Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor

Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor
TT

Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor

Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor

Geçtiğimiz yıl doğal afetlerden iklim krizlerine, siyasi çatışmalardan mülteci sorununa kadar pek çok olumsuzlukla mücadele eden dünya, 2020’ye de yoğun bir gündemle giriş yaptı. B2Press, 2020’nin ilk 75 gününde Türkiye ve dünyada öne çıkan 10 gelişmeyi derledi.
Politik, ekonomik, çevresel ve sosyal açıdan hayli zorlu geçen 2019 yılının ardından tüm dünya 2020’nin sağlık ve huzur dolu bir yıl olması için umutlanırken yılın ilk gününden bu yana olumsuz gelişmeler peş peşe geldi. Doğal afetlerden savaşlara, ekonomik dalgalanmalardan salgın hastalıklara, yoğun bir gündemle başlayan 2020, yalnızca 75 günde pek çok olumsuz gelişmeye sahne oldu. Online PR Ajansı B2Press, tüm dünya için 'zorlu bir sınav' olarak nitelendirdiği 2020’nin ilk çeyreğini tamamlarken Türkiye ve dünyada yaşanan 10 gelişmeye mercek tuttu.

1- Avustralya yangınında 1 milyar canlı yok oldu
2019 yılının Temmuz ayında Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde başlayan orman yangınları, 2020’nin Mart ayına dek sürdü. 8 ayın sonunda söndürebilen yangınlarda 28 kişi hayatını kaybederken 1 milyardan fazla canlı yok oldu. Toplamda 8 milyon hektar alanın kül olduğu yangında 2 bin 500’den fazla bina da kullanılamaz hale geldi.Avustralya tarihinin en büyük doğal felaketi olarak kayıtlara geçen yangın, ekolojik bir trajedi olarak hafızalara kazındı.

2- Elazığ depremi tüm Türkiye’yi derinden sarstı
24 Ocak 2020’de Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6.8’lik deprem meydana geldi. Depremde 35'i Elazığ'da, 4’ü Malatya'da olmak üzere 41 kişi hayatını kaybetti, bin 607 kişi de yaralandı. Derinliği 6,75 kilometre olan depremin ardından yapılan arama-kurtarma çalışmaları sonucunda 45 kişi enkaz altından sağ çıkarıldı. Depremden sonraki günlerde ise aynı bölgede binden fazla artçı deprem yaşandı. Bu depremlerin en büyüğü 5,4 olarak ölçülürken, 4 üzerindeki artçı sarsıntıların toplam sayısı da 22’yi buldu. Elazığ ve Malatya'da 87 bina yıkıldı. bin 287 binada ağır hasar, 56 binada orta ve 876 binada da az hasar tespit edildi. Acil olarak yıkılması gereken bina sayısı da 12 olarak açıklandı. Deprem, Adıyaman, Kahramanmaraş, Diyarbakır ve Tunceli gibi çevre illerde de hissedildi ancak bu kentlerde herhangi bir hasara yol açmadı.

3- Van’da çığ felaketi 41 can aldı
Van'ın Bahçesaray ilçesinde 4-5 Şubat 2020 tarihlerinde iki farklı çığ felaketi yaşandı. 4 Şubat’ta Bahçesaray karayolunda hareket halindeki bir minibüsün üzerine çığ düştü. 6 kişi sağ olarak çığın altından çıkarılırken 5 kişinin de cesedine ulaşıldı. Minibüste olduğu sanılan 2 kişiyi kurtarma çalışmalarının devam ettiği 5 Şubat’ta ise arama çalışmalarına katılan Jandarma, AFAD, UMKE, diğer ekipler ve destek veren vatandaşların üzerine çığ düştü. 6 Şubat’ta facia bölgesinden üç kişinin daha cansız bedenleri çıkarılırken çığ felaketi sebebiyle 41 kişi hayatını kaybettiği açıklandı.

4- Türkiye İdlib’de 36 şehit verdi
27 Şubat 2020'de Rusya destekli Suriye Silahlı Kuvvetleri, Suriye İç Savaşı kapsamında İdlib’de 400 askerin bulunduğu Türk Silahlı Kuvvetlerine ait piyade taburuna hava saldırısı düzenledi. Saldırı sonucunda 36 Türk askeri şehit düştü. Saldırının ardından Türkiye yetkililerinin Suriye askeri birliklerinin 'meşru hedef' olduğunu açıklaması üzerine ve 329 Suriye askeri, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılan 200'den fazla hedef topçu atışıyla vurularak etkisiz hale getirildi.

5- Türkiye Suriyeli mültecilere Avrupa’ya gitmeleri için sınır kapılarını açtı
27 Şubat 2020’de gerçekleşen İdlib saldırısı sonucu Cumurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın talimatı ile değişen politika kapsamında hudut kapılarının mültecilere açıldığı açıklandı. Açıklamanın hemen ardından başta Suriyeli, Iraklı ve Afgan mülteci ve göçmenler Avrupa'ya gitmek için Edirne üzerinden Yunanistan ve Bulgaristan’a doğru yola çıktı. Mültecilerin sınırlardan geçişine izin vermeyen Yunanistan göçmenleri gaz bombalarıyla engelledi. Eleştirilerin odağında yer alan bu yaklaşım, AB ülkelerinin Türkiye’nin kararına yardımcı olmaları yönündeki çağrıları da artırdı. Son olarak 3 milyon 587 bin 266 olarak kayıtlara geçen Suriyeli mültecilerin 100 bin 577’sinin Türkiye’yi terk ettiği açıklandı.

6- Korona salgını tüm dünyayı etkisi altına aldı
Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve Covid-19 koronavirüs (koronavirüs), Antarktika hariç tüm kıtalara ve 120'den fazla ülkeye yayıldı. 2019 Aralık ayında görülen ve '2019-nCoV' olarak adlandırılan virüs, ilk kez Wuhan'daki hayvan pazarında balık satıcısı olan 49 yaşında bir kadında görüldü. Hastadan alınan örneklerin laboratuvarlarda test edilmesi sonucu Çinli yetkililer ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO), enfeksiyonun koronavirüs (Corona Virus) olduğu sonucuna vardı ve 11 Mart 2020 tarihinde Koronavirüs’ün artık 'pandemik' seviyede olduğunu belirtti. Yarasa virüsüne yüzde 85 oranında benzerlik gösteren koronavirüsün damlacık ve yakın temas ile bulaştığı tespit edildi. 1 Ocak 2020 tarihinde virüsün çıkış yeri olduğu düşünülen Wuhan'daki hayvan pazarı kapatıldı. 11 Mart 2020 tarihinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye'deki ilk koronavirüs vakasının görüldüğünü ve virüs şüphesi olan bir kişinin test sonucunun pozitif çıktığını açıkladı. Dört gün sonra ise bu sayı 18’e yükseldi. 16 Mart itibarıyla dünya çapında koronavirüs görülenlerin sayısı 160 bini, virüs sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı ise 5 bini aştı.

7- Petrol fiyatlarında 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana en sert düşüş yaşandı
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ile Rusya'nın liderliğindeki örgüt üyesi olmayan ülkeler üç yıldır OPEC+ adı altında birlikte hareket ederek üretimlerini gönüllü olarak kısmışlardı. Ancak günde 2.1 milyon varil petrolü piyasadan çekerek fiyatları yükselmesine neden olan anlaşmanın uzatılması için geçen hafta yapılan görüşmeler Rusya'nın üretimi daha da kısmayı kabul etmemesi üzerine başarısız oldu ve taraflar anlaşmadan vazgeçti. Bunun üzerine 9 Mart 2020 Pazartesi günü petrol fiyatları yüzde 30 düştü. Bu sonuçla, ham petrol fiyatları Şubat 2016'dan bu yana en düşük seviyelerine geriledi. Ayrıca yüzde 30'un üzerinde düşüşle Ocak 1991'deki Körfez Savaşı'ndan bu yana yüzdelik bazda en sert günlük kaybını kaydetti.

8- Dünya borsaları krizin eşiğinde
Amerikan borsaları, Dünya Sağlık Örgütü(WHO)'nün 11 Mart günü akşam saatlerinde koronavirüs'ünün artık 'pandemik' seviyede olduğunu belirtmesinin ardından yoğun bir satış trafiği ile karşılaştı. 11 Mart gününü yüzde 4 düşüşle kapatan Amerikan borsası, kapanıştan sonra ABD Başkanı Donald Trump'ın Avrupa'dan gelen tüm seyahatleri 30 gün süreyle askıya aldıklarını duyurmasının ardından 12 Mart tarihine yüzde 7’lik bir düşüş yaşadı. Bu düşüşün ardından işlemler 15 dakikalığına durduruldu. ABD borsaları dışında TR, Almanya ve Brezilya’da da düşüş yaşanıyor. Dolar/TL kuru 6.35'in üzerine çıktı. Borsa İstanbul BIST 100 Endeksi'nden 16 Mart Pazartesi günü işlemler yüzde 5'ni üzerinde değer kaybıyla gerçekleşti. Sektörel endekslerde ise turizm yüzde 10’u, bankacılık yüzde 6’yı aşan düşüşle ön planda. Almanya'da ise Frankfurt Borsası, yüzde 5,8 azalarak 9.829 puanla Temmuz 2016'dan bu yana en düşük seviyesine geriledi. Böylece borsadaki DAX endeksi Mart ayının başından bu yana yüzde 16’nın üzerinde değer kaybı yaşadı.

9- FED faizi sıfıra indirdi
ABD Merkez Bankası (FED), koronavirüs (Kovid-19) salgını sonrası faiz oranını neredeyse sıfıra çekerek 0-0,25 aralığına indirdi. 500 Milyar dolarlık kısmı hazine, 200 milyar dolarlık kısmı Morgage tahvili olmak üzere toplamda 700 milyar dolar parasal genişleme başlatıldı. FED’den yapılan açıklamada ‘koronavirüs salgınının toplumlara zarar verdiği ve ABD’nin de aralarında olduğu birçok ülkede ekonomik aktivitenin olumsuz etkileneceği’ belirtildi. FED ayrıca binlerce bankanın rezerv karşılık oranlarını sıfıra indirdi. Dolar likiditesini artırmak için Kanada, İngiltere, Japonya, İsviçre ve Avrupa Merkez Bankası ile arasındaki ‘swap’ hatlarını tekrar açtı. Bu hamle bankalar tarafından koordineli bir şekilde atılan bir adım oldu.

10- Çekirge istilası tarım alanlarını tehdit ediyor
Doğu Afrika’da son 70 yılın en büyük çöl çekirgesi istilası gerçekleşti. Çekirge istilası, Afrika'da başladıktan sonra yayılım gösterdi ve dünya gündemine girdi. Birleşmiş Milletler (BM), Doğu Afrika ülkelerindeki çiftçilerin hayatını zorlaştıran çöl çekirgesi sürülerinin yeniden etkisini artırabileceğini söyledi.

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yayımladığı durum raporunda, Afrika Boynuzu bölgesinde özellikle Kenya, Somali ve Etiyopya’da durumun kritik seviyede olduğuna ve yeni çekirge sürülerin oluşmaya başladığını belirtti. Rapora göre, çekirgelerin yeniden üremeye başladığı ve bu sürülerin daha önce görülmemiş bir şekilde gıda güvenliğini tehdit ettiği belirtildi. Şu ana kadar 70 bin hektarlık alan, çekirgelerin istilasına uğradı.



"Neandertaller neden yok oldu" sorusuna yeni yanıt

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
TT

"Neandertaller neden yok oldu" sorusuna yeni yanıt

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)

Bilim insanları Neandertallerin yok olmasında modern insanların kritik bir rol oynamış olabileceğini tespit etti.

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin sonunu neyin getirdiği tam olarak bilinmiyor ancak ortaya atılan pek çok teori var. 

Bazıları modern insanlarla (Homo sapiens) Neandertaller arasında bir savaş çıktığını iddia etse de birden fazla genetik veya toplumsal faktörün Neandertalleri dezavantajlı bir konumda bırakarak yavaş yavaş sonlarını getirmiş olması daha muhtemel görünüyor.

Ancak yine de yeni bir araştırmaya göre Homo sapiens, bu en yakın akrabasının çöküşüne katkı sağlamış olabilir.

Genetik çalışmalar iki türün yaklaşık 45 bin ila 50 bin yıl önce sürekli çiftleştiğini gösteriyor. Hatta bugün yaşayan, Afrika kökenli olmayan insanların genomunun yaklaşık yüzde 2'si Neandertallerden geliyor.

Öte yandan modern insanlarda, sadece anneden gelen mitokondriyal DNA'da Neandertallerin izi yok ve bunun nedeni bilinmiyor.

Zürih Üniversitesi'nden Patrick Eppenberger ve ekibine göre bu, Neandertal ve modern insan ebeveynlere sahip kadınların, genetik bir uyumsuzluk nedeniyle başarısız bir gebelik yaşama ihtimalinin daha yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen çalışmada bilim insanları, kanda oksijen taşınmasında kritik bir gen olan PIEZO1'in iki türdeki varyantlarını inceledi. 

Araştırmacılar, modern insan ve Neandertal DNA'sını analiz ederek iki varyantın nasıl etkileşime girdiğini anlamak için PIEZO1 proteinindeki farklılıkları modelledi. 

Neandertal varyantı V1'in, modern insandaki V2'ye kıyasla oksijeni daha güçlü bağlayan kırmızı kan hücreleri ortaya çıkardığı saptandı. 

Bilim insanları iki tür çiftleştiğinde V1'in baskın geleceğini ve bebekte bir sorun olmayacağını söylüyor.

Ancak V1 ve V2'ye sahip melez bir anne, V2'ye sahip bir fetüs taşıdığında sorun çıkacağını belirtiyorlar. Çalışmaya göre anneyle bebeğin oksijeni bağlamasındaki farklılık, plasenta yoluyla daha az oksijen taşınmasına yol açmış olabilir.

Fetüsün anneden yeterli oksijen alabilmesi için hemoglobinin oksijene bağlanma kapasitesinin uyumlu olması gerekiyor. Annenin kanı oksijeni çok güçlü tutarsa fetüste oksijen seviyeleri düşerek yavaş büyümeye ve hatta düşüğe neden olabilir.

Araştırmacılar makalede şöyle yazıyor:

Binlerce yıl boyunca bir arada yaşama sonucu modern insanlardan Neandertal popülasyonlarına düşük seviyelerdeki gen akışı bile, nesiller boyunca birleşerek kademeli bir üreme dezavantajına yol açmış olabilir.

Bilim insanları Homo sapiens popülasyonları daha büyük olduğu için bu durumdan aynı şekilde etkilenmeyeceğini öne sürüyor. 

Ayrıca yeni çalışma, neden Neandertallerin mitokondriyal DNA'sının varlığını sürdürmediğini de açıklayabilir. 

Queensland Teknoloji Üniversitesi'nden Sally Wasef, bir sonraki nesilde uyumsuzluk görülmesinin iyi bir bakış açısı olduğunu ifade ediyor. Çalışmada yer almayan Wasef "Bununla birlikte, bu bulgunun tüm hikayeyi açıkladığını sanmıyorum" diyerek ekliyor: 

Sınırlı bir etki yaratmış ve diğer ekolojik ve sosyal baskılara katkıda bulunmuş olması muhtemel.

Independent Türkçe, New Scientist, IFLScience, bioRxiv


Yaşlandıkça zaman neden daha hızlı geçiyormuş gibi geliyor?

Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
TT

Yaşlandıkça zaman neden daha hızlı geçiyormuş gibi geliyor?

Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)

Bilim insanları yaşlandıkça zamanın neden daha hızlı geçiyormuş gibi geldiğine dair yeni bir açıklama sundu

İnsanların ilerleyen yaşlarda zamanın eskiye göre daha hızlı aktığını hissetmesiyle ilgili farklı açıklamalar var.

Örneğin çocukluk döneminde beyin daha fazla yeni bilgi işlediği için zaman daha yavaş akıyormuş gibi geliyor. Yaşlandıkça yeni deneyimlerin azalması ve algının canlılığını yitirmesi de bu hissin bir diğer nedeni.

Uluslararası bir araştırma ekibi, bulguları hakemli dergi Communications Biology'de yayımlanan yeni çalışmalarında beyin taramalarını inceleyerek bu soruya cevap aradı.

Bilim insanları Cambridge Yaşlanma ve Sinirbilim Merkezi'nin uzun zamana yayılan bir çalışmasının verilerini kullandı. 

Bu çalışma kapsamında yaşları 18'le 88 arasında değişen 577 katılımcı, Alfred Hitchcock Presents dizisinin "Bang! You're Dead" adlı bölümünün 8 dakikasını izledi. Bu sırada beyin aktiviteleri fonksiyonel MR yöntemiyle takip edildi.

Daha önceki çalışmalarda, beynin peş peşe yaşanan olayları nasıl izlediğini görmede ideal bir araç olduğu anlaşıldığı için bu video seçildi.

Araştırmacılar, beyindeki sabit örüntülerdeki geçişi anbean takip eden bir algoritma kullanarak fMR kayıtlarını analiz etti.

8 dakikalık video boyunca yaşlı katılımcıların beyni yeni aktivite durumlarına daha seyrek geçiş yaptı ve bu durumlar, genç katılımcılara kıyasla daha uzun sürdü.

Araştırmacılar makalede şöyle yazıyor:

Bu, aynı zaman aralığında daha uzun (ve dolayısıyla daha az) sinirsel durum yaşanmasının, daha yaşlı kişilerdeki 'zaman daha hızlı akıp geçiyor' hissine katkıda bulunabileceğini gösteriyor.

Bulgular, Aristoteles'e kadar dayanan bir zaman anlayışıyla da örtüşüyor: Belirli bir zaman diliminde ne kadar çok önemli olay meydana gelirse, o süre o kadar uzun hissedilir.

Çalışmada yer almayan dilbilimci Joanna Szadura da çalışmadaki hipotezin sağlam temellere dayandığını ancak herkesin iki zaman ölçeğine sahip olduğunu da hesaba katmak gerektiğini söylüyor.

Toplum, zamanı doğrusal bir şekilde saatlere, günlere ve yıllara ayırıp ölçüyor. Ancak Szadura herkesin bir de içsel "saati" olduğunu vurguluyor. Örneğin bir yıl, 5 yaşındaki bir çocuğun hayatının yüzde 20'sine, 50 yaşındaki birininse sadece yüzde 2'sine denk geliyor. 

Bu nedenle zaman algısı yalnızca beyindeki sinirsel olayların sayısına değil, aynı zamanda zamanı ölçme şeklimizin doğrusal olmayan doğasına da bağlı.

Araştırmacılar yaşlı kişilerin zamanını daha dolu geçirdiğini hissetmesini sağlayacak yöntemler olduğunu da belirtiyor.

Çalışmanın yazarlarından Linda Geerligs "Yeni şeyler öğrenmek, seyahat etmek ve yeni aktivitelere katılmak, geriye dönüp bakınca zamanın daha yavaş geçtiği hissine katkı sunabilir" diyerek ekliyor: 

Ancak belki daha da önemlisi, neşeli hissettiren anlamlı sosyal etkileşimler ve aktiviteler zamanın daha dolu geçtiği duygusuna katkıda bulunabilir.

Independent Türkçe, Live Science, Psychology Today, Communications Biology


Kovid-19 mRNA aşıları, kanser hastalarının ömrünü uzattı

mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
TT

Kovid-19 mRNA aşıları, kanser hastalarının ömrünü uzattı

mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)

Kovid-19'a karşı geliştirilen mRNA aşılarının, ileri evre kanser hastalarının ömrünü kayda değer derecede uzattığı bulundu. 

Tek zincirli bir molekül olan mesajcı RNA veya mRNA aşıları, bağışıklık sistemine talimat verip hücrelerin zararsız bir virüs proteini üretmesini sağlıyor.

Bu, enfeksiyona neden olmak yerine bağışıklık sistemini, virüsü hızla tanıyan ve harekete geçen koruyucu antikorlar üretmeye teşvik ediyor.

Bilim insanları bu yöntem sayesinde, normalde 10–15 yıl sürebilecek bir süreci, koronavirüsün tespitinden bir yıl bile geçmeden tamamlamıştı.

Bulguları hakemli dergi Nature'da dün (22 Ekim) yayımlanan çalışmada ABD'deki Teksas Üniversitesi MD Anderson Kanser Merkezi'nde immünoterapi gören ve Kovid-19 mRNA aşısı yaptıran kanser hastalarının verileri analiz edildi.

İmmünoterapi, hastanın bağışıklık sistemine kanser hücrelerini nasıl tanıyıp saldıracağını öğreterek çalışıyor.

Araştırma kapsamında üç veya 4. evre akciğer veya cilt kanseri olan binden fazla hasta incelendi.

Bilim insanları tedavinin ilk 100 gününde Moderna veya Pfizer/BioNTech'in mRNA aşısını olan 180 akciğer kanseri hastasının, ortalama hayatta kalma süresinin 37,3 ay olduğunu saptadı. 

Aynı durumda olan ama aşı yaptırmayan 704 hastanın ortalama hayatta kalma süresiyse 20,6 aydı. 

En ölümcül cilt kanseri türü olan ileri evre melanom hastalarından 43'ü immünoterapiye başladıktan sonraki 100 gün içinde Kovid-19 aşısı olurken, 167 hasta olmadı. Araştırmacılar, aşı yaptıranların hayatta kalma süresinin 26,7'den 40 aya kadar çıktığını tespit etti. Öte yandan çalışma bittiği sırada hastaların yaklaşık yarısı hâlâ yaşadığı için ortalama net bir şekilde hesaplanamadı.

Makalenin başyazarı Dr. Adam Grippin çalışmayı şöyle değerlendiriyor:

Bu bulgular önemli çünkü Kovid-19'u hedef alan ve geniş çapta bulunan mRNA aşılarının, bağışıklık sisteminin kanseri öldürmesine yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Bilim insanları mRNA aşısının tam olarak neden böyle bir etki yarattığını henüz bilmese de bazı tahminleri var. 

Dr. Grippin bu aşıları bağışıklık sistemini harekete geçiren "sirenler" diye tanımlıyor. Bilim insanı "Tümör hücreleri, bağışıklık sistemini kapatan proteinler olan 'bağışıklık kontrol noktaları' oluşturarak bu bağışıklık saldırısına karşı koyuyor" diyerek ekliyor: 

mRNA aşılarını bağışıklık kontrol noktası inhibitörleriyle birleştirdiğimizde, sözkonusu proteinleri bloke ediyor ve bağışıklık sisteminin kanseri öldürme gücünü açığa çıkarıyor.

Yeni çalışmanın bulguları umut verici olsa da sadece gözleme dayanıyor. Araştırmacılar, sonuçları doğrulamak için randomize ve kontrollü 3. faz klinik deneye yıl bitmeden başlamayı planlıyor.

Bu sayede akciğer ve cildin yanı sıra diğer kanser hastalarına da etkili bir tedavi geliştirmeyi umuyorlar. 

Independent Türkçe, Everyday Health, Reuters, Washington Post, Nature