Mübarek’in hayatındaki 10 dönüm noktası

Mısır'ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in  1982 yılında çekilen fotoğrafı. (AFP)
Mısır'ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in 1982 yılında çekilen fotoğrafı. (AFP)
TT

Mübarek’in hayatındaki 10 dönüm noktası

Mısır'ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in  1982 yılında çekilen fotoğrafı. (AFP)
Mısır'ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in 1982 yılında çekilen fotoğrafı. (AFP)

Mısır eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in gerek 1981’den 2011’e kadar iktidarda olduğu üç dönemde, gerekse halk protestolarının baskısı altında iktidardan ayrıldıktan sonraki süreçte mücadelelerle dolu hayatı dün sabah 92 yaşında sona erdi.
Mübarek’in hayatının ordudaki ve cumhurbaşkanlığı dönemlerinde ciddi dönüm noktaları vardı.

Hava kuvvetlerini kurmak
4 Mayıs 1928’de Mısır’ın kuzeyinde, el-Munufiye’nin Kafr Al Musaylhah bölgesinde doğan Mübarek, 1967’deki yenilgi sonrasında yaşanan Yıpratma Savaşı’nda Mısır Hava Kuvvetleri’ninin yeniden kurulmasında önemli bir rol oynadı. 5 Haziran 1967’de Beni Suef Hava Üssü komutanı görevini yürütürken aynı yılın kasım ayında Hava Kuvvetleri Akademisi’nin direktörlüğünü üstlendi.

Ekim Savaşı

Nisan 1972’de, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na, yine aynı yıl Savaş Bakanlığı Yardımcılığı’na atanan Mübarek, 1973 Ekim Savaşı’nda Mısır Hava Kuvvetleri'ne liderlik etti. Bir yıl süren savaşın ardından 1974'te tümgeneralliğe terfi etti. 15 Nisan 1975’te de merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat tarafından cumhurbaşkanı yardımcısı seçilerek bu görevini 1975-1981 yılları arasında yürüttü.

Mısır Cumhurbaşkanlığı

Sedat, 1978’de kendi başkanlığında Ulusal Demokrat Parti’nin kuruluşunu ilan etti, başkan yardımcılığına da Mübarek’i getirdi. Bu görevi sırasında birden çok Arap ve uluslararası misyonda görev alan Mübarek, birçok dünya ülkesini ziyaret ederek söz konusu ülkelerin Mısır ile ilişkilerini güçlendirmede ciddi bir rol oynadı. Sedat’ın 6 Ekim 1981’de Ekim Zaferi’nin yıl dönümünün kutlandığı bir askeri geçit töreninde suikasta kurban gitmesinin ardından yönetim için 14 Ekim’de halk oylamasıyla aday gösterilen Mübarek, Mısır Arap Cumhuriyeti’nin liderliğini devraldı.

Taba’nın geri alınışı

1982’de hem Enver Sedat’ın İsrail ile Camp David’de başlattığı barış müzakereleri hem de söz konusu yıl Sina’dan çekilen İsrail’in işgali altındaki Mısır topraklarının belirlenmesi tamamlandı. Taba konusundaki sınır anlaşmazlığı ise uluslararası hakemlik yoluyla çözüldü. İsrail 1989'da Taba’dan çekildi. Taba'nın kurtuluşu, tüm Sina üzerinde Mısır egemenliğinin sağlanması ve Mübarek döneminde Mısır diplomasisinde büyük bir zafer olarak görülüyor.

Arap ilişkileri

İktidara gelmesinin ardından Mübarek, Arap ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmeye, Sedat’ın İsrail ile barış için yürüttüğü girişimlerin ardından bu ilişkilerde süregelen kesintileri eski haline döndürmeye çalıştı. Böylece Mısır, Arap Birliği üyeliğine geri döndü; birliğin geçici olarak Tunus’a taşınan merkezi ise yeniden Kahire’ye getirildi. Mübarek, Ocak 1991’de başlayan savaştan sonra Irak kuvvetlerini Kuveyt'ten çıkarmak için kurulan koalisyon güçlerine de askeri destek verdi.

Anayasal reformlar

Mübarek’in döneminde yerel düzeyde birçok zorlukla karşı karşıya kalındı. İşsizlik, yoksulluk, artan nüfus, çeşitli ekonomik krizler, hız kazanan grevler, karakollarda yaygın olan işkenceler, cezai soruşturmalar ve kadına şiddet gibi sorunlar çözülemezken metro inşası, yeni şehirlerin kurulması ve henüz bitmemiş Toşko projesi ise hayata geçirildi.
Mübarek, başkanlığı sırasında, siyasi reform konusunda bir dizi yoğun talep aldı. 2005'te parlamento üyelerinin üçte ikisinin onayından sonraki halk referandumunu değil de cumhurbaşkanın seçimlere doğrudan karar vermesine yönelik anayasayı değiştirdi. Anayasal değişiklik, Mısır anayasal sisteminin izin verdiği mekanizmalara ve araçlara uygun olmasına rağmen siyasi tartışmaların varlığı ve siyasi değişiklik karşıtı muhalefetin ortaya çıkması ile ilişkilendirildi. Bu tartışma, adaylar hakkındaki şartları zorlaştırarak siyasi ağırlığı olanların yanında adaylığa başvurulmasını imkansız kılmasından kaynaklanıyordu.
Mübarek, muhalefetin söz konusu yasanın onayı konusundaki kuşkularına ve rüşvet iddialarına rağmen seçimi oy sandığında büyük bir farkla kazandı.

Suikast girişimi

Mübarek birden fazla suikast girişimine maruz kalmıştı. Bunlardan en önemlisi 26 Haziran 1995'te, Addis Ababa'da yaşandı. Mübarek’in konvoyu silahlı unsurlar tarafından hedef alınması üzerine korumalarının eşliğinde Kahire’ye döndü. Olayda beş terörist etkisiz hale getirildi.
Sudan’daki İslami hareketin kurucusu Hasan et-Turabi, 2016’da, Dışişleri Bakanı Ali Osman Muhammed Taha ve Genel Güvenlik Teşkilatı Başkanı Nafi Ali Nafi’nin Mübarek’in suikastına karıştığını duyurdu.
Mübarek daha sonra Eylül 1999’da Port Said'de bir vatandaş tarafından keskin bir aletle suikast girişimine maruz kaldı.

Torununun ölümü
Torunu Ala Mübarek’in 19 Mayıs 2009’da, 13 yaşındayken ölümü, Mübarek’in hayatının ve sağlığının dönüm noktalarından biri oldu. Zirâ Mübarek’in aile yakınları, onun torununa ne denli bağlı olduğuna, ölümünün ardından ise psikolojisinin kötüye gittiğine dikkat çekti. 

Ocak 2011 ve görevden ayrılma

Mübarek, 30 yıl süren iktidarın ardından yaşam, özgürlük ve adalet talebinde bulunan protestocuların halkı sokağa çağırmasıyla eşi benzeri görülmemiş protestolarla karşı karşıya kaldı.
Mübarek, Kahire’deki Tahrir Meydanı merkezli protestoların 18’inci gününde milletvekili General Ömer Süleyman'ın ağzından ülkeyi yaklaşık bir buçuk yıldır yöneten Mısır Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'ndeki görevinden ayrıldığını duyurdu. 

12 Nisan 2011'de Mübarek hakkında protestocuları öldürmek suçundan soruşturma başlatıldı. 3 Ağustos’ta ise ilk kez mahkemeye çıktı. Duruşmada tıbbi bir yatakta görüldü. Suçlamaları reddetse de 22 Şubat 2012’ye kadar hakkında 45 farklı duruşma gerçekleşti.
Haziran 2012'de mahkeme tarafından protestocuları öldürmekten müebbet hapis cezası alan Mübarek, sağlık durumu nedeniyle Tura Cezaevi Hastanesi’ne transfer edildi.

Yargıtay, Ocak 2013’te Mübarek hakkındaki tüm kararların iptal edilmesi ve tüm sanıkların yeniden yargılanması kararı aldı.
Kahire Ceza Mahkemesi aynı yılın nisan ayında protestocuların ördürülmesi ve yolsuzluk suçları sebebiyle ikamet edeceği yerin sabit olması şartıyla Mübarek’in serbest bırakılması kararını verdi.
Bir sonraki ay duruşmalar yeniden başladı. Mayıs 2014’teki “başkanlık sarayları” davasında Mübarek 3, oğulları da 4’er yıl hapis cezası aldılar.
Mübarek mahkeme ve yargı koridorlarında en son 2018 yılında, Müslüman Kardeşler’e (İhvan) mensup eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin duruşması sırasında görüldü. Buradaki ifadesinde ülkedeki kaosu artırmak için 800 silahlının 29 Ocak 2011’de kanunu ihlal ederek tüneller vasıtasıyla ülkeye girdiğini, protestocuları öldürmede İhvan’a yardım ettiğini söyledi.
Mübarek en son YouTube’da torunu tarafından yayınlanan ve 1973 Ekim Savaşı’nı anlattığı bir videoda görünmüştü.



Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?

Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
TT

Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?

Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)

Tony Bouloss

Lübnan'daki her dönüm noktasında ve her büyük siyasi dönüşümün öncesinde, terör örgütü DEAŞ yeniden ortaya çıkıp uyuyan hücreleri faaliyete geçiyor ve böylece bölgesel nüfuz oyununda değişime maruz kalan ve gerileyenlerin çıkarlarının kesiştiği bir halka oluşturuyor. Lübnan güvenlik güçlerinin geçtiğimiz günlerde DEAŞ hücrelerini çökerttiğini açıklaması, bu bağlamdan bağımsız ve sıradan bir olay değildi.

Güvenlik güçleri dikkat çekici bir zamanda, Şam'daki bir kiliseye yönelik kanlı terör saldırısından birkaç gün sonra, yurt içinde terör eylemi düzenlemeye hazırlanan terör hücrelerini durdurduklarını açıkladı. Bu gelişme, radikal örgütün hem güvenlik hem de bölgesel gündemin ön saflarına geri dönmesine neden oldu.

DEAŞ’ın insansız hava araçları (İHA) üretiminde uzman bir saha liderine dönüşen ‘Kasura’ lakaplı Lübnanlı kimya öğretmeniyle ilgili haber, Şam'ın merkezinde Mar Elias Kilisesi'ndeki kanlı olay ve bu olaydan sadece birkaç saat önce ülkenin güney banliyölerinde düzenlenen Aşure etkinliğine bombalı saldırı düzenlemeyi planlayan bir hücrenin yakalandığına dair haberlerin basında yer alması, birdenbire DEAŞ neden şimdi ortaya çıktı? DEAŞ’ın geri dönüşü geçici bir güvenlik tesadüfü mü, yoksa bölgedeki kartları karmak ve aktörlerin konumlarını yeniden belirlemek için gerektiğinde kullanılacak bir siyasi koz mu?’ sorularının gündeme gelmesine neden oldu.

Lübnanlı güvenlik kaynaklarına göre DEAŞ’ın ‘Lübnan Vilayeti’ olarak bilinen biriminde faaliyet gösteren tutukluların ifadeleri, örgütün Lübnan'ı ‘cihat için doğrudan bir savaş alanı değil, destek ve lojistik yardımın sağlandığı bir ülke’ olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu durum, söz konusu tutukluların üstlendiği görevlerin niteliğinden de anlaşılıyor. Bu kişilerin, lojistik ihtiyaçların karşılanması ve Suriye'ye nakledilmesiyle sınırlı görevleri vardı.

Kasura

Tutuklananların en önemlilerinden biri Kasura olarak bilinen, 1997 doğumlu ve Bekaa'nın (doğu) Kamd el-Luz kasabasından gelen, kimya alanında yüksek lisans derecesine sahip ve özel öğretmen olarak çalışan bir kişidir. Bu durum, terör örgütlerinin bilimsel kadroları kendilerine çekmedeki karmaşık boyutunu yansıtmaktadır. Başlangıçta Lübnan'da ‘DEAŞ vali yardımcısı’ görevini üstlenen Kasura, daha sonra terfi ederek Lübnan'ı olası hedefler listesine alan ağlardan ve hücrelerden sorumlu ‘vali’ görevine getirildi. Kasura, bu görevi üstlendikten sonra çeşitli bölgelerde emrinde çalışan yaklaşık 15 kişiden oluşan gizli bir ağı yönetti ve Lübnan'ı özel operasyonlar için olası hedefler listesine dahil etti.

Aynı güvenlik kaynağına göre bu veriler Suriye'deki güvenlik açısından zayıf bölgeler ile DEAŞ’ın Lübnan'ın iç kesimlerindeki uzantıları arasındaki yakın bağlantıyı yeniden teyit ederken bu durum güvenlik güçlerini DEAŞ ideolojisini benimseyen hücrelerin olası geri dönüşü karşısında ek zorluklarla karşı karşıya getiriyor.

İhvan kapısı

Siyasi analist ve yazar Nebil Ebu Mansur, DEAŞ'ın yeniden ortaya çıkmasının özellikle de bazı tekfirci grupların sınır ötesi bir baskı aracı veya terör aracı haline geldiği durumlarda bölgesel nüfuz mücadelelerinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguladı. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın (İhvan-ı Müslimin) birçok durumda ılımlı bir siyasi yüz göstermiş olmasına rağmen, şiddet yanlısı katı akımların gelişmesi için entelektüel bir deney alanı olmaya devam ettiğini belirten Ebu Mansur, Müslüman Kardeşler'in geleneksel siyasi faaliyetlerindeki projeleri başarısızlığa uğradığında, aşırı uçlar daha radikal cihatçı başlıklar altında yeniden ortaya çıkıyor ve DEAŞ ve benzeri örgütler, olası bir istikrar sürecini bozmak için son çare olarak kalıyor.

Özellikle Lübnan’da DEAŞ hücrelerinin yeniden harekete geçmesinin her zaman büyük dönüşümler veya iç siyasi tıkanıklıklarla aynı zamana denk geldiğine dikkati çeken Ebu Mansur, “Suriye'de ise bu tür hücreler zaman zaman eski dengeleri korumak veya herhangi bir kesin siyasi çözümü geciktirmek için kanlı bir mesaj olarak kullanılıyor” dedi. DEAŞ'ın şu anda izole bir durumdan ziyade, ‘İhvan-ı Muslimin’ adlı entelektüel ve siyasi hastalığın kronik bir belirtisi olduğu söyleyen Ebu Mansur, “Zira bu grup, koşullar gerektirdiğinde yeni nesil radikaller yetiştirmeye devam edebiliyor” diye ekledi.

İdeolojik bağ

Öte yandan Maşrık Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sami Nadir, doğrudan ideolojik bağ olduğu savını çürütmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler ekolünün, El Kaide ve DEAŞ gibi grupların ortaya çıkmasından önce küresel cihada ilk teorik gerekçeyi sağlayan ekol olduğunu söyleyen Nadir, “Bazı çevreler, Müslüman Kardeşler örgütü içinde Londra, Şam ve diğer kanatlar arasında yaşanan çatlakların, istikrarı sarsmak veya gri alanlara baskı uygulamak gerektiğinde kullanılabilecek ideolojik temeli ortadan kaldırmadığını düşünüyor” dedi. DEAŞ'ın bugün Lübnan ve Suriye'de yeniden ortaya çıkmasının zamanlamasının tesadüf olmadığının altını çizen Nadir, “Bir yandan güvenlik boşlukları bu kartlarla doldurulurken, diğer yandan DEAŞ'ın geri dönüşünün siyasi kartları yeniden karacağı ve bölge ülkelerini terör endişelerinin esiri haline getireceğini bilen bölgesel aktörler var. Bu da bölgesel müzakerelere yeni boyutlar kazandırıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Emekli Tuğgeneral George Nadir ise değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Lübnan'da radikalizm için verimli olan bataklığın hiçbir zaman kurumadığını, yoksulluğun artması, devlete güvenin zayıflığı ve resmî kurumların dışında silahların varlığının devam etmesi, ulusal güvenliğin duvarında delikler açmaya yetecek faktörlerdir.”

Tuğgeneral Nadir’e göre devletin egemenlik meselesi olarak büyük önem taşıyan Hizbullah’ın silahları, devletin boşluğunu, iç çelişkileri ve güç dengesindeki adaletsizliği istismar eden terörist hücrelerin istismarına açık hale getiriyor.

scdvfghy
Lübnan iç güvenlik güçleri, 2022 yılında DEAŞ'tan ele geçirdiklerini söyledikleri silahları sergiliyor (AFP)

Avukat Muhammed Sabuh da dosyanın belirli bir anlatıyı doğrulamak için siyasi bir belgeye dönüştüğünü söyledi. Basın mensupları önünde yaptığı açıklamada “Sıradan bir okulda kimya öğretmeni olan bir kişi, Irak ve Suriye'de DEAŞ'ın bile başaramadığı roket üretiminde nasıl uzmanlaşabilir? Irak ve Suriye'deki DEAŞ'ın bile başaramadığı bir şeyi nasıl başarabilir?” sorularını sıralayan Sabuh, gerçek tehlike iddia edilenden daha az olsa bile Lübnan'daki ‘derin devletin’ Batılı müttefiklerine terörle ‘açıkça savaş halinde’ olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge aradığını belirtti.

Olayların karmaşık bölgesel bağlamları

Şam'daki kilise saldırısı ile Beyrut'taki DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılması, olayı yerel ölçekten daha geniş bir bölgesel ölçeğe taşıdı. İstihbarat ve diplomatik raporlara göre Şam'daki terör saldırısı, DEAŞ’a destek veya kaos ortamında dağınık unsurlarını yeniden bir araya getirme kabiliyetine dair eski mesajları yeniden gündeme getirdi.

Batı taraflarca yapılan bazı analizler, bu durumu doğrudan İran’ın bölgesel projesi olan direniş ekseninin birçok alanda yaşadığı boşluk dönemiyle ilişkilendiriyor. Direniş ekseninin Suriye'de ve uluslararası baskıların Hizbullah üzerinde yarattığı etkilerle üst üste aldığı darbeler, bazı aktörleri yedek kartlarını oynamaya itti. Bu kartlar arasında, onlarca yıldır sıcak bölgeleri meşgul etmek ve silahların ve devlete paralel sistemlerin varlığını haklı çıkarmak için güvenlik söylemini canlı tutmak için kullanılan aşırı uçlardaki kartlar da bulunuyor.

İslamcı gruplar üzerine uzmanlaşmış merkezlerin güvenlik raporları ve araştırmaları, Müslüman Kardeşler ile İran destekli direniş ekseni arasında çıkarların örtüştüğünü ve böylece DEAŞ’ın, Suriye ve Lübnan'da iktidara karşı harekete geçirilerek İran ile dolaylı olarak anlaşmazlıkları veya uzlaşmaları olan birçok tarafın ortak noktası olan istikrarı bozmayı ve gerginliği sürdürmeyi amaçlandığını belgeliyor.

Söz konusu raporlar, Hamas Hareketi’nin dini referansları farklı olsa da, İran'dan finansman alan ve direniş ekseni içinde faaliyet gösteren radikal grupların bir araya geldiği açık bir örnek olduğuna işaret ediyor.

Hizbullah'ın anlatısı

Bu karmaşık ortamda, eski bir soru olan ‘Hizbullah’ın DEAŞ’ın bu ani ortaya çıkışından faydalanıyor mu?’ sorusu yeniden gündeme geldi. Bu sorunun birden fazla cevabı var. Hizbullah sahadaki tüm değişiklikleri mutlak olarak kontrol etme gücüne sahip değilse de sürekli bir terör tehlikesi olduğu söyleminin, silahların Lübnan’ı koruduğu söylemini desteklediği inkâr edilemez.

Öte yandan DEAŞ'ın bu hareketliliğinin, ABD'nin Lübnan devletinden Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve güvenlik ve askeri konumunu sona erdirmek için net bir plan ortaya koymasını istediği sürenin bitmesine birkaç gün kala başlaması dikkati çekti. DEAŞ'ın hassas bir dönemde ‘dramatik’ bir şekilde ortaya çıkması ve sahada terör eylemlerinin yapılması, silahların ve İHA’ların ele geçirilmesi, Hizbullah’ın Lübnan'ın güvenliğinin ordunun tek başına caydıramayacağı gruplar tarafından tehdit edildiği yönündeki söylemini güçlendiriyor.

Kritik bir süreç

Siyasi kaynaklara göre Lübnan'da DEAŞ hücrelerinin durdurulmasıyla eş zamanlı olarak Hizbullah, kendisini ve İran'ı DEAŞ hücrelerinin eylemleriyle ilişkilendiren herhangi bir analizi, yerel ve bölgesel siyasi konumuna hizmet edecek şekilde uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Hizbullah’a bağlı medya kuruluşları, soruşturmaların DEAŞ’a bağlı hücrenin İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’la bağlantısını kanıtladığını ve üyelerinin telefonlarında İsrail istihbaratıyla iletişim kurmak için kullanılan uygulamalar keşfedildiğini iddia eden bir haber yayınladı. Ancak bu iddialara ilişkin henüz resmi bir doğrulama yapılmadı.

Gazeteci Ali el-Emin, söz konusu haberle ilgili yorumunda resmi makamların bu grubun gerçek kimliğini açıklaması gerektiğini ve soruşturma sonuçlarını beklediklerini söyledi. Ancak bunun, bu hücrenin ortaya çıkarılmasının özellikle ateşkes anlaşmasının geri kalan kısmının uygulanması için bir plan hazırlanması konusunda hükümet ve Hizbullah üzerinde baskı yaratan siyasi gelişmelerle bağlantılı olduğu gerçeğini zayıflatamayacağını vurgulayan Emin, “Bu eylem, Hizbullah’ın kendi çevresinde gayri resmi olarak yaydığı, Lübnan ve Hizbullah çevrelerine yönelik terör tehlikesi argümanını güçlendiriyor” dedi. Böyle bir hücrenin çökertilmesinin kritik bir siyasi dönemde bu fikri desteklediğine dikkati çeken Emin, “Bununla birlikte bu hücrenin DEAŞ'a bağlı olduğunu doğrulayan bilgilerin doğruluğu konusunda da birtakım soru işaretleri var. DEAŞ’ın bölgedeki yükselişi ve düşüşü, her zaman Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşanan bölgesel ve uluslararası çatışmalarla bağlantılıydı ve görevinin sona erdiğine dair işaretler vardı” yorumunda bulundu.

Radikal düşünceleri besleyen ortam

Diğer yandan siyasi analist Ali es-Sibiti, Hizbullah'ın siyasi zamanlamaya göre DEAŞ hücrelerini harekete geçirdiği yönündeki söylentilerin, onun imajını zedelemek ve terörle mücadelede oynadığı gerçek rolü gözden kaçırmak için yapılan bir girişimden ibaret olduğunu öne sürdü.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hizbullah’ın ‘Suriye ve Lübnan'da tekfirci gruplarla mücadelede büyük bedeller ödediğini ve DEAŞ kartını kullanmaya gerek duymadığını, aksine sahada bu gruplara karşı savaştığını söyleyen Sibiti, “DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılmasının zamanlaması ile Hizbullah’ın bu hücreleri kullandığı suçlaması arasında bir bağlantı kurmak, gerçekçi veya güvenlik açısından hiçbir temeli olmayan siyasi bir sonuçtur. Çünkü bu hücrelerin üyelerini tutuklayan ve soruşturmayı yapan devletin yasal kurumlarıdır. Terörle mücadele için etkili bir güvenlik ve siyasi destek olmasaydı, ordunun istihbarat müdürlüğü, karmaşık ve tehlikeli bir ağı yöneten Kasura gibi bir kişiyi tutuklayamazdı” şeklinde konuştu.

Sibiti, son olarak şunları söyledi:

“DEAŞ'ın bugün oluşturduğu tehlike, radikal düşünceleri besleyen ortamın halen var olduğunu teyit ediyor. Fakat bu ortam Hizbullah tarafından yaratılmamış ve onun çıkarlarına da hizmet etmiyor. Aksine, Lübnan'ın düşmanları tarafından Lübnan'a baskı uygulamak için kullanılıyor. Hizbullah ise bu terörizmi beslemek yerine caydırmak için çaba harcıyor.”