ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor

ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor
TT

ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor

ABD ve Çin arasında ‘biyolojik komplo’ savaşı sürüyor

Kifaye O'Leary
Çin ilk biyolojik silahını mı denedi? Çinli bilim insanı, ABD’yi Doğu Avrupa’daki laboratuvarlarında virüsü üretmekle suçladı.
Yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) Çin’de ortaya çıkıp küresel bir salgına, bir pandemiye dönüşmesinin ardından, Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi, söz konusu virüsün ABD tarafından biyolojik laboratuvarda üretilerek Çin’de yayıldığını iddia etti.
Çin Komünist Partisi liderleri, salgının, Ekim ayında Vuhan şehrindeki olimpiyat oyunlarına katılan ABD’li askerler tarafından Çin’e getirildiğini, daha sonra ülke geneline yayıldığını öne sürüyor. Çinliler ABD’yi virüsün ardında olmakla suçlarken, Independent Arabia’ya açıklamada bulunan Çinli bir bilim insanı, virüsün kaynağının, Doğu Avrupa'daki ABD askeri üslerinden birinde bulunan biyolojik araştırma laboratuvarı olduğunu ve bir kadın tarafından dünyaya yayıldığını iddia etti.
Karşılıklı ‘komplo teorilerini’ destekleyen bilimsel kanıtlar olmamasına rağmen, ortaya atılan iddiaların gerçekliğine, okuyucularımızın karar vermesi için değinmekle yetineceğiz.
Kesin olan bir şey varsa, o da; Kovid-19’un tüm dünyaya ‘diz çöktürdüğü’, Dünya ekonomisini ‘felç ettiği’, Dünya genelinde işsizliği ve yoksulluğu arttırdığıdır. Bu salgının etkilerinin yıllar boyunca hissedileceği, hayatın olağan akışına dönmesi ve piyasaların toparlanmasının uzun bir süre alacağı da bir gerçektir.

ABD: Çin’in biyolojik silahı
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin'in hızla salgının üstesinden gelmesi ve salgının ortaya çıktığı Vuhan şehrinde dahi hayatın normale dönmesine şüpheyle yaklaşmakta. Koronavirüs salgınına neden olan virüsün nasıl ortaya çıktığı ve insan ürünü olup olmadığı dünyada yaygın bir şekilde tartışılmakta. Bazıları Çin’in salgınla bu kadar hızlı baş etmesini, gizli bir aşının varlığıyla bağdaştırmakta. Çin’in virüsü üretmiş olabileceği ve daha sonra sınırlı şekilde yayılmasını sağlayıp sonlandırdığı iddia edilmekte.
Öte yandan ABD, koronavirüs vakalarında ilk sıraya yerleşti, bu makalenin yazıldığı saatlerde, ABD’de virüs dolayısıyla 5112 kişi hayatını kaybetmiş ve 215 bin 344 kişide virüs tespit edilmiş durumdaydı. Salgın ABD’nin hemen hemen her eyaletinde görülmüştü. Bunun üzerine ABD Başkanı Donald Trump, salgının ekonomik sonuçlarıyla yüzleşmek için, 2 trilyon dolar değerinde, ülke tarihindeki en büyük yardım paketini onaylamak zorunda kaldı. Bu arada işsizlik ödeneğine başvuran Amerikalıların sayısı, geçen Salı günü rekor kırarak 3.3 milyon kişiye ulaştı.  

Komplo teorisi
Çin tarafı, ABD’yi sorumlu tutan ‘komplo teorisini’ resmi makamlarca dillendirdi. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sözcüsü Cao Licien, Amerikalı yetkilileri, virüs hakkındaki bilgilerini Çin ile paylaşmayarak, virüsün küresel bir salgına dönüşmesine neden olmakla suçladı. Licien’in suçlamalarını, ülkesinin büyük bölümünde yasaklı olan Twitter üzerinden yapması dikkati çekti. Licien bir dizi ‘twit’ atarak, agresif diplomatik bir saldırı gerçekleştirdi. Öte yandan bazı gözlemciler, Çin Dışişleri’nin açıklamalarının, özellikle salgının ilk haftalarındaki ihmalin üstünü örtme, kafa karışıklığına neden olma ve hedef saptırma amacı taşıdığını iddia ettiler.

Çin’in gizli biyolojik araştırmaları
Çin dışındaki bilim insanları, SARS (Kovid-2) virüsünü inceleme fırsatı buldular ve laboratuvarda üretilmediğine, ya da kasıtlı olarak sentezlenmediği sonucuna ulaştılar. Ancak buna rağmen, söz konusu virüsün kaynağı hala belirsizliğini koruyor. Kovid-2 üzerinde çalışan bilim insanları arasında, virüsün Çin ya da ABD’ye ait olan biyoloji laboratuvarlarından sızmış olabileceği ihtimali de değerlendiriliyor. Biyolojik savaş uzmanlarına göre, muhtemelen yırtıcı hayvanlardan kaynaklanan ölümcül virüs salgını dünyada büyümeye devam ediyor. Söz konusu virüsün, Çin’in Vuhan şehrinde yer alan gizli ‘biyolojik silah’ programına bağlı olarak sızmış olabileceği iddia ediliyor. Çin hükümeti ise, herhangi bir biyolojik saldırı silahına sahip olduğunu reddediyor. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığının geçen yıl yayınladığı bir raporda, Çin’in biyolojik savaş hazırlığında olabileceğine dair şüphelerin bulunduğu yer almıştı.
Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi Müdürü Gao Fu, koronavirüs salgının patlak verdiği ilk günlerde, basına yaptığı açıklamada, ilk göstergelerin, virüsün, Wuhan Deniz Ürünleri pazarında satılan yırtıcı hayvanlardan bulaşmış olduğuna işaret ettiğini söylemişti.
Washington Times'a açıklamada bulunan ABD’li bir yetkili, "Çin’in internet üzerinden yaydığı yalanlardan biri de, ABD’nin koronavirüs salgınını, bakteriyolojik bir silah kullanarak başlattığı yönündedir. Bu uğursuz iddiaların gerçeklikle bağı yoktur” demişti. Gazete haberin devamında, Çin’in bu iddiaları, Vuhan’daki bir laboratuvardan sızmış olabileceği’ teorilerini gölgede bırakmak için, karşıt propaganda çevresinde yaymış olabileceğine değindi.

Çin Komünist Partisi salgını kontrol altına aldığını ilan etti
Yeni tip koronavirüsü Kovid-19’un ortaya çıkmasından sekiz hafta sonra Çin, salgını kontrol altına aldığını ve artık sınırlı sayıda vaka tespit ettiklerini ilan etti. Çin hükümeti Vuhan şehri üzerindeki karantinayı kaldırdı ve içinde yaşlıların ve çocukların da bulunduğu şehir ahalisinin gezintilerini gösteren video kayıtları yayınladı. Hatta Çin makamları, bazı yabancı medya mensuplarının da şehre girmesine ve serbestçe dolaşmasına izin verdi. O sırada İtalya ölümcül salgının kurbanlarını gömmeye devam ediyordu. Bu makalenin yayınlandığı saatlerde, İtalya’da salgın dolayısıyla 15 bin 362 kişi hayatını kaybetti, 124 bin 632 kişi ise virüse yakalanmıştı. İtalya’da salgın dolayısıyla ölüm oranları hala çok yüksek seviyelerde.
Komşu İspanya'da ise, salgın, 12 bin 418 kişinin canını aldı ve en az 130 bin kişiye bulaştı. Salgın, ABD, Fransa, İran, Almanya ve Güney Kore’de ‘vahşice büyümeye’ devam ediyor. Bu arada Latin Amerika ve Afrika ülkeleri de salgından nasibini almış durumda. Tüm bu gelişmeler, dünya genelinde Çin’e karşı ‘şüpheci bir yaklaşımın’ artmasına neden oldu. Dünya halkları sorgulamaya başladı, Çin bu kalabalık nüfusuna rağmen sekiz haftada salgınla baş ederken, niçin kendi hükümetleri aynı sürede, salgını yavaşlatmakta başarısız oldular?
Bazıları bunun nedeninin, Çin’in aceleci davranıp salgını önlediğini iddia edebilir, ancak bu iddialar gerçeklikle bağdaşmayacaktır. Nitekim Çin, salgının ortaya çıkışını duyurmakta geç davranmış, üzerini örtmeye çalışmıştır. Dolayısıyla salgına ‘hızlı müdahale’ teorisinin gerçek olması uzak bir ihtimal.

Virüs bulaşan ilk kadının gizemli kayboluşu
Çin Komünist Partisi ile yakın bağları olan ve koronavirüs aşı çalışmalarında yer alan önemli bir bilim insanına telefonla ulaştık. Adının gizlenmesini isteyen bilim insanı, yeni tip koronavirüsün Çin üretimi olduğunu şiddetle reddetti ve Çinlilerin genelinin, ABD’nin salgının arkasında olduğuna inandığını söyledi. ABD yönetiminin açıklamalarını ‘yalan’ olarak niteleyen Çinli bilim adamı, “ABD halkı bile, virüsün ABD tarafından üretildiğini biliyor” dedi. Virüsün kaynağının, “Doğu Avrupa'daki ABD askeri üslerinden birinde bulunan ‘biyolojik silah araştırma laboratuvarı’ olduğunu, ilk virüs vakasının da bir kadın çalışanda görüldüğünü” iddia etti. İlk vakanın görüldüğü kadının gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğunu ve akıbetinin bilinmediğini söyleyen bilim insanı, bu vakadan sonra Çin Toplum Güvenliği Komitesi’nin 2019 yılında Kovid-19 vakasına rastladıklarını itiraf ettiğini belirtti. Kovid-19 salgının, ABD’de binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan grip vakalarıyla eşzamanlı yayıldığını hatırlatan Çinli araştırmacı, “Tüm bunlar, ‘koronavirüs canavarının’ arkasında Çin’in değil ABD’nin olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Çinli bilim insanı sözlerini şöyle sonlandırdı: “Biz Çin halkı olarak barış ve doğal bir yaşam sürmek istiyoruz. ABD yönetimi, dikkatleri, politik stratejilerinden uzaklaştırmak istiyor. Çin’i suçlayacaklarına vatandaşlarının canını kurtarmaya odaklansınlar.”
ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'daki birçok brifinginde, söz konusu virüse ‘korona’ demekten kaçınarak, ‘Çin virüsü’ demesi de dikkati çekiyor. Bunun gerekçesini de, virüsün Çin’de ortaya çıkmış olmasına bağlıyor. Muhalif medyanın tüm eleştirilerine rağmen Trump ‘Çin virüsü’ tanımlamasında ısrarcı davranıyor. Öte yandan Demokratlar, bu tanımlamanın, Çinlilerin intikam saldırılarına maruz kalmasına neden olabileceğini söylüyor. Nitekim 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısının ardından Araplara yönelik şiddet eylemlerinde artış gözlenmişti.

Komplo teorileri hızla yayılıyor
ABD’li uzmanlar, Çin’in internet üzerinde sıkı kontrol sağladığını hatırlatarak, buna rağmen Çinlilerin internet üzerinden ABD’yi suçlayan komplo teorilerini yaymasını ‘ironi’ olarak değerlendiriyor. Çinlilerin, ‘en iyi savunma, saldırıdır’ sözünü doğrularcasına ‘komplo teorilerini’ yaydıklarına dikkati çekiyor. Son yirmi yılda dünyayı dolduran Çin ürünleri gibi, koronavirüsün de Çin üretimi olabileceğini iddia ediyorlar.
Bazıları da, Çin’in bu virüsü yayarak, bir yılı aşkın süredir devam eden ve kendisine milyarlarca dolara mal olan ABD ‘vergi yaptırımlarına’  karşılık verdiğini ileri sürüyor. Nitekim bu yaptırımların sonuç verdiğini ve Çin’in müzakere masasına oturarak, çoğu tarımsal ürün olmak üzere milyarlarca dolarlık ABD ürünlerini satın almayı kabul ettiğine işaret ediyorlar.
Başka ‘komplo teorileri’ de var, ancak biz burada tüm komplo teorilerini derleme amacı gütmüyoruz. Biz sadece karşılıklı iddialara yer veriyoruz, virüsün doğal yollarla mı ortaya çıktığına, ya da Çin veya ABD tarafından mı üretildiğine okuyucumuzun karar vermesini istiyoruz.

Kovid-19 bir biyolojik savaşın başlangıcı mı?  
Çin dışındaki bilim insanları, SARS (Kovid-2) virüsünü inceleme fırsatı buldular ve laboratuvarda üretilmediğine, ya da kasıtlı olarak sentezlenmediğine kanaat getirdiler. Ancak buna rağmen, söz konusu virüsün kaynağı hala belirsizliğini koruyor. Kovid-2 üzerinde çalışan bilim insanları arasında, virüsün Çin ya da ABD’ye ait olan biyoloji laboratuvarlarından sızmış olabileceği ihtimali de değerlendiriliyor.

Kara Pazartesi ve Çinlilerin satın alma çılgınlığı
Geçtiğimiz Mart ayının 9’unda Pazartesi günü, dünyanın dört bir yanındaki borsalar, finansal piyasalarda büyük düşüşlerin yaşandığı ve ‘Kara Pazartesi’ olarak adlandırılan 2007-2008 mali krizinden bu yana en kötü günlerine tanık oldu. Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD'de de virüsün etkisi hisse senedi piyasasında yoğun bir şekilde hissedildi. Salgının ABD ve küresel ekonomiyi olumsuz etkileyeceğine yönelik endişelerle ABD borsalarında sert hareketler görüldü ve borsa yüzde 7’lik bir düşüşle kapandı. Londra’da ise bu oran yüzde sekiz civarındaydı. Avrupa ve Asya borsaları da günü keskin düşüşlerle tamamladı. Bu arada Suudi Arabistan ve Rusya arasında da petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle gerginlikler yaşandı.
Uzmanlar, ABD hisse senedi endeksleri alım satımın borsanın açıldığı ilk saatlerden itibaren keskin bir şekilde düşüş göstermesi ve alım satımın 15 dakikalığına durdurulması üzerine, o günü piyasa açısından ‘katliam’ olarak nitelediler. Daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde, Dow Jones endeksi yüzde 8,47, S&P 500 endeksi yüzde 8 ve Nasdaq endeksi yüzde 4,42 değer kaybetti. Londra borsalarındaki keskin düşüş ise, büyük İngiliz şirketlerinin değerinden 125 milyar sterlin yok etti. Tarihin en negatif başlangıçlarından birinin yaşadığı bu günde, ABD ve Birleşik Krallıktaki düşüşler, Avrupa piyasalarına da yansıdı. Fransa, Almanya ve İspanyadaki borsa endeksleri günü yüzde 7’lik bir düşüşle kapadı. Dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi Japonya'da Nikkei 225 endeksi, yüzde 5 geriledi.
Bu tarihsel düşüşler yaşanırken, Çin piyasasındaki değer kaybının yüzde 2 civarında seyretmesi, şüphelerin artmasına neden oldu.
Salgının ortaya çıktığı ülkede niçin hisse senedi kayıpları yaşanmadı? Borsalardaki bu keskin düşüşte birçok çokuluslu şirketlerin hisselerinde, özellikle teknoloji devlerinin hisselerinde dikkat çekici el değiştirmeler oldu. Belki de bu süreçte hisse senedi alanların kim olduğunu söylemeye gerek yok; Tabi ki Çinli yatırımcılar.
Yabancı yatırımcıların piyasadan görece çekilmesine rağmen Çin borsalarının en iyi sınavı vermesi şüpheleri daha da derinleştirdi.

Çin'deki faaliyetlerin hızlı toparlanması şüpheleri arttırdı
Harvard Business Review’in anketine göre, salgından sadece altı hafta sonra Çin ekonomisi toparlanma aşamasına girdi. Koronavirüsten sonra küresel karbon emisyonlarının azaldığı bilinirken, bu süreçte yüzde 45’e düşen emisyon oranı, yeniden yüzde 75’lere yükseldi. Yani Çin yeniden yüksek kapasiteli üretime geçti.
Gayrimenkul piyasası ise 2019’a oranla büyük düşüş yaşamasının ardından, yüzde 47 seviyelerine yükseldi. Online perakende satışlar da Ocak ve Şubat aylarında sadece yüzde 3 düştü. Ardından perakende satış trendi yeniden yükselişe geçti ve yüzde 15 civarında büyüme gerçekleşti. Ali Baba e-ticaret sitesi de kayıplarını kısa sürede toparladı.
Çin merkezli e-ticaret şirketi JD.com, şirketin gelirinin bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 10 veya daha fazla artmasını beklediğini açıkladı. Koronavirüs salgının dünya üretim piyasalarını felç ettiği bir süreçte, Çinli şirketlerin ve fabrikaların hızlıca toparlanması, birçok hükümet ve küresel piyasa analisti tarafından şüpheyle karşılandı.

Peki bilim bu teorilere ne cevap veriyor?
Bu tür teorileri destekleyecek bilimsel kanıtlar bulunmamakla birlikte çürütecek verilerin sayısı da her geçen gün artıyor. Virüsün nereden geldiğini ve insanlara nasıl bulaştığını belirlemek için çalışan bilim insanları, SARS-CoV2'nin “aile ağacının” kökenlerini anlamak için genetik analizler yapıyor.
26 Şubat 2020'de New England Tıp Dergisi'nde yayımlanan bir makale buna dair güçlü ipuçları ortaya çıkarmıştı. Araştırmacılar, konuyla ilgili şu ifadelere yer vermişti:
Elbette bilim insanları bu koronavirüsün bir kavanozdan kaçmadığını söylüyor. RNA dizileri yarasalarda sessizce yayılan virüslere çok benziyor. Epidemiyolojik bilgi de Çin’in canlı hayvan pazarlarında satılan ve tanımlamayan hayvan türlerini enfekte eden yarasa kaynaklı bir virüse işaret ediyor.
Yarasalar yakın geçmişte yaşanan ve hayvandan insana bulaşan pek çok hastalığın başlıca sorumlusu kabul ediliyor.
Yeni koronavirüs şüphesinin yanı sıra Ebola, SARS, Marburg, Nipah gibi virüslerin yarasa kaynaklı olduğu düşünülüyor. 18 yıl önce SARS salgının patlak vermesinden bu yana yapılan araştırmalar, yarasalarda SARS’la ilişkili birçok koronavirüs tespit etmişti. Kovid-19 virüsünün de SARS’la aynı aileden geldiği biliniyor.
Yeni koronavirüsün insan kaynaklı olmadığına yönelik bir kanıt da Nature Medicine’de yer alan bir makaleden geldi.
Scripps Araştırma Enstitüsü'nden Kristian G. Andersen, Edinburgh Üniversitesi'nden Andrew Rambaut, Columbia Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu'ndan W. Ian Lipkin, Sydney Üniversitesi'nden Edward C. Holmes ve Tulane Üniversitesi'nden Robert F. Garry’den oluşan araştırma ekibi, virüs yüzeyindeki sivri uçlu proteinleri kodlayan genetik dizileri analiz ettiklerini açıkladı.
Buna göre virüsün reseptörlere tutunmada kullandığı bu sivri uçlu proteinler insan hücrelerindeki belirli reseptörleri hedeflemede o kadar etkili ki mevcut teknolojinin böyle bir yapı oluşturması mümkün görünmüyor.
Araştırmacılar bu yüzden, bu özelliğin ve dolayısıyla virüsün ancak zaman içinde ve doğal yollardan evrimleşebileceği sonucuna varıyor:
Analizlerimiz açıkça, virüsün laboratuvarda üretilmediğini ve bir amaç doğrultusunda oluşturulmadığını gösteriyor.
Tüm bu veriler, virüsün yarasalarda ortaya çıktığı ve başka hayvan konakçılar aracılığıyla insana sıçradığı terosini destekler gibi görünüyor. Ancak bu, virüsün insana sıçrar sıçramaz hasta ettiği anlamına da gelmiyor. Alternatif bir olasılığa göre virüs, hasta edecek şekilde evrilmeden önce atlamış ve insanlar arasında sessizce beklemiş olabilir.
* Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



Yeni ankette Amerikalıların en büyük endişesi ortaya çıktı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Yeni ankette Amerikalıların en büyük endişesi ortaya çıktı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

ABD Başkanı Donald Trump'ın defalarca "hiç bu kadar iyi durumda olmamıştık" diye ısrar etmesine rağmen, yeni bir ankete göre Amerikalıların en büyük endişesi hâlâ hayat pahalılığı.

SSRS'ın CNN için yaptığı son ankette, katılımcılardan, hayatı daha iyi hale getirmek için şansları olsaydı başkana odaklanmasını isteyecekleri tek bir konu seçmeleri istendiğinde, yüzde 32'si ekonomi veya hayat pahalılığına dair endişelerini dile getirdi.

CNN'in haberine göre bu oran Cumhuriyetçi seçmenler ve Cumhuriyetçi eğilimli bağımsızlar arasında yaklaşık yüzde 40'a yükseldi.

Karşılaştırma yapmak gerekirse, tüm katılımcıların sadece yüzde 5'i göç ve sınır güvenliğini, yüzde 1'i ise suç ve kamu güvenliğini seçti.

Bu anket, yaygın olarak takip edilen bir ölçüye göre ABD ekonomisine olan tüketici güveninin aralık ayında 5. ay üst üste düşmesinin ardından geldi.

Trump, konuşmalarında ve Truth Social paylaşımlarında, zaten bir "altın çağ" yaşadıklarını ve Amerika'nın "ülke olarak şimdiye kadarki en iyi noktada" bulunduğunu şiddetle savunuyor.

Geçen ay "Ekonomi alanındaki harika çalışmalarım henüz tam olarak takdir edilmese de takdir edilecektir!" diye ilan etmiş, aralıkta ise "Alım gücü kelimesi Demokratların bir oyunudur" diye eklemişti.

Ancak kanıtlar, takdirin hâlâ yetersiz olduğunu gösteriyor. CNN anketine katılanlar, "orta sınıfa yardım", "sağlık hizmetleri maliyetleri", "sosyal güvenliği koruma", "konut maliyetleri" ve "gıda fiyatları" gibi birçok ekonomik konuyu en büyük endişeleri olarak gösterdi.

SSRS anket şirketinin basın açıklamasında belirttiğine göre, bu oran tüm katılımcıların yüzde 32'sini oluşturuyor. Katılımcıların dikkat çekici bir şekilde yüzde 16'sı Trump'ın istifa etmesini söyleyeceklerini, yüzde 8'i "genel olarak olumlu yorumlarda" bulunacaklarını belirtti.

Salı günü, kâr amacı gütmeyen ticaret araştırma kuruluşu Conference Board, tüketici güven endeksinin ekimde 92,9'dan kasımda 89,1'e düştüğünü ve katılımcıların mevcut iş koşullarına ilişkin değerlendirmelerinin Eylül 2024'ten bu yana ilk kez olumsuz yönde olduğunu açıkladı.

Michigan Üniversitesi tarafından yapılan benzer bir anketse farklı sonuçlar gösterdi; tüketicilerin ruh hali aralık ayında ekime kıyasla hafifçe iyileşti.

Eski MAGA destekçisi ve şimdilerde Trump eleştirmeni olan Marjorie Taylor Greene, bu yılın üçüncü çeyreğinde tüketici harcamalarındaki artışın büyük ölçüde sağlık hizmetleri maliyetlerinden kaynaklandığını gösteren son verilere dikkat çekti.

X'te yaptığı açıklamada, "Aylardır Amerikalılar için sağlık hizmetleriyle ilgili mali kriz konusunda uyarıda bulunuyordum ve işte geldi" dedi.

Cumhuriyetçilerin bunu düzeltememesi, ara seçimlerde onlara çok pahalıya mal olacak. Bunu düzeltmek için hiçbir şey yapmayan Cumhuriyetçiler, Demokratları suçlayamaz.

Ancak seçmenler bunun yakın zamanda düzeltileceğine inanmıyor gibi görünüyor. CNN anketinde, Trump'ın onların söylediklerine önem vereceğine inanıp inanmadıkları sorulduğunda, katılımcıların yüzde 51'i "Hiç inanmayacak" yanıtını verdi. Yaklaşık yüzde 38'i ise aynı durumun Demokrat liderler için de geçerli olduğunu düşünüyor.

Independent Türkçe


Rusya, İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması için gizli arabuluculuk yapıyor

İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
TT

Rusya, İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması için gizli arabuluculuk yapıyor

İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)

Tel Aviv’deki siyasi kaynaklar, Rusya’nın İsrail ile Suriye arasında bir güvenlik anlaşmasına varılması amacıyla gizli arabuluculuk yürüttüğünü, bu sürecin ABD yönetiminin bilgisi ve onayı dâhilinde ilerlediğini açıkladı.

İsrail devlet televizyonu Kan 11, Azerbaycan’ın şu anda üst düzey yetkililerin katıldığı toplantı ve görüşmelere ev sahipliği yaptığını; temasların Bakü’de sürdüğünü bildirdi.

Bilgi sahibi bir güvenlik kaynağı, Rus arabuluculuğuna rağmen İsrail ile Suriye arasındaki temaslarda hâlâ bir boşluk bulunduğunu, ancak son haftalarda sınırlı da olsa ilerleme kaydedildiğini söyledi.

Kan 11’e konuşan kaynaklar, Moskova ile Şam’ın ilişkileri güçlendirmek için çalıştığını; Rusya’nın geçen ay Lazkiye kıyı bölgesine asker ve askeri teçhizat sevk ettiğini aktardı. Aynı kaynaklar, İsrail’in Suriye’nin güneyinde Türkiye’nin varlığını pekiştirme girişimleri yerine, Rusya’nın sahadaki varlığını tercih ettiğini kaydetti.

Dün (çarşamba) Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani Moskova’yı ziyaret ederek Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile görüştü ve iki ülke ilişkilerinin stratejik düzeye taşınmasının hedeflendiğini belirtti.

İkili ilişkilerdeki en dikkat çekici gelişme ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 15 Ekim’de Suriye’de geçiş döneminin başkanı Ahmed eş-Şera’yı kabul etmesi oldu. Görüşmede taraflar, stratejik ve siyasi ilişkilerin güçlendirilmesi ile enerji ve gıda alanlarında iş birliğinin önemine vurgu yapıldı.

İsrail’in Rusya ile iyi ilişkiler sürdürdüğü ve Tel Aviv’in Suriye dosyasında Moskova ile çıkar paylaşımı konusunda uzlaşı aradığı biliniyor. Mayıs ayından bu yana Putin ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Suriye başta olmak üzere çeşitli başlıkları ele alan dört uzun telefon görüşmesi yaptığı ifade ediliyor.

scd
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Moskova’da çarşamba günü gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare  (SANA)

Suriye Dışişleri Bakanlığı Enformasyon İdaresi, mayıstaki temasların ardından yaptığı açıklamada, Putin’in Suriye’yi bölmeye yönelik her türlü İsrail müdahalesini kesin biçimde reddettiğini ve Moskova’nın yeniden imar ile istikrarın sağlanmasına desteğini yinelediğini duyurmuştu.

cdfr
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Şam’da düzenlenen ortak basın toplantısından bir kare (EPA)

Tel Aviv’de ise “Türkiye nüfuzuna karşı Suriye’de Moskova ile ortak çıkarlar bulunduğu” değerlendirmesi yapılıyor. Maariv gazetesine göre Rusya, hem Türkiye hem de İsrail ile iyi ilişkiler sürdürüyor ve iki ülke arasında gerilimin tırmanmasını engellemeye çalışıyor. Aynı zamanda, tüm tarafların—Suriye dâhil—onayıyla ülkedeki pozisyonlarını korumayı hedefliyor.

dfgt
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, İstanbul’da cumartesi günü ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile yaptığı görüşmeler sırasında, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin de hazır bulunduğu an (EPA)

ABD’nin İsrail-Suriye güvenlik düzenlemelerinde başat rolü üstlenmesine rağmen, Washington’un Rusya dâhil diğer müttefiklerden gelecek “olumlu katkılara” kapıyı kapatmadığı belirtiliyor.

Eski diplomat ve Suriye-Ortadoğu uzmanı akademisyen Mihail Harari’ye göre, Ahmed eş-Şera’nın Suriye’yi temkinli ve dengeli biçimde yönetmesi, ülkeye bölgesel ve uluslararası destek kazandırdı. Harari, İsrail’in Suriye’de kaosun sürmesini isteyen bir aktör gibi görünmekten kaçınması gerektiğini savundu.

Şarku’l Avsat’ın Harari’nin Maariv’de yayınlanan makalesinden aktardığı analize göre İsrail’in çıkarlarını sağlıklı yönetebilmesi için Şam ile bir güvenlik anlaşmasını hızla sonuçlandırması gerekiyor. Harari, son savaşta elde edilen askerî kazanımların siyasi kazanca dönüştürülmesinin, mevcut “pasif” tutumla mümkün olmayacağını ifade etti.


İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
TT

İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)

Ömer Önhon

Başbakan Binyamin Netanyahu, bu hafta onuncu üçlü zirve için Yunan ve Kıbrıslı mevkidaşları Kiriakos Miçotakis ve Nikos Hristodulidis'i Kudüs'te ağırladı. Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildirinin temel noktaları şöyleydi:

• Güvenlik, savunma ve askeri konularda mevcut üçlü iş birliğinin güçlendirilmesi.

• Deniz yollarının ve hayati altyapının yenilenen tehditlerden korunmasında koordinasyonun derinleştirilmesi.

• Enerji sektöründe ortak projelerin geliştirilmesi, elektrik şebekelerinin birbirine bağlanması ve yenilenebilir enerji girişimlerinin geliştirilmesi.

Netanyahu, üçlü zirveyi bugüne kadar yapılan tüm toplantıların en önemlisi olarak nitelendirdi. İlk üçlü zirve, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği 2016 yılında yapılmıştı. O dönemde Türkiye'nin İsrail ve özellikle Mısır ve bazı büyük Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap devletiyle ilişkileri oldukça gergindi. Bu ittifak tarafından kurulan üçlü mekanizmanın özü, “Türkiye'ye karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve doğal gaz kaynaklarının en uygun şekilde değerlendirilmesi için iş birliği yapmak” üzerine kurulu.

Basın toplantısında bir İsrailli gazetecinin, Türkiye'ye mesajlarının ne olduğu yönündeki sorusuna Netanyahu, Türkiye'nin adını anmadan şu yanıtı verdi: “Kimseyle çatışma arayışında değiliz. Bu, uluslararası kuralları, normları ve istikrarı savunmak için kurulmuş bir ittifaktır ve umarız test edilmek zorunda kalmaz.”

Daha sonra yine Türkiye'nin adını anmadan şunları ekledi: “Topraklarımız üzerinde yeniden imparatorluklar kurabileceklerini hayal edenlere şunu söylüyorum; bu olmayacak. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek durumdayız.”

Netanyahu bu sözleriyle, tarihsel haksızlıkları ve korkuları öne sürmeye ve “ortak tehditler” olarak algıladığı şeylerle yüzleşmek için ittifaklar kurmaya dayalı bir politikaya geri dönüyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikaları nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da 1990'larda eşi benzeri görülmemiş bir zirveye ulaşmıştı. İsrail uçakları geniş Anadolu ovaları üzerinde eğitim tatbikatları yapmış ve yüz binlerce İsrailli turist Türkiye'nin güvenli ve misafirperver ortamında tatil yapmıştı.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002'de iktidara gelmesinden ve Netanyahu'nun başbakanlığından bu yana ilişkiler giderek kötüleşti.

Türk-İsrail ilişkileri, 2010 yılında İsrail güvenlik güçlerinin Gazze'ye yardım ulaştırmak için Akdeniz'deki uluslararası sularda seyreden uluslararası bir filonun parçası olan Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla ağır bir darbe aldı. Daha sonra, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısının ardından dibi gördü.

Bugün ise iki ülke arasında bir soğuk savaş yaşanıyor ve Suriye ile Akdeniz'de doğrudan çatışma riski bulunuyor. İsrail, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü, özellikle Suriye'deki etkisini ve varlığını bir tehdit olarak görüyor; zira bu durum, bölgedeki operasyonel üstünlüğünü, özellikle Suriye ve Lübnan'da olumsuz etkileyebilir.

Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi, ancak Ege Denizi'nde uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkileri gergin. Bu anlaşmazlıklar arasında münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve bazı ihtilaflı adaların yasal statüsü ve ilgili denizcilik hakları konuları yer alıyor. Atina ve Ankara siyasi ve teknik mekanizmalar ağını korusa ve son iki yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aralık 2023'te Atina'ya, Başbakan Kiriakos Miçotakis'in Mayıs 2024'te Ankara'ya yaptığı ziyaretler de dahil olmak üzere üst düzey temaslar yeniden canlanmış olsa da temel anlaşmazlıklarda çözümsüzlük sürüyor.

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz güvenlik mimarisinde merkezi fay hattı olmaya devam ediyor. 1974'ten beri ada, güneyde Kıbrıslı Rumlar (uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyde sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıslı Türkler arasında fiilen bölünmüş durumda. Nikosia (Lefkoşa), Kıbrıs meselesindeki pozisyonunu ilerletmek ve Türk nüfuzunu sınırlamak için uluslararası forumlardan ve ortaklıklardan sürekli olarak yararlandı. Bu bağlamda, güvenlik konuları, devam eden enerji ajandası ile birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki üçlü iş birliği çerçevesinin ön saflarına yerleşti.

frgty
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Kudüs'te yapılan üçlü toplantının ardından ortak basın toplantısında, 22 Aralık 2025 (AFP)

Yunanistan ve GKRY için İsrail ile iş birliğini derinleştirmenin en güçlü motivasyonu, gelişmiş teknolojik ve savunma yetenekleridir. Buna yapay zekâya olan artan ilgi, teknoloji transferi ve yüksek teknoloji sektörlerindeki yatırım bağları da dahildir. Savunma boyutu artık ikincil önemde değil; zira Yunanistan, füze topçu sistemleri de dahil olmak üzere İsrail ile büyük anlaşmalar yaptı ve Türkiye ile devam eden gerilimler arasında daha geniş hava ve füze savunma projeleri hakkında görüşmelerde bulunuyor. GKRY’nin, İsrail'in Barak-MX hava savunma sistemini teslim almaya başladığı da bildiriliyor. Türkiye bu anlaşmaya sert bir şekilde itiraz etti.

Zirveden önce üç ortağın, ortak bir “hızlı müdahale gücü” kurma niyetine dair haberler dolaşmıştı, ancak böyle bir girişim açıklanmadı. Anlatıldığına göre kavram tartışıldı, ancak nihayetinde kısmen NATO taahhütleriyle ilgili komplikasyonlardan kaçınmak, Türkiye ile gereksiz bir yüksek tansiyonu önlemek ve istenmeyen bölgesel sinyaller vermekten kaçınmak için ertelendi.

Bununla birlikte, zirveden bir gün sonra üç ülkenin askeri yetkilileri Nicosia'da ortak bir eylem planı ve Yunanistan ile İsrail arasında ikili bir askeri iş birliği programı imzaladı. Açıklanan unsurlar arasında, ortak özel operasyon birimi eğitimi ve insansız sistemler, özellikle dronlar ve elektronik savaş dahil olmak üzere yenilenen tehditler konusunda uzmanlık paylaşımı ile genişletilmiş bir ortak kara, deniz ve hava tatbikatı programı yer alıyor.

df
Türk gemisi “Mavi Marmara”, Hayfa Limanı’ndan Türkiye'ye dönüş yolculuğunda bir Türk römorkörü tarafından çekiliyor, 5 Ağustos 2010 (AFP)

Liderler ayrıca deniz güvenliğinin önemini vurguladılar ve GKRY’de Denizcilik Siber Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını onaylayarak, bunu deniz yollarının ve hayati altyapının korunmasıyla doğrudan ilişkilendirdiler. Bu endişeler, uzun zamandır üçlü iş birliğinin temelini oluşturan enerji ve enerji güvenliği dayanaklarıyla kesişiyor.

Önce İsrail açıklarında, daha sonra Kıbrıs açıklarında keşfedilen açık deniz gazı, son çeyrek yüzyılda Doğu Akdeniz'in enerji haritası üzerindeki rekabeti ve pazarlığı yoğunlaştırdı. Buna karşılık Türkiye coğrafi konumu, yakınlığı ve mevcut altyapısı sayesinde kendisini önemli bir bölgesel merkez olarak konumlandırıyor ve bu da onu Rusya, Azerbaycan ve Orta Asya'dan Avrupa pazarlarına gaz ve petrol için tercih edilen bir transit güzergah haline getiriyor.

İsrail, GKRY ve Yunanistan, İsrail'den başlayıp Kıbrıs ve Girit'ten geçerek Yunanistan'a bağlanacak ve Türkiye'yi bypass edecek boru hattı aracılığıyla Avrupa'ya doğalgaz taşımak için alternatif bir rota arayışına girdiler. Ankara ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır ve diğer birkaç ülkenin katılımıyla 2020 yılında kurulan Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu'ndan da dışlandı. Ancak, bin 900 kilometrelik kara ve deniz güzergahına sahip East-Med boru hattı olarak bilinen proje, maliyeti yüksek ve uygulanamaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini çekmesiyle 2022 yılında donduruldu. Ancak bugün, Ukrayna'daki savaşın yarattığı ortamda, üç ülke projeyi yeniden canlandırmaya çalışıyor.

csdf
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'taki BM Genel Merkezi'nde düzenlenen BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, 19 Eylül 2023 (AFP)

Kudüs'te bir araya gelen liderler, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlaması planlanan Hindistan-Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini ilerletme konusundaki kararlılıklarını da vurguladılar. Koridor Hindistan'dan başlıyor, Ortadoğu'daki çeşitli Arap ülkelerinden ve İsrail'den geçerek GKRY’ne ulaşıyor ve ardından Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlanıyor. Hindistan, 2025’teki askeri çatışma sırasında Türkiye'yi Pakistan'ın yanında yer almak ve ona insansız hava araçları sağlamakla suçlamış ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir bozulmaya yol açmıştı.

Üçlü (İsrail, Yunanistan ve GKRY), ortak bildiride, ABD'nin de katılımıyla “3+1” formatındaki görüşmelerinin önemini vurguladı. Başkan Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında, özellikle Trump yönetiminin Türkiye'ye Suriye ve Gazze'de özel bir rol vermesinden sonra sıcak bir ilişki olsa da İsrail Suriye'deki herhangi bir Türk varlığını reddediyor ve Ankara'nın Gazze için önerilen mekanizmalara katılımına şiddetle karşı çıkıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, aralık ayı sonunda Washington'da Trump ile yapacağı görüşmede büyük olasılıkla bu itirazları dile getirecek. Ayrıca ABD Başkanı’na, Gazze'deki 20 maddelik barış planının uygulanmasında Türkiye'ye alternatif olarak GKRY ve Yunanistan’ı önermesi de bekleniyor.

Buna karşılık, isminin açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, GKRY ve Yunanistan'ın İsrail ile yakınlaşma yoluyla Türkiye'ye baskı yapma girişimlerinin, ikili ilişkileri iyileştirme ve Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarına zarar vereceğini vurguladı. İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletlerinin Türkiye'nin katılımı konusundaki çekincelerini veya endişelerini dile getirebileceklerini ama Ankara'nın aksine GKRY ve Yunanistan'ın barış çabalarına katkıda bulunmak için gerekli güç ve bağlantılara sahip olmadığının açık olduğunu ve aslında, İsrail ile ittifaklarının onlara kazançtan ziyade bir yük gibi göründüğünü belirtti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.