Korona krizi ve uluslararası ilişkiler: Açık sorular ve geçici öneriler

İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)
İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)
TT

Korona krizi ve uluslararası ilişkiler: Açık sorular ve geçici öneriler

İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)
İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)

Dünyada bugüne kadar yaşanan tüm küresel krizler, uluslararası sistemin temellerini, kurallarını ve kurumlarını etkilemiştir.  Dünya savaşlarının ardından, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletlerin kurulduğunu hatırlatmak dahi yersiz olacaktır. 11 Eylül 2011 saldırıları, uluslararası hukukun esnemesine ve etkin aktörlerin davranışlarını değiştirmesine neden olmuştu. 2008 mali krizi ile birlikte G20, maliye bakanları kulübünden, uluslararası politikada ‘yumuşak’ yönlendirme rolü üstlenen, liderler seviyesinde bir organizeye dönüşmüştü.
Korona krizini takip eden süreçler hakkında açıklama yapmak için henüz erken olsa da, sıklıkla, ‘’Hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır’’ ifadesinin dile getirildiğine şahit oluyoruz. Büyük ihtimalle söz konusu yargının haklılık payı yüksek. Dolayısıyla, ‘korona’ sonrası süreçte uluslararası siyasette nelerin değişeceği yönünde bir sorgulamaya girişmemiz makul olacaktır. Şu aşamada bu sorunun yanıtlarının teori ve varsayımdan öteye geçmeyeceğini hatırlatmakta fayda var.
Korona krizinin, ABD’nin Çin’i ‘izole’ etme çabalarını arttıracağını, dolayısıyla ‘küreselleşmenin’ güç kaybedeceğini varsayabiliriz. Ancak bazı uluslararası ilişkiler alanında, yeni tür bir ‘küreselleşmenin’ ortaya çıkması da kuvvetle muhtemeldir. Krizin, küresel sistem üzerindeki jeopolitik etkisi ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan çatışmalar veya işbirliklerine dair kapsamlı bir resminin henüz oluşmadığı bir gerçektir. Salgından sonra dünyanın alacağı ‘siyasi şekil’, liderlerin ve etkin uluslararası aktörlerin işbirliği yapma yeteneğine bağlıdır.

Küresel salgın, bazı yorumcuların tahmin ettiği gibi, çok taraflı işbirliğini sınırlayacak ve kurallara dayalı uluslararası sistemi zayıflatacak mı? Çoğu ülke prensipte krizle tek taraflı olarak mücadele etmektedir ve bir süre daha bu böyle devam edecektir. Her ne kadar bu kriz, ‘küresel işbirliğine’ olan ihtiyacı göz önüne sermişse de, gelişmeler, salgınla mücadelede sabit bir modelin henüz oluşmadığını göstermektedir. Ulusçu liderler dahi, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) önemini inkâr etmemektedir. Koronavirüsün aşısının bulunması için, yardımlaşmanın ve bilgi alışverişinde bulunulmasının önemi de herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle, Birleşmiş Milletlerin ve uluslararası kurumların, önümüzdeki süreçte, sağlık alanına daha fazla ilgi göstereceği ve Dünya Sağlık Örgütünün güçlendirilmesi için daha fazla çaba sarf edeceği öngörülebilir. Nitekim bazı ülkelerdeki zayıf sağlık sistemlerinin diğer ülkelere de olumsuz etkilerinin olduğu anlaşılmıştır.
Yediler Grubu veya G20 ülkelerinin, çok taraflı bir işbirliğini geliştirmeleri için hızlı girişimlerde bulunmaları beklenmiyor. Bununla birlikte, halk sağlığıyla ilgili sorunların, klasik güvenlik sorunlarıyla ilişkilendirilmeden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin gündemine alınması daha kolay olabilir. Şüphesiz ki ‘küresel sağlık’, uluslararası barış ve güvenlikle doğrudan bağlantılıdır.
Korona krizinin, süper güçlerin rekabet ve mücadelesine, özellikle de ABD ve Çin arasındaki rekabet üzerinde etkileri olacak mıdır? (Bir süre öncesine kadar uluslararası politikaların seyri bu çatışma ışığında okunuyordu) Salgının, bu tür rekabetleri sonlandırmayacağı veya hafifletmeyeceği öngörülebilir. Büyük güçler, ABD ve Çin arasında çatışma ve dayanışma eşzamanlı olarak sürecektir. Salgınla mücadelenin de bu rekabetten bağımsız olmayacağı görülmektedir.
Çin ve Batı ülkeleri arasındaki ideolojik çatışmanın daha da keskinleşeceğini varsayabiliriz. Nitekim bu çatışma, hükümet sistemleri arasındaki rekabet ve devlet-toplum ilişkisine dairdir. Çin ilk başlarda salgınla mücadelede başarısız olduğu için eleştirilere maruz kalmıştı, ancak daha sonra Çin, otoriter sisteminin bu tür krizlerle başa çıkmada, demokratik sistemlerden daha etkili olduğunu öne sürdü. Ayrıca Çin, İtalya ve salgına maruz kalan diğer ülkelere yardım göndererek ‘yumuşak gücünü’ arttırıyor. Buna karşılık ABD’nin süper güç imajı zayıflamaya başladı. Washington yönetimi, salgınla mücadeledeki uluslararası kampanyaları koordine etmek için nüfuzunu kullanma girişiminde dahi bulunmadı. Aksine Başkan Donald Trump, sadece kendi ülkesi ile ilgilendi. İran’a uygulanan yaptırımların geçici olarak hafifletilmesini reddettiği gibi, koronavirüs aşısı üzerinde çalışan bir Alman ilaç şirketini satın almaya kalktı.
Koronavirüs salgını, iç ve dış savaşların yaşanmasını engeller mi? Büyük olasılıkla hayır, iç savaşın yaşandığı ülkelerde, özellikle yoksul kesimler, salgından daha fazla etkilenecektir. En kötü durumda, iç bölünmenin yaşandığı ükelerde, çatışma hatları daha keskin şekilde çizilecektir. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in ‘Silahlı çatışmaya son verilmesi ve Kovid-19 ile mücadeleye odaklanılması’ çağrısı, sadece Filipinlerde karşılık bulabildi. Öte yandan, Kuzey Kore füze denemelerini sürdürüyor, Libya, Yemen ve kuzeybatı Suriye'de çatışmalar devam ediyor. DEAŞ ve Boko Haram da saldırılarını durdurmuş değil.
Salgının bölgesel güç mücadeleleri üzerindeki etkisinin de minimal olması muhtemeldir. Bununla birlikte, sorumluluk duygusuna sahip hükümetler, mevcut durumu güven artırıcı önlemler geliştirmek için değerlendirebilir. Bu bağlamda, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, İran'a yardım konvoyları gönderdi. Üst düzey bir Körfez yetkilisi, bana, bu yardımların ilk defa yapılmadığını, ‘’daha önce de afet durumlarında İran’a yardım gönderdiklerini, olası bir felaket durumunda İran’ın da aynı şeyi yapacağına inandıklarını, ancak bu etkileşimi politik uzlaşmaya dönüştüremediklerini’’ söyledi.
Genel olarak, uluslararası toplumun, kriz diplomasisine veya çatışmaları çözme çabalarına daha az zaman ve dikkat ayıracağını tahmin edebiliriz. Salgının dünya gündeminde öncelikli konumu işgal ettiği bugünlerde durum bu yöndedir. Salgın sona erdikten sonra, yaşanacak ekonomik durgunluk ve krizle baş etme hususunda da aynı yargımız geçerlidir.
Ekonomik olarak zayıf ya da yoksul olan ülkelerin, salgın sonrasında ciddi ekonomik çöküşler yaşayacağını öngörebiliriz.
Zengin ülkelerin, yoksul ülkelerden alacaklı oldukları meblağların ödemesini esnetmeleri beklenebilir. Ancak insani yardımlarda da ciddi azalmalar yaşanabilir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin bütçesinin kısılmasına ve insani yardım kuruluşlarının bütçelerinde kesintiye gidilmesine şahit olabiliriz.
Peki, Avrupa ne olacak? Ne Washington ne de Pekin küresel sorunlara ortak çözümler bulmak için gerekli enerjiyi harcamadı. Bu durumda, Avrupa Birliğinin ve Kanada, Güney Kore, Endonezya ve Meksika gibi benzer ideallere sahip ülkelerin daha fazla inisiyatif alması beklenir. Avrupa Birliği, salgınla mücadele hususunda, küresel sağlık önlemlerine dair önerilerde bulunursa, ABD, Çin ve Rusya’nın bu önerilere olumlu yaklaşacağı öngörülebilir. Fakat bu ülkelerin ‘kapsamlı çabalara’ öncülük etmesi pek olası değildir.
Salgının ardından Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasındaki bağların daha da güçlenmesi mümkündür. Her ne kadar geç kalsa da Avrupa Birliği, salgından en çok zarar gören üyelerine yardım elini uzatmıştır. Uluslararası tutumuna gelecek olursak, AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'e göre, birliğin ‘gücün dilini’ öğrenmesi gerekir. Avrupa’nın gücü ve cazibesinin, özellikle böylesi zamanlardaki dayanışmasından geldiğini de hatırlatmakta fayda var.
*Alman Uluslararası Güvenlik Politikaları Enstitüsü Direktörü: Volker Peretz’in kaleminden



İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
TT

İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsrail’de, Gazze Şeridi’ndeki ateşkes anlaşmasının hükümlerinde değişiklik ve yeni bir sınır hattı belirlenmesine yönelik tartışmalar yürütülüyor. Bu tartışmalar, arabulucuların ‘kritik’ olarak nitelendirdiği ikinci aşamaya geçişin yakın olduğuna dair değerlendirmelerle örtüşüyor.

Uzmanların Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalara göre söz konusu detaylar, İsrail’in 10 Ekim’de imzalanan ve Gazze’de İsrail’in geri çekilmesi ile güvenlik ve idari düzenlemeleri içeren anlaşmanın ikinci aşamasına ilerlemeyi geciktirme amacı taşıyan manevraları olarak değerlendiriliyor.

Bu belirsizlik ortamında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 29 Aralık’ta ABD Başkanı Donald Trump ile görüşeceği duyuruldu.

Netanyahu, pazar günü İsrail’de Almanya Şansölyesi Friedrich Merz ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Bildiğiniz gibi birinci bölümü, yani ilk aşamayı tamamladık. Son rehine Ran Gvili’nin cenazesinin dönüşünün ardından yakında ikinci aşamaya geçmeyi bekliyoruz. Bu aşama daha zor, en azından ilki kadar zorlu olacak. Kimse Trump’ın Hamas’a baskı yaparak rehineleri serbest bırakmasını beklemiyordu ama bunu başardık. Şimdi ikinci aşamaya geçiyoruz: Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze Şeridi’nin silahlardan arındırılması. Üçüncü aşama ise Gazze’den aşırılığın temizlenmesi olacak” ifadelerini kullandı.

ABD basınında çıkan haberlere göre Trump’ın, Gazze barış sürecinin ikinci aşamaya geçtiğini Noel’den önce açıklaması bekleniyordu. Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail’in Gazze’nin bazı bölgelerinden çekilmesini, istikrar için uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını ve Trump’ın liderliğinde oluşturulacak Barış Konseyi’ni içeren yeni yönetim yapısının devreye alınmasını kapsıyor.

İsrail Başbakanı’nın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına yaklaşılmasına yönelik açıklamalarının ardından, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Gazze Şeridi’ndeki sarı hattın yeni bir sınır hattı olduğunu söyledi. Zamir, Gazze’de yaptığı saha turu ve durum değerlendirmesi sırasında, “Hamas’ın yeniden konuşlanmasına izin vermeyeceğiz. Gazze Şeridi’nin geniş bölgelerini kontrol ediyoruz ve kontrol hatlarında konuşlanmış durumdayız. Sarı hat yeni bir sınır hattıdır; Gazze çevresindeki İsrail yerleşimleri için ileri bir savunma hattı ve aynı zamanda bir saldırı hattıdır” dedi.

Sarı hat, İsrail ordusunun ABD Başkanı’nın Gazze savaşını sonlandırma planının birinci aşaması kapsamında çekildiği hattı ifade ediyor.

ABD planına göre İsrail ordusu, Gazze Şeridi’nin yaklaşık yüzde 53’ünü oluşturan ve hâlen bulunduğu bölgelerden kademeli olarak geri çekilecek.

Mısırlı uluslararası güvenlik uzmanı Tümgeneral Ahmed eş-Şehhat, bu İsrail açıklamalarının ‘anlaşma için yeni bir tehdit oluşturduğunu, İsrail’in kötü niyet taşıdığını ve sarı hattın güvenlik hattından coğrafi bir sınıra dönüşme ihtimalinin Gazze’nin bölünmesi yönündeki planları güçlendirdiğini’ belirtti. Şehhat’a göre bu durum, anlaşmanın ikinci aşaması için uygun olmayan bir ortam yaratıyor.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava ise bu ayrıntıların ‘ikincil önemde olduğunu, Washington’ın himayesinde yürüyen bir anlaşma bulunduğunu ve İsrail’in buna uymak zorunda olduğunu’ ifade etti. Mutava, “İkinci aşamanın bu şekilde tartışılması için erken. Çünkü uluslararası kabul gören ve Arap dünyası tarafından desteklenen bir barış planı var; herhangi bir değişiklik kabul edilmeyecektir” dedi.

c
Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Cibaliye'de yıkılmış binaların arasında duran Filistinliler (AFP)

Diğer yandan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, pazar akşamı bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ‘Gazze Şeridi’nde ateşkesin her iki tarafça uygulanmasını güvence altına almak ve İsrail’in askeri operasyonlarını yeniden başlatmasına gerekçe oluşturabilecek herhangi bir durumu önlemek için uluslararası güçlerin konuşlandırılmasının gerekli olduğunu’ vurguladı.

Abdulati, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasını, İsrail’in ABD planında belirtilen hatlar doğrultusunda Gazze’den çekilmesini öngörmesi ve Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı kararıyla ilişkili olması nedeniyle ‘büyük önem taşıyan’ bir dönem olarak nitelendirdi. Bakan, ikinci aşamaya geçiş için ciddi ve hızlı adımlar atılması gerektiğini belirtti.

Abdulati’ye göre ikinci aşamanın hükümlerine uyulmasının temel güvencesi, şu anda ABD’nin -özellikle de Başkan Trump’ın- sürece doğrudan dahil olmasıyla sağlanacak.

Ahmed eş-Şehhat ise ABD’nin ikinci aşamanın başarıya ulaşmasında belirleyici rol oynayacağını, Washington’ın İsrail’in olası manevralarını engellemek için Netanyahu üzerinde gerçek baskı kurması gerektiğini ifade etti.

Mutava da Trump ile Netanyahu’nun aralık ayı sonunda yapacağı görüşmenin, ikinci aşamanın geleceğini ve Washington’ın anlaşmanın ilerlemesi için uygulayabileceği baskının sonuçlarını göstereceğini belirtti.


Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
TT

Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)

Dünya genelinde son bir yılda 67 gazeteci, görev başındayken ya da meslekleri nedeniyle hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından bugün açıklanan 2025 bilançosuna göre, bu ölümlerin yaklaşık yarısı Gazze Şeridi’nde İsrail güçlerinin ateşi sonucu gerçekleşti.

RSF, 1 Aralık 2024 – 1 Aralık 2025 döneminin, düzenli veya düzensiz silahlı kuvvetlerin yanı sıra organize suç örgütlerinin suç niteliğindeki uygulamaları nedeniyle gazeteciler için daha ölümcül bir yıl olduğuna dikkat çekti. Raporda, “Gazeteciler ölmez, öldürülür” vurgusu öne çıktı.

Bu açıklama, Cezayir’de bir temyiz mahkemesinin Fransız gazeteci Christophe Gleizes hakkında terörü övmek suçlamasıyla verilen yedi yıllık hapis cezasını onamasından yalnızca altı gün sonra geldi. RSF hâlihazırda 47 ülkede 503 gazetecinin cezaevinde bulunduğunu belirtti. Bu kişilerin 121’i Çin’de, 48’i Rusya’da, 47’si ise Burma’da (Myanmar) tutuluyor. Örgüt ayrıca, bazıları 30 yılı aşkın süredir kayıp olan 135 gazetecinin izine ulaşılamadığını ve çoğunluğu Suriye ile Yemen’de olmak üzere 20 gazetecinin kaçırıldığını kaydetti.

2023 yılı, 49 gazeteci ölümüyle son 20 yılın en düşük seviyesini oluşturmuştu. Ancak İsrail’in, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının ardından Gazze’de başlattığı savaş, bilanço trendini tersine çevirdi. RSF’nin güncel rakamlarına göre 2024’te 66, 2025’te ise 67 gazeteci öldürüldü.

RSF Yayın Direktörü Anne Bocandé, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Bu tablo, gazeteci nefretinin ve cezasızlığın kaçınılmaz sonucudur” dedi. Bocandé, hükümetlere “gazetecileri koruma görevine yeniden odaklanma” çağrısında bulunarak, “Gazetecileri hedef haline getirmekten vazgeçmeleri” gerektiğini söyledi.

RSF: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

RSF raporu, İsrail ordusunu gazeteciler için ‘en tehlikeli aktör’ olarak tanımladı. Örgüte göre, son 12 ayda Filistin topraklarında 29 medya çalışanı görev sırasında öldürüldü. Ekim 2023’ten bu yana bölgede mesleki faaliyetleri sırasında veya dışında yaşamını yitirenlerle birlikte bu sayı en az 220’ye ulaşmış durumda.

Çatışma bölgelerinde gazetecilerin siviller gibi korunması gerektiğini vurgulayan RSF, İsrail ordusunun gazetecileri hedef aldığı iddialarının “defalarca ve güçlü biçimde” dile getirildiğini ve bu kapsamda savaş suçu şikâyetlerine konu edildiğini hatırlattı.

İsrail ise bu suçlamalara karşılık olarak, hedeflerinin Hamas unsurları olduğunu, Hamas’ın ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldığını savunuyor.

İsrail ordusu, örneğin El Cezire muhabiri Enes el-Şerif’in Ağustos ayında beş diğer basın çalışanıyla birlikte İsrail hava saldırısında öldürülmesine ilişkin olarak, El-Şerif’in “gazetecilik kisvesi altında faaliyet yürüten bir terörist” olduğunu iddia etmişti. RSF ise o dönemde, söz konusu suçlamaların “hiçbir temele dayanmadığını” açıklamıştı.

RSF’den Bocandé, gazetecilere yönelik itibarsızlaştırma kampanyalarının işlenen suçları meşrulaştırma girişimi olduğunu söyleyerek, “Ortada yanlışlıkla sıkılmış bir kurşun yok; bu gazeteciler, bölgede yaşananları dünyaya aktarabildikleri için bilinçli biçimde hedef alınıyor” dedi.

Meksika, üç yılın en kanlı dönemi

RSF, Meksika’nın da “son üç yılın en ölümcül dönemini” yaşadığını ve 2025’te dokuz gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi. Raporda, ölen gazetecilerin çoğunun yerel gelişmeleri takip ettiği, organize suç yapıları ile siyaset arasındaki ilişkileri ortaya çıkardığı ve öldürülmeden önce açık şekilde tehdit aldığı ifade edildi. Bu durum, 2024’te göreve gelen solcu Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum’un basın güvenliği vaatlerine rağmen gerçekleşti.

Ayrıca, Ukrayna’da üç, Sudan’da dört gazetecinin öldüğü kaydedildi. Raporda, farklı kurumların verilerinde yöntem ve kriter farklılıkları nedeniyle sayılarda değişiklik olabileceği hatırlatıldı.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ise internet sitesinde 2025 yılı içinde şimdiye kadar 91 gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi.


Benin hükümeti, pazar günkü darbe girişimi sonucunda can kayıpları olduğunu doğruladı

Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)
Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)
TT

Benin hükümeti, pazar günkü darbe girişimi sonucunda can kayıpları olduğunu doğruladı

Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)
Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)

Benin hükümeti, dün yapılan acil kabine toplantısının ardından, pazar günü gerçekleşen başarısız darbe girişimi sırasında ülkede çok sayıda kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu.

Yetkililer darbe planlayıcılarından bazılarını tutuklarken, diğerleri hala firarda. Bölge ülkeleri, özellikle askeri açıdan Benin'e destek olmak için harekete geçiyor.

Hükümet Genel Sekreteri Edward Owen-Oro, Kabine toplantısının tutanaklarında, "İsyanı düzenleyen küçük bir grup asker, Cumhurbaşkanı'nı devirmeyi, Cumhuriyet kurumlarının kontrolünü ele geçirmeyi ve mevcut düzene meydan okumayı planlıyordu" ifadelerini kullandı.

Owen-Oro, "Başlangıçta bazı generalleri ve üst düzey ordu subaylarını etkisiz hale getirmeye veya kaçırmaya çalıştılar" diye belirtti.

Hükümete göre pazar sabahı, Cumhurbaşkanı Patrice Talon'un konutu önünde Cumhuriyet Muhafızları ile darbeciler arasında "şiddetli çatışmalar" çıktı ve "her iki tarafta da kayıplar" yaşandı.

frg
Pazartesi günü Cotonou'daki Benin ulusal televizyon istasyonunun merkezinin yakınında bir askeri araç (AFP)

Hükümet ayrıca, darbecilerin bir başka saldırısında "ölümcül şekilde yaralanan" cumhurbaşkanının Genelkurmay Başkanı Orgeneral Bertin Bada'nın eşinin de hayatını kaybettiğini bildirdi.

Benin hükümeti, Nijerya'nın darbe girişimini engellemek amacıyla pazar günü Benin'de hava saldırıları düzenlediğini açıkladı.

Kabine toplantısının ardından, darbecilerin iki Beninli subayı, bir generali ve bir albayı kaçırdığı, ancak dün sabah kaçırılanların serbest bırakıldığı belirtildi.