Çad ordusu Sahel bölgesinden neden çekildi?

“Askerlerimiz Çad Gölü ve Sahel Bölgesi uğruna ölüyor. Bugünden itibaren hiçbir asker, ülke dışındaki herhangi bir askeri operasyona katılamayacak.” (Reuters)
“Askerlerimiz Çad Gölü ve Sahel Bölgesi uğruna ölüyor. Bugünden itibaren hiçbir asker, ülke dışındaki herhangi bir askeri operasyona katılamayacak.” (Reuters)
TT

Çad ordusu Sahel bölgesinden neden çekildi?

“Askerlerimiz Çad Gölü ve Sahel Bölgesi uğruna ölüyor. Bugünden itibaren hiçbir asker, ülke dışındaki herhangi bir askeri operasyona katılamayacak.” (Reuters)
“Askerlerimiz Çad Gölü ve Sahel Bölgesi uğruna ölüyor. Bugünden itibaren hiçbir asker, ülke dışındaki herhangi bir askeri operasyona katılamayacak.” (Reuters)

Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi, 10 Nisan’da devlet televizyonundan yayınlanan konuşmasında ordunun Sahel bölgesindeki ve Çad Gölü Havzası’ndaki militanlarla mücadeleye odaklanmayacağını ve ülkesinin sınırları dışındaki askeri operasyonlara katılmayı durduracağını söyledi. Söz konusu açıklamalar, Çad ordusunun 2015 yılında bölgede terörle mücadelenin ana gücü olması nedeniyle Afrika’nın tüm kıyılarında istikrarlı bir güvenliğin sağlanmasını zorlaştıran cihatçı grup ‘Boko Haram’ın bölgede daha fazla genişlemesi ve çeşitli bölgeleri ele geçirmesinin yanı sıra bölgenin geleceği üzerindeki etkisi açısından çeşitli soru işaretlerini de beraberinde getirdi.
Ancak Afrika konusunda çalışmalar yürüten analistler, Independent Arabia’ya yaptıkları açıklamada Çad ordusunun Sahel bölgesinden çekilmesinin politik, stratejik, güvenlik veya ekonomik açıdan belirli kazanımlar elde etmeye yönelik uygulanan bir taktikten ibaret olduğunu aktardılar. Analistlere göre Çad, bu şekilde ilgili Afrika ülkelerini söz konusu aşırılık yanlısı gruplarla mücadele edebilmesi için askeri teçhizat veya maddi destek sağlanması açısından finansman kaynakları aramaya çağırıyor.
Boko Haram
Cumhurbaşkanı Debi, 31 Mart'ta Çad Gölü çevresinde Boko Haram militanlarına karşı ‘Bouma Öfkesi’ adlı operasyonun yürütülmesi için komuta merkezi kurulan Baga Sola bölgesine yaptığı ziyaret kapsamında resmi devlet televizyonuna yaptığı açıklamada, “Askerlerimiz Çad Gölü ve Sahel Bölgesi uğruna ölüyor. Ancak bugünden itibaren hiçbir asker, ülke dışındaki herhangi bir askeri operasyona katılamayacak” ifadelerini kullandı.
Bölgedeki en etkili ordulardan biri olarak kabul edilen Çad ordusunun 24 saat içinde aldığı en ağır kayıp olarak kayıtlara geçen ve 100'den fazla askerin ölümüyle sonuçlanan Boko Haram'ın Çad Gölü eyaletindeki Bohoma kentinde düzenlediği saldırının ardından Debi, Nijer’e 22 Nisan’dan itibaren Çad askerlerinin militanların çıkarıldığı noktalardan çekileceğini söyledi.
Çad ordusu, Nijerya, Kamerun ve Nijer gibi Çad Gölü Havzası’nda yer alan diğer üç ülke ile 2015 yılında kurulan ortak askeri güç içinde görev yapıyor. Bununla birlikte Mali, Nijer ve Burkina Faso'yu hedef alan aşırılık yanlılarına karşı G5 Sahel Ortak Gücü içinde faaliyet gösteriyor. Bu nedenle Çad ordusu, Fransa’nın bölgedeki ‘Barkhane Operasyonu’ adlı askeri birliğinin de önemli bir müttefiki olarak kabul ediliyor.
Güvenli sığınak
Hartum’daki Uluslararası Afrika Üniversitesi’nden Gineli siyaset bilimci Dr. Kamara Abbas bölgede yaşanan çatışmalar ve gelişmelerle ilgili olarak Afrika'da, başta Afganistan olmak üzere Maşrek bölgesindeki silahlı çatışmaların etkileriyle cihatçı militan gruplarının ortaya çıktığını belirtti. Dr. Abbas, 11 Eylül 2001’de yaşanan saldırıların ardından Washington'ın hayata geçirdiği teröristleri veya bir başka deyişle El Kaide lideri Usame bin Ladin'in önderliğinde Afganistan ve Levant bölgesinde faaliyet gösteren ve ‘siyasal İslamcılar’ olarak adlandırılan kişileri takip etme stratejisinin bir sonucu olarak bu kişilerin, kendilerine Maşrek bölgesi yerine güvenli bir sığınak bulmak için diğer bölgelere yöneldiklerini söyledi. Bunlardan bazılarının Batı Afrika'ya, özellikle de en fazla militanın olduğu Nijerya’nın kuzeyine yerleştiğini belirten Dr. Abbas, bu kişilerin Batı eğitim metodunu yasaklayarak ve gençlerin zihinlerini aşırılık yanlısı fikirlerle doldurarak ‘Boko Haram’ adı altında El Kaide’nin bölgedeki uzantısını oluşturduklarını kaydetti.
Dr. Abbas,  Boko Haram’ın Afrika kıyıları boyunca genişlemesiyle ilgili olarak da şunları söyledi:
“Mevcut durumla ilgili yaptığı okumaya göre Boko Haram içeriden ve dışarıdan kurulan komploların bir sonucudur. Burada tatmin edici cevaplar bulunması gereken sorular şunlardır: Mısır ve Güney Afrika dışında ağır silahların bulunmadığı Afrika ülkelerinde bu grup silahlarını nereden alıyor? Nereden finanse ediliyor? Ona kim lojistik koruma sağlıyor?”
Suçlamalar
Dr. Abbas değerlendirmelerine şöyle devam etti:
“Benim tahminime göre ilgili Afrika ülkeleri bu Kıta’da kimin ayaklanmaların fitilini ateşlemeye çalıştığını bulabilirse o zaman Boko Haram adı altında temsil edilen radikal İslam olgusunu ortadan kolaylıkla kaldırabilir. Afrika ülkelerinin liderleri bu grubun arkasındaki askeri, maddi ve lojistik destek sağlayan kişileri izleyerek iyileştirici çözümler aramalılar.”
Çad’ın eski Enformasyon Bakanı'nın Boko Haram'ın elindeki silahlarını ele geçirdikten sonra her zaman Batı'ya, özellikle de Fransa'ya suçlamalarda bulunduğuna dikkat çeken Dr. Abbas, ABD’nin de başta Senegal olmak üzere bir dizi Batı Afrika ülkesinin şu anda bölgedeki Fransız nüfuzunu tehdit ediyor olmasının yanı sıra bir takım çıkarları olduğu için bölgeye girdiğini kaydetti. Ancak belirli bir ülkeyi Batı Afrika'daki aşırılık yanlısı grupları desteklemekle suçlamanın zor olduğunu söyleyen Dr. Abbas, göstergelerin de bu ülkelerin ulaşmak istedikleri kendi çıkarları kadar Afrika'nın çıkarlarını önemsemediklerini gösterdiğini belirtti.
Dr. Abbas, Çad ordusunun Çad Gölü Havzası’ndaki mücadeleden çekilmesinin etkisi ve nedenleri hakkındaki soruyu da şöyle yanıtladı:
“Çad ordusu, Boko Haram’la süren mücadelede büyük bir rol oynadı. Çünkü askerleri yaşadıkları yerin doğası gereği çöl bölgelerinin zorluklarına dayanabiliyordu. Bu da onların benzersiz bir özelliğidir. Hiç kimse Afrika kıyıları boyunca savaşları çözmede ve isyancı grupları takip etmede Çad ordusu gibi ana güç haline gelemez. Bu aşamalı bir taktiksel çekilmedir. Kesin bir çekilme değildir ve bölgesel ve uluslararası tutumlar netleşene kadar sürecektir. Bu çekilme, Çad’ın konumuyla kazanmaya çalıştığı politik, stratejik, güvenlik veya ekonomik kazanımlarla bağlantılı olabilir.”
Bu yıl düzenlenen 33. Afrika Birliği (AfB) Zirvesi’nde ana temayı oluşturan ‘Afrika’da silahları susturma’ sloganının uygulanmasının imkansızlaştığını belirten Dr. Abbas sözlerine şöyle devam etti:
“Bu, AfB’nin birçok başarısızlığından ve başta Libya'da olanlar dahil olmak üzere kıtada devam eden çatışmalara bir çözüm bulamamasından kaynaklanıyor. ‘Silahları susturma’, ihtiyaç duyulan finansman eksikliği nedeniyle uygulanması zor bir slogandır.”
Genişleme ve bölünme
Boko Haram’ın eylemlerini Nijerya’dan Çad Gölü Havzası’na doğru genişletmesi, Çok Uluslu Ortak Görev Gücü’nün (MNJTF) Temmuz 2015'te gruba karşı savaşma yetkisiyle birlikte yeniden canlanmasına neden oldu. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre, Boko Haram, 2016 yılına gelindiğinde ikiye bölündü ve bölünen taraflardan biri DEAŞ’a biat etti. Ayrılan grubun bir kısmı Ebu Musab el-Barnavi liderliğinde Çad Gölü çevresinde aktif oldu ve en şiddetli eylemleri gerçekleştirmeye başladı. Diğer kısmı ise Ebubekir Şekau liderliğindeki ‘Cihad ve Tebliğ İçin Ehli Sünnet Örgütü' adıyla eylemlerine devam ediyor.
Askeri gözlemciler ise aşırılık yanlısı grupların yeteneklerine ve dayanıklılığına dikkat çekerek askeri operasyonların yetersiz kaldığını ancak diğer çeşitli önlemlerle birlikte kapsamlı bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu belirttiler. Aynı yetkililer ayrıca Boko Haram’ın fikirlerinin ve tutumlarının El Kaide lideri Usame bin Ladin’in ortaya attıkları da dahil olmak üzere tüm dünyada çok sayıdaki ideolojik teoriden, olaydan ve gruptan ilham aldığını söylediler.
Boko Haram, 2014 yılında dünyanın en kanlı terörist grubu olarak sınıflandırıldı. Aynı yıl 6 bin 600 kişiyi öldürdü. Çocuklara şiddet uygulamasıyla bilinen örgüt, Nisan 2014'te Nijerya'nın kuzeyindeki Chibok köyündeki bir okul yurdundan 276 kızı öğrenciyi kaçırdı. Bu olay örgütün ilk kez dünyanın dikkatini üzerine çekmesini sağladı.
Çatışmalar sona erdi
AfB, 2020 yılı bitmeden kıtadaki tüm çatışmaların sona ermesini istiyor. Bu yüzden 33. AfB Zirvesi, ‘Afrika'da silahları susturma’ temasıyla yapıldı. Zirve, Afrika ülkelerinin liderleri tarafından AfB’nin kuruluş yıl dönümünde imzalanan ve her biri 10 yıllık zaman dilimlerine ayrılmış birkaç aşamadan oluşan ‘Gündem 2063’ vizyonunun bir parçası olarak gerçekleşti.
Gündem 2063 çerçevesinde, Afrika ülkelerinin liderleri, özellikle dünyadaki kaynak rezervlerinin yüzde 90'ından fazlasına sahip olduğu Kıta’nın küresel rolünün yanı sıra güçlü, genç, eğitimli, üretken ve etkili olduğu belirli noktalara odaklandılar. Gündem 2063 vizyonu, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmayı sağlamak için eski ulusal, bölgesel ve kıtasal girişimlerin daha hızlı uygulanması ve bununla birlikte güvenli ve huzurlu bir Afrika yaratma arzusuna dayanmaktadır.
Veriler, Soğuk Savaş'ın 1991'de sona ermesinden bu yana çatışmaların Afrika'ya 100 milyar doların üzerine maliyeti olduğuna, bununla birlikte Kıta genelinde yaklaşık dokuz milyon insanın yerlerinden edilmesine sebep verdiğine işaret ediyor. Diplomatlar ve politikacılar, Afrika'nın silah üretmediğini ancak silahların kaçakçılar, teröristler ve diğer bir takım aktörler aracılığıyla yasadışı olarak Kıta’ya getirildiğini belirterek, silahların Kıta’daki ülkelere getirilmesini ve silah kaçakçılığı ağlarını izleyen bir mekanizma kurulmasını talep ediyorlar. Böylece yasa dışı silah ticaret noktaları belirlenerek ‘silahları susturma’ sloganının hayata geçirilebileceğini, barışçıl ve istikrarlı bir Afrika yaratabileceğini belirtiyorlar.
Bu arada yapılan çalışmalar Rusya'nın silah ihracatının yüzde 35'ini Afrika'ya yaptığını ve onu yüzde 17 ile Çin, yüzde 9,6 ile ABD ve yüzde 6,9 ile Fransa’nın izlediğini ortaya koyuyor.



İran’ın ikinci Rehberi, birinci Pehlevi deneyiminden ders çıkardı mı?

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
TT

İran’ın ikinci Rehberi, birinci Pehlevi deneyiminden ders çıkardı mı?

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)

Sami Mubayyed

Başkent Tahran bugün İsrail ordusu tarafından acımasızca bombalanıyor. Bu şehir ilk kez bu tür şiddetli saldırılara maruz kalmıyor. Modern tarihinde daha önce de bombalanmıştı, ancak koşullar ve nedenler farklıydı. İran'daki tüm yaşlılar, 1941 yılının o kavurucu yazını hatırlar. O zamanlar çocuk olanlar, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası ile ilişkilerini kesmeyi reddeden Şah Rıza'yı caydırmak için İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin askeri müdahalesine tanık olmuşlardı.

Şah Rıza, bu müdahaleden iki yıl önce İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde İran'ın tarafsızlığını ilan etti ve Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi uluslararası çatışmaların ülkesine sıçramasını istemedi. Ülkesi, çatışan tüm Avrupa ülkeleriyle, özellikle de fabrikaların ve demiryollarının yönetiminde uzmanlarına büyük ölçüde güvendiği Almanya ile sağlam ticari ilişkilere sahipti.

İngiltere, Adolf Hitler’in yönettiği Nazi Almanyası ile olan ilişkilerinden dolayı İran’a öfkelendi ve Şah’tan ülkedeki bin Alman uzmanı sınır dışı etmesini istedi, ancak o bunu yapmadı. İngiltere ilk uyarısını 19 Temmuz'da, ikincisini ise 17 Ağustos'ta yaptı. Fakat İran bu uyarıları da görmezden geldi. Bunun üzerine 25 Ağustos'ta İngiliz kuvvetleri Irak'tan İran'a girdi ve İran'ın başkentini bombaladı, Sovyet ordusu ise Tebriz ve İran’ın diğer şehirlerini bombaladı.

İran ordusu hızla çöktü ve Şah Rıza, tahtını 16 Eylül 1941'de Batı'nın talepleri karşısında daha uysal olacağına söz veren oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'ye devretmek zorunda kaldı. Rıza Pehlevi, 1979'da İslam Devrimi onu devirene kadar sözünü tam olarak yerine getirdi. Babası Şah Rıza önce Mauritius adasına, ardından Güney Afrika'ya sürgün edildi ve 26 Temmuz 1946'da vefat etti. Oğlu ise 27 Temmuz 1980'de sürgün olduğu Mısır'da vefat etti ve Kahire'de toprağa verildi.

İran ile İsrail arasında 13 Haziran'da başlayan son çatışmayla Rıza Pehlevi'nin torunu, Taht-ı Tavus'un meşru varisi ve Ali Hamaney'in rejiminin düşmesi halinde İran'ın başına geçmesi beklenen şahı Rıza Pehlevi'nin adı yeniden gündeme geldi.

Şah Rıza mavi kan değildi. Ne Avrupa ne de dünyadaki hanedanlarla boy ölçüşebilirdi. Bu yüzden kendisi ve ardından gelen çocukları için özel bir hanedan kurdu ve ona ‘Pehlevi’ adını verdi. Bu, onun ailesinin adı değil, eski bir Farsça kelimeydi.

Birinci Şah Rıza

Rıza Han, 1789-1925 yılları arasında İran'ı yöneten Kaçar Hanedanlığı döneminde küçük bir subaydı. Sertliği ve soğukkanlılığıyla tanınırdı, ancak eğitimli değildi, daha çok bir dağ adamı gibiydi. Babasının (o da bir subaydı) aşırı yoksulluğundan kurtulup, İran'ı birçok alanda dünyaya açan büyük bir hanedanlık kurdu, ancak bu hanedanlık, Humeyni’nin İslam devrimi ile yıkıldı.

ı8ı
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin İsviçre'de çekilmiş bir fotoğrafı, 18 Şubat 1975

İngiltere, 1919 anlaşmasıyla İran'da geniş siyasi haklar elde etti. Aynı zamanda 20 Şubat 1921'de Rıza Han'ın Şah Ahmed'e karşı yaptığı askeri darbenin arkasındaki ana itici güç olduğu düşünülüyor. Hukukçu Seyyid Ziyaeddin Tabatabai ile iş birliği yaparak onu başbakan olarak atadı, kendisi ise savunma bakanı olarak atanmadan önce genelkurmay başkanlığı görevini üstlendi. Ülkeyi perde arkasından yöneten Rıza Han, iki yıl sonra Şah'ı Avrupa'ya sürgüne gönderdi ve İran için istediği siyasi sistemi düşünmeye başladı. Rıza Han, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk'e hayrandı ve İran'ı bir cumhuriyete dönüştürmeyi ve onun ilk cumhurbaşkanı olmayı ciddi olarak düşünüyordu. Ancak dini kurumlar İslam dininin cumhuriyetleri tanımadığını ve uzun tarihinde sadece monarşi veya halifeliği tanıdığını söyleyerek bu eğilime karşı çıktı. İran parlamentosu 1925 yılının ekim ayında Kaçar Hanedanlığını düşürdü ve aynı yılın sonunda Şah Rıza ülkenin yöneticisi olarak ilan edildi ve 25 Nisan 1926'da taç giydi.

Şah döneminde eğitim yaygınlaştı ve devlet okulları uzak bölgelere yayıldı, Fransa'dan eğitim müfredatı getirildi ve bu müfredata Fars milliyetçiliği fikirleri aşılandı.

Reformcu Şah

Yeni Şah, İran'ı gelişmiş bir ülkeye dönüştürmek istiyordu. Bu amaçla yargı, eğitim ve askeri kurumlarda iddialı bir reform programı başlattı. Alman disiplinine ve Alman sanayisine hayran olan Şah, Alman üniversitelerinde eğitim görmüş danışmanlarla çevresini donattı. Emniyet Teşkilatı’nı Savunma Bakanlığı'ndan alıp Savaş Bakanlığı'na bağladı. Hava Kuvvetlerini kurdu, donanmayı örnek bir şekilde geliştirdi ve subaylarını Fransız, İngiliz ve Alman askeri enstitülerinde uzmanlık eğitimleri almaları için bu ülkelere gönderdi. 1941 yılına gelindiğinde, Savunma Bakanlığı'nın genel bütçeden aldığı pay yüzde 30'a ulaşmış, zorunlu askerlik süresi iki yıla çıkarılmış ve ordu 1925'te 40 bin kişilik bir güce sahipken, 1940'ta 120 bini aşan bir güç olmuştu. Suçluları cezalandırmak, muhalifleri tutuklamak ve vergileri tahsil etmek için orduyu kullandı. Demir yumruk yönetimiyle tanınan Şah, kendisine destekleyenler de dahil olmak üzere tüm siyasi partileri yasakladı ve özel gazeteleri kapattı.

Şah döneminde eğitim yaygınlaştı ve devlet okulları uzak bölgelere yayıldı, Fransa'dan eğitim müfredatı getirildi ve bu müfredata Fars milliyetçiliği fikirleri aşılandı. Şah rejimi 1941 yılında devrilmeden önce, devlete ait 2 bin 300 ilkokulda okuyan erkek öğrenci sayısı 280 bine ulaşmıştı, 28 bin öğrenci de ortaokullarda eğitimlerine devam ediyordu. Politeknik Enstitüsü'nü kuran Şah, 1936 yılında Tahran Üniversitesi’nin kapılarını erkek ve kız öğrencilere açtı ve üniversite tıp, mühendislik, hukuk ve tarım bilimleri alanlarında uluslararası geçerliliği olan bilimsel diplomalar vermeye başladı.

Şah, bakanların ve subayların eşlerine başörtüsü yasağı getirdi. Bazen polisler, Şah'ın kararını reddeden kadınların başörtülerini zorla çıkarmak için müdahale ediyordu.

Kadınların özgürlüğü

Şah Rıza, İranlı kadınların eğitimli ve toplumda aktif olmasını istiyordu. Eğitimlerinin yanı sıra, kadınların devlet memuru olmasına, kafelere, restoranlara, otellere ve sinemalara girmesine izin verdi. En ünlü ve en cesur kararı, 1936 yılında Kum ve Meşhed'deki dini otoritelere karşı gelerek çadoru (İran'da kadınlar tarafından giyilen bir çarşaf) yasaklamasıydı. Bir molla (din adamı) camide oturma eylemi yaptı. Bunun üzerine Şah, caminin basılması talimatı verdi. Şah Rıza takvimler 8 Ocak 1936'yı gösterdiğinde başı açık haldeki eşi ve kızlarıyla birlikte Tahran'da öğretmen okulunun açılışına katıldı.

Ayrıca İranlılara tek tip ve batılı kıyafetler giymelerini zorunlu kılan Şah, Avrupa'da giyilen kıyafetleri giyerlerse zamanla Avrupalılar gibi bir düşünce tarzına ve kişiliğe bürüneceklerini ve elbette giyim tarzı açısından da Avrupalılara benzeyeceklerini söyledi. 1927'de erkeklere ‘Pehlevi şapkası’ takmaları zorunluluğu getirildi. İki yıl sonra da mollalar ve medrese öğrencileri dışındaki herkese batı tarzı resmi şapkayı takmalarını zorunlu kıldı. Şah, 1935 yılında ülkesinin adını Pers yerine ‘İran’ olarak değiştirdi. Çünkü yeni ismin ilerleme ve refahı çağrıştırdığını, eski ismin ise tarihe ve geçmişe bağlılığı çağrıştırdığını, geleceğe atıfta bulunmadığını düşünüyordu.

sdfgrt
Tahran'daki parlamento binası önünde düzenlenen bir protesto gösterisine katılan İranlı kadınlar, 11 Nisan 1999 (AFP)

Şah’ın tüm bu reformları onu muhaliflerinin doğrudan hedefi haline getirdi. Bir yandan anayasacılar ve laikler, diğer yanda dindarlar ve radikaller olmak üzere muhaliflerinin sayısı çoktu. Bunların arasında elbette İslam devrimini yöneten (ve birinci Rehber olan) Ruhullah Humeyni de vardı. Humeyni, Şah ve oğlundan intikam almak için 1979'da Fransa'daki sürgünden döndü. Arkadaşı Ali Hamaney'e Şah Rıza’dan ya da 1941’deki İngiltere-Sovyetler Birliği işgalinden bahsedip bahsetmediğini bilmiyoruz, çünkü İran’ın mevcut Dini Lideri (Rehber) Hamaney o zamanlar henüz iki yaşındaydı. Fakat babası Cevad Hamaney, bu olayları çok iyi biliyordu, çünkü onları yakından yaşamıştı ve 1986'da vefat etmeden önce oğluna da anlatmış olduğundan eminim. Şimdi sorulması gereken soru şu: Ali Hamaney, 1941 deneyiminden ders çıkardı mı?

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.