Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor

Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor
TT

Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor

Dünya 2020 yılında zorlu bir sınav veriyor

Geçtiğimiz yıl doğal afetlerden iklim krizlerine, siyasi çatışmalardan mülteci sorununa kadar pek çok olumsuzlukla mücadele eden dünya, 2020’ye de yoğun bir gündemle giriş yaptı. B2Press, 2020’nin ilk 75 gününde Türkiye ve dünyada öne çıkan 10 gelişmeyi derledi.
Politik, ekonomik, çevresel ve sosyal açıdan hayli zorlu geçen 2019 yılının ardından tüm dünya 2020’nin sağlık ve huzur dolu bir yıl olması için umutlanırken yılın ilk gününden bu yana olumsuz gelişmeler peş peşe geldi. Doğal afetlerden savaşlara, ekonomik dalgalanmalardan salgın hastalıklara, yoğun bir gündemle başlayan 2020, yalnızca 75 günde pek çok olumsuz gelişmeye sahne oldu. Online PR Ajansı B2Press, tüm dünya için 'zorlu bir sınav' olarak nitelendirdiği 2020’nin ilk çeyreğini tamamlarken Türkiye ve dünyada yaşanan 10 gelişmeye mercek tuttu.

1- Avustralya yangınında 1 milyar canlı yok oldu
2019 yılının Temmuz ayında Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde başlayan orman yangınları, 2020’nin Mart ayına dek sürdü. 8 ayın sonunda söndürebilen yangınlarda 28 kişi hayatını kaybederken 1 milyardan fazla canlı yok oldu. Toplamda 8 milyon hektar alanın kül olduğu yangında 2 bin 500’den fazla bina da kullanılamaz hale geldi.Avustralya tarihinin en büyük doğal felaketi olarak kayıtlara geçen yangın, ekolojik bir trajedi olarak hafızalara kazındı.

2- Elazığ depremi tüm Türkiye’yi derinden sarstı
24 Ocak 2020’de Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6.8’lik deprem meydana geldi. Depremde 35'i Elazığ'da, 4’ü Malatya'da olmak üzere 41 kişi hayatını kaybetti, bin 607 kişi de yaralandı. Derinliği 6,75 kilometre olan depremin ardından yapılan arama-kurtarma çalışmaları sonucunda 45 kişi enkaz altından sağ çıkarıldı. Depremden sonraki günlerde ise aynı bölgede binden fazla artçı deprem yaşandı. Bu depremlerin en büyüğü 5,4 olarak ölçülürken, 4 üzerindeki artçı sarsıntıların toplam sayısı da 22’yi buldu. Elazığ ve Malatya'da 87 bina yıkıldı. bin 287 binada ağır hasar, 56 binada orta ve 876 binada da az hasar tespit edildi. Acil olarak yıkılması gereken bina sayısı da 12 olarak açıklandı. Deprem, Adıyaman, Kahramanmaraş, Diyarbakır ve Tunceli gibi çevre illerde de hissedildi ancak bu kentlerde herhangi bir hasara yol açmadı.

3- Van’da çığ felaketi 41 can aldı
Van'ın Bahçesaray ilçesinde 4-5 Şubat 2020 tarihlerinde iki farklı çığ felaketi yaşandı. 4 Şubat’ta Bahçesaray karayolunda hareket halindeki bir minibüsün üzerine çığ düştü. 6 kişi sağ olarak çığın altından çıkarılırken 5 kişinin de cesedine ulaşıldı. Minibüste olduğu sanılan 2 kişiyi kurtarma çalışmalarının devam ettiği 5 Şubat’ta ise arama çalışmalarına katılan Jandarma, AFAD, UMKE, diğer ekipler ve destek veren vatandaşların üzerine çığ düştü. 6 Şubat’ta facia bölgesinden üç kişinin daha cansız bedenleri çıkarılırken çığ felaketi sebebiyle 41 kişi hayatını kaybettiği açıklandı.

4- Türkiye İdlib’de 36 şehit verdi
27 Şubat 2020'de Rusya destekli Suriye Silahlı Kuvvetleri, Suriye İç Savaşı kapsamında İdlib’de 400 askerin bulunduğu Türk Silahlı Kuvvetlerine ait piyade taburuna hava saldırısı düzenledi. Saldırı sonucunda 36 Türk askeri şehit düştü. Saldırının ardından Türkiye yetkililerinin Suriye askeri birliklerinin 'meşru hedef' olduğunu açıklaması üzerine ve 329 Suriye askeri, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılan 200'den fazla hedef topçu atışıyla vurularak etkisiz hale getirildi.

5- Türkiye Suriyeli mültecilere Avrupa’ya gitmeleri için sınır kapılarını açtı
27 Şubat 2020’de gerçekleşen İdlib saldırısı sonucu Cumurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın talimatı ile değişen politika kapsamında hudut kapılarının mültecilere açıldığı açıklandı. Açıklamanın hemen ardından başta Suriyeli, Iraklı ve Afgan mülteci ve göçmenler Avrupa'ya gitmek için Edirne üzerinden Yunanistan ve Bulgaristan’a doğru yola çıktı. Mültecilerin sınırlardan geçişine izin vermeyen Yunanistan göçmenleri gaz bombalarıyla engelledi. Eleştirilerin odağında yer alan bu yaklaşım, AB ülkelerinin Türkiye’nin kararına yardımcı olmaları yönündeki çağrıları da artırdı. Son olarak 3 milyon 587 bin 266 olarak kayıtlara geçen Suriyeli mültecilerin 100 bin 577’sinin Türkiye’yi terk ettiği açıklandı.

6- Korona salgını tüm dünyayı etkisi altına aldı
Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve Covid-19 koronavirüs (koronavirüs), Antarktika hariç tüm kıtalara ve 120'den fazla ülkeye yayıldı. 2019 Aralık ayında görülen ve '2019-nCoV' olarak adlandırılan virüs, ilk kez Wuhan'daki hayvan pazarında balık satıcısı olan 49 yaşında bir kadında görüldü. Hastadan alınan örneklerin laboratuvarlarda test edilmesi sonucu Çinli yetkililer ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO), enfeksiyonun koronavirüs (Corona Virus) olduğu sonucuna vardı ve 11 Mart 2020 tarihinde Koronavirüs’ün artık 'pandemik' seviyede olduğunu belirtti. Yarasa virüsüne yüzde 85 oranında benzerlik gösteren koronavirüsün damlacık ve yakın temas ile bulaştığı tespit edildi. 1 Ocak 2020 tarihinde virüsün çıkış yeri olduğu düşünülen Wuhan'daki hayvan pazarı kapatıldı. 11 Mart 2020 tarihinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye'deki ilk koronavirüs vakasının görüldüğünü ve virüs şüphesi olan bir kişinin test sonucunun pozitif çıktığını açıkladı. Dört gün sonra ise bu sayı 18’e yükseldi. 16 Mart itibarıyla dünya çapında koronavirüs görülenlerin sayısı 160 bini, virüs sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı ise 5 bini aştı.

7- Petrol fiyatlarında 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana en sert düşüş yaşandı
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ile Rusya'nın liderliğindeki örgüt üyesi olmayan ülkeler üç yıldır OPEC+ adı altında birlikte hareket ederek üretimlerini gönüllü olarak kısmışlardı. Ancak günde 2.1 milyon varil petrolü piyasadan çekerek fiyatları yükselmesine neden olan anlaşmanın uzatılması için geçen hafta yapılan görüşmeler Rusya'nın üretimi daha da kısmayı kabul etmemesi üzerine başarısız oldu ve taraflar anlaşmadan vazgeçti. Bunun üzerine 9 Mart 2020 Pazartesi günü petrol fiyatları yüzde 30 düştü. Bu sonuçla, ham petrol fiyatları Şubat 2016'dan bu yana en düşük seviyelerine geriledi. Ayrıca yüzde 30'un üzerinde düşüşle Ocak 1991'deki Körfez Savaşı'ndan bu yana yüzdelik bazda en sert günlük kaybını kaydetti.

8- Dünya borsaları krizin eşiğinde
Amerikan borsaları, Dünya Sağlık Örgütü(WHO)'nün 11 Mart günü akşam saatlerinde koronavirüs'ünün artık 'pandemik' seviyede olduğunu belirtmesinin ardından yoğun bir satış trafiği ile karşılaştı. 11 Mart gününü yüzde 4 düşüşle kapatan Amerikan borsası, kapanıştan sonra ABD Başkanı Donald Trump'ın Avrupa'dan gelen tüm seyahatleri 30 gün süreyle askıya aldıklarını duyurmasının ardından 12 Mart tarihine yüzde 7’lik bir düşüş yaşadı. Bu düşüşün ardından işlemler 15 dakikalığına durduruldu. ABD borsaları dışında TR, Almanya ve Brezilya’da da düşüş yaşanıyor. Dolar/TL kuru 6.35'in üzerine çıktı. Borsa İstanbul BIST 100 Endeksi'nden 16 Mart Pazartesi günü işlemler yüzde 5'ni üzerinde değer kaybıyla gerçekleşti. Sektörel endekslerde ise turizm yüzde 10’u, bankacılık yüzde 6’yı aşan düşüşle ön planda. Almanya'da ise Frankfurt Borsası, yüzde 5,8 azalarak 9.829 puanla Temmuz 2016'dan bu yana en düşük seviyesine geriledi. Böylece borsadaki DAX endeksi Mart ayının başından bu yana yüzde 16’nın üzerinde değer kaybı yaşadı.

9- FED faizi sıfıra indirdi
ABD Merkez Bankası (FED), koronavirüs (Kovid-19) salgını sonrası faiz oranını neredeyse sıfıra çekerek 0-0,25 aralığına indirdi. 500 Milyar dolarlık kısmı hazine, 200 milyar dolarlık kısmı Morgage tahvili olmak üzere toplamda 700 milyar dolar parasal genişleme başlatıldı. FED’den yapılan açıklamada ‘koronavirüs salgınının toplumlara zarar verdiği ve ABD’nin de aralarında olduğu birçok ülkede ekonomik aktivitenin olumsuz etkileneceği’ belirtildi. FED ayrıca binlerce bankanın rezerv karşılık oranlarını sıfıra indirdi. Dolar likiditesini artırmak için Kanada, İngiltere, Japonya, İsviçre ve Avrupa Merkez Bankası ile arasındaki ‘swap’ hatlarını tekrar açtı. Bu hamle bankalar tarafından koordineli bir şekilde atılan bir adım oldu.

10- Çekirge istilası tarım alanlarını tehdit ediyor
Doğu Afrika’da son 70 yılın en büyük çöl çekirgesi istilası gerçekleşti. Çekirge istilası, Afrika'da başladıktan sonra yayılım gösterdi ve dünya gündemine girdi. Birleşmiş Milletler (BM), Doğu Afrika ülkelerindeki çiftçilerin hayatını zorlaştıran çöl çekirgesi sürülerinin yeniden etkisini artırabileceğini söyledi.

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yayımladığı durum raporunda, Afrika Boynuzu bölgesinde özellikle Kenya, Somali ve Etiyopya’da durumun kritik seviyede olduğuna ve yeni çekirge sürülerin oluşmaya başladığını belirtti. Rapora göre, çekirgelerin yeniden üremeye başladığı ve bu sürülerin daha önce görülmemiş bir şekilde gıda güvenliğini tehdit ettiği belirtildi. Şu ana kadar 70 bin hektarlık alan, çekirgelerin istilasına uğradı.



Yavaşlığın kalbinde nefes alan şarkılar: Σtella

Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)
Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)
TT

Yavaşlığın kalbinde nefes alan şarkılar: Σtella

Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)
Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)

Gecenin serinliği henüz çekilmemiş, İstanbul'un sokakları usulca güne hazırlanıyor. Terminal Kadıköy'deki kapılarını kısa süre önce açan Paribu Art'ın girişinde bu sabah sessizlik hakim. Fakat bu sakinlik çok uzun sürmeyecek. Sesin, hareketin ve dansın aynı ritimde birleşeceği bir evren kurulmak üzere, yalnızca saatler kaldı. 

2022'den bu yana Kreşendo'nun düzenlediği Bu Festival Bizim, bu yıl 7-8-9 Kasım'da kapılarını açarken, şehrin temposunu bir anlığına değiştiriyor. Paribu Art ve Komünite'de gerçekleşecek üç günlük festival; müzik, dans, paneller ve atölyelerle dolu bir program sunuyor. 

Ve bu evrene, 1980'lerin synth-pop ruhunu günümüze taşıyan, rafine pop estetiğiyle uluslararası dinleyici kitlesi kazanan Σtella da adım atacak. Yunanistan'dan İstanbul'a uzanan bu yolculuk, "yavaşlığın" ve melodinin izinde... 

İçeride bir yerlerde davulun tok sesi yankılanıyor. İstanbul ise karanlık çöktüğünde, en güzel sahnelerinden birinde Σtella'yı ağırlamaya hazırlanıyor.

Gerçek adı Stella Chronopoulou olan Atinalı müzisyenle sohbet ederken, birkaç gün içinde bir kez daha İstanbul'da sahne alacak olmasının heyecanının sesine sindiğini fark ediyorum. "İyiyim" diyor, "Hatta çok iyiyim": 

Bu Festival Bizim'de sahne alacağım için çok heyecanlıyım.

Yeni parçalar 2026'da geliyor

Aynı anda, üzerinde çalıştığı yeni melodiler de aklının bir köşesinde. "Yeni şarkılar geliyor" diyor tatlı bir heyecanla: 

2026 gibi yayımlamayı planlıyorum.

Σtella, modern Yunan popunun dünyaya açılan yüzlerinden biri. Üç milyonun üzerinde aylık dinleyiciye ulaşan İngilizce sözlü şarkıları, tropik renkli disko melodileri, yumuşak gitarları, dramatik ama ölçülü vokalleriyle dikkat çekiyor. Fakat 5. albümü Adagio, onun için yeni bir dönemin de başlangıcı: Daha ağırbaşlı, daha çıplak ve daha "yavaş"… İki seferdir yavaşlığı vurguladığımı fark etmişsinizdir, ne demek istediğime birazdan geleceğiz...

Adagio'nun tohumları aslında epey önce, 2019'da bir feribot yolculuğu sırasında atılmış. "11 saatlik bir deniz yolculuğuydu" diye anlatıyor Stella: 

Biraz nefes almaya ihtiyacım olan bir dönemdi. Telefonumu elime alıp melodilerle oynamaya başladım. Sanki uzun zamandır taşıdığım bir yükü yavaşça bırakıyormuşum gibi...

Stella'nın anlattığına göre o sırada yalnızca bir melodi vardı kafasında. Sözleri yazmaya başladığında ise hiç beklemediği bir şey oldu:

Her seferinde Yunanca kelimeler dökülüyordu. Bunu beklemiyordum. Önce biraz inkar ettim ama sonra akışın peşine düşmeye karar verdim.

Böylece ortaya, albümün ilk Yunanca şarkısı Omorfo Mou çıktı. Bu içgüdüsel an, şarkıya kalbini verdi. Omorfo Mou, Yunancada "güzelim, güzel olanım" gibi bir anlam taşıyor. Kibar, duru, biraz da içe dönük bir sevgi sözü. "Yunan popunda çok kullanılan bir sevgi ifadesi" diyor Stella: 

Ama şarkının melankolisi başka bir yerden konuşuyor, bir şeyden kaçmaktan değil, bir şeye doğru gitmekten bahsediyor.

Şimdi gelelim şu "yavaşlık" meselesine... Albümün adı, klasik müzikte "yavaş çalınması gereken" bölümlere verilen terimden geliyor. Peki bu yavaşlık, Stella'nın müziğinde ve hayatında nasıl bir kapı açtı?

scdfrgt
Kendi ismini taşıyan ilk albümünü 2015'te yayımlayan Σtella, son kaydında ise kontrolü bırakıp arzuların akışına teslim olmayı anlatıyor (Dimitra Tzanou)

"Yavaşlık bir lüks gibi. Ama bazen o lüksü kendiniz yaratmak zorundasınız. Ben, zamanı olduğunda her şeyi ağır ağır yapmayı seven biriyim" diye başlıyor söze Stella. O da bu aceleden, bitmeyen koşturmacadan bunalmış. 

"Hızlı yaşadığımız bir çağdayız" diyerek ekliyor: 

Her şeyin hemen olmasını bekliyoruz. Ama ben etrafımdaki şeyleri hissederek, anlayarak ilerlemek istiyorum. Bir şeye yavaş yaklaştığınızda onu tam anlamıyla yaşıyorsunuz.

Albümdeki atmosfer, tam da bunu hissettiriyor: Naylon telli gitarlar, yumuşak perküsyonlar, sıcak reverb'ler... "Baby Brazil ve 80 Days, tam o üçgeni kuruyor" diyor Stella: 

Tropicália, disko ve yé-yé. Sanırım gitarlar, perküsyon ve sıcak vintage dokular birleştiğinde o his tamamlanıyor.

1969'dan günümüze

Aynı albümde bir başka sürpriz daha var: 1969 tarihli kült Yunan New Wave parçası Ta Vimata. Kendi geçmişine ait olmayan ama ülkesinin hafızasında duran bir şarkıyı bugüne taşıyor Stella. Ve "Bir tür eve dönüş" diyor: 

Hem geçmişle hem kendimle...

Bu dönüşler, aynı zamanda başka seslerle buluştuğu yaratıcı süreçlere uzanıyor. Pandemi sırasında !!!'ten (Chk Chk Chk) Rafael Cohen'le yalnızca e-posta ve Zoom üzerinden yazdığı şarkılar... Henüz yüz yüze bile gelmemiş olmalarına rağmen birlikte besteledikleri 5 parça... Bu şarkılardan üçü, Adagio'nun omurgasını oluşturuyor. "Kimyamız çok hızlı tuttu" diyor.

Albümün açılış parçası Adagio, yavaşlığa yazılmış bir aşk şarkısı gibi. "Garip gelebilir ama sanırım hepimiz bazen geri çekilip, sadece nefes almak istiyoruz" diyor Stella. Bu sözler karşısında sadece sessizliğe gömülüp başımı sallayabiliyorum.

xcdf
Yunanca şarkı söylemeyi uzun süre ağır ve yoğun hissettirdiği için ertelemiş olsa da Stella, Omorfo Mou'yu yazarken kelimelerin içgüdüsel olarak Yunanca döküldüğünü söylüyor (Dimitra Tzanou)

Stella'nın hayatında yavaşlık, yalnızca estetik bir tercih değil; büyüdüğü yerin ritminden de geliyor. "Şehrin hemen üstünde, kırsal sayılabilecek bir semtte büyüdüm" diyerek ekliyor: 

Babam arsayı aldığında arkadaşları onunla 'Kurtlar yer seni' diye dalga geçermiş. Ama benim için bir masal gibiydi. Sabahları keçilerin sesiyle uyanırdım. Sokaklar boştu, istediğimiz gibi oynardık. Kapılar kilitlenmezdi.

Stella'nın bu anlattıkları bugün hâlâ masal gibi. Kaçımız kapıların kilitlenmediği bir dünya hayali kurmadık ki?

"Bazen o eski ritmi arıyorum"

Gelelim bugüne... Konserler, turneler, şehir hayatı derken bugün Stella'nın hayatı çok daha hızlı. "Bazen o eski ritmi arıyorum" diyerek ekliyor: 

Adagio, galiba o özlemin albümü.

O anda fark ediyorum; Adagio, aslında pek çoğumuzun kurduğu hayallerin, göğsüne taş basarak dindirmeye yeltendiği özlemlerin albümü. Adagio, hepimizin albümü. 

Stella, sadece bu albüm özelinde değil, tüm yaratıcı süreçlerinin kalbinde bir sırrı saklıyor. O, kariyerinin en kalabalık döneminde bile üretmek için "boşluklara" ihtiyaç duyuyor: 

Bazen hiçbir şey yapmazsın... Ve yine de bir şey olur.

Kısa bir sessizlik olunca, "Uzaktan bakınca boş duruyor gibisindir ama aslında içeride bir şeyler çalışıyordur" diye açıklıyor: 

Fikirler sessizlik anlarında büyür. Bazen kariyer çok gürültülü olur ama yaratıcılık sessizlik ister. O yüzden ara vermeyi, geri çekilmeyi öğreniyorsun.

Bu düşünce aklıma kesinlikle yatıyor.

İstanbul'da Yunanca şarkılar

Biraz da İstanbul konserinden bahsedelim... Onu geçen yılki konserde canlı izleme fırsatı bulanlar, kendilerini aşağı yukarı neyin beklediğini biliyor. Bir de bu deneyimi ilk kez yaşayacak olanlar var... 

Biz sürprizi bozup şimdiden söyleyelim: Konserin repertuvarında Yunanca şarkılar da var. "Evet, ikisini de söyleyeceğim" diyor: 

22 günlük Avrupa turnesinden yeni döndüm. Her şehirde aynı şey oldu: Şarkıların dilini değiştirdiğim anda salondaki enerji de değişti. Çok sıcak, çok içten bir tepkiydi. İstanbul'da da öyle olmasını diliyorum.

"Yunanistan'da müziğe destek neredeyse yok"

Ülkesinin sınırlarını çoktan aşıp giden Stella, yıllardır uluslararası bir kitleye sahip. Peki Yunanistan'dan bir başka Stella'nın daha çıkması için nasıl bir altyapı gerekiyor?

Yanıtı derin bir iç çekiş gibi:

Yunanistan sanatın doğduğu yer olabilir ama müziğe destek neredeyse yok. Genç müzisyenleri destekleyecek programlar yok. Fonlar çok az. Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerle kıyaslayınca arada uçurum var. Benim başardığım her şey çok fazla kişisel emek, sabır ve ısrarla oldu.

St. Vincent ve Annie Lennox benzetmeleri yıllardır Stella'nın peşinde dolaşıyor. Ama o bu benzetmeleri birer sınır gibi görmüyor. "Özgürüm" diyor rahat bir tonda ve yeni sesler denemekten de korkmadığını söylüyor: 

Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. Her albümde paletimi değiştiriyorum. Merak beni ileri taşıyor.

Söz artık Stella'yla kavuşmayı bekleyen İstanbul'daki dinleyicilerine geliyor. Onlar için bir mesaj istiyorum Stella'dan. Kısa, net, politik ve çok insani bir kapanışla vedalaşıyoruz. "Ben de sizi görmeyi çok istiyorum" diyor: 

Ve şunu söylemek istiyorum: Özgür Filistin!

Stella'nın sözleri asılı kalıyor havada ve ben bir kez daha sessizce başımı sallıyorum. Çünkü bazen bir şarkıdan önce sessizlik söyler gerçeği.

Independent Türkçe


Mayaların en eski ve en büyük tapınağı evreni resmediyor

Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)
Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)
TT

Mayaların en eski ve en büyük tapınağı evreni resmediyor

Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)
Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)

Bugüne kadar keşfedilen en eski ve en büyük Maya tapınağının, evreni tasvir ettiği bulundu.

Meksika'daki Aguada Fénix kazı alanı, 2020'de ilk keşfedildiğinde büyüklüğüyle arkeologları etkilemişti. 

Yaklaşık 3 bin yıl önce, Maya uygarlığının ilk dönemlerinde inşa edilen yapı 300 yıl kadar kullanılmış. 

Teotihuacan ve Tikal gibi diğer Mezoamerika yapılarından çok daha büyük olan bu tapınak, 9'a 7,5 kilometrelik genişliğiyle Maya uygarlığının bilinen en büyük ve eski mimarisi. 

Arizona Üniversitesi'nden Takeshi Inomata liderliğindeki ekibin bölgede yaptığı yeni çalışmalar, bu yapı hakkında yepyeni bilgileri açığa çıkardı.

Saha çalışmaları yürüten araştırmacılar, LIDAR teknolojisinden yararlanarak bitki örtüsü tarafından örtülmüş yapıları ortaya çıkardı.

Bilim insanları anıtın düzeninin, bir tür iç içe geçmiş artılar şeklinde olduğunu ve uzun eksenlerin yapının merkezine uzandığını saptadı. Yapay bir plato üzerindeki bu merkezin ortasında iki adet iç içe geçmiş artı şeklinde çukur bulunuyordu.

Uzun eksenlerin her birinde toprağa kazılmış bir koridor ve her iki tarafta yerüstüne inşa edilmiş geçitler vardı. 

Bulguları hakemli dergi Science Advances'ta dün (5 Kasım) yayımlanan çalışmaya göre tapınak, Antik Maya uygarlığının evrene dair anlayışının bir tasviriydi.

Inomata bulguları şöyle açıklıyor:

Bu, bir evren veya kozmos modeli gibi. Evrenin temelde bu artı biçimindeki düzene göre düzenlendiğini ve bunun da zamanın düzenine bağlı olduğunu düşünüyorlardı. 

Live Science'a konuşan Inomata, bu alanı kullanan kişilerin "evrenin muhtemelen kuzey-güney ve doğu-batı eksenlerine göre düzenlendiğini düşündüğünü" söylüyor.

Araştırmacılar yapının batı ekseninde yapımına başlanmış bir kanal sistemi tespit etti. Bu kanalların inşasının yarım bırakılması, işçilerin birtakım engellerle karşılaştığına işaret ediyor.

Antik takvimin izleri

Aguada Fénix'in merkezinde iç içe geçmiş artı şeklindeki çukurların tam ortasında gizli bir çukurda çalışmanın en etkileyici bulgularından biri ortaya çıkarıldı.

Araştırmacılar burada yine artı şekilde hizalanmış pigment kalıntıları buldular. 

dfrgt
Renkli pigmentlerin kuzey, güney, doğu ve batıyı temsil ettiği düşünülüyor (Takeshi Inomata)

Inomata, "Burada belirli yönlere göre konumlanmış pigmentler bulduk; kuzeyde mavi, doğuda yeşil, güneyde sarı. Batıdakini bilmiyoruz ama kırmızı bir kabuk var, bu yüzden kırmızı olabilir" diyor.

Ekip ayrıca anıtsal yapının doğu-batı ekseninin, 17 Ekim ve 24 Şubat'ta gün doğumuna göre hizalandığını tespit etti. Bu nedenle tapınağın, Maya takviminin önemli günlerinde ritüel alanı görevi gördüğünü düşünüyorlar.

Eşitlikçi bir toplum

Aguada Fénix'te yapılan çalışmalarda hükümdarları tasvir eden heykeller veya üst sınıflara ait evler bulunmadı. 

Araştırmacılar bu nedenle Aguada Fénix'te toplumsal hiyerarşi olmadığını, eşitlikçi bir toplum yapısının bölgede hakim olduğunu tahmin ediyor.

Ayrıca devasa yapının da işçilere baskı yapılarak değil, gönüllü çalışmalarla inşa edildiği düşünülüyor. Bilim insanlarına göre burayı inşa etmek için en az bin kişi, birkaç yıl boyunca her yıl birkaç ay çalışmış olmalı.

Inomata "İnsanlar geçmişte bazı şeylerin yaşandığına inanıyorlar; krallar vardı ve krallar piramitleri inşa etti. Dolayısıyla modern zamanlarda büyük işler başarmak için güçlü insanlara ihtiyaç duyulur" diyerek ekliyor:

Ancak geçmişe ait gerçek verilere baktığınızda, durumun böyle olmadığını görüyoruz. Yani önemli işler başarmak için gerçekten büyük bir toplumsal eşitsizliğe ihtiyacımız yok.

Independent Türkçe, Science Alert, Live Science, CNN, Science Advances


Alzheimer tedavisinin anahtarı, bu hayvanların kanında mı gizli?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Alzheimer tedavisinin anahtarı, bu hayvanların kanında mı gizli?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Yeni bir araştırmaya göre lama ve deve kanından elde edilen küçük protein molekülleri, Alzheimer hastalığı gibi beyin rahatsızlıklarının tedavisine fayda sağlayabilir ve daha az yan etkiye yol açabilir.

Bağışıklık sistemindeki bir tür antikor olan bu nanokorlar, ilk kez 1990'larda deve, lama ve alpakaları da içeren devegiller ailesinde keşfedildi.

Geleneksel antikorların yaklaşık onda biri kadar olan bu moleküller, başka hiçbir memelide görülmedi.

Kanser gibi hastalıklarda mevcut tedavi yaklaşımları genellikle antikorlara odaklansa da antikor molekülleri vücudun doğal kan-beyin bariyerini geçmekte zorlandığından, bu tedavilerin beyin rahatsızlıklarının tedavisinde sınırlı etkisi var.

Ancak araştırmacılar, çok daha küçük boyutları nedeniyle nanokorların, beyin hastalıklarına karşı daha etkili tedavilere dönüştürülme ve daha az yan etki gösterme potansiyeli taşıdığını söylüyor.

Fransa'daki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'nden (Centre National de la Recherche Scientifique / CNRS) Philippe Rondard, "Devegil nanokorları beyin bozukluklarına yönelik biyolojik tedavilerde yeni bir çağ açıyor ve tedaviler hakkındaki düşüncelerimizi kökten değiştiriyor" diyor.

Trends in Pharmacological Sciences adlı hakemli dergide yayımlanan yeni çalışmanın yazarlarından Dr. Rondard, "Geleneksel antikorlar ve küçük moleküller arasında yeni bir ilaç sınıfı oluşturabileceklerine inanıyoruz" ifadelerini kullanıyor.

df
Hayvancılık Zirvesi'nde ağıldaki iki alpaka samanların üzerinde oturuyor (Hans Lucas/AFP)

Fareler üzerinde yapılan önceki bir çalışma da nanokorların şizofrenideki davranış bozukluklarını giderebileceğini göstermişti.

CNRS'den Pierre-André Lafon, "Çözünürlüğü yüksek bu küçük proteinler, beyne pasif bir şekilde girebilir" diyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Dr. Lafon şöyle açıklıyor: 

Buna karşın kan-beyin bariyerini geçmek üzere tasarlanan küçük moleküllü ilaçlar hidrofobik yapıda ve bu da biyoyararlanımlarını sınırlıyor, hedef dışı bağlanma riskini artırıyor ve yan etkilere yol açıyor.

Bilim insanları nanokorların üretiminin, saflaştırılmasının ve mühendisliğinin daha kolay olduğunu ve geleneksel antikorlara kıyasla hedefe göre ince ayar yapılabildiğini söylüyor.

Öte yandan nanokorların insan klinik deneylerinde beyin bozukluklarına karşı test edilebilmesi için birkaç adıma daha ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar.

Bilim insanlarına göre asıl zorluk, nanokorların taşınmasını optimize etmek ve güvenliklerini sağlamak.

Dr. Rondard, "Nanokorların kendisiyle ilgili de kararlılıklarını değerlendirmek, düzgün katlandıklarını doğrulamak ve bir araya toplanmadıklarından emin olmak da gerekiyor" diyor.

Uzun süreli depolama ve nakliye sırasında etkinliğini koruyabilen klinik düzeyde nanokorlar ve kararlı formülasyonlar elde etmek gerekiyor.

Independent Türkçe