ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor

ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor
TT

ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor

ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor

Kifaye O'Leary
Çin ilk biyolojik silahını mı denedi? Çinli bilim insanı, ABD’yi Doğu Avrupa’daki laboratuvarlarında virüsü üretmekle suçladı.
Yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) Çin’de ortaya çıkıp küresel bir salgına, bir pandemiye dönüşmesinin ardından, Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi, söz konusu virüsün ABD tarafından biyolojik laboratuvarda üretilerek Çin’de yayıldığını iddia etti.
Çin Komünist Partisi liderleri, salgının, Ekim ayında Vuhan şehrindeki olimpiyat oyunlarına katılan ABD’li askerler tarafından Çin’e getirildiğini, daha sonra ülke geneline yayıldığını öne sürüyor. Çinliler ABD’yi virüsün ardında olmakla suçlarken, Independent Arabia’ya açıklamada bulunan Çinli bir bilim insanı, virüsün kaynağının, Doğu Avrupa'daki ABD askeri üslerinden birinde bulunan biyolojik araştırma laboratuvarı olduğunu ve bir kadın tarafından dünyaya yayıldığını iddia etti.
Karşılıklı ‘komplo teorilerini’ destekleyen bilimsel kanıtlar olmamasına rağmen, ortaya atılan iddiaların gerçekliğine, okuyucularımızın karar vermesi için değinmekle yetineceğiz.
Kesin olan bir şey varsa, o da; Kovid-19’un tüm dünyaya ‘diz çöktürdüğü’, Dünya ekonomisini ‘felç ettiği’, Dünya genelinde işsizliği ve yoksulluğu arttırdığıdır. Bu salgının etkilerinin yıllar boyunca hissedileceği, hayatın olağan akışına dönmesi ve piyasaların toparlanmasının uzun bir süre alacağı da bir gerçektir.

ABD: Çin’in biyolojik silahı
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin'in hızla salgının üstesinden gelmesi ve salgının ortaya çıktığı Vuhan şehrinde dahi hayatın normale dönmesine şüpheyle yaklaşmakta. Koronavirüs salgınına neden olan virüsün nasıl ortaya çıktığı ve insan ürünü olup olmadığı dünyada yaygın bir şekilde tartışılmakta. Bazıları Çin’in salgınla bu kadar hızlı baş etmesini, gizli bir aşının varlığıyla bağdaştırmakta. Çin’in virüsü üretmiş olabileceği ve daha sonra sınırlı şekilde yayılmasını sağlayıp sonlandırdığı iddia edilmekte.
Öte yandan ABD, koronavirüs vakalarında ilk sıraya yerleşti, bu makalenin yazıldığı saatlerde, ABD’de virüs dolayısıyla 5112 kişi hayatını kaybetmiş ve 215 bin 344 kişide virüs tespit edilmiş durumdaydı. Salgın ABD’nin hemen hemen her eyaletinde görülmüştü. Bunun üzerine ABD Başkanı Donald Trump, salgının ekonomik sonuçlarıyla yüzleşmek için, 2 trilyon dolar değerinde, ülke tarihindeki en büyük yardım paketini onaylamak zorunda kaldı. Bu arada işsizlik ödeneğine başvuran Amerikalıların sayısı, geçen Salı günü rekor kırarak 3.3 milyon kişiye ulaştı.  

Komplo teorisi
Çin tarafı, ABD’yi sorumlu tutan ‘komplo teorisini’ resmi makamlarca dillendirdi. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sözcüsü Cao Licien, Amerikalı yetkilileri, virüs hakkındaki bilgilerini Çin ile paylaşmayarak, virüsün küresel bir salgına dönüşmesine neden olmakla suçladı. Licien’in suçlamalarını, ülkesinin büyük bölümünde yasaklı olan Twitter üzerinden yapması dikkati çekti. Licien bir dizi ‘twit’ atarak, agresif diplomatik bir saldırı gerçekleştirdi. Öte yandan bazı gözlemciler, Çin Dışişleri’nin açıklamalarının, özellikle salgının ilk haftalarındaki ihmalin üstünü örtme, kafa karışıklığına neden olma ve hedef saptırma amacı taşıdığını iddia ettiler.

Çin’in gizli biyolojik araştırmaları
Çin dışındaki bilim insanları, SARS (Kovid-2) virüsünü inceleme fırsatı buldular ve laboratuvarda üretilmediğine, ya da kasıtlı olarak sentezlenmediği sonucuna ulaştılar. Ancak buna rağmen, söz konusu virüsün kaynağı hala belirsizliğini koruyor. Kovid-2 üzerinde çalışan bilim insanları arasında, virüsün Çin ya da ABD’ye ait olan biyoloji laboratuvarlarından sızmış olabileceği ihtimali de değerlendiriliyor. Biyolojik savaş uzmanlarına göre, muhtemelen yırtıcı hayvanlardan kaynaklanan ölümcül virüs salgını dünyada büyümeye devam ediyor. Söz konusu virüsün, Çin’in Vuhan şehrinde yer alan gizli ‘biyolojik silah’ programına bağlı olarak sızmış olabileceği iddia ediliyor. Çin hükümeti ise, herhangi bir biyolojik saldırı silahına sahip olduğunu reddediyor. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığının geçen yıl yayınladığı bir raporda, Çin’in biyolojik savaş hazırlığında olabileceğine dair şüphelerin bulunduğu yer almıştı.
Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi Müdürü Gao Fu, koronavirüs salgının patlak verdiği ilk günlerde, basına yaptığı açıklamada, ilk göstergelerin, virüsün, Wuhan Deniz Ürünleri pazarında satılan yırtıcı hayvanlardan bulaşmış olduğuna işaret ettiğini söylemişti.
Washington Times'a açıklamada bulunan ABD’li bir yetkili, "Çin’in internet üzerinden yaydığı yalanlardan biri de, ABD’nin koronavirüs salgınını, bakteriyolojik bir silah kullanarak başlattığı yönündedir. Bu uğursuz iddiaların gerçeklikle bağı yoktur” demişti. Gazete haberin devamında, Çin’in bu iddiaları, Vuhan’daki bir laboratuvardan sızmış olabileceği’ teorilerini gölgede bırakmak için, karşıt propaganda çevresinde yaymış olabileceğine değindi.

Çin Komünist Partisi salgını kontrol altına aldığını ilan etti
Yeni tip koronavirüsü Kovid-19’un ortaya çıkmasından sekiz hafta sonra Çin, salgını kontrol altına aldığını ve artık sınırlı sayıda vaka tespit ettiklerini ilan etti. Çin hükümeti Vuhan şehri üzerindeki karantinayı kaldırdı ve içinde yaşlıların ve çocukların da bulunduğu şehir ahalisinin gezintilerini gösteren video kayıtları yayınladı. Hatta Çin makamları, bazı yabancı medya mensuplarının da şehre girmesine ve serbestçe dolaşmasına izin verdi. O sırada İtalya ölümcül salgının kurbanlarını gömmeye devam ediyordu. Bu makalenin yayınlandığı saatlerde, İtalya’da salgın dolayısıyla 15 bin 362 kişi hayatını kaybetti, 124 bin 632 kişi ise virüse yakalanmıştı. İtalya’da salgın dolayısıyla ölüm oranları hala çok yüksek seviyelerde.
Komşu İspanya'da ise, salgın, 12 bin 418 kişinin canını aldı ve en az 130 bin kişiye bulaştı. Salgın, ABD, Fransa, İran, Almanya ve Güney Kore’de ‘vahşice büyümeye’ devam ediyor. Bu arada Latin Amerika ve Afrika ülkeleri de salgından nasibini almış durumda. Tüm bu gelişmeler, dünya genelinde Çin’e karşı ‘şüpheci bir yaklaşımın’ artmasına neden oldu. Dünya halkları sorgulamaya başladı, Çin bu kalabalık nüfusuna rağmen sekiz haftada salgınla baş ederken, niçin kendi hükümetleri aynı sürede, salgını yavaşlatmakta başarısız oldular?
Bazıları bunun nedeninin, Çin’in aceleci davranıp salgını önlediğini iddia edebilir, ancak bu iddialar gerçeklikle bağdaşmayacaktır. Nitekim Çin, salgının ortaya çıkışını duyurmakta geç davranmış, üzerini örtmeye çalışmıştır. Dolayısıyla salgına ‘hızlı müdahale’ teorisinin gerçek olması uzak bir ihtimal.

Virüs bulaşan ilk kadının gizemli kayboluşu
Çin Komünist Partisi ile yakın bağları olan ve koronavirüs aşı çalışmalarında yer alan önemli bir bilim insanına telefonla ulaştık. Adının gizlenmesini isteyen bilim insanı, yeni tip koronavirüsün Çin üretimi olduğunu şiddetle reddetti ve Çinlilerin genelinin, ABD’nin salgının arkasında olduğuna inandığını söyledi. ABD yönetiminin açıklamalarını ‘yalan’ olarak niteleyen Çinli bilim adamı, “ABD halkı bile, virüsün ABD tarafından üretildiğini biliyor” dedi. Virüsün kaynağının, “Doğu Avrupa'daki ABD askeri üslerinden birinde bulunan ‘biyolojik silah araştırma laboratuvarı’ olduğunu, ilk virüs vakasının da bir kadın çalışanda görüldüğünü” iddia etti. İlk vakanın görüldüğü kadının gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğunu ve akıbetinin bilinmediğini söyleyen bilim insanı, bu vakadan sonra Çin Toplum Güvenliği Komitesi’nin 2019 yılında Kovid-19 vakasına rastladıklarını itiraf ettiğini belirtti. Kovid-19 salgının, ABD’de binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan grip vakalarıyla eşzamanlı yayıldığını hatırlatan Çinli araştırmacı, “Tüm bunlar, ‘koronavirüs canavarının’ arkasında Çin’in değil ABD’nin olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Çinli bilim insanı sözlerini şöyle sonlandırdı: “Biz Çin halkı olarak barış ve doğal bir yaşam sürmek istiyoruz. ABD yönetimi, dikkatleri, politik stratejilerinden uzaklaştırmak istiyor. Çin’i suçlayacaklarına vatandaşlarının canını kurtarmaya odaklansınlar.”
ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'daki birçok brifinginde, söz konusu virüse ‘korona’ demekten kaçınarak, ‘Çin virüsü’ demesi de dikkati çekiyor. Bunun gerekçesini de, virüsün Çin’de ortaya çıkmış olmasına bağlıyor. Muhalif medyanın tüm eleştirilerine rağmen Trump ‘Çin virüsü’ tanımlamasında ısrarcı davranıyor. Öte yandan Demokratlar, bu tanımlamanın, Çinlilerin intikam saldırılarına maruz kalmasına neden olabileceğini söylüyor. Nitekim 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısının ardından Araplara yönelik şiddet eylemlerinde artış gözlenmişti.

Komplo teorileri hızla yayılıyor
ABD’li uzmanlar, Çin’in internet üzerinde sıkı kontrol sağladığını hatırlatarak, buna rağmen Çinlilerin internet üzerinden ABD’yi suçlayan komplo teorilerini yaymasını ‘ironi’ olarak değerlendiriyor. Çinlilerin, ‘en iyi savunma, saldırıdır’ sözünü doğrularcasına ‘komplo teorilerini’ yaydıklarına dikkati çekiyor. Son yirmi yılda dünyayı dolduran Çin ürünleri gibi, koronavirüsün de Çin üretimi olabileceğini iddia ediyorlar.
Bazıları da, Çin’in bu virüsü yayarak, bir yılı aşkın süredir devam eden ve kendisine milyarlarca dolara mal olan ABD ‘vergi yaptırımlarına’  karşılık verdiğini ileri sürüyor. Nitekim bu yaptırımların sonuç verdiğini ve Çin’in müzakere masasına oturarak, çoğu tarımsal ürün olmak üzere milyarlarca dolarlık ABD ürünlerini satın almayı kabul ettiğine işaret ediyorlar.
Başka ‘komplo teorileri’ de var, ancak biz burada tüm komplo teorilerini derleme amacı gütmüyoruz. Biz sadece karşılıklı iddialara yer veriyoruz, virüsün doğal yollarla mı ortaya çıktığına, ya da Çin veya ABD tarafından mı üretildiğine okuyucumuzun karar vermesini istiyoruz.

Kovid-19 bir biyolojik savaşın başlangıcı mı?  
Çin dışındaki bilim insanları, SARS (Kovid-2) virüsünü inceleme fırsatı buldular ve laboratuvarda üretilmediğine, ya da kasıtlı olarak sentezlenmediğine kanaat getirdiler. Ancak buna rağmen, söz konusu virüsün kaynağı hala belirsizliğini koruyor. Kovid-2 üzerinde çalışan bilim insanları arasında, virüsün Çin ya da ABD’ye ait olan biyoloji laboratuvarlarından sızmış olabileceği ihtimali de değerlendiriliyor.

Kara Pazartesi ve Çinlilerin satın alma çılgınlığı
Geçtiğimiz Mart ayının 9’unda Pazartesi günü, dünyanın dört bir yanındaki borsalar, finansal piyasalarda büyük düşüşlerin yaşandığı ve ‘Kara Pazartesi’ olarak adlandırılan 2007-2008 mali krizinden bu yana en kötü günlerine tanık oldu. Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD'de de virüsün etkisi hisse senedi piyasasında yoğun bir şekilde hissedildi. Salgının ABD ve küresel ekonomiyi olumsuz etkileyeceğine yönelik endişelerle ABD borsalarında sert hareketler görüldü ve borsa yüzde 7’lik bir düşüşle kapandı. Londra’da ise bu oran yüzde sekiz civarındaydı. Avrupa ve Asya borsaları da günü keskin düşüşlerle tamamladı. Bu arada Suudi Arabistan ve Rusya arasında da petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle gerginlikler yaşandı.
Uzmanlar, ABD hisse senedi endeksleri alım satımın borsanın açıldığı ilk saatlerden itibaren keskin bir şekilde düşüş göstermesi ve alım satımın 15 dakikalığına durdurulması üzerine, o günü piyasa açısından ‘katliam’ olarak nitelediler. Daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde, Dow Jones endeksi yüzde 8,47, S&P 500 endeksi yüzde 8 ve Nasdaq endeksi yüzde 4,42 değer kaybetti. Londra borsalarındaki keskin düşüş ise, büyük İngiliz şirketlerinin değerinden 125 milyar sterlin yok etti. Tarihin en negatif başlangıçlarından birinin yaşadığı bu günde, ABD ve Birleşik Krallıktaki düşüşler, Avrupa piyasalarına da yansıdı. Fransa, Almanya ve İspanyadaki borsa endeksleri günü yüzde 7’lik bir düşüşle kapadı. Dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi Japonya'da Nikkei 225 endeksi, yüzde 5 geriledi.
Bu tarihsel düşüşler yaşanırken, Çin piyasasındaki değer kaybının yüzde 2 civarında seyretmesi, şüphelerin artmasına neden oldu.
Salgının ortaya çıktığı ülkede niçin hisse senedi kayıpları yaşanmadı? Borsalardaki bu keskin düşüşte birçok çokuluslu şirketlerin hisselerinde, özellikle teknoloji devlerinin hisselerinde dikkat çekici el değiştirmeler oldu. Belki de bu süreçte hisse senedi alanların kim olduğunu söylemeye gerek yok; Tabi ki Çinli yatırımcılar.
Yabancı yatırımcıların piyasadan görece çekilmesine rağmen Çin borsalarının en iyi sınavı vermesi şüpheleri daha da derinleştirdi.

Çin'deki faaliyetlerin hızlı toparlanması şüpheleri arttırdı
Harvard Business Review’in anketine göre, salgından sadece altı hafta sonra Çin ekonomisi toparlanma aşamasına girdi. Koronavirüsten sonra küresel karbon emisyonlarının azaldığı bilinirken, bu süreçte yüzde 45’e düşen emisyon oranı, yeniden yüzde 75’lere yükseldi. Yani Çin yeniden yüksek kapasiteli üretime geçti.
Gayrimenkul piyasası ise 2019’a oranla büyük düşüş yaşamasının ardından, yüzde 47 seviyelerine yükseldi. Online perakende satışlar da Ocak ve Şubat aylarında sadece yüzde 3 düştü. Ardından perakende satış trendi yeniden yükselişe geçti ve yüzde 15 civarında büyüme gerçekleşti. Ali Baba e-ticaret sitesi de kayıplarını kısa sürede toparladı.
Çin merkezli e-ticaret şirketi JD.com, şirketin gelirinin bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 10 veya daha fazla artmasını beklediğini açıkladı. Koronavirüs salgının dünya üretim piyasalarını felç ettiği bir süreçte, Çinli şirketlerin ve fabrikaların hızlıca toparlanması, birçok hükümet ve küresel piyasa analisti tarafından şüpheyle karşılandı.

Peki bilim bu teorilere ne cevap veriyor?
Bu tür teorileri destekleyecek bilimsel kanıtlar bulunmamakla birlikte çürütecek verilerin sayısı da her geçen gün artıyor. Virüsün nereden geldiğini ve insanlara nasıl bulaştığını belirlemek için çalışan bilim insanları, SARS-CoV2'nin “aile ağacının” kökenlerini anlamak için genetik analizler yapıyor.
26 Şubat 2020'de New England Tıp Dergisi'nde yayımlanan bir makale buna dair güçlü ipuçları ortaya çıkarmıştı. Araştırmacılar, konuyla ilgili şu ifadelere yer vermişti:
Elbette bilim insanları bu koronavirüsün bir kavanozdan kaçmadığını söylüyor. RNA dizileri yarasalarda sessizce yayılan virüslere çok benziyor. Epidemiyolojik bilgi de Çin’in canlı hayvan pazarlarında satılan ve tanımlamayan hayvan türlerini enfekte eden yarasa kaynaklı bir virüse işaret ediyor.
Yarasalar yakın geçmişte yaşanan ve hayvandan insana bulaşan pek çok hastalığın başlıca sorumlusu kabul ediliyor.
Yeni koronavirüs şüphesinin yanı sıra Ebola, SARS, Marburg, Nipah gibi virüslerin yarasa kaynaklı olduğu düşünülüyor. 18 yıl önce SARS salgının patlak vermesinden bu yana yapılan araştırmalar, yarasalarda SARS’la ilişkili birçok koronavirüs tespit etmişti. Kovid-19 virüsünün de SARS’la aynı aileden geldiği biliniyor.
Yeni koronavirüsün insan kaynaklı olmadığına yönelik bir kanıt da Nature Medicine’de yer alan bir makaleden geldi.
Scripps Araştırma Enstitüsü'nden Kristian G. Andersen, Edinburgh Üniversitesi'nden Andrew Rambaut, Columbia Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu'ndan W. Ian Lipkin, Sydney Üniversitesi'nden Edward C. Holmes ve Tulane Üniversitesi'nden Robert F. Garry’den oluşan araştırma ekibi, virüs yüzeyindeki sivri uçlu proteinleri kodlayan genetik dizileri analiz ettiklerini açıkladı.
Buna göre virüsün reseptörlere tutunmada kullandığı bu sivri uçlu proteinler insan hücrelerindeki belirli reseptörleri hedeflemede o kadar etkili ki mevcut teknolojinin böyle bir yapı oluşturması mümkün görünmüyor.
Araştırmacılar bu yüzden, bu özelliğin ve dolayısıyla virüsün ancak zaman içinde ve doğal yollardan evrimleşebileceği sonucuna varıyor:
Analizlerimiz açıkça, virüsün laboratuvarda üretilmediğini ve bir amaç doğrultusunda oluşturulmadığını gösteriyor.
Tüm bu veriler, virüsün yarasalarda ortaya çıktığı ve başka hayvan konakçılar aracılığıyla insana sıçradığı terosini destekler gibi görünüyor. Ancak bu, virüsün insana sıçrar sıçramaz hasta ettiği anlamına da gelmiyor. Alternatif bir olasılığa göre virüs, hasta edecek şekilde evrilmeden önce atlamış ve insanlar arasında sessizce beklemiş olabilir.
* Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



"Sarhoş bir komünist" az kalsın Thatcher'ı öldürüyormuş

Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)
Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)
TT

"Sarhoş bir komünist" az kalsın Thatcher'ı öldürüyormuş

Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)
Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)

Birleşik Krallık Ulusal Arşivleri'ndeki gizlilik kararı yeni kaldırılan belgeleri inceleyen Daily Mail, 1979-1990'da ülkeyi yöneten Margaret Thatcher'ın atlattığı büyük tehlikeyi dünya kamuoyuna açıkladı.

1989 baharında Afrika turuna çıkan Muhafazakar Partili siyasetçi, o dönem hapiste olan Nelson Mandela'nın serbest bırakılması ve Güney Afrika'daki apartheid rejiminin sonlandırılması için kıtayı dolaşıyordu. 

30 Mart'ta Zimbabve'den Malavi'ye gitmek üzere Mozambik hava sahasından geçen Thatcher'ın bindiği Vickers VC-10'a yerden havaya atılan füzelerin gönderildiği ortaya çıktı. 

Füzelerin hepsinin Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait uçağı ıskalamasıyla birlikte Margaret Thatcher saldırıdan kıl payı kurtulmuş.

Bu olay üzerine, o dönem iktidardaki Marksist-Leninist Mozambik Kurtuluş Cephesi'yle (FRELIMO) Güney Afrika destekli Mozambik Milli Direnişi (RENAMO) arasında iç savaşın sürdüğü ülkenin yöneticilerinden resmi açıklama talep edilmiş. 

Kasım 1989'da Mozambikli yetkililer, sarhoş bir uçaksavar bataryası komutanının füzeleri kazara ateşlediği yanıtını vermiş. 

Birleşik Krallık, RENAMO'ya karşı destekledikleri Mozambik ordusuna 1980'lerde askeri eğitim yardımı vermişti.

Demir Leydi lakaplı siyasetçi, 1984'te kendi ülkesinde İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) tarafından hedef alınmıştı.

Muhafazakar Parti konferansının düzenlendiği Brighton'daki Grand Hotel'i bombalayan ayrılıkçı örgüt, 5 kişinin ölümüne, 31 kişininse yaralanmasına yol açmıştı.

Eski Sinn Fein lideri Gerry Adams, bu saldırı sırasında Margaret Thatcher ölseydi, Birleşik Krallık'ın bazı bölgelerinde "çok az gözyaşı" döküleceğini iddia ederek önceki yıllarda gündem olmuştu.

Independent Türkçe, Telegraph, Daily Mail


İranlı göçmenlerle dolu bir uçak daha ABD'den kalktı

Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)
Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)
TT

İranlı göçmenlerle dolu bir uçak daha ABD'den kalktı

Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)
Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)

Eylül sonunda Tahran'la anlaşarak onlarca İranlıyı sınır dışı eden ABD, bir uçağı daha doldurdu. 

New York Times'ın (NYT) iki İranlı yetkiliye dayandırdığı habere göre, pazar günü Arizona'nın Mesa kentinden havalanan uçakta 50'ye yakın İran yurttaşıyla birlikte Arap ülkelerinin veya Rusya'nın pasaportlarını taşıyıp da sınır dışı edilenler de var.

Ad ve görevlerinin gizlenmesini isteyen yetkililer, kiralanan uçağın Mısır ve Kuveyt'e gideceğini söyledi. 

Ruslar ve Arapların Kahire'de ineceği, İranlılarınsa Kuveyt'te bir başka uçağa binerek ülkelerine döneceği aktarıldı. 

Uçaktaki kişilerin kimlikleri açıklanmadı. ABD'den gönüllü mü zorla mı ayrıldıkları da bilinmiyor. 

Yaklaşık 2 bin İranlının ABD'de kaçak statüsünde olduğu tahmin ediliyor. Geçmişte ABD, sınır dışı ettiği İranlıları ticari uçaklarla ülkelerine gönderiyordu. 

Washington ve Tahran arasında aylardır yürütülen görüşmelerin ardından iki ülke eylülde nadir görülen bir işbirliğine imza atmıştı. 

İran Dışişleri Bakanlığı'nın kendi vatandaşlarının dönüşünü koordine ettiği ve bu kişilerin herhangi bir sorunla karşılaşmayacağı güvencesini verdiği yine NYT tarafından bildirilmişti. 

Ancak uçaktaki 45 kişiden en az 8'i zorla gönderildiğini ve hayatından endişe ettiğini de söylemişti. 

ABD Başkanı Donald Trump, sınır dışı edilen kaçak göçmen sayısında rekor kırmayı planlıyor.

79 yaşındaki Cumhuriyetçi, Demokrat Partili selefi Joe Biden döneminde çok fazla kişinin yasadışı yollarla ABD sınırlarından girdiğini ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğini savunuyor. 

Ancak Trump yönetimi yeni yollar bulsa da bu hedefi gerçekleştirmekte zorlanıyor. 

Kaçak yollarla ABD'ye giden göçmenlerin, yurttaşları olmadıkları ülkelere gönderilmesi de bu yeni yöntemlerden biri. 

Bu hamleler, insan hakları örgütlerinin tepkisini çekiyor. Göçmenlerin gönderildikleri yerlerde zor durumlara düşmesinin önemsenmediği vurgulanıyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Reuters


Hindistan'ın stratejik bağımsızlığı ve Moskova ile Washington arasında denge kurma çabası

Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
TT

Hindistan'ın stratejik bağımsızlığı ve Moskova ile Washington arasında denge kurma çabası

Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)

Samir İlyas

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Hindistan ziyareti, Yeni Delhi'nin çok kutuplu dünyada ‘Önce Hindistan’ çerçevesinde süper güçlerle ilişkilerinde ‘stratejik bağımsızlık’ ilkesini ısrarla sürdürdüğünü bir kez daha gösterdi.

Putin, Ukrayna'daki savaşın başlamasından bu yana Yeni Delhi'ye gerçekleştirdiği bu ilk ziyaretinde sıcak bir şekilde karşılandı. Havaalanında kendisini bekleyen Hindistan Başbakanı Narendra Modi tarafından gayri resmi bir toplantı için konutuna götürüldü. Ertesi gün, iki lider ikili bir toplantı ve her iki ülkenin heyetleriyle başka görüşme gerçekleştirdi. Rus ve Hint iş adamları için bir ekonomi forumuna katıldı.

Ziyaretin sonunda yayınlanan ortak bildiride, atom enerjisi ve silahlanma dahil olmak üzere ekonomi, ticaret ve enerji alanlarında ilişkilerin geliştirilmesine odaklanıldı. İki ülke, Sovyet döneminden beri güçlü olan ikili ilişkilerini güçlendirmek için 29 anlaşma ve iş birliği mutabakatı imzaladı.

Putin ve Modi'nin açıklamalarında ekonomik iş birliği ve ticaretin mümkün olan en kısa sürede 100 milyar dolara çıkarılmasının planlandığı öğrenilirken, savunma ve güvenlik konuları da müzakere masasındaydı. Ziyaret öncesinde ve sırasında bazı önemli anlaşmaların imzalandığı duyuruldu. Putin, ülkesinin güvenilir bir enerji kaynağı olduğunu ve Hindistan'ın tüm ihtiyaçlarını karşılamaya devam edeceğini vurguladı. Hindistan'ın Rusya'ya ihracatını artırmayı ve ticaretteki dengesizliği azaltmayı istediklerine işaret eden Modi, ülkesinin dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden biri olduğunu belirtirken, ülkesinin diğer birçok sektördeki ilerlemesini övdü.

Trump, Hindistan'ı Rusya'dan petrol satın aldığı için cezalandırmak amacıyla gümrük vergilerini yüzde 50'ye çıkardı ve Yeni Delhi'ye daha fazla Amerikan silahı satın alması için baskı yaptı.

Bu ziyaret, Rusya’nın Batı’nın izolasyon iddialarını çürütmesine olanak sağlarken, Hindistan'a da ABD ile devam eden ticaret anlaşması müzakerelerinde ilave bir koz verdi.

Öte yandan Putin'in Hindistan’da sıcak bir şekilde karşılanması ve tüm alanlarda Rusya ile daha derin bir iş birliği yapılacağına dair yapılan açıklamalar, Hindistan'ın dünya güçleriyle ilişkilerinde ‘stratejik bağımsızlık’ ilkesini sürdüreceği yönünde Donald Trump yönetimine güçlü bir mesaj gönderdi. Ziyaretin sonuçları, Yeni Delhi’den Trump yönetimine yeni bir meydan okumayı temsil ediyordu. Bu durum, daha önce Rusya-Hindistan askeri iş birliği ve Rusya'nın Hindistan'a petrol ihracatının artmasından duyduğu memnuniyetsizliği açıkça gösteren Trump yönetimi ile Yeni Delhi arasındaki gerilimi tırmandırabilir.

Geçen mayıs ayında Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan kısa süreli savaşın ardından Trump yönetimi ile Yeni Delhi arasındaki ilişkilerin tarihinin en düşük noktasına ulaştı. Bununla birlikte Washington İslamabad ile yakınlaştı ve Trump, Hindistan'ın Rusya'dan petrol almasını cezalandırmak için Hindistan'a uygulanan gümrük vergilerini yüzde 50'ye çıkararak, Yeni Delhi'ye daha fazla ABD silahı satın alması için baskı yaptı. Washington, Hindistan'ı Rus petrolü alımlarını artırarak Rusya’nın Ukrayna'ya karşı savaşını desteklemekle suçluyor.

Ancak Hindistan, Ukrayna'daki savaşa karşı temkinli bir tutum sergileyerek, müzakere yoluyla savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulunurken, Moskova'yı kınamayı reddediyor ve onunla ilişkilerini güçlendirmeye istekli davranıyor. Hatta Hindistan, Birleşmiş Milletler'de (BM) savaşı kınayan kararların oylamasında çekimser kaldı.

frg
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Delhi'deki resmi karşılama töreninde Hindistan Cumhurbaşkanı Droupadi Murmu ile Başbakan Narendra Modi arasında, 5 Aralık 2025 (Sputnik/Reuters)

Rusya, ucuz ham petrol fiyatlarından yararlanan Hindistan ile petrol ticaretini sürdüreceğini düşünürken, Hindistan ucuz ham petrol ihtiyacını ABD'nin gümrük vergileri ve yaptırımlarından kaçınma çabasıyla dengelemek zorunda kalıyor.

Hindistan, tarihsel olarak Rus petrolünün önemli bir ithalatçısı olmamıştır ve Rusya'nın Ukrayna'daki savaşından önce Rus petrol ihracatındaki payı %2,5'i geçmemiştir. 2022'de savaşın başlamasının ardından Hindistan, Rusya’dan deniz yoluyla taşınan petrolün en büyük alıcısı haline geldi.

Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi'nin (CREA) 13 Aralık tarihli raporuna göre geçtiğimiz ay Rusya'nın petrol ihracatında Çin yüzde 47 ile ilk sırada yer alırken, onu yüzde 38 ile Hindistan izledi. Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) ise yüzde 6 ile üçüncü sırayı paylaştı.

İki ülkenin enerji ve silah alanlarının ötesinde iş birliğini artırmak için bu ziyareti kullanma isteğinin bir göstergesi olarak, Modi ve Putin geçtiğimiz cuma günü özel şirketleri çekmek için bir iş forumuna katıldı. Putin ve Modi, ikili ticaretin hacmini yıllık 68 milyar dolardan 2030 yılına kadar 100 milyar dolara çıkarmayı ve yerel para birimleriyle ödeme sistemlerini iyileştirmeyi hedeflediklerini açıkladılar. Putin, iki ülke arasındaki ikili ticaretin yüzde 96’sının yerel para birimleriyle yapıldığını belirtti.

Yerel para birimleriyle ticaret hacminin artırılması, Moskova'ya Hindistan şirketlerine petrol satışlarından elde ettiği gelirle Hindistan rupisi cinsinden Hindistan ürünleri satın alma fırsatı veriyor. Rusya'nın en büyük ikinci bankası VTB, ziyaretin yan etkinliği olarak Yeni Delhi'de bir şube açtı ve Ruslar, banka şubesinin açılmasının SWIFT sistemine alternatif transfer sistemleri aracılığıyla iki ülke arasındaki ikili ticareti ve şirketler arasındaki hesapları artırmaya katkıda bulunacağını umuyor.

Savaşın başlamasından bu yana ticarette istikrarlı bir büyüme olmasına rağmen, ticaret dengesi büyük ölçüde Rusya'nın lehine. Geçen yılın mali tablosuna göre Rusya Hindistan'a yaklaşık 60,8 milyar dolarlık ürün ihraç ederken, Hindistan'dan 4,2 milyar dolarlık ilaç, pirinç, çay ve diğer malları ithal etti.

Moskova'nın Hindistan'a gerekli silahları tedarik etmeye açık olmasına rağmen, yeni anlaşmaların tamamlanması gecikebilir. İki ülke arasındaki ikili ticaret, 2020'de sadece 8,1 milyar ABD doları iken, bu yılın mart ayı sonlarında 68 milyar ABD dolarına yükseldi. Bu keskin artış, Hindistan'ın indirimli Rus petrolü alımlarındaki yükselişten kaynaklanıyor.

Bu durum, dengeleri önemli ölçüde Rusya'nın lehine çevirdi. Bu durumu düzeltmeye çalışan Modi, ABD’nin gümrük vergilerinden etkilenen Hint ihracatçıların, Rusya pazarına erişimini artırmak amacıyla Hindistan’ın deniz ürünleri ve gıda ürünlerinin yanı sıra teknoloji, giyim ve diğer malların ihracatını artırmayı umuyor. Hindistan’ın umutlarına rağmen, Rusya pazarına erişim kolay olmayacak. Yerli ürünler ve Çin malları rekabetçi fiyatlarla piyasada yaygın olarak bulunuyor ve Hint ihracatçılar için pazarlanabilir ürünlerin listesi oldukça daralıyor.

Savunma

Silah alımı, geçtiğimiz yüzyıldan bu yana iki ülke arasındaki geleneksel iş birliğinin en önemli alanlarından biri olsa da son yıllarda bu alanda bir düşüş görülüyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) raporuna göre Rusya'nın Hindistan'ın savunma alımlarındaki payı, 2010 ile 2015 yılları arasında zirveye ulaşarak savunma alım portföyünün yüzde 72'sini oluşturduktan sonra düşmeye devam etti. SIPRI’ye göre Hindistan'ın Rusya'dan silah ithalatı 2020 ile 2024 yılları arasında toplam alımların yüzde 36'sına geriledi.

Hindistan, silahlanma konusunda ABD, Fransa ve İsrail'e olan bağımlılığını artırdı ve son yıllarda Rusya ile önemli bir silah anlaşması imzalamadı.

Bu düşüş, büyük ölçüde Hindistan'ın savunma portföyünü çeşitlendirme ve yerel üretimi teşvik etme çabasının bir sonucu olsa da Hindistan savunması büyük ölçüde Rus yapımı S-400 savunma sistemlerine bağımlı. Hindistan Hava Kuvvetleri'nin birçok filosu MiG-29 ve Suhoy Su-30 uçaklarını kullanıyor. Hindistan'ın, güncellenmiş S-500 savunma sistemleri ve beşinci nesil Su-57 savaş uçağı satın almakla ilgilendiği bildiriliyor. Geçtiğimiz bahar Pakistan ile yaşanan kısa süreli çatışmadan alınan dersler, Hindistan'ı Rusya ile askeri iş birliğini artırmaya itmiş olabilir.

Moskova, Hindistan'a ihtiyaç duyduğu silahları tedarik etmeye açık olsa da yeni anlaşmaların tamamlanması gecikebilir. Rusya, Batı'nın yaptırımları ve Ukrayna’daki savaş nedeniyle hava savunma sistemleri ve uçakların üretimi için gerekli olan önemli bileşenlerde sıkıntı yaşıyor. Raporlara göre bazı S-400 savunma sistemi birimlerinin teslimatı için verilen son tarih 2026'ya ertelendi.

2022 yılında 300 bin yedek askerin kısmi seferberliği, askere alınmaktan korkan gençlerin kitlesel göçüne yol açtı ve bu da krizi daha da şiddetlendirdi.

İki ülke, havacılık ve hava savunma alanındaki iş birliğinin yanında denizcilik alanında da iş birliğini geliştirmeye çalışıyor. Bloomberg, geçtiğimiz perşembe günü bilgili kaynaklardan aktardığı haberde, Hindistan'ın Rusya’dan nükleer enerjili bir denizaltıyı kiralamak için 2 milyar dolar ödemeyi kabul ettiğini ve Hindistan'ın denizaltıyı 2028 yılında teslim alacağını bildirdi. Bloomberg'in bilgili olarak nitelendirdiği kaynaklar, Rusya'dan saldırı denizaltısını kiralamak için yapılan görüşmelerin fiyat müzakereleri nedeniyle yıllardır durma noktasına geldiğini söyledi. Hindistan hükümeti daha sonra sözleşmenin 2019 mayısında imzalandığını, ancak teslimatın ertelendiğini ve geminin artık 2028'de teslim edilmesinin planlandığını açıkladı. Bloomberg’in kaynaklarına göre Rusya, Rus saldırı denizaltısının savaşta kullanılmamasını şart koştu.

sdfg
Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Delhi'deki görüşmeleri öncesinde kameralara poz verirken, 5 Aralık 2025 (Sputnik/Reuters)

Rusya ve Hindistan arasındaki askeri iş birliğinin artmasına ABD ile Avrupa'nın tepkisinin yanı sıra, Hindistan'a gelişmiş silahlar sağlanması Çin'i kışkırtıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Rusya ve Hindistan'ın belirli türdeki gelişmiş silahları ortaklaşa geliştirmesi halinde, Rusya-Çin ilişkileri zarar görebilir.

Hindistan’ın işgücü

İki lider, yasadışı göçle mücadele etmek ve her iki ülkenin vatandaşları için diğer ülkede istihdam fırsatlarını teşvik etmek amacıyla bir anlaşma imzaladı.

Modi, ziyaretin sonunda yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Hindistan, sanayi ve diğer alanlarda yüksek vasıflı insan kaynağı ihraç etme potansiyeline sahip. Rusya’daki demografik önceliklerden bahsederken, vatandaşlarımızın Rusça öğrenmesine izin verebilir ve her iki ülkenin refahına katkıda bulunabiliriz.”

Anlaşmanın öncelikle daha fazla Hint işçiyi Rusya'ya çekmeyi amaçladığı açık. Anlaşma çerçevesinde bazı Rus şirketleri, 2024 ilkbaharında Moskova'daki Crocus City Hall'da meydana gelen terör saldırısı ve ardından çoğunluğu Müslüman ülkelerin vatandaşlarına yönelik uygulanan baskılar nedeniyle, Orta Asya'dan gelen işgücündeki azalmayı telafi etmek için belirli alanlarda Hint işçiler ve iş profesyonellerini istihdam etmeye başladı.

Rusya’nın Hint işçilere kapılarını açması, ciddi bir işgücü eksikliğinden kaynaklanıyor. 2022 yılında 300 bin yedek askerin kısmi seferberliği, askere alınmaktan korkan gençlerin kitlesel göçüne yol açtı ve bu da krizi daha da şiddetlendirdi. Rusya Çalışma Bakanlığı'nın tahminlerine göre ülkenin 2030 yılına kadar 3,1 milyon işçi açığı ile karşı karşıya kalması bekleniyor.

Rus şirketleri teknik eğitimli işçiler arıyor. Orta Asya vatandaşlarının aksine, Hintler tek bir bölgedeki tek bir işverenle sözleşme yaparlar ve daha yüksek ücretler için sık sık iş değiştirme özgürlüğüne sahip olmazlar.

Hindistan iş gücünün artması, Rusya'dan Hindistan'a para transferleri için yeni bir kanal açarak, yurt içi işsizlik baskısını hafifleterek ve Hindistan'ın Rusya’nın Uzak Doğu ve Arktik bölgelerindeki projelere katılımını genişleterek, ikili ticaret dengesizliğini düzeltmeye yardımcı olabilir.

Rus ve Hint yetkililerin açıklamalarında, ABD'nin Hindistan'a, özellikle enerji ve savunma sektörlerinde Rusya ile iş birliğini azaltması için yaptığı baskıdan bahsetmemeleri dikkati çekti.

Ancak ziyaretin sonuçları, Modi'nin ülkesinin Rusya ve ABD ile ilişkilerini dengeleme çabalarını baltalayabilir. Hindistan, Rusya’nın petrol fiyatlarındaki büyük indirimlerden yararlanırken, Rusya Hindistan'a yeni bir pazar sağlıyor ve Pakistan ile kısa süreli çatışmanın ardından savunmasını güçlendirmesine yardımcı oluyor. Yeni Delhi, Moskova ile ‘özel ve ayrıcalıklı stratejik ortaklığını’ sürdürmeye çalışıyor.

Bunun yanında ABD ile gergin olan ilişkileri düzeltmek, bir ticaret anlaşması imzalamak ve mallarına uygulanan yüzde 50'lik yüksek gümrük vergilerinden muafiyet elde etmek için çalışıyor. Hindistan ayrıca Çin'e baskı uygulamak isteyen ABD'nin politikalarına da uyum sağlıyor.

Putin'in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ve oluşan olumlu atmosfere rağmen, pratik sonuçlar büyük ölçüde Trump yönetiminin tepkisinin niteliğine bağlı olmaya devam ediyor.

Putin'in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ve oluşan olumlu atmosfere rağmen, pratik sonuçlar büyük ölçüde Trump yönetiminin tepkisinin niteliğine bağlı olmaya devam ediyor. Beyaz Saray'ın Hindistan ile ticaret müzakerelerinde sergilediği katı tutum ve Hindistan-Rusya yakınlaşmasının hızını frenlemek için verdiği tavizler, Modi'yi pragmatik yaklaşımla çözülemeyecek zor bir duruma sokabilir. Zira bu durumda ikisi arasında yapılacak olan seçim karmaşık jeopolitik ve ekonomik hesaplamalara tabi olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.