Araştırmalar Kovid-19’un beyin, kalp ve böbreklerde hasar bırakabildiğini gösteriyorhttps://turkish.aawsat.com/home/article/2371801/ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar-kovid-19%E2%80%99un-beyin-kalp-ve-b%C3%B6breklerde-hasar-b%C4%B1rakabildi%C4%9Fini
Araştırmalar Kovid-19’un beyin, kalp ve böbreklerde hasar bırakabildiğini gösteriyor
İspanya'nın kuzeyindeki Navarra'da 96 gün sonra yoğun bakımdan çıkan bir Kovid-19 hastası (EPA)
Kahire/Hazım Bedir
TT
TT
Araştırmalar Kovid-19’un beyin, kalp ve böbreklerde hasar bırakabildiğini gösteriyor
İspanya'nın kuzeyindeki Navarra'da 96 gün sonra yoğun bakımdan çıkan bir Kovid-19 hastası (EPA)
Hastaneler ateş, öksürük ve şiddetli nefes darlığı gibi yeni koronavirüsün (Kovid-19) bilinen en belirgin semptomlarını iyileştirmeye çalışıyorlar. Fakat acaba bu semptomlardan kurtulan insanlar uzun vadede sağlıklarına dair endişelenmeli mi?
Uzmanlar tarafından bu soruya verilen ve çeşitli çalışmalarla desteklenen cevap, Kovid-19’un etkilerini atlamanın uzun ve karmaşık bir süreç olduğunu açıkça göstermektedir. Hastaların iyileşmiş olmaları, vücudun hastalığın beyin, kalp, böbrekler ve hatta akciğerlere yönelik uzun vadeli yansımalarına karşı da bağışıklık kazandığı anlamına gelmiyor. Bir hastanın akciğerlerinin iyileşmesinin hastaneden taburcu olmasının ön şartı olarak kabul edilse de ABD’nin New Jersey eyaletinin Browns Mills şehrindeki Deborah Kalp ve Akciğer Merkezi (Deborah Heart and Lung Center) Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Dr. Andrew Martin konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede Kovid-19’la ilişkili akut solunum sıkıntısı sendromundan (ARDS) şikayetçi olan hastalarda akciğer fonksiyonları normale döndükten sonra dahi bazen akciğerde kalıcı hasar veya fibroz (akciğer dokusunun kalınlaşması, sertleşmesi ve hastalıklı alanların yara izini andıran bir görünüm kazanması) geliştirebileceğini söyledi.
‘Healthline’ adlı internet sitesi tarafından 21 Nisan’da yayınlanan açıklamalarında Dr. Martin, Kovid-19 hastalarında görülen ve insan hayatını tehdit eden bir akciğer hasarı olan ARDS, yoğun bakım ünitesinde tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Özellikle hasta eğer yaşlıysa uzun vadede kalp, beyin ve böbreklerde bir takım sağlık problemleri oluşturma riski daha yüksektir.
Dr. Martin’in görüşleri, Deborah Kalp ve Akciğer Merkezi’nde yapılan gözlemlere dayanıyordu. Ancak bu organlarda neler olup bittiğinin ayrıntılarını izlemek için hastalarla birlikte çalışan başka araştırmacılar da var ve bunun için bazı tedavi yöntemleri geliştirmeye çalışıyorlar. Kovid-19’un kalbe yönelik etkisi ile ilgili son çalışma, kök hücre teknolojisi ile üretilen kalp kası hücreleri kullanılarak yapılırken 30 Haziran'da The New England Journal of Medicine (NEJM) tarafından yayınlanan çalışma, virüsün doğrudan kalp hücrelerine bulaşabileceğini gösterdi.
ABD merkezli Cedars Enstitü’de (CI) yapılan çalışmanın baş araştırmacısı Dr. Aaron Sharma enstitünün internet sitesinde yayınlanan raporda, “Sadece kök hücrelerden türetilen kalp hücrelerinin virüs ile enfekte olmaya yatkın olduğunu keşfetmekle kalmadık, aynı zamanda virüsün kalp kası hücrelerinde hızla bölünebildiğini de gördük” ifadelerini kullandı.
Çalışma ayrıca Kovid-19 ile enfekte olan insan kök hücrelerinden türetilen kalp hücrelerinin gen ekspresyon (ifadesi) profillerini değiştirdiğini gösterdi. Ayrıca, hücrelerin virüsle aktif olarak enfekte olabileceğini ve virüsü vücuttan atmaya yardımcı olmak için doğal ‘hücresel savunma mekanizmalarını’ harekete geçirebildiğini de ortaya koydu.
Araştırmacılar ayrıca ACE2 enziminin antikor tedavisinde kök hücrelerden türetilen yeni kök hücrelerle viral üremeyi azaltabildiğini keşfettiler. Bu da ACE2 enziminin virüsü kalp kası hücrelerine girmek için kullanılabileceğini gösterdi. Dr. Sharma, antikordaki ACE2 proteiniyle bloke edilen virüsün proteine kolayca bağlanamayıp hücreye de aynı kolaylıkla giremeyeceğini söyledi.
CI tarafından yapılan çalışma, aynı proteinin böbreklerde de bulunduğunu ortaya koydu. Kidney International (KI) dergisinin Haziran ayında yayınlanan son sayısında yer alan ve Çin’de Kovid-19 nedeniyle hayatını kaybeden 29 kişi üzerinde gerçekleştirilen bir çalışmanın sonuçlarına göre bu kişilerden 9’unda böbrek yetmezliği belirtileri görülürken 7’sinin böreklerinde virüs partikülüne (iz) rastlandı. Bu da virüsün böbreklerdeki hücreleri istila etmesine yardımcı olan reseptörleri bulduğu anlamına geliyor.
Alzheimer's Disease (JAD) dergisinin son sayısında yayınlanan üçüncü bir araştırma ise virüsün ilk aşamada tat almaktan sorumlu epitel hücrelerindeki ACE2 enzimlerine bağlanmaya başladığında beyni üzerindeki etkilerini ortaya koyarken bu aşama hastalığın kolayca iyileştirilebileceğine işaret etti. Araştırmaya göre virüs ikinci aşamada, kan damarlarının iltihaplanmasına, aşırı kan pıhtılaşmasının artmasına neden oluyor. Bu aşamada vücudun güçlü bir bağışıklık tepkisi vermesi nedeniyle serebral arterlerde ve damarlarda pıhtılanmalar oluşuyor. Üçüncü aşamada ise bağışıklık sistemi viral moleküllerin kan-beyin bariyerine nüfuz etmesine, sinir hücrelerinin ölümüne ve ensefalite (beyin iltihabı) yol açan aşırı bir tepki veriyor.
Çalışmanın baş araştırmacısı olan nörolog Dr. Macid el-Fetuhi, MedScape internet sitesi tarafından geçtiğimiz Pazartesi yayınlanan raporda, Kovid-19’u atlatan bir hastanın gelecekte bilişsel bozukluk yaşama ihtimali olması nedeniyle hastaneden taburcu olduktan sonra hastanın düzenli olarak kontrollerle izlenmesi gerektiğini vurguladı. Bununla birlikte hastaneden ayrılmadan önce MR’dan geçmeleri gerektiğinin altını çizen Dr. Fetuhi, böylece doktorların hastalara ilişkin gelecekteki değerlendirme ve tedavi süreçlerinde bir başlangıç noktasına sahip olabileceklerini söyledi.
Eğer hastalığa neden olan virüs temel olarak bir solunum virüsü ise diğer organlar üzerindeki etkisine ilişkin virüsün neden olduğu ‘sitokin fırtınası’ olarak bilinen bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepki şeklinde başka bir açıklama bulunuyor.
Konuya ilişkin Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Kahire’nin kuzeydoğusundaki Zagazig Üniversitesi’nde salgın hastalıklar uzmanı Prof. Dr. Muhammed Samir, “Sitokin fırtınasında bağışıklık sistemi vücudun dostu iken adeta düşmana dönüşüyor. Sitokinlerin viral enfeksiyonla mücadelede önemli bir rolü olmasına rağmen bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepki, organlar üzerinde büyük hasra neden olabiliyor. Bunun kanıtı ise Kovid-19 nedeniyle ölen bazı vakalarda böbrek yetmezliğinin görülmesidir. Bu da organların sitokin fırtınasından etkilendiğini gösterir” ifadelerini kullandı.
Stranger Things'in yeni bölümlerinin sonu izleyicileri hayran bıraktıhttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5213754-stranger-thingsin-yeni-b%C3%B6l%C3%BCmlerinin-sonu-izleyicileri-hayran-b%C4%B1rakt%C4%B1
Stranger Things'in yeni bölümlerinin sonu izleyicileri hayran bıraktı
Fotoğraf: Netflix
Stranger Things izleyicileri, birinci kısmın sonuna dair görüşlerini paylaşarak bunu "manyak" ve yılın "en çılgın" merakta bırakan finali diye nitelendiriyor.
Popüler dizinin hayranları, 5. sezonun perşembe günü (27 Kasım) yayına giren ilk 4 bölümünü soluksuz izledi ve kapanış anları karşısında şaşkına döndü.
*Bundan sonrası spoiler içerir, bizden uyarması*
4. bölümün sonunda Will Byers (Noah Schnapp); Mike (Finn Wolfhard), Robin (Maya Hawke) ve diğer arkadaşlarını kurtarmak için Vecna'nın (Jamie Campbell Bower) Demogorgonlar üzerindeki gücünü çalıyor.
Başka bir deyişle Will geçici olarak süper güçler kazanıyor.
Bölümde, Demogorgonları kontrol eden Will'in gözlerinin beyaza döndüğü ve kapanış sahnesinde, süper güçlere sahip bir diğer karakter Eleven'ın (Millie Bobby Brown) yaptığı gibi, burnundaki kanı sildiği görülüyor.
Stranger Things karakteri Will Byers (Noah Schnapp), 5. sezonun birinci kısmının son sahnelerinde (Netflix)
Bu an aynı zamanda bölümün önceki bir sahnesine de duygusal bir gönderme yapıyor; Robin, Will'in en iyi arkadaşı Mike'a duyduğu karşılıksız aşkına tanık olunca, Will'e kendi değerini yeniden keşfetmesi için çocukluğunu düşünmesini söylüyordu.
Ayrıca Mike da Will'in güçlerinin sinyalini vererek arkadaşının "büyücü" olduğu için Demogorgonları kontrol edebileceğini belirtiyordu.
Will, "Zindanlar ve Ejderhalar'da (Dungeons & Dragons) Mike, gerçek hayatta değil" diye yanıtlayınca Mike da şöyle diyordu:
Doğru. Gerçek hayatta daha çok sihirbaz gibisin çünkü güçlerin bir büyü kitabından gelmiyor. Doğuştan geliyor.
Son sahnede Vecna geri dönerek Will'e, birinci sezonda onu kaçırdığından beri zayıflığı nedeniyle kolayca kontrol edilebildiğini söyleyerek onu kışkırtıyor.
Daha sonra Mike'ın bir Demogorgon tarafından parçalanmak üzere olduğunu gören Will, Robin'in tavsiyesine uyarak büyüdüğü zamana dair anıları gözlerinin önünden geçiriyor ve güçlerinin farkına varıyor.
Schnapp, sürprizi keşfettiği anı Variety'ye şöyle anlattı:
Senaryoya göz gezdiriyordum ve resmen duşta hazırlanırken sonuna geldiğimde, 'Aman Tanrım!' dedim ve çığlık atarak duştan fırladım. Bir asistanla yaşıyordum. Adı Brooke'tu. 'Brooke! Aman Tanrım, güçlerim var!' dedim. Tanıdığım herkese anlatmak istiyordum. Ve elbette, birinin bunu görmesi için iki yıl beklemem gerekti. Ama: şimdiye kadarki en havalı şey.
Mike Wheeler (Finn Wolfhard), Stranger Things'in 5. sezonunda Will Byers'la (Noah Schnapp) ilgili sürprizin sinyalini verdi (Netflix)
Dizinin yaratıcıları Duffer kardeşler, Will'in güçleriyle ilgili bir noktayı açıklığa kavuşturdu: Bu onun içinden gelmiyor.
Bu güçleri Vecna'dan alıp kullanabiliyor... Adeta bir kuklayı yönetir gibi.
İzleyiciler bu anı doyasıya yaşarken bir izleyici "4. bölümün son anları manyak bir şey... Ve merak uyandıran son, insanın nefesini kesiyor" dedi.
Bir diğeri de X/Twitter'da şöyle yazdı:
2025 televizyonunda resmen dudak uçuklatan bir an, açıkçası bu yılın en çılgınlarından biri.
Stranger Things'in 5. sezonunun bir sonraki kısmı 25 Aralık'ta, final bölümüyse 2026 Yılbaşı'nda gösterime girecek.
Independent Türkçe
Zihnin karanlık odalarına hoş geldiniz: Psikolojik gerilim tutkunlarına 10 sarsıcı dizihttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5213753-zihnin-karanl%C4%B1k-odalar%C4%B1na-ho%C5%9F-geldiniz-psikolojik-gerilim-tutkunlar%C4%B1na-10-sars%C4%B1c%C4%B1
Zihnin karanlık odalarına hoş geldiniz: Psikolojik gerilim tutkunlarına 10 sarsıcı dizi
Psikolojik gerilim türünü sevenler, son haftalarda yeni bir takıntı kazandı: Claire Danes ve Matthew Rhys'in başrolleri paylaştığı The Beast in Me, yayınlandığı ilk günden bu yana küresel listelerde fırtına gibi esiyor.
Ünlü yazar Aggie Wiggs'in hem yazarlık sıkışmışlığıyla hem de kaybettiği oğlunun gölgesiyle boğuşurken, yeni komşusu Nile Jarvis'in tehlikeli sırlarına kapılması; diziyi yalnızca bir gerilim değil, insan zihninin karanlık kıvrımlarına doğru bir yolculuğa dönüşüyor. Jarvis'in geçmişte eşinin kayboluşunda baş şüpheli olması, Aggie'nin ilham arayışını ölümcül bir meraka dönüştürüyor ve ortaya rahatsız edici bir kedi–fare oyunu çıkıyor.
The Beast in Me'nin 41 ülkede Netflix'in zirvesine yerleşmesi, izleyicinin psikolojik gerilimlere olan iştahının ne kadar kabardığını bir kez daha gösterdi. Biz de buradan hareketle türün çarpıcı örneklerini masaya yatırmak ve öne çıkanları bir araya getirmek istedik.
Bu listede; The Fall'un tüyleri diken diken eden av–avcı dinamiğinden, Sharp Objects'in bastırılmış travmaları ilmek ilmek çözen boğucu atmosferine; You'nun modern çağ paranoyasını körükleyen "takıntılı aşk" anlatısından, Behind Her Eyes'ın akıl oyunlarıyla beklentileri ters yüz eden ters köşelerine uzanan geniş bir yelpaze var.
The Girlfriend anne-oğul ilişkisindeki tehlikeli sınırları deşerken, The Patient insan ruhunun karanlık bir odaya hapsolabileceğini kanıtlayan iki kişilik bir psikolojik düello sunuyor. The Stranger tek cümleyle hayatı altüst eden sırları açığa çıkarıyor; The Undoing ve Anatomy of a Scandal ise ayrıcalık, güç ve yalanların çürüttüğü ilişkilerin röntgenini çekiyor. Disclaimer ise hafızanın karanlık dehlizlerinde dolaşan, suçluluk ve gerçeklik algısını altüst eden bir karakter incelemesine dönüşüyor.
Kısacası, eğer The Beast in Me'yi bir çırpıda bitirdiyseniz ve benzer karanlıkta hikayelerle, benzer psikolojik çözülmeler arıyorsanız doğru yerdesiniz.
Hazırsanız, zihnin karanlık kıyılarına doğru bir yolculuk başlıyor.
The Fall (2013-2016)
The Fall, daha ilk sahnesinden itibaren izleyiciyi sessiz, derinden yükselen bir kabusun içine çeken en ürpertici psikolojik gerilimlerden biri. Dizi, dedektif Stella Gibson ve seri katil Paul Spector'ı karşı karşıya getirirken klasik "avcı–av" kalıbının ötesine geçip iki zeki, karanlık ve kusurlu karakterin paralel çöküşünü anlatıyor.
Kimliğini saklayan bir canavar değil, gündelik hayatta karşımıza çıkabilecek kadar sıradan bir adamın dehşet verici yüzü diziyi daha da rahatsız edici kılıyor. Gillian Anderson, Gibson'ı sadece keskin zekasıyla değil, kırılganlıkları, öfke anları ve kontrolcü tavrıyla yaşayan bir karaktere dönüştürüyor. Jamie Dornan'ın hayat verdiği sakin, düzenli ve aile babası gibi görünen Spector ise çoğu katilden daha gerçekçi, daha sessiz ve bu yüzden çok daha ürkütücü.
The Fall'da Paul Spector'ı canlandıran 43 yaşındaki İrlandalı aktör Jamie Dornan, Elli Ton (Fifty Shades) serisinde canlandırdığı Christian Grey rolüyle tanınıyor (BBC Two)
Dizi, cinayetleri bir gizem unsuru olarak kullanmak yerine, erkek şiddeti, güç ilişkileri ve toplumun kör noktalarına dair sert ve doğrudan yorumlar yapıyor. Belfast'ın gri atmosferi ve yavaş yavaş sıkışan tempo, iki karakterin birbirine doğru yaklaşan soğuk nefesini izleyiciye hissettiriyor. Her bölümde, gizli hesaplaşmalar, bürokratik engeller ve adalet arayışının karanlık yüzü birbirine dolanarak tansiyonu sürekli yükseltiyor.
Dizinin en çarpıcı yanı, izleyiciyi kimi zaman katile acımaya ittiği, kimi zaman Gibson'ın yöntemlerini sorgulattığı gri bir ahlaki alanda bırakması. Ve finalde The Fall, bize en büyük dehşetin canavarlar değil, sıradan görünen insanların içindeki sessiz, görünmez karanlık olduğunu hatırlatıyor.
IMDb: 8,1
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor
Sharp Objects (2018)
Karanlığın insan ruhuna nasıl sinsice sızdığını izlemek istiyorsanız, Sharp Objects sizi daha ilk dakikasından kollarına almaya hazır. David Fincher imzalı Kayıp Kız'ın (Gone Girl) yazarı Gillian Flynn'in sert ve çarpık dünyasını ekrana taşıyan dizi, sadece bir cinayet soruşturması değil, bastırılmış acının insanı nasıl içten içe çürüttüğünün ezici bir portresi. Amy Adams'ın hayat verdiği Camille Preaker, iki kayıp kızın peşine düşerken aslında yıllardır kaçtığı çocukluk travmalarının tam kalbine geri dönüyor. Wind Gap'in boğucu atmosferi, küçük kasaba sırlarının nesilden nesile aktarılan bir zehir gibi insanların içinde yaşadığını hatırlatıyor. Dizi, cinayetlerin ardındaki gerçeği ararken Camille'in zihninde gömülü anıları da ustalıkla açığa çıkarıyor ve gizemle psikolojik çözülüşü mükemmel bir ritimle iç içe geçiriyor.
6 kez Oscar'a aday gösterilen 51 yaşındaki Amy Adams, gazeteci Camille Preaker rolünde unutulmaz bir performans sergiliyor (HBO)
Patricia Clarkson'ın ürkütücü derecede kontrolcü anne rolü, hikayeyi daha da sarsıcı bir noktaya taşırken; her sahne, kasabanın güzelliğinin altındaki çürümüşlüğü biraz daha görünür kılıyor. Sharp Objects, gerilim kurmak için bağıran ters köşelere ihtiyaç duymuyor; asıl dehşet, karakterlerin normal görünen davranışlarının ardındaki sessiz delilikte saklı. Jean-Marc Vallée'nin titizlikle kurduğu atmosfer, zaman zaman nefes almayı bile zorlaştıran bir duygusal ağırlık yaratıyor. Tüm bu unsurlar birleştiğinde, ortaya hem bir suç hikayesi hem de bir ruhun paramparça oluşunun ürpertici bir anatomisi çıkıyor.
IMDb: 8
Nereden izlenir: HBO Max
You (2018–2024)
You, izleyiciyi evin rahat köşesinde bile huzursuz etmeyi başaran, takıntıyla romantizm arasındaki ince çizgiyi acımasızca paramparça eden bir psikolojik gerilim. Dizi, kitapçıda çalışan Joe Goldberg'ün masum bir aşktan ölümcül bir takıntıya savruluşunu anlatırken, psikolojik gerilim türünün sınırlarını ustalıkla zorluyor.
Başlangıçta Joe'nun delüzyonları ve patolojik davranışları hikayeyi sürüklerken, ilerleyen sezonlarda onun kadar "karanlık" hatta daha da tehlikeli karakterlerin ortaya çıkması diziyi bambaşka bir seviyeye taşıyor. You, Joe'nun romantik iç sesi aracılığıyla izleyiciyi suç ortaklığı hissine sürükleyerek empatinin karanlık yanını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Gossip Girl'le yıldızı parlayan Penn Badgley'ye, You'nun ikinci sezonunda diziye dahil olan Victoria Pedretti eşlik ediyor (Netflix)
Dizinin en güçlü yanlarından biri ise kurduğu keskin mizah: Joe'nun kuru, alaycı anlatımı sosyal medya takıntısını, "iyi çocuk" imajına sığınan erkekleri ve romantik klişeleri acımasızca tiye alıyor. Teknoloji çağında mahremiyetin kırılganlığını öne çıkaran yapı, "herkesin gizlediği bir karanlık vardır" fikrini her bölümde katman katman genişletiyor.
You, kimi zaman abartılı, kimi zaman rahatsız edici ama her daim bağımlılık yaratan bir psikolojik otopsi; modern ilişkilerin yüzeyinde duran parlak maskeleri bir bir söküyor. Sıradan bir komşunun, sosyal medyada gördüğünüz biri ya da sevgilinizin aslında kim olabileceğine dair yarattığı şüphe, diziyi yalnızca bir gerilim değil aynı zamanda toplumsal bir eleştiriye dönüştürüyor.
Her sezon sonunda Joe'nun gerçekten durdurulup durdurulamayacağı sorusu büyürken, 5. ve final sezonun onun nihayet "eşini" bulup bulmadığını göstereceği beklentisi izleyiciyi diken üstünde tutuyor. Ve belki de You'yu bu kadar tedirgin edici yapan tam olarak bu...
IMDb: 7,6
Nereden izlenir: Netflix
Disclaimer (2024)
Geçmişin kapısını aralamak bazen yalnızca karanlığı değil, o karanlığın içindeki aynayı da görünür kılar; Disclaimer işte tam da bunu yapıyor. Renée Knight'ın çok satan romanından uyarlanan ve 4 Oscarlı Alfonso Cuarón'un ustalıkla yönettiği mini dizi, kariyeri boyunca başkalarının günahlarını ifşa ederek güç kazanan gazeteci Catherine Ravenscroft'un kendi gölgeleriyle yüzleşmesini nefes kesen bir gerilimle aktarıyor.
Catherine'in hayatına damdan düşer gibi giren roman, daha ilk sayfadan itibaren dizinin tüm ritmini belirleyen bir tetikleyiciye dönüşüyor. Hem geçmişi hem de bugünü birbirine ustalıkla bağlayan üç katmanlı anlatı, Cuarón'un sinematografik titizliği sayesinde izleyiciyi her bölümde biraz daha sıkıştırıyor. Cate Blanchett, Catherine'in kırılganlıkla güç arasında salınan ruh halini öyle derin bir incelikle işliyor ki, karakterin hem güvenini hem de çöküşünü aynı anda hissetmemek imkansızlaşıyor.
Başroldeki Cate Blanchett'e Stephen Brigstocke rolünde 78 yaşındaki Oscarlı aktör Kevin Kline eşlik ediyor (HBO)
Dizinin atmosferini taşıyan bir diğer büyük güç ise Finneas O'Connell imzalı müzikler; tedirginlik, yalnızlık ve suçluluk gibi duygular adeta notalarda hayat buluyor. Hikaye ilerledikçe Catherine'in kimden kaçtığını, neyi bastırdığını ve bu romanın neden şimdi ortaya çıktığını anlamaya çalışırken izleyici de metaforik bir suç mahallinde ipuçlarını toplamaya zorlanıyor.
Cuarón, dizinin ikinci yarısında kartları yeniden dağıtarak izleyicinin bildiğini sandığı her şeyi acımasızca altüst ediyor. Tüm bu katmanlı yapı, Disclaimer'ı yalnızca bir psikolojik gerilim değil, aynı zamanda hafızanın, utancın ve geçmişten saklanmanın mümkün olup olmadığını sorgulayan karanlık bir karakter incelemesine dönüştürüyor.
Ve finalde dizi, en derin kabusun bazen dışarıdan gelmediğini, en büyük tehdit ve en acımasız yargıcın çoğu zaman insanın kendisi olduğunu sert bir biçimde hatırlatıyor.
IMDb: 7,5
Nereden izlenir: Apple TV
The Undoing (2020)
The Undoing, seyirciyi ilk dakikadan itibaren "mükemmel hayat" illüzyonunun ne kadar hızlı çökebileceğiyle yüzleştiren, sarsıcı bir psikolojik gerilim. Nicole Kidman'ın canlandırdığı Grace Fraser, başarı ve prestijle çevrili hayatının bir anda paramparça oluşuna şahit olurken, dizi izleyiciyi gerçeğin kaygan zemininde tutmayı başarıyor. Oğlu Henry'nin okulundaki bir annenin vahşice öldürülmesiyle başlayan soruşturma, Grace'in Hugh Grant tarafından canlandırılan eşinin kaybolmasıyla bambaşka bir boyuta taşınıyor. Grant'in beklenmedik derecede ürpertici performansı, dizinin "kimse göründüğü gibi değildir" temasını daha karanlık bir noktaya sürüklüyor. Hatırlayalım, 65 yaşındaki aktör, geçen yıl vizyona giren Sapkın'da (Heretic) da benzer maharetlerini göstermişti.
The Undoing'de Nicole Kidman'ın canlandırdığı başarılı terapist Grace Sachs'in hayatı vahşi bir kazanın ardından kocasının kaybolmasıyla kabusa dönüyor (HBO)
The Undoing, klasik bir "Katil kim?" hikayesi gibi görünse de esas çatışmasını aile içindeki kırılgan güven duygusuna ve evliliğin karanlık boşluklarına kuruyor. Her bölüm, seyirciyi başka bir ihtimale savurarak suçun, yalanın ve manipülasyonun sınırlarını yeniden çiziyor. Donald Sutherland'in otoriter ve tehditkar baba figürü, dizinin psikolojik gerilimini bir üst seviyeye çıkaran unsurlardan biri.
New York'un steril ve ayrıcalıklı atmosferi, karakterlerin çürüyen sırlarıyla çarpıcı bir tezat oluşturuyor.
Son bölümdeki yüzleşme ise diziyi tipik bir polisiye olmaktan çıkarıp, bir aile trajedisi olarak hafızalara kazıyor. Son nefesine kadar gerilimi diri tutan The Undoing, finalinde güven duygusunu tamamen tersyüz ederek zihninize yerleşiyor.
Where to watch: HBO Max
IMDb: 7,4
The Girlfriend (2025 – )
The Girlfriend, ilk sahnesinden itibaren insanın en tehlikeli duygularının nasıl felakete dönüşebileceğini ürpertici bir açıklıkla ortaya koyuyor. Parlak bir kariyere ve sevgi dolu bir aileye sahip Laura'nın, oğlunu koruma içgüdüsüyle başlayan basit bir tedirginlik, kısa süre içinde paranoyayla haklı endişe arasındaki sınırı tamamen bulanıklaştırıyor. Dizinin en etkileyici yönü, hikayeyi hem Laura'nın hem de oğlunun yeni sevgilisi Cherry'nin gözünden gözünden anlatarak, izleyiciyi sürekli taraf değiştirmeye itmesi. Bu çift taraflı anlatım, sıradan bir kıskançlığı adım adım tam ölçekli bir psikolojik savaşa çeviriyor.
31 yaşındaki Olivia Cooke (solda), House of the Dragon, Ben, Earl ve Ölen Kız (Me and Earl and the Dying Girl) ve Metalin Sesi (Sound of Metal) gibi yapımlarla da tanınıyor (Amazon Prime Video)
İlk bölümlerde klasik bir "yeni kız arkadaş tehdidi" dinamiği varmış gibi görünse de hikaye, ortasında gelen şoke edici kırılmayla tüm algıyı altüst ediyor. Bu noktadan sonra dizi, intikam, manipülasyon ve güç savaşının tırmandığı karanlık bir arenaya dönüşüyor. Olivie Cooke ve Robin Wright'ın performansları karakterleri sadece inandırıcı kılmakla kalmıyor; izleyicinin empatisini sürekli test ederek gerilimi diri tutuyor. Anne-oğul bağının sevgiyle kontrol arasında nasıl ince bir çizgide sallandığını görmek dizinin her dakikasını daha da rahatsız edici hale getiriyor.
Ve final geldiğinde, The Girlfriend sadece bir gerilim dizisi olmanın ötesine geçerek, insanların sevdiklerini kaybetme korkusuyla neleri göze alabileceğine dair sarsıcı bir hatırlatmaya dönüşüyor.
IMDb: 7,2
Nereden izlenir: Amazon Prime Video
The Stranger (2020)
Bir yabancının fısıldadığı cümlenin bir aileyi nasıl paramparça edebileceğini görmek istiyorsanız, The Stranger tam size göre. Sürpriz sonlu romanların yazarı Harlan Coben'ın aynı adlı eserinden uyarlanan dizi, sıradan hayatların aslında ne kadar kırılgan olduğunu Adam Price'ın yaşadığı sarsıcı gerçekle gösteriyor. Adam'ın karşısına çıkan esrarengiz kadının, eşi Corinne hakkında söyledikleri önce küçük bir şüphe gibi görünürken kısa sürede bütün düzenini yıkan bir çığa dönüşüyor.
54 yaşındaki Richard Armitage, Hobbit serisi, Beni Kandıramazsın (Fool Me Once) ve Özlüyorum Seni (Missing You) gibi yapımlarla da tanınıyor (Netflix)
Dizi ilerledikçe, sırların sadece bir kişiye ait olmadığını, neredeyse tüm kasabayı sessizce zehirlediğini fark ediyoruz. Her karakterin sakladığı karanlık detaylar birer birer ortaya çıktıkça, izleyici de Adam gibi kime güveneceğini düşünerek aynı paranoyaya sürükleniyor.
The Stranger'ın temposu, her bölümde açılan yeni bir gizemle daha da sıkılaşıyor ve dizideki hayatlar adeta kağıttan kule gibi her bir dokunuşta yıkılmaya yaklaşıyor. Bölgesel polis soruşturmaları, aile dramı ve kasabanın iç içe geçmiş ilişkileri diziyi hem klostrofobik hem de kaçınılmaz bir felaketin eşiğinde hissettiriyor.
Richard Armitage ve Hannah John-Kamen'in karşılıklı performansları, gerilimi daima diri tutan bir düello gibi işliyor. Ve finalde, The Stranger acı bir gerçeği yüzümüze çarpıyor: Aslında en büyük tehlike, beklenmedik bir anda karşımıza çıkan yabancılar değil, görmekten kaçtığımız hakikatlerdir.
IMDb: 7,2
Nereden izlenir: Netflix
Gözlerinin Ardında (Behind Her Eyes / 2021)
Gözlerinin Ardında, ilk dakikasından itibaren bir aşk üçgeni vaat ederken aslında izleyiciyi çok daha karanlık ve beklenmedik bir oyunun içine sürüklediğini açıkça hissettiren bir yapım.
Louise'in patronuyla yaşadığı yasak ilişki, masum görünen bir merakla Adele'e yaklaşmasıyla giderek tedirgin edici bir labirente dönüşüyor. Dizi, güven duygusunun nasıl manipüle edilebileceğini adım adım gösterirken her karakterin ardında sakladığı sırların tahmin edilenden çok daha tehlikeli olduğuna işaret ediyor.
Gözlerinin Ardında'da Adele rolünde, efsanevi rock grubu U2'nun 34 yaşındaki solisti Bono'nun kızı Eve Hewson var (Netflix)
Özellikle Louise, David ve Adele arasındaki dinamik, bir aşk üçgeninden çok güç, sahiplenme ve psikolojik üstünlük üzerine kurulu bir savaş alanına benziyor. Adele'in huzursuz edici sakinliği ve Louise'in sezgileri arasındaki gerilim, izleyiciyi sürekli tetikte tutan başlıca unsurlardan biri.
Dizinin temposu zaman zaman ağır aksa da yarattığı atmosfer o kadar rahatsız edici ki, her sahnede "bir şey olacak" hissi hiç kaybolmuyor. Aralara serpiştirilen küçük ipuçları, finaldeki büyük ters köşenin aslında ne kadar ustalıkla kurulduğunu gösteriyor. Doğaüstü dokunuşların psikolojik gerilimle birleşmesi, diziyi türdeşlerinden ayıran ve uzun süre akılda kalmasını sağlayan en önemli tercih.
Kimin kurban, kimin manipülatör olduğunu çözmeye çalışırken dizinin gerçek gücünün belirsizlikten beslendiği yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Ve nihayet o çarpıcı final geldiğinde Gözlerinin Ardında, izleyiciyi "Hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş" cümlesiyle baş başa bırakıyor ve son saniyesine kadar etkisini kaybetmeyen bir akıl oyunu olduğunu kanıtlıyor.
IMDb: 7,2
Nereden izlenir: Netflix
The Patient (2022)
The Patient, insan zihninin kilitli bir odadan çok daha karanlık olabileceğini gösteren, en tedirgin edici psikolojik gerilimlerden biri. Kısıtlı mekanda geçen bu iki kişilik çatışma, insan ruhunun sınırlarını deşerek izleyiciyi rahatsız edici bir yakınlık hissine çekiyor. Yıllarca komediyle özdeşleşmiş olmasına rağmen terapist rolündeki Steve Carell, beklenmedik bir derinlik sunarak Dr. Alan Strauss'u kırılganlığı, korkuları ve profesyonel içgüdüleriyle tamamen gerçek bir insana dönüştürüyor. Domhnall Gleeson'ın ürpertici sakinliğinin karşısında Carell'in kontrollü paniği, dizinin tüm gerilimini taşıyan iki zıt kutup gibi işliyor.
Kült sitcom The Office'in yıldızı Steve Carell bu yıl, üç evli çiftin uzun yıllara dayanan dostluğunu anlatan komedi dizisi Dört Mevsim'de (The Four Seasons) rol aldı (FX on Hulu / Disney+)
Seri katil Sam'in terapistini esir alması, basit bir gerilim anlatısı yerine empati, suçluluk ve insanlığın sınırları üzerine kurulu yoğun bir zihinsel mücadeleye dönüşüyor. Dizi ilerledikçe Alan'ın hayalet gibi dolaşan geçmişi, oğluyla olan kopuk ilişkisi ve yas süreci hikayenin asıl ağırlık merkezine yerleşiyor. Bu yüzden The Patient sadece bir katilin zihnine girmek değil, aynı zamanda bir terapistin kendi parçalanmış ruhuyla yüzleşmesini izlemek anlamına geliyor.
Bazı bölümlerde ritim yavaşlasa da Carell'in müthiş performansı, izleyiciyi diken üstünde tutmayı başarıyor. Minimal anlatım, dar mekan ve iki oyuncunun nefes kesen performansı birleşerek bizi adeta kapana kıstırıyor. Sona erdiğinde ise The Patient, gerçeklerle yüzleşmekten kaçılamayacağını fısıldayarak zihnimizde yer etmeyi başarıyor.
IMDb: 7
Nereden izlenir: Disney+
Bir Skandalın Anatomisi (Anatomy of a Scandal / 2022)
İlk dakikasından huzursuz eden, gücün ve ayrıcalığın karanlık yüzünü hatırlatan bir dizi arıyorsanız, Anatomy of a Scandal sizi tam da bu noktadan yakalayacaktır. Sienna Miller ve Michelle Dockery'nin sürükleyici performanslarıyla taşınan dizi, politik bir skandalın gölgesinde evliliğin, sadakatin ve gerçeklerin ne kadar kırılgan olabileceğini incelikle işliyor.
Gazeteci ve yazar Sarah Vaughan'un romanından uyarlanan hikaye, tür olarak çığır açmıyor ama sürekli merak duygusu yaratan ritmi sayesinde izleyiciyi kolayca kendine bağlıyor. Miller, dışarıdan kusursuz görünen bir hayatın çatırdayışını öyle bir gerçeklikle taşıyor ki, canlandırdığı Sophie'nin neyi bilip neye inandığından asla tamamen emin olamıyorsunuz.
Bir Skandalın Anatomisi, bir sırrın gün yüzüne çıkmasıyla ayrıcalıklı hayatları altüst olan karizmatik ve başarılı politikacı James Whitehouse'la eşi Sophie'nin hikayesini anlatıyor (Netflix)
Dockery ise soğukkanlı ve zeki savcı rolünde dizinin vicdanı haline gelirken, gömülü sırları yüzeye çıkardıkça hikayeye farklı bir ağırlık katıyor. Dizi, güçlü oyuncu kadrosuna rağmen zaman zaman abartılı görsel metaforlara ve melodramatik flashback'lere yüklenerek ritmini düşürüyor. Yine de onu benzerlerinden ayıran en güçlü taraf, Rupert Friend'in canlandırdığı güçlü siyasetçi James'in, kendini hâlâ "iyi biri" olduğuna inandıran ayrıcalıklı bakış açısının, nasıl tehlikeli bir yanılsama yarattığını göstermesi.
Anatomy of a Scandal modern bir otopsi gibi, hem kişisel ilişkileri hem de politik yapıları kesip biçerek ayrıcalıklı erkeklik halinin nasıl yıllarca korunabildiğini sergiliyor. Tüm kusurlarına rağmen her bölümün sonunda izlemeye devam ederek "gerçeğe" ulaşma isteği yaratan dizi, gücünü büyük ölçüde atmosferinden ve oyuncularının karizmasından alıyor.
IMDb: 7
Nereden izlenir: Netflix
Independnet Türkçe
Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?https://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5213600-bilim-d%C3%BCnyas%C4%B1n%C4%B1-kar%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1racak-ara%C5%9Ft%C4%B1rma-lucy-homininlerin-atas%C4%B1-de%C4%9Fil-mi
Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?
Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?
Araştırmacılar ünlü Lucy'nin, sanıldığı gibi bütün insan türlerinin atası olmayabileceğine dair kanıtlar buldu.
1974'te Etiyopya'da keşfedilen ve daha sonra Lucy adını alan fosiller, insan evriminde önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Yaklaşık 3,2 milyon yıllık iskeleti, keşfedildiği dönemde bilinen en eksiksiz erken hominin isketletlerinden biriydi.
Australopithecus afarensis adını alan tür 50 yıldır Homo sapiens (modern insan) de dahil tüm insan türlerinin atası kabul ediliyordu.
Ancak Arizona Eyalet Üniversitesi'nden Yohannes Haile-Selassie ve ekibinin yeni araştırması, insanların A. afarensis'in değil başka bir türün soyundan gelmiş olabileceğini öne sürüyor.
Bilim insanları Etiyopya'nın Afar bölgesinde 2009'da bazı ayak kemikleri bulmuş ve bunların A. afarensis'ten farklı bir türe ait olduğunu belirlemişti.
Haile-Selassie ve ekibi daha sonra bölgede diş fosilleri keşfederek bunların ve ayak kemiklerinin, Australopithecus deyiremeda adlı yeni bir türe ait olduğunu 2015'te duyurmuştu.
Ancak yine de ellerinde yeterli sayıda örnek olmadığı için kemikleri ayrı bir tür altında sınıflandırma konusunda kararsızlardı.
Australopithecus deyiremeda'nın ayak kemikleri, ağaçlara tırmanmada Lucy'den daha becerlikli olduğunu gösteriyor (Yohannes Haile-Selassie)
Aynı bölgede ortaya çıkarılan çene ve diş kemikleri, artık A. deyiremeda'nın bir tür olarak yerini sağlamlaştırdı. Araştırmacılar henüz kesinliği kanıtlanmasa da daha önceki ayak fosillerinin de bu türden geldiğini düşünüyor.
Bulguları önde gelen hakemli dergi Nature'da dün (26 Kasım) yayımlanan çalışmaya göre A. afarensis ve A. deyiremeda, yaklaşık 3,3 ila 3,5 milyon yıl önce Afrika'nın doğusunda birlikte yaşamış.
Dahası, A. deyiremeda'nın kemikleri üzerinde yapılan analizler, A. afarensis'ten ziyade onun atası olan Australopithecus anamensis'le daha yakın akraba olduğuna işaret ediyor.
Yani A. anamensis, hem Lucy'nin türünün hem de A. deyiremeda'nın atası gibi görünüyor. Bilim insanları bu nedenle Lucy'nin, daha sonraki Australopithecus türlerinin ve Homo cinsinin atası olmayabileceğini düşünüyor.
Çalışmada yer almayan ancak makaleyle birlikte yayımlanan bir yazı kaleme alan insan evrimi uzmanı Dr. Fred Spoor, bulguların bilim dünyasını "karıştıracağını" söylüyor.
"Onlarca yıldır Lucy ve akrabalarının atalarımız olduğunu söyleyen ders kitapları ve belgeseller hazırlandı" diyen Spoor ekliyor:
A. anamensis tanımlandığında bile, A. afarensis'in atası olarak görüldü ve bu nedenle evrim ağacında onun arkasına yerleştirildi. Yeni araştırma, A. anamensis'in yalnızca Lucy'nin atası olmadığını, aynı zamanda bizimki de dahil birçok başka insan türünün de ondan türemiş olabileceğini öne sürüyor.
Çalışmada ayrıca A. afarensis ve A. deyiremeda birbirlerine çok yakın yaşasa da doğrudan rekabete girmedikleri öne sürülüyor.
Dişlerin kimyasal analizi, A. deyiremeda'nın yaprak, meyve ve kabuklu yemişlerle beslenirken, A. afarensis'in tahıl ve otlarla hayatını sürdürdüğünü gösteriyor. Bilim insanları farklı kaynaklara ihtiyaç duymalarının rekabetin önüne geçtiğini düşünüyor.
Ayak yapıları da farklı yaşam tarzlarına işaret ediyor. A. afarensis çoğunlukla iki ayak üzerinde yürürken, A. deyiremeda vaktini ağaçlara tırmanarak geçirmiş gibi duruyor.
Spoor "Bu türlerin beslenme şekilleri ve davranışları farklı olsa da yollarının kesişmiş olması muhtemel" diyerek ekliyor:
Ancak ne ölçüde kesiştiğini bilmiyoruz.
Bilim insanları hem iki türün ilişkisine hem de insanların evrimine daha fazla ışık tutmak için çalışmalara devam etmeyi planlıyor.
Yeni fosiller bulmak için Etiyopya'ya tekrar gitmeyi planlayan Haile-Selassie "Örneğin A. anamensis'in ayağının nasıl göründüğünü hâlâ bilmiyoruz. Bu bize A. deyiremeda gibi bir başparmağı olup olmadığını ve ne kadar akraba olduklarını gösterebilir" ifadelerini kullanıyor:
Bunu öğrenmek, bu türler ve birbirleriyle nasıl ilişkili oldukları hakkında bildiklerimizi geliştirmek açısından çok önemli.
Independent Türkçe, Londra Doğa Tarihi Müzesi, Science Alert, IFLScience, Nature
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة