Şam’da suikasta uğrayan İran Devrim Muhafızları komutanı Debiriyan kimdir?

İran Devrim Muhafızları Komutanı Ferhad Debiriyan (Arşiv)
İran Devrim Muhafızları Komutanı Ferhad Debiriyan (Arşiv)
TT

Şam’da suikasta uğrayan İran Devrim Muhafızları komutanı Debiriyan kimdir?

İran Devrim Muhafızları Komutanı Ferhad Debiriyan (Arşiv)
İran Devrim Muhafızları Komutanı Ferhad Debiriyan (Arşiv)

İran Devrim Muhafızları’nın önde gelen isimlerinden olan ve dün akşam Şam’ın güneyinde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Ferhad Debiriyan, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve İran Dini Lideri Ali Hamaney’in Suriye’deki temsilcilerinden biri olan Ebu el Fadıl Tabtabi’ye yakın bir isim.
Devrim Muhafızları’na yakınlığıyla bilinen Fars Haber Ajansı, Debiriyan’ın Şam'ın güneyindeki kutsal Şii bölgesi Sayyida Zainab'ın savunucusu olduğunu, DEAŞ’ın yanı sıra rejim güçlerine muhalif olanlara karşı mücadele sırasında antik Tedmür (Palmira) kentinin komutanı olarak görev yaptığını aktardı.
İran, Pakistan, Afganistan, Irak ve Lübnan dâhil olmak üzere diğer ülkelerden gelen milisler, Suriye rejim güçleriyle birlikte savaşıyor.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), dün öldürülen Debiriyan’ın Palmira bölgesindeki DEAŞ’a karşı askeri operasyonlara öncülük ettiğini ve bu ismin Nasrallah’a yakın bir isim olduğunu öne sürdü.

İsrail saldırıları
Halep’e iki hafta önce düzenlenen füze saldırısında İran Devrim Muhafızları’nın bir üyesi öldürülmüştü.
SOHR, 24 Şubat’ta İsrail’in Şam’ın güneyine gerçekleştirdiği saldırı sebebiyle en az altı kişinin öldüğünü açıklamıştı. Açıklamada 2’si İsrail’in hava saldırısında İslami Cihad Hareketi'nin askeri kanadı Kudüs Tugayları’ndan olmak üzere, 1’i Suriyeli 4 İran yanlısı unsurun öldüğünü bildirdi.

Gizemli bombardımanlar
İran Devrim Muhafızları liderinin suikastı, Şam’da gerçekleşen gizemli bombardımandan birkaç gün sonra yapıldı. SOHR tarafından yapılan açıklamada, rejim güçlerinin tam kontrol sağladığı başkent Şam’da 7 Şubat’tan bu yana yaşanan eşi benzeri görülmemiş güvenlik kaosunun ortasında bombalı saldırılarda büyük bir artış olduğu kaydedildi. 7 Şubat’tan bu yana Şam’ı hedef alan 6 bombalı saldırı yaşandı. Tamamı bomba yüklü araçlarla düzenlenen saldırılarda toplam 5 kişi öldü, 15 kişi yaralandı.
İlk bombalı saldırı 7 Şubat’ta, Halid Bin Velid Caddesi’nde düzenlendi. Bombanın infilak etmesi sonucu iki rejim unsuru öldü. İkinci bombalı saldırı 11 Şubat’ta gerçekleşti. Mazze Mahallesi’ndeki arabası hedef alınan Suriye rejimi istihbarat biriminden bir kişi öldü. Üçüncü bombalı saldırı 18 Şubat’ta gerçekleşirken, Bab Musalla Mahallesi’nde kimliği belirsiz bir kişinin arabası hedef alındı.
Dördüncü bombalı saldırı 20 Şubat’ta, Şam’ın merkezindeki Merce Meydanı’nda yaşandı. Saldırıda askeri bir araç hedef alındı. 25 Şubat’ta ise iki ayrı saldırı gerçekleşti. Saldırılardan biri El-Baramke bölgesinde yaşanırken olayda bir kişi öldü, bir kişi ise yaralandı. Diğer saldırı, Emevi Meydanı tünelinde gerçekleşti. Olayda en az bir kişi yaralandı.
Kaynaklar, başkent Şam’ın kırsal kesimindeki Katana bölgesinde geçtiğimiz günlerde bir saldırının daha meydana geldiğini belirtti. Bu kez arabası hedef alınan ‘Filistin Kurtuluş Ordusu’ndan bir subayı olduğu ifade edildi.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.