​Amin Maalouf, koronaya dair: Umarım bu sarsıntı bizi uyandırır

Amin Maalouf’tan korona sonrası dünyaya dair bir okuma (Getty Images)
Amin Maalouf’tan korona sonrası dünyaya dair bir okuma (Getty Images)
TT

​Amin Maalouf, koronaya dair: Umarım bu sarsıntı bizi uyandırır

Amin Maalouf’tan korona sonrası dünyaya dair bir okuma (Getty Images)
Amin Maalouf’tan korona sonrası dünyaya dair bir okuma (Getty Images)

Rizab Nehar
“Amin Maalouf'un analizlerinden haberdar olmalıyız. Yirmi yıl önce ‘Ölümcül Kimlikler’ ve on yıl önce de ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ kitaplarında kaleme aldığı endişeleri, tarihteki önemli olaylara ilişkin önceden bilgi sahibi olmuşçasına görünen sezgisi sayesinde, kehanetlere dönüşüyor.”
Bu ifadeler, geçtiğimiz yıl Fransız yayın evi ‘Grassret’ tarafından çıkarılan Fransız Akademisi üyesi, roman yazarı Amin Maalouf’un ‘Uygarlıkların Batışı’ adlı kitabının arka kapağında yer alan yazıdan bir alıntıdır. Bu ifadeler ayrıca Maalouf’u ‘tüm halklar için büyük bir darbe olacağı ve dünya gemisinin korkunç bir ölüme sürükleneceği ve insanların bir an önce uyanması gerektiği hipotezinden bahsetmek üzere 23 Nisan'da ‘Radio-Canada’ radyosundaki ‘Ne kadar delirirsek, o kadar çok okuruz’ programında ağırlamaya davet eden radyo sunucusu ve gazeteci Marie-Louise Arsenault’un görüşüdür. Bugün dünya, bir yandan koronavirüs salgını gölgesinde ahlaki ve insani sistemlerinin çöküşüne tanıklık ederken, diğer yandan bizi kurtarabilecek eğitimli sesleri büyük bir dikkatle dinlemesi gereken bir haldedir.
Ahmed Kouao tarafından Fransızcadan yazılı olarak çevrilen radyo röportajında, Maalouf'un mevcut duruma ilişkin görüşleri ele alındı. “Kehanetlerinden emin miydi? İnsanlığı kaos ve bencillikle dolu karanlık bir ortamda boğulmaktan kurtarabilecek planları var mıydı?” sorularının cevapları arandı.

Korona Avrupa Birliği’nin (AB) iflas ettiğini ortaya çıkardı
Tamamı 18 dakika süren röportaj, 71 yaşındaki Maalouf'un zorunlu karantina konusundaki kişisel deneyimiyle başladı. Karantinanın getirdiği sessizlik onun istediği hayat ile oldukça uyumluydu. Maalouf, neredeyse bir buçuk aydır Paris'teki dairesinden sadece mahalledeki eczaneye gitmek için çıkmıştı. Zaten onun için yazmak kendini izole etmek demekti. Maalouf konuyla ilgili, “Bu kısıtlama beni rahatsız etmedi, sanırım ruh halime de uyuyor. Burada çalışıyorum, okuyorum, yazıyorum. Sorunsuz bir şekilde uyum sağladım” ifadelerini kullandı.
Maalouf hapsolduğu yerden eskisi gibi AB’deki gözle görülen ve birtakım sinyaller veren açık çatlakla ilgili dönüşümleri takip ediyor. ‘Birleşik Avrupa’ fikrine olan inancını yitiren Maalouf, radyo programını dinleyenlere koronavirüs salgınının AB fikrinin iflasını ortaya çıkardığını söyledi.
Maalouf şöyle devam etti;
“İtalya, Fransa ve Belçika gibi ülkeleri, gergin bir dönemde gerçek bir felaket yaşayan, birbirine çok yakın ülkeler olarak görüyorum. Ancak birbirlerine yardım etmiyorlar. Birbirlerine çok az ilgi gösteriyor, destek veriyor veya tavsiyede bulunuyorlar. Bu yüzden (AB’nin iflas edişinin) artık bir tartışma konusu olmadığından eminim. Avrupa ülkeleri arasında daha fazla ilgi ve dayanışma olmasını isterdim. Ancak gerçekler bize isteklerimizin tam tersini gösteriyor. Bu da Avrupa'da bazı şeylerin yeniden inşa edilmesi gerektiğine emin olmamızı sağlıyor.”
Maalouf'un birleşik Avrupa fikri konusundaki kaygısı ve şüpheciliği koronavirüs krizinden çok daha öncelere dayanıyor. Eğer ‘Uygarlıkların Batışı’ adlı kitabına dönersek Avrupa’daki krizle ilgili yazdıklarını bugün büyük bir üzüntüyle okuyoruz. Maalouf konuya ilişkin, kitabında şu ifadelere yer veriyor;
“Bu konuda konuştuğumda, insanlar bana çok şey istediğimi söylüyorlar. Bu kıtanın yüzyıllardır, hatta çok uzak olmayan bir tarihte ne anlama geldiğini şöyle belirtmeliyim; Milletler arasında yaşanan zorlu bir çatışmanın yaşandığı, en kötü barbarlıkların test edildiği bir yerdi... Bu karanlık sayfalar, bir daha açılmamak üzere çevrilmemiş miydi? Bugün, Fransa-Almanya sınırından farkına varmadan, hala aynı ülkedeymiş gibi, sanki Alsace (Alsas) ve Lorraine topraklarında hiç kanlı çatışmalar yaşanmamış gibi geçiyoruz. Berlin'de, eski ayrım duvarı hiç inşa edilmemiş gibi batı mahallelerinden doğu bölgesine gidiyoruz.  Buna dünyanın hangi bölgesinde tanık olduk? Bu kesinlikle benim ülkem değil...”
Mart 2020'nin başlarında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından Ulusal Liyakat Nişanı ile ödüllendirilen Lübnan asıllı Fransız yazar Maalouf, Avrupalıların İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kaydettikleri önemli ilerlemeyi asla hafife almıyor.  Onlara gösterdikleri tüm çabalardan ötürü şapka çıkarıyor. Fakat üzgün ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde bunu yapıyor. Benimsediği bu kıtadan farklı bir tutum bekliyordu. Tüm insanlık için adeta bir pusula haline gelmesi, güven ve umutla başvurulabilecek siyasi ve ahlaki bir otorite olması ve tarihin akışını değiştirecek küresel değerler taşıması gibi farklı şeyler bekledi. Bu, AB dışında başka hiçbir oluşumun yapamayacağı büyük bir işti onun için. Ancak maalesef kendisine istediği bu araçları vermedi.

‘Ahlaki otorite’ rolünü kimse üstlenemedi
Maalouf, Arsenault ile birlikte bize insanlığın ve dayanışmanın çok daha iyi olduğunu söylemek için Atlantik boyunca yol alıyor. Maalouf’a göre ABD, Donald Trump’ın göreve gelmesinden çok daha önceleri 30 yılı aşkın bir süredir ahlaki otoriteliğini kaybetti. Bu zaman zarfında ahlaki yetiye sahip bir otorite rolü hiç oynayamadı. Son dönemde yaşanan olaylarla da bu rolü yeniden kazanması zor gibi görünüyor.  
Maalouf, Çin'in, büyük ekonomik gücüne rağmen, ahlaki liderlik rolünü oynayabileceğine inanmıyor. Ona göre Çin’in bunu yapmasının hiçbir yolu ve lider olması için hiçbir nedeni yok. Hatta küresel toplumlara liderlik etmek için gerekli olan uluslararası organizasyonlar bile bu rolü üstlenemedi. Bu da yine Maalouf’a göre bugün hiç kimsenin bu işi yapamayacağı anlamına geliyor.
Salgının ağırlığı altında Lübnan'daki gösteri ve siyaset arenasındaki gelişmelerle ilgili bir soruyu ise Maalouf, mevcut siyasi irade modelinin öncekiyle aynı olmadığını düşünüyor. Ancak halk, her zaman alternatif yollar bulabiliyor. Öyle ki Beyrut'ta alınan mevcut sağlık önemleri nedeniyle uygulanan yasağa rağmen protestocular, gösterilerine, duruma uygun şekilde sosyal mesafeye uyarak devam ediyorlar.
İnsani ve uluslararası sistemle ilgili günümüzde yaşanan bu rahatsızlıklar, Maalouf’u da diğer entelektüeller ve akademisyenler gibi ABD’de önümüzdeki Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri konusunda şüpheci bir hale getirdi. Maalouf’a göre içinden geçilen mevcut aşama siyasi ve sivil hayatın tamamen bozulmasına tanıklık ediyor.  Bu yüzden demokrasiyi uygulamanın farklı yollarını bulmaya çağıran Maalouf, “Belki de modern teknolojilerin bize sağladığı imkanlarla uzaktan pratik yapmanın yollarını bulmalıyız” diyor.
Hükümetin salgının yayılmasını önlemek için aldığı bu önlemlerin bireysel hayatın istilası olduğunu söyleyen Maalouf, “Halkın güvenliğini sağlama başlığı altında mahremiyetimize yönelik bu saldırı daha da aratacaktır. Çünkü bir kez başladığında maalesef durmuyor. Bu durum terörle mücadele sırasında alınan önlemlerin kalıcı hale getirildiği istisnai yasalarla da kanıtlanmıştır” ifadelerini kullandı.

Gerçekleri okuma ve bundan endişe duyma
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, Maalouf, gerçekliğe ilişkin yaptığı endişeli okumalar kadar kötümser değildir. Gerçeklere karşı uyarıyor ve bizi dünyayı içinde bulunduğu durumdan çekip çıkaracak ipin ucundan tutmaya çağırıyor. Çünkü içinde bulunulan zamanın tehlikeli olduğunu ve kayıtsız kalmanın, beklemenin ve birtakım beklentilerle oyalanmanın bunun yerine geçemeyeceğini söylüyor. Koronavirüs, bizi korkunç bir felaketle karşı karşıya bıraktı. Fransa, Kanada ve ABD gibi ülkelerde gelişmiş olan sağlık sistemleri, salgınla mücadele ve halkların sağlığını koruma konusunda yetersiz kaldılar. Eğer gezegenin zengin ve gelişmiş ülkelerindeki durum buysa gerekli tıbbi malzemelere sahip olmayan ülkelerin halini siz düşünün!

Maalouf şunları da ekledi;
“Dünyayı yeniden inşa etmeyi düşünmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bugün bir gemi enkazının önünde duruyoruz. Ahlaki, ekonomik ve sağlık açısından eşi benzeri görülmemiş bir hasar söz konusu. Dünyayı acilen yeniden inşa etmemiz gerekiyor.”
Öte yandan mevcut tehditler arasında, onlarca yıldır Demokles'in Kılıcı gibi başımızın üzerinde asılı duran acil bir iklim değişikliği sorunu olduğu da unutulmamalı.
Maalouf  Radio-Canada röportajında son olarak şu mesajı verdi;
“Umarım bu sarsıntı bizi uyandırır ve bir 10 yıl daha sürüklenmememiz gerektiğini anlamamızı sağlar. Bu krizin ardından bir araya gelmeliyiz. Hayatlarımızda ve dünyamızda başka bir şey yapmalıyız. Bu görevden kaçma veya dinlenme lüksümüz olduğunu düşünmüyorum. Bugün yaşadıklarımızın aslında kendimizi tekrar toplamak ve tüm insanlık tarihini yeniden gözden geçirmek için ihtiyaç duyduğumuz uyandırma çağrısı olduğunu söyleyebilirim.”



Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  
TT

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Tarih boyunca şahit olunan başlıca olgulardan biri; adaletsizliğin faillerinin kendilerini temize çıkarıp, mağdurları suçlayarak eylemsizliklerini ve kötülüğü haklı çıkarmaya çalışmasıdır. Omicron varyantının ortaya çıkmasından Afrikalıların sorumlu olduğu iddiaları, dünyanın kuzey ülkelerinde aşı kullanımında isteksizlik ve Güneydeki ülkelerin düşük aşılanma seviyeleri, 2021 yılında bu utanç verici hikâyenin bir kez daha tekrarlandığını gösteriyor.  
Omicron Afrika'nın suçu değildir; temel sorumluluk, yüz milyonlarca aşıyı stoklayıp, tüm uyarılara rağmen, dünyanın en savunmasız bölgelerinin aşılanması ve virüsün mutasyonları konusunda çok az şey yapan zengin ülkelerin yönetimlerindedir.  
Kritik sorun, Afrika'daki hükümetlerin aşıları yasaklaması ya da ihtiyatlı yaklaşması değil, Afrika'nın aşılara erişememesidir. Elbette aşı karşıtları dünyanın her yerinde kaos yaymaya çalışıyor. Bununla birlikte, Afrika ve Asya ziyaretlerimde, unutamadığım sahne; bir anne ve çocuklarının, aşılanmak için kilometrelerce yol kat edip günlerce beklemesiydi. O anne, çocuk felci, difteri ve tüberküloz gibi hastalıklar karşısında, ailesinin hayatta kalmak için en iyi şansının aşı olmak olduğunun farkındaydı. O annenin kararlılığı ve tıbbın hayat kurtarıcı gücüne olan inancı, ihtiyacının karşılanması için icabet edilmesi gereken ahlaki bir çağrı anlamına gelir. 
Son zamanlarda yeni bir salgınla karşı karşıya olmamız bize pratik bir zorunluluğu hatırlatıyor: dünya genelinde aşılamada başarısız olursak ailelerimizi ve toplumlarımızı da yüzüstü bırakmış olacağız. Virüsün serbestçe mutasyona uğramasına izin vererek, tamamen aşılanmış olanlara bile musallat olmasına katkı sunmuş oluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, bu yılın eylül ayına kadar, yaklaşık 200 milyon vaka artışı ve 5 milyon ölü sayısı öngörüyor. Bu durum bize şu karamsar söylemi hatırlatıyor; hiçbir yerde kimse korku içinde yaşamasın diye, herkes her yerde korku içinde yaşayacak.  
 Bir ‘korona’ krizinden başka bir ‘korona’ krizine geçmek yerine, 2022 yılını, virüse karşı tam kontrol yılı yapma kararlılığını göstermeliyiz. Seçeneklerimiz tüm dünyanın aşılanmasıyla sınırlı tutulamaz. Nitekim şu anda tüm dünyayı aşılamaya yetecek kadar aşı üretiyoruz. Mevcut üretilmiş aşı miktarı 11,1 milyar doz civarında ve haziran ayına kadar bu sayı yaklaşık 19,8 milyar doza ulaşacak. Ancak buradaki en önemli ve kabul edilemez sorun, dağıtılan milyarlarca aşının yalnızca yüzde 0,9'unun düşük gelirli ülkelerde kullanılmasıdır. Aşıların yüzde 70'i yüksek ve orta gelirli ülkelerde dağıtıldı. Yine testlerin sadece yüzde 0,5'i düşük gelirli ülkelerde yapıldı. Bu ülkelerde, bırakın solunum cihazını, ciddi anlamda temel tıbbi ekipman sıkıntısı yaşanıyor.  
Dünya genelinde tahmini 500 milyon yoksul insan, zorunlu sağlık hizmetleri ödemeleri nedeniyle aşırı yoksulluğa itiliyor.  
Düşük gelirli ülkelerde aşılanma oranları ortalama yüzde 4,8, Afrika genelinde bu oran yüzde 9,96 olarak kayda geçmiş durumda.  Bu kasvetli bir tabloyu yansıtıyor, kuzey ülkelerine kıyasla çok daha düşük maliyetlerle güney ülkelerinde aşılama yapabiliriz. Bu utanç kaynağı eşitsizlik sadece tıbbi bir başarısızlık olarak değil, bizim için ahlaki bir düşüşü göstermektedir.  
2022'de bizi bekleyen en büyük küresel zorluk, dünyanın zenginleri ile korunmasız yoksulları arasındaki büyük uçurumu kapatmak için finansman sağlayarak bu utancı ortadan kaldırmamızdadır. Küresel sağlık çabalarını desteklemeli ve gerekli finansmanı sağlamalıyız.  
Küresel ekonominin 1,1 trilyon dolarla desteklendiği 2009 mali kriziyle ilgili deneyimlerimden biliyorum. İngiltere olarak, özellikle sağlık alanında istihdamı arttırmaya yönelmiştik. İngiltere’nin vatandaşlarının istihdamına yönelik bu vizyonu, dünya geneli için örneklik teşkil etmeye adaydır.  Mevcut her sağlık uzmanını istihdam etmeli, aşı ve ilaç çalışmaları ile muteber dağıtım ajanslarını desteklemeliyiz. Coca-Cola'nın haritalarda yer almayan en ücra yerlere ulaşması gibi, Pfizer'in de gerekirse drone’lar aracılığı ile aşıları her yere ulaştırması lazımdır. Böylelikle daha önce hiç aşı olmamış yetişkinlerin aşıya kavuşması sağlanabilir.  
Dünyadaki en zengin ekonomiler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 23.4 milyar dolarlık acil taleplerine yanıt vermelidir.  
Bunun içinde, Kovid-19 salgınına karşı küresel aşı ve tedavi programının (ACT Accelerator) aciliyet içeren 1,5 milyar dolarlık fonu da yer almaktadır. Bu miktar çok yüksek görünebilir, ancak Koronavirüs salgının 2025 yılına kadar dünya ekonomisinde neden olacağı 5,3 trilyon dolarlık zarardan 200 kat daha küçüktür. 23 milyar dolar, kuzeydeki her vatandaş haftada 10 pence (pens) öderse bu meblağ karşılanabilir. Bu tarihteki en önemli yatırımlardan biri olacaktır. Tabi ki yaşam ve ölüm arasında fark yaratmanın, en ucuz bisküvi paketi fiyatından çok daha değerli olduğuna şüphe yok.  

Kovid-19 aşısı ve tedavi yöntemlerine eşit erişim için 23 milyar dolar gerekiyor, buna ek olarak; araştırmaları sürdürmek ve tedavilerin uygulanmasında dahili kapasite oluşturmak için 24 milyar dolara gereksinim var.  
Ayrıca, üç bağımsız kuruluş tarafından önerilen yıllık 10 milyar doları kapsayacak uzun vadeli finansman kaynağına ihtiyaç var. ABD Başkanı Joe Biden'in önümüzdeki aylarda davet edeceği Aşı Konferansı'nda bu meblağların taahhüt edilmesi, gelecekteki salgınları önlemek aşısından son derece önemli olacaktır.  
Öncelikle, uluslararası toplum olarak, tıpkı 1960'larda dünya genelindeki çiçek hastalığını ortadan kaldırmak için yaptığımız gibi, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın barışı koruma operasyonlarını finanse ettiği gibi, maliyetlerin ülkeler arasında adil bir şekilde paylaştırıldığı bir formül üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Halihazırda, küresel sağlık finansmanı, bağış toplama kampanyalarıyla sağlanmaya çalışılıyor. Bunun yerine daha ciddi girişimlerin yapılması zorunludur. Bulaşıcı hastalıkların kontrolü için öncelikle DSÖ ve küresel sağlık çabaları, adil bir dağılımla ortak bir şekilde finanse edilmelidir. ABD ve Avrupa Birliği, maliyetlerin yaklaşık yüzde 25'ini sağlamalı, geri kalan ülkeler ödeme güçlerine göre katkılar sunmalıdır.  
İkinci olarak, koronavirüs salgının göz önüne serdiği, küresel sağlık sisteminin eksiklerinin bir an önce giderilmesine yönelik girişimler gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü salgınla mücadelesinde düşük kaynaklara sahipken, IMF ve kalkınma bankaları para kaynaklarının büyük çoğunluğuna hükmetmektedir. IMF’nin kaynaklarından 10 milyar doları yeni bir aşılama faaliyeti için ayırması lazımdır. Yine uzun vadede 100 milyar dolarlık bir fonun, küresel sağlık mekanizmasını iyileştirmek ve muhtemel salgınlara hazırlanmak için tahsis edilmesi gerekir.  
Üçüncü olarak, ihtiyaç duyulan finansman kaynaklarının sağlanmasında, kuzey ülkelerinin ortak para rezervlerinin kullanılmasına odaklanmalıyız. Sadece başlangıçta 2 milyar dolar ayırarak, en yoksul ülkelerin sağlık sistemlerine katkı sunmamız mümkün olacaktır.  
Son olarak, BM Küresel Sağlık Girişimi, 2006'dan bu yana küresel sağlıkla ilgili uluslararası havayolu vergilerinden yaklaşık 1,25 milyar dolar toplayabilmişti. Bu dayanışmanın benzerini, uluslararası ticari faaliyetlerin normale dönmesinden fayda sağlayacak olan şirketlerden talep edebiliriz. Bu şirketler, koronavirüs salgınıyla baş etme çabalarına katkı sunmalıdır.  
Umut kırılgan bir bileşendir. Bazı ülkelerde stoklardaki aşılar heba olurken, bazı ülkelerin aşıya umutsuzca ihtiyaç duyması umudu öldürebilir. Zengin ülkeler yoksul ülkelere yönelik kendi resmi taahhütlerini yerine getirmezse, kar etmenin insan hayatından öncelikli olduğu düşünülebilir. Ancak bu yıl umut tekrar canlanabilir.  
Bir zamanlar imkânsız görünen şey bugün mümkün olabilir. Önce bir zengin ülkenin katkıları, ardından iki ülkenin, sonra altı ülkenin, derken herkes bu ölümcül hastalığın yayılmasını durdurmak için birleşecektir. Sadece ölümlerin önüne geçmek için değil, tüm insanların yaşamına eşit değer verdiğimizi göstermek için bu böyle olacaktır.   
Bu dayanışma eylemleriyle, Afrika’daki binlerce yoksul anne, 2020 ve 2021'de sınavı kaybeden dünyanın, 2002’de birleştiğini ve kendilerine yardım ettiğini görecektir. O anneler, bizim de başkalarının acısını hissettiğimizi ve kendimizden daha büyük bir şeylere inandığımızı hissedecektir.