenskiy, dün akşam televizyonda yaptığı konuşmada, "Cenevre görüşmelerinin ardından, şu an itibarıyla daha az madde var- artık 28 değil- ve bu çerçeveye önemli sayıda doğru unsur dahil edildi" dedi.

Zelenskiy, "Ekibimiz bugün yeni taslak adımlar hakkında bir rapor sundu ve bu gerçekten doğru bir yaklaşım. Hassas konular ve en hassas noktalara gelince, bunları Başkan Trump ile görüşeceğim" ifadesini kullandı.

ABD yönetiminin önerdiği plana göre Moskova'nın hak iddia ettiği doğu Ukrayna'daki Donetsk ve Luhansk bölgeleri ile Rusya'nın 2014'te ilhak ettiği Kırım Yarımadası, ABD de dahil olmak üzere "fiilen Rus toprağı olarak tanınacak".

28 maddelik Amerikan planı, iki güney bölgesinin, Herson ve Zaporijya'nın bölünmesini öngörüyor. Kiev mevcut formülü kabul ederse, NATO'ya katılma hedefinden de vazgeçmeli ve bunu anayasasına dahil etmelidir.

Planda ayrıca Ukrayna ordusunun 600 bin askerle sınırlandırılması, NATO'nun Ukrayna'ya asker konuşlandırmaması, ancak Avrupa savaş uçaklarının Kiev'i korumak için Polonya'da konuşlandırılması öngörülüyor.


Trump, yapay zeka temelli bilimsel araştırmaları hızlandırmak için “Genesis Misyonu” kararnamesini imzaladı

Trump, Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde imzaladığı bir başkanlık kararnamesini elinde tutarken (Arşiv - Reuters)
Trump, Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde imzaladığı bir başkanlık kararnamesini elinde tutarken (Arşiv - Reuters)
TT

Trump, yapay zeka temelli bilimsel araştırmaları hızlandırmak için “Genesis Misyonu” kararnamesini imzaladı

Trump, Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde imzaladığı bir başkanlık kararnamesini elinde tutarken (Arşiv - Reuters)
Trump, Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde imzaladığı bir başkanlık kararnamesini elinde tutarken (Arşiv - Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump, araştırmaları hızlandırmak ve bilimsel atılımlar gerçekleştirmek için yapay zekayı (AI) kullanmaya yönelik olan ‘Genesis Mission’ isimli ulusal girişimi başlatan kararnameyi imzaladı.

Genesis Mission, yapay zeka kullanarak kamu araştırmalarından bilimsel veriler toplayabilen bir platform oluşturmayı amaçlıyor. Başkanlık kararnamesine göre bu alan yeni yapay zeka modellerinin geliştirilmesine, araştırmanın belirli aşamalarının otomatikleştirilmesine ve yeni hipotezlerin test edilmesine olanak tanıyacak.

ABD Enerji Bakanı Chris Wright, telefonla düzenlediği basın toplantısında çip devleri Nvidia ve AMD'den bahsetti. Ayrıca, bulut bilişim şirketleri Dell ve HP'nin de projenin ortakları olduğunu belirten Bakan Wright, başka şirketlerin de projeye katılacağını kaydetti.

Genesis Mission girişimi, laboratuvarlar ve devlet kurumları arasında veri toplamanın yanı sıra platform kullanıcılarına yeterli bilgi işlem gücü sağlamak için büyük bulut altyapılarının kullanılmasını da öngörüyor. Dün yayınlanan başkanlık kararnamesi, Enerji Bakanlığı'na, nükleer füzyondan yarı iletken üretimine kadar çeşitli alanlarda keşifleri hızlandırmak için ülkenin süper bilgisayarlarını, federal bilimsel veri setlerini ve araştırma tesislerini bir araya getiren entegre bir yapay zeka platformu kurma yetkisi veriyor.

Kararname metninde, “ABD, yapay zeka geliştirme alanında küresel teknolojik üstünlük için rekabet ediyor” deniyor. Yapay zeka, ‘bilimsel keşif ve ekonomik büyüme için önemli bir sınır’ olarak tanımlanıyor. Girişimin merkezinde, araştırmacılara yüksek performanslı bilgi işlem kaynaklarına, yapay zeka modelleme araçlarına ve bilimsel modelleri eğitmek ve araştırmaları otomatikleştirmek için geniş federal veri koleksiyonlarına erişim sağlayacak olan Amerikan Bilim ve Güvenlik Platformu yer alıyor.

Öncelikli alanlar arasında ileri imalat, biyoteknoloji, biyomalzemeler, nükleer enerji, kuantum bilişim ve yarı iletkenler bulunuyor. Tüm bunlar, ABD'nin Çin'den artan rekabetle karşı karşıya olduğu alanlar. Başkanlık kararnamesi, hassas araştırmaların güvenliği için sıkı siber güvenlik önlemleri alınarak özel şirketler, üniversiteler ve ulusal laboratuvarlarla iş birliği yapılmasını öngörüyor.


Tayvan Başbakanı: Çin'e geri dönmek Tayvan halkı için bir seçenek değil

Çin ve Tayvan bayrakları (Reuters)
Çin ve Tayvan bayrakları (Reuters)
TT

Tayvan Başbakanı: Çin'e geri dönmek Tayvan halkı için bir seçenek değil

Çin ve Tayvan bayrakları (Reuters)
Çin ve Tayvan bayrakları (Reuters)

Tayvan Başbakanı Chu Jung-tae, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı telefon görüşmesinde Pekin'in Tayvan üzerindeki egemenlik iddialarını güçlendirmesinin ardından bugün yaptığı açıklamada, adanın 23 milyonluk nüfusu için Çin'e geri dönmenin bir seçenek olmadığını söyledi.

Şi dün Trump'a, II. Dünya Savaşı'nın sonunda "Tayvan'ın Çin'e dönmesinin" Pekin'in dünya düzeni vizyonunun önemli bir parçası olduğunu söyledi. Tayvan'ın demokratik olarak seçilmiş hükümeti, Çin'in bu tutumunu şiddetle reddediyor.

Chu, parlamento dışında gazetecilere yaptığı açıklamada, Tayvan'ın "tamamen bağımsız ve egemen bir ülke" olduğunun tekrar vurgulanması gerektiğini söyledi. "Ülkemizin 23 milyonluk nüfusu için (geri dönmek) bir seçenek değil, bu çok açık" ifadelerini kullandı.