Sudan’ın Washington Büyükelçisi Nureddin Sati: ABD ile ilişkilerin yeniden kurulması İsrail ile normalleşmeye bağlı değil

Sudan’ın Washington Büyükelçisi Nureddin Sati. (Sosyal medya siteleri)
Sudan’ın Washington Büyükelçisi Nureddin Sati. (Sosyal medya siteleri)
TT

Sudan’ın Washington Büyükelçisi Nureddin Sati: ABD ile ilişkilerin yeniden kurulması İsrail ile normalleşmeye bağlı değil

Sudan’ın Washington Büyükelçisi Nureddin Sati. (Sosyal medya siteleri)
Sudan’ın Washington Büyükelçisi Nureddin Sati. (Sosyal medya siteleri)

İsmail Muhammed Ali
Sudan’ın Washington’a yeni atadığı Büyükelçi Nureddin Sati, görevinin önceliklerini, Sudan'ın adını terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarmak, iki ülke arasındaki bankacılık işlemlerinin normale dönmesini sağlamak ve tüm iş birliği alanlarıyla ilgili eski düşünceleri canlandırmak olarak sıraladı. Washington'ın ülkesiyle ilişkilerinin düzelmesi konusunda oldukça istekli olduğuna dikkat çeken Büyükelçi, bunun başta inanç özgürlüğü ve ulusal güvenliğin korunması olmak üzere belirli ilkeler doğrultusunda meydana gelen değişim ve benzeri çeşitli nedenlere bağlı olduğunu söyledi. Özelde ise Sudan’ın her an patlamaya hazır olan Batı ve Doğu Afrika'daki çatışma alanlarına bağlanabilecek olan Afrika Kıtası’nın değişken bölgelerinin ortasında yer almasından kaynaklandığını belirtti.
Büyükelçi Sati, Independent Arabia’ya verdiği röportajda Washington ile diplomatik iş birliği ilişkilerinin yeniden kurulmasının İsrail ile normalleşmeye bağlı olmadığını vurguladı. Sati, Sudan’ın şu an ister İsrail ister başka bir ülke olsun herhangi bir devlete düşmanlık edilmemesini gerektiren dış politikasından yola çıkarak kendi çıkarlarıyla ilgilenmesi gerektiğini belirtti. Sati, Sudan’ın İsrail'e karşı savaşta ön saflarda değil, doğrudan ve dolaylı olarak İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Arap ülkeleri göz önüne alındığında listenin en sonunda olması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Güney Sudan’ın ayrılmasının sorumluluğunu eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir yönetimine ve lobisi tarafından temsil edilen ABD’ye yükleyen Sati ancak en büyük sorumluluğun güneylileri düşmanlıkla ve ırkçı politikalarıyla ayrılmaya iten Ulusal Kongre Partisi’ne (UKP) ait olduğuna söyledi.

Terörizmi Destekleyen Devletler Listesi
Büyükelçi Sati, Washington ile ilişkilere verilen 23 yıllık aranın ardından söz konusu ilişkilerin yine eski haline gelmesiyle ilgili önceliklere ilişkin soruya şöyle yanıtladı:
“Sudan'ın ABD ile ilişkilerindeki kesinti nedeniyle bu ilişkileri en önemli ülkelerden biri olduğu gerçeği ışığında geliştirmek üzere yerine getirmesi gereken birçok görevi var. Ülke, hayatın çeşitli yönlerinde ve ekonomik alanlarında büyük hasara neden olan çeşitli çıkarlarından yoksun kaldı. Kuşkusuz Sudan'ın adını Terörizmi Destekleyen Devletler Listesi’nden çıkarmak, ilk andan itibaren üzerinde çalışacağım en önemli konulardan biri olacak. Çünkü bu konu, Sudan’ın ABD’nin yanı sıra birçok ülke ile arasında iş birliğinin başlangıcıdır. Bunun da kalkınma ve refah sağlayacak her tür girişimle bağlantısı olacak. Bu konudaki ilk adımlardan biri, ABD’nin muhribi USS Cole (DDG-67) saldırısı davasının tamamlanmasını ve kurbanların aileleriyle bir anlaşma yapılmasının ardından mahkemece alınacak kararların takip edilmesidir. İkincisi, Sudan’ın ABD’nin Nairobi (Kenya) ve (eski başkent) Darüsselam (Tanzanya) büyükelçiliklerinin bombaladığı suçlamalarını ele almak ve kurbanların aileleriyle de bir çözüm yolu bulmaktır. Bu konuda görüşmeler halen devam ediyor. Yakında bu dosyanın kapanması ve ilişkilerin normale dönmesini sağlayacak bir çözüme ulaşılmasını ve Sudan'ın ona yeniden umut ışığı olan Aralık Devrimi tarafından şekillendirilen karşılıklı saygı çerçevesinde dünyaya ılımlı olduğunu kanıtlayan diğer ülkeler arasındaki doğal yerini yeniden kazanmasını umuyoruz.”

Bankacılık işlemleri
Sudan’ın Washington büyükelçisi, önceliklerinden birinin Ocak 2017'den bu yana ekonomik yaptırımların kaldırılmış olmasına rağmen halen normalleşmemiş olan bankacılık işlemlerinin normale döndürmek için çalışmak olduğunu söyledi. Ancak başta büyük bankalar olmak üzere bankaların halen eski rejim döneminden kalma korku ve güvensizlikleri hissettiklerini ifade eden Büyükelçi, bir başka nedenin ise ülkesinin ticaret borsalarının hacmi büyük olmadığını, bu yüzden bankaların yeniden Sudan ile çalışmaya teşvik edilmesi gerektiğini vurguladı.
Bununla birlikte Büyükelçi, Sudan'ın 60 milyar dolar olarak tahmin edilen dış borçlarını ödemek için bir mekanizma bulmak ve bazı borçlarını sildirmeye çalışmak zorunda olduğunu, böylece ülkenin yeni borçlar almasının sağlanabileceğini söyledi. Büyükelçi bu konuda Uluslararası Para Fonu (IMF) ve uluslararası finans kurumlarıyla da çalışılabileceğini dile getirdi.

İş birliği alanları
Büyükelçi Sati, en önemli iş birliği alanlarıyla ilgili olarak şunları söyledi:
“İlk etapta Washington'dan doğrudan nasıl faydalanabileceğimize dair eski fikirleri canlandırarak ve hayati alanlara yatırım yaparak ekonomik alana odaklanacağız. Tarım, sanayi ve yenilenebilir enerji gibi alanlarda modern teknolojiyi tanıtarak ülkeyi ileri seviyelere taşıyan temel bir dönüşüm getirmenin yanı sıra karşılıklı akademik ve araştırma alışverişini artırarak geçiş sürecini, barışı ve demokratik dönüşümü desteklemeyi hedefliyoruz. ABD, dünyada bu tür projeleri en çok finanse eden ülkelerden biri ve sivil toplum kuruluşları ile tüm ekonomik sektörleri destekleme konusunda mükemmel bir deneyime sahip.”
İnanç özgürlükleri
Büyükelçi Sati, son zamanlarda ABD’nin Sudan'a olan ilgisinin nedenleri ve yansımalarına dair de şu değerlendirmelerde bulundu:
“Washington'ın Sudan'a olan ilgisi, 30 yıllık bir ABD düşmanlığı algısından sonra nihayet meydana gelen değişimden kaynaklanıyor. Beşir rejimi, ABD’yi ‘şeytan’ olarak göstermeye devam ederken tüm medya araçlarını bu düşmanlığı teşvik etmek için kullandı. ABD’nin Sudan’da kadınların ve gençlerin temsil ettiği devrimin canlılığına olan hayranlıkları, Sudanlıların onların ilkelerine uygun değişiklikler yapabilen organize bir sivil toplum olduğu ve böylece bu fikirlerin ve değişikliklerin ortak çıkarlar yaratabileceğini düşünmelerini sağladı. Eski rejimin yanlış uygulamaları göz önüne alındığında, Washington'ın temel dosyalardan biri olan inanç özgürlüğü de dahil olmak üzere Sudan'daki çıkarları için büyük endişe kaynağı olan sorunları vardı. ABD ayrıca Sudan'ın şu anda tüm dinlere saygı gösteren ve başkalarının özgürlüklerine kısıtlama getirmeyen, normal bir duruma döndüğüne inanıyor. Bunun yanı sıra Washington'ın önem verdiği alanlardan biri olan ulusal güvenlik konusu geliyor. Sudan, Darfur, Nuba Dağları ve Mavi Nil'deki marjinal grupların yanı sıra El Kaide ve siyasal İslamcı örgütlerin liderlerine ve unsurlarına ev sahipliği yaparak bir terör yatağı haline gelmişti.”
Büyükelçi söz konusu durumla ilgili olarak bugün Sudan’da yaşananlara dikkat çekti:
“Bugün Sudan'da yaşananlar, özellikle Çad Havzası’nda faaliyet gösteren Boko Haram, Libya'da devam eden çatışma ve Güney Sudan'daki durumun kırılganlığı gibi Afrika Kıtası’nın değişken bölgelerinin ortasında yer aldığı için eski politikaların değişmesi ve istedikleri sistemin kendi başına iş görmesi açısından bir fırsattır. Washington, Sudan'daki durumun ortaya çıkmasının ABD için çok önemli olan ve bölgesel güvenliği tehdit eden Batı ve Doğu Afrika'daki çatışma alanlarını birbirine bağlayacağına inanıyor.”

Güney Sudan’ın ayrılması
Washington'la ilişkilerin kopmasının Sudan’da çeşitli alanlar üzerindeki etkilerine ilişkin soruyu cevaplayan Sati konuya dair şu değerlendirmelerde bulundu:
“Etkisi çok büyük oldu. Sudan'a yasa dışı bir devlet gibi davranılması, onu özellikle bankacılık işlemleri alanında saygın uluslar çemberin dışına itti. Bu yüzden yerleşik dünya düzeniyle başa çıkamadı. Bu da işlemlerin maliyetini artırdı ve bankacılık işlemlerinde paralel bir sistem yarattı. Ülke, bu dönemde kalkınmasına katkıda bulunabilecek çok büyük kaynaklarını kaybetti. Bununla birlikte bu durum yaptırımları atlatmanın yollarının aranmasına, yolsuzluk oranlarının artmasına, rüşvetin yayılmasına ve terör eylemlerinin finanse edilmesine yardımcı oldu. Tüm bu baskılar da Güney Sudan'ın hızla ayrılmasına yol açtı.

Peki, Washington'ın Güney Sudan’ın ayrılmasında olumsuz bir rolü olduğunu düşünmüyor musunuz?
“Güney Sudan’ın ayrılmasının sorumluluğu Sudan ve ABD taraflarına aittir. Beşir hükümetinin temsil ettiği eski rejim ile Washington yönetiminden ziyade ABD lobisi sorumlu. Genel olarak bu süreçte karmaşık bir durum vardı. Resmi raporlarda, Washington'ın Güney Sudan’ın ayrılması için yardım ettiği veya teşvik ettiği yönünde hiçbir işaret yoktu. Ancak birtakım çıkarları olduğu bilinen ABD lobisi, ayrılığı teşvik ederek güneylilerle ittifak kurdu. Bu yüzden güneyliler arasında kuzeyden ayrılma istediğine yönelik genel bir ruh hali oluştu. Ancak ben de güneyli kardeşlerimize karşı ırkçılık ve düşmanlık politikasını sürdüren UKF tarafından temsil edilen eski Sudan rejiminin en büyük sorumluluğunu taşıyorum.”

Ekonomik yaptırımlar
Büyükelçi Sati, “ABD'nin Sudan'a uyguladığı yaptırımların haksız olduğuna inananlar var mı?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Bazılarının dillendirdiği haksızlık kelimesine karşıyım. Bu konuda objektif olmalıyız. Çünkü kendimizi aşmalı ve haksız olduğumuz yerde bunu söylemeliyiz. Terörizmi desteklemek ve teröristlere her düzeyde imkan tanımak gibi açık uygulamalar sonucunda uygulanan yaptırımlar haksızlık değildir. Bu konuya başka bir açıdan bakılmasının mümkün olacağını düşünmüyorum.”

Peki, sizce ABD’liler Sudan'ın artık ulusal güvenliklerine yönelik bir tehdit olmadığını düşünüyor mu?
Bana göre Sudan’ın yaşadığı değişimin ardından ulusal güvenliğe karşı tehdit oluşturmadığı kanısındalar. Kendilerine daha fazla iş birliği için büyük bir umut verildiğini düşünüyorlar. Başlarda ordudan korktukları doğrudur. Ancak ordunun düşündükleri kadar kötü olmadığını ve demokratik geçişi desteklediğini anladılar. Ayrıca henüz barışın gerçekleşmemiş olması ve silahlı kuvvetlerin kapsamlı bir birime ulaşmamış olması nedeniyle tüm bahislerini sivillerin üzerine yapmak istemiyorlar.

İsrail ile normalleşme
Sudan’ın Washington Büyükelçisi Sati, İsrail ile normalleşmenin Washington'la ilişkileri geliştirmek için bir köprü olup olmadığı konusunda da şu değerlendirmelerde bulundu:
“Genel olarak bu konudaki analiz, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu görüşmesi üzerinden yapılıyor ve ABD’nin şartları uyarınca Tel Aviv ile normalleşmeye gidildiği belirtiliyor. Sudan bugün kendi çıkarlarıyla ilgileniyor. Mısır, Ürdün ve diğerler bazı Arap ülkelerinin doğrudan veya dolaylı yollardan İsrail ile normalleştiği bir dönemde 60 yıldır olduğu gibi İsrail’in karşı safında yer alıyor. O halde Sudan neden düşman ülkeler listesinin başında yer alıyor? Sudan’ın herhangi bir ülkeye düşmanca davranmamasını gerektiren dış politikasından yola çıkarak en azından düşmanlık politikasını durdurması ve çıkarlarına bakması gerekiyor. Aynı zamanda Sudan’ın İsrail'e karşı savaşta ön safta değil, tam normalleşme olmasa da listenin en altında olması lazım.”

Çin'in nüfuzu

ABD ile ilişkilerin düzeltilmesinde Sudan'ın Çin'le olan ilişkiler ve özellikle enerji alanlarında sahip olduğu dev yatırımlar üzerindeki etkisi nedir?
Şu an geçiş sürecindeyiz. Koronavirüs salgını da olayların kartlarını yeniden kardı. Ancak bölgede bir mücadele var. ABD, Çin'in Afrika Kıtası’na nüfuz ettiğine ve Kıta’daki ülkelere krediler vererek kendine bağladığına inanıyor. Biz de ABD ve Batı'nın bize büyük bir yardımda bulunduğunu görüyoruz. Önümüzdeki süreçte özellikle birçok kaynağa sahip bakir bir Kıta olduğundan ve Afrika'yı geleceğin Kıtası olarak gördüklerinden onlarla Çin'in ağına düşmeyeceğimizi anlatacağımız diyaloglar kuracağız. Stratejik diyalog yoluyla onlara ihtiyaçlarımızı, azgelişmişlik ve yoksulluk sorunlarımızı gösterebiliriz. Aynı zamanda korona krizini atlattıktan sonra bu Kıta’da özellikle Sudan'da çeşitli alanlara yatırım yapmalarına ihtiyaç var.

Başkalarına saygı

Bölgedeki siyasi eksenlerde son zamanlarda birtakım gerginlikler ortaya çıktı. Bu durumda dışarıya karşı yönelimleriniz nasıl şekilleniyor?
Şimdiki politikamız açık ve net. Karşılıklı çıkarlara, başkalarına saygı duymaya ve başkalarının iç işlerine karışmamaya dayanıyor. Bir önceki rejimin ülkenin çıkarlarının nerede olduğunu bildiği doğrudur. Ancak kalbi Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile olduğu gibi kılıcı da İran ile beraber olan dış siyasi sistemlerle bağlantılı politik ideolojisine göre çalışıyordu. Bugün ülkenin çıkarlarını göz önünde bulundurarak kimsenin iç meselelerine müdahale etmeden tüm bölgesel ve uluslararası konularda akıllıca davrandığımız için bu politikadan kurtulduk.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.