Çin’in ABD’yi endişelendiren yeni hamlesi: İran’da askeri üs

Hamaney, 2015 yılında Tahran’ı ziyaret eden Çin lideri ile bir araya geldi. (Sosyal Medya Organları)
Hamaney, 2015 yılında Tahran’ı ziyaret eden Çin lideri ile bir araya geldi. (Sosyal Medya Organları)
TT

Çin’in ABD’yi endişelendiren yeni hamlesi: İran’da askeri üs

Hamaney, 2015 yılında Tahran’ı ziyaret eden Çin lideri ile bir araya geldi. (Sosyal Medya Organları)
Hamaney, 2015 yılında Tahran’ı ziyaret eden Çin lideri ile bir araya geldi. (Sosyal Medya Organları)

Tarık eş-Şami
ABD, yarım asır boyunca Körfez’deki uluslararası suların kontrolünü başka herhangi bir süper güç olmadan elinde bulundurdu. Ancak bu durum artık değişmeye başladı gibi görünüyor. Öyle ki Çin, Güney Çin Denizi’ndeki askeri gücünü artırırken yıllar önce ABD’ye meydan okumak ve Körfez’de bir başka stratejik nokta üzerinde askeri nüfuzunu vurgulamak isteyen iddialı bir görüntüyle Bab-ul Mendeb’e yöneldi. Nihayetinde durum, Washington’ın endişelenmesine yol açarken bölgedeki hesaplarını ve stratejilerini gözden geçirmesine de neden olabilir. Peki; gerçekte neler oluyor? ABD bölgedeki yeni rakibini nasıl takip ediyor? Ve doğruluğunun kanıtlanması halinde ABD bu gelişmeyi nasıl değerlendirecek?

Oyalama yılları
 Çin son 10 yılda Ortadoğu’daki nüfuzunu ve ekonomik yayılımını genişletti. Ancak diplomatik açıdan büyük ölçüde tarafsız kaldı ve askeri bir varlığı da bulunmuyordu. Pekin yönetimi diplomatik açıdan İran, İsrail ve bölgedeki diğer ülkelerle dostane ilişkiler yürüttü. Çeşitli vesilelerle tartışmalı gündemler için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına oy vermekten kaçındı.
Askeri açıdan ise Çin donanmasının İran’ın Bender Abbas limanına yaptığı bazı mevsimsel ziyaretler ile Hint Okyanusu’nun kuzeyinde Rusya ve İran donanmaları ile sınırlı manevralar dışında etkili bir varlığı bulunmuyordu.

Strateji değişiyor
Bununla birlikte Pekin’in askeri olarak varlığını genişletme ısrarı Hong Kong’daki Çin Okyanusu ve Güney Çin Denizi ile sınırlı değildi. Çin liderliği, Cibuti’de Bab-ul Mendeb yakınlarında, aynı ülkedeki ABD üssünün birkaç mil uzağında askeri bir üs kurdu. ABD askeri kaynaklarına göre Çinli pilotlar, bölgedeki ABD pilotlarının frekanslarını ve sinyallerini yakalamaya başladı.
İran’da yayın yapan gazetelere göre Çin, Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2015 yılında Tahran’a yönelik ziyareti sırasında iki tarafın imzaladığı güvenlik ve askeri anlaşmaların ardından İran’da kalıcı bir üs kurmaya çalışıyor. Cinping ziyareti sırasında İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir araya geldi. İran Parlamentosu içerisinde, Pekin ile Körfez sularında İran sahillerindeki Kiş Adası’nda 25 yıl boyunca tesisin kiralanmasını içeren bir anlaşmanın imzalandığı söylentileri yayıldı.

ABD beklentisi
Adanın Çin’e kiralanmasıyla ilgili söylentiler şubat ayında başladı. İran’da yayın yapan muhafazakar Tasnim haber ajansı, radikal parlamento üyesi Hasan Nuruzi’nin Ruhani’ye hükümetin ‘Kiş Adası’nın Çinlilere teslim edilmesi müzakerelerinin sebeplerini’ açıklaması için çağrı yaptı. Nuruzi ayrıca adayı teslim etmeyi reddettiğini ve hükümetin Pekin ile olan ilişkilerinin gizliliğini kınadığını vurguladı.
Nuruzi, Tahran’daki İmam Humeyni Uluslararası Havalimanı yakınlarındaki seçim bölgesinde işçi sınıfı seçmenlerine hitap ederken parlamentonun öfkesi de İran’ın güvenlik ve savunma hesaplarına yöneldi. Pratik açıdan İran parlamentosu orduyu, Savunma Bakanlığı’nı ve rehberi sorgulama yetkisine sahip değil. Bununla birlikte bazı ABD takip merkezleri de Nuruzi’nin açıklamasını ciddiye aldıklarını belirtirken söylentilerin arkasında gerçeklik payı olduğunu ileri sürdü. Söz konusu merkezler ayrıca adadaki Çin tesislerinin arttığına ve ilerleyen dönemde daha da açık hale geleceklerine dikkat çektiler.

Farklı yansımalar
Gözlemciler, Çin'in artan askeri varlığının kesin olarak onaylanması halinde bunun çeşitli sonuçlara yol açacağı görüşünde. Gözlemciler, kuvvetlerini farklı ülkelere konuşlandıran ABD’nin açık avantajlara, eski ve yenilenmiş stratejik çıkarlara sahip bir bölgede başka bir büyük gücün rekabetine alışkın olmadığını aktardı. Çin askeri varlığının, ABD’yi Körfez’deki ve bölgede yer alan uluslararası sulardaki kuvvetlerini güçlendirmeye iteceği belirtildi.
Aynı şekilde Çin’in İran’daki askeri varlığını açık etme riski, Pekin ve Washington arasındaki gerilimi de artıracak, Kovid-19 krizinin ve yankılarının ateşine daha fazla benzin dökecek. Aynı şekilde özellikle de ABD otoritesinin, Çin’in İran’a ekonomik ve askeri desteğini takip etmesi sonrasında olası çatışmalarda yeni bir cephe açacak. Bununla birlikte bu varlık, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran rejimini azami yaptırımlar politikasıyla boyun eğdirme çabalarına açık bir meydan okuma olacak.
Bazı kesimler, doğrulanması halinde bu adımın ABD’yi ‘dünyayı, herkese zarar verebilecek ekonomik kriz döngüsüne sokabilecek’ bir şekilde Çin’e karşı yaptırımlar uygulamaya yöneltebileceği kanaatinde.
Demokrasileri Savunma Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan Cleo Paskal konuya dair şunları söyledi:
“Çin’in sözlerine değil, eylemlerine dikkat etmek önemlidir. Çin, yıllar önce dünyayı biri ABD etkisi altında diğeri Çin etkisi altında olmak üzere iki etki alanına bölme fikrini öne sürdü.”
Paskal ayrıca Washington ve Pekin arasında güven olmadığını, bu nedenle Çin’in niyet ve eylemleriyle mücadele ederken dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.

İsrail’in Pekin ile flört hatası
Diğer yandan Amerikan Girişimcilik Enstitüsü’nde araştırmacı Michael Rubin, Çin’in bölgedeki artan askeri hırslarının İsrail’in Pekin’le flört etmesini, gelişmiş ve hassas askeri teknolojiler satmasını son derece önemli hale getirdiğini belirtti. Zira bir dönem İsrailli liderler, İran gibi düşmanca bölgesel rejimleri desteklemesini engellemek amacıyla Çin’e hassas askeri teknolojiler satmaya çalışırken diğer taraftan da ABD ile ortaklıklarını güçlendirmek için çabalamıştı.
ABD’li araştırmacı konuya dair şu değerlendirmelerde bulundu:
“İsrail’in Çin’i teknolojik açıdan destekleme politikası her zaman akılsızcaydı. Şu an ise bu yanılsamayı sonsuza dek bitirmek zorunda. Çin zaten Körfez’de bir üs inşa ederse ve İsrail bunun sonuçlarına odaklanmazsa o zaman ABD’deki Cumhuriyetçiler ve Demokratların İsrail’in niteliksel askeri üstünlüğünü korumak için süregelen garantileri yeniden gözden geçirme zamanı gelmiş demektir.”

İran’ın inkar bağlamı
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün İran adalarının Çin’e verildiğini ve yabancı güçlerin Çin ile büyük bir iş birliği anlaşmasının bir parçası olmasına izin verildiğini reddetmesine rağmen Batı medyası, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Pekin ziyaretinin, 2016 yılında imzalanan anlaşmaya dayalı olarak 25 yıl boyunca Çin ve İran arasındaki kapsamlı stratejik ortaklık hakkında bir yol haritası sunmak üzere geliştiğini savundu. Batı medya organlarına göre geçen hafta İran’ın eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, söz konusu anlaşmanın bazı gizli kısımlarına değindi ve anlaşmayı İran egemenliğinin ihlali olarak niteleyerek kabul etmediğini duyurdu. Bu tavır şüpheleri daha da artırdı.
Analistler, açıklamanın birkaç gün önce Çin’in BM Daimi Temsilcisi’nin BMGK huzurunda yaptığı açıklamayla örtüştüğünü aktardı. Analistlere göre ABD’ye yönelik ‘İran’a karşı yaptırımları durdurma’ çağrısı ve ABD’nin ‘BM’nin İran’a karşı uyguladığı silah ambargosunu’ uzatma baskısına karşı çıkması, Tahran’ın Pekin ve Moskova ile iş birliği karşısında ulaşmak istediği durumun da bir göstergesiydi.

Askeri dengeler değişiyor
‘Oil Prices’ ajansının İran Petrol Bakanlığı’ndaki kaynaklardan alıntı yaptığı haberine göre Çin ekonomik anlaşmaya, ‘Ortadoğu’daki jeopolitik kuvvetlerin mevcut dengesini değiştireceği dolaysıyla büyük küresel sonuçlara yol açabilecek’ yeni bir askeri bileşen dahil etti. Hamaney de geçen hafta mevcut anlaşmayı ‘Devrim Muhafızları’ndaki önemli isimler tarafından önerilen yeni askeri maddeleri ve asli ekonomik anlaşmanın önerdiği İran istihbarat servislerini içerecek şekilde’ genişletmeyi kabul etti.
İnternet sitesinin haberine göre İranlı yetkililer geçen hafta anlaşmanın Rusya’nın da önemli bir rol oynayacağı şekilde İran ve Çin arasında tam bir hava, deniz ve askeri iş birliğini kapsayacağını belirtti. Aktarılana göre gelecek ayın ikinci haftasında İranlı yetkililer ile Çin ve Rus meslektaşları arasında, Çin bombardıman uçaklarının verilmesi koşuluyla, diğer ayrıntılar üzerinde anlaşmaya varılması amacıyla bir toplantı düzenlenmesine karar verildi.

Rusya ve Çin
İran kaynaklarına göre süreç, Hamedan, Bender Abbas, Şabar ve Abdan’daki mevcut havalimanları yakınında bu amaçla inşa edilen çift kullanımlı tesislerin inşasıyla başlayacak. Sukhoi 34 orta menzilli süpersonik uçakların konuşlandırılmasının yanı sıra Tupolev Tu-22M3S türü Çin tarafından modifiye edilmiş Rus yapımı uçaklar da tesisler de yer alacak.
Bu, Moskova’nın bu üsleri ilk kullanımı değil. Rusya, ağustos 2016’da uzun menzilli Tupolev 22 bombardıman uçaklarını ve Sukhoi 34 uçakları vasıtasıyla Suriye’deki hedeflere saldırı düzenlemek için Hamedan Üssü’nü kullanmıştı.
Anlaşmaya göre Çin ve Rusya’nın savaş gemileri de Çabahar, Bender, Buşehr ve Bender Abbas’taki İran’ın ana limanlarında Çinli şirketler tarafından inşa edilen tesisleri kullanabilecek.
‘Oil Prices’ ajansına göre hava ve deniz konuşlanması operasyonlarına, NATO’daki komuta ve kontrol sistemlerini etkisiz hale getirmek amacıyla erken uyarı, sıkışma, destek ve elektronik koruma gibi elektronik savaş alanları da dahil Çin ve Rusya elektronik savaş yeteneklerinin konuşlandırılması da eşlik edecek. Yeni sistemler olası ABD veya İsrail saldırılarına karşı koymak amacıyla gelişmiş Rus S-400 savunma füze ve uçaksavar füzelerini de içerebilir.

Ekonomik faktör
Ajansın aktardığına göre geçen yıl imzalanan anlaşmanın gizli unsurlarından biri de Çin’in İran’daki petrol, gaz ve petrokimya sektörlerini geliştirmek için 280 milyar dolar yatırım yapmasıyla ilgili. Bu miktar gelecek 25 yılın ilk beş senesinde teslim edilecek.
İran’da nakliye ve imalat sektörleri için altyapıyı geliştirmek amacıyla ilk beş yılda 120 milyar dolarlık bir yatırımla iki tarafın mutabakatına tabi olarak her beş yılda bir ek fon sağlamak için bir anlayış oluşturuldu.
Diğer yandan Çin, risk telafisi olarak yüzde 6 ila 8 arasında bir başka indirime ek olarak piyasadaki ölçüm fiyatına kıyasla herhangi bir petrol, gaz veya petrokimya ürününü yüzde 12 indirimle alabilecek. Pekin ayrıca finansal aidatlarının ödemesini iki yıla kadar erteleme hakkına da sahip olacak. Aynı şekilde Çin’in alacağı toplam indirim, petrol, gaz ve petrokimya alımlarının yüzde 32’sine ulaşabilir.
Ayrıca Pekin, Çin Devlet Başkanı’nın jeopolitik projesi olan ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ doğrultusunda İran’ın temel altyapısının inşasına da tam olarak katılabilecek.
İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı İshak Cihangiri ve diğer önde gelen İranlı yetkililerin geçen yıl söz konusu anlaşma hakkında yaptıkları açıklamalara göre Tahran, 900 km uzunluğundaki Tahran- Meşhed demiryoluna ilişkin modernize ve elektrik projesini uygulamak için Pekin ile bir anlaşma imzaladı. Aynı şekilde Tahran ve Kum arasında, petrol, gaz ve petrokimya endüstrilerinin, Tebriz-Ankara gaz boru hattının başlangıç noktası sayılan İran’ın kuzeybatısındaki Tebriz’e kadar uzanan hızlı bir demiryolu hattı inşası planlanıyor. Daha sonra demiryolu, Batı Çin’den başlayan ve İran ile Türkiye ve Avrupa’ya ulaşan yeni İpek Yolu’nu Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’a bağlıyor.



Ukrayna’nın parası bitiyor: Sağlam bir B Planı yok

Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
TT

Ukrayna’nın parası bitiyor: Sağlam bir B Planı yok

Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)

Rusya'nın başlattığı savaş nedeniyle Ukrayna ekonomik zorluk yaşarken Avrupa Birliği (AB), Kiev yönetimini Kremlin'in dondurulmuş varlıklarından oluşturulacak bir krediyle finanse etmeyi hedefliyor. 

AB, Rusya yönetiminin Belçika Merkez Bankası'ndaki varlıklarını kullanarak Ukrayna'ya 140 milyar euro kredi aktarmayı planlıyor. Ancak finansman çalışmaları blok üyeleri arasındaki anlaşmazlık nedeniyle ilerleyemiyor. 

New York Times'ın (NYT) haberinde, Belçikalı yetkililerin Rusya'nın dava açıp parasını geri talep etmesi durumunda zor durumda kalmaktan endişelendiği yazılıyor. 

Brüksel yönetimi, bu riski azaltmak için diğer AB ülkelerinin de mali yükün bir kısmını üstleneceği garantiler vermesini istiyor ancak Slovakya bu talebe karşı çıkıyor. Bratislava hükümeti ayrıca Avrupa Komisyonu'ndan Ukrayna'ya para aktarmak için diğer seçenekleri değerlendirmesini istiyor. 

Komisyon, bu alternatifleri pazartesi günü AB hükümetlerine gönderdiği bir mektupta açıkladı. NYT'nin incelediği mektuba göre seçeneklerden biri AB'nin Kiev'in ihtiyaç duyduğu parayı toplamak için ortak borç ihraç etmesi olabilir. Diğer bir seçenekse üye ülkelerin Ukrayna'ya doğrudan hibe vermesi. 

Öte yandan her iki alternatifte de sorun yaşanabilir. Ortak borçlanma planı, faiz maliyetleri gerektireceği için pahalıya mal olabilir. Doğrudan hibe seçeneğiyse halihazırda borçlu ülkelerin bütçelerine yük bindirebilir.

Uzmanlar ve diplomatlar, ortada gerçek bir B Planı'nın olmadığına dikkat çekerek, Kiev yönetiminin fonlanması gerektiğini ve bunun için en iyi yöntemin Rus varlıklarıyla sağlanacak kredi olduğunu savunuyor. 

Washington'daki Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü'nden Nicolas Véron, şunları söylüyor: 

B Planı'nın A Planı'ndan daha az iyi olduğu açık. Ukrayna'ya para vermemek bir seçenek olabilir mi? Cevap hayır.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de geçen haftaki konuşmasında Rus varlıklarına dayalı kredi sisteminin en iyi seçenek olduğunu savunmuştu. 

NYT'nin aktardığına göre bu plan dahilinde, Rusya'nın tazminat vermesi durumunda Ukrayna'nın geri ödemesi gereken sıfır faizli bir kredi sağlanacak. Bu hem Kremlin'e Kiev'in savaşı daha uzun süre sürdürebilecek gerekli fona sahip olduğunu gösterecek hem de “manşetlere taşınacak büyük bir nakit aktarımına” olanak sağlayacak. 

IMF'nin tahminlerine göre 2026-2027 için Ukrayna'nın bütçe açığı 65 milyar doları bulacak. AB de Kiev'e nakit transferinin mart ya da nisana kadar gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Paketle ilgili bir sonraki toplantının 18 Aralık'ta yapılması bekleniyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Bloomberg 


Karayipler'deki Sam Amca... ‘Gambot diplomasisine’ dönüş

ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
TT

Karayipler'deki Sam Amca... ‘Gambot diplomasisine’ dönüş

ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)

Fransız akademisyen ve tarihçi Alexis de Tocqueville, Amerika'da Demokrasi (Democracy in America) adlı kitabında, hem Rusya hem de ABD’nin kaderinin süper güç olarak zirveye çıkmak olduğunu öngörmüştü. Gerçekten de öyle oldu. Ancak zirveye çıkmanın göstergeleri ve gereklilikleri, öncelikle iç işlerin siyasi olarak sağlamlaştırılmasını, devletin güç unsurlarının (özellikle askeri kapasitenin) bir araya getirilmesini, coğrafi ve demografik derinliğin sağlanmasını ve ayrıca imparatorluk projesinin yükünü taşıyabilecek bir iç üretim altyapısının varlığını içerir. Bunun ardından doğrudan çevreye, yani etki alanına yönelik ilgilenme gelir. İşte büyük güçlerin yükseliş yolu budur.

ABD’nin süper güç olarak yükselişinin izleri, doğrudan çevresinde bir etki alanı düşünmeye başladığı dönemlerde ortaya çıktı. Bu bağlamda, 1823 yılında Başkan James Monroe’nun Karayipler ile ilgili doktrini bu yaklaşımın bir örneğidir. Günümüzde Çin de benzer şekilde kendi doğrudan çevresine odaklanmaktadır; önce iç düzenini sağlamış, gelişmiş bir askeri sanayi altyapısına sahip olmuş, siyasi istikrarı yakalamış ve ekonomik olarak da ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna gelmiştir.

edw
Porto Riko'daki bir üssün pistinde bulunan ABD askeri uçakları (Arşiv – Reuters)

Monroe Doktrini’nden iki yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra ABD yeniden Karayipler’e, yani süper güç olarak ilk yükselişinin başladığı noktaya dönüyor. Ancak bu kez hedefi Avrupa değil; doğrudan rakibi olan Çin’den kendi yakın çevresindeki etki alanını geri almak ve Latin Amerika’nın jeopolitik şeklini, Amerika’nın eski-yeni hedefleriyle uyumlu biçimde yeniden çizmek. Bunun yanı sıra Latin Amerika’nın sahip olduğu doğal zenginlikler, ABD’nin bölgeyi en üst düzeyde bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmesine neden olmakta.

ABD, 1962 Küba Krizi’nden bu yana Karayipler’de bu ölçekte bir askeri güç toplamamıştı; bugün orada ABD’nin sahip olduğu deniz unsurlarının yüzde 10’undan fazlası bulunuyor. Bu durum, Küba Krizi’nin aslında ABD’nin başarısız olan Domuzlar Körfezi Çıkarması sonrasında ortaya çıktığı gerçeğine rağmen böyledir; söz konusu operasyonun amacı Küba’daki rejimi değiştirmek ve Fidel Castro’yu devirmekti.

Büyük çaplı seferberlik

Venezuela çevresindeki Amerikan güçleri ile belirtilen hedefler arasında orantılılık (Proportionality) yok. Venezuela'dan ABD'ye uyuşturucu kaçakçılığını durdurmak için 10 binden fazla deniz piyadesi ve özel kuvvetlerin konuşlandırılması gerekli mi?

Nükleer savaş başlığı taşıyabilen B-52 ve B-1 stratejik bombardıman uçaklarının uçurulması mı gerekiyor?

sa
Trump ve ‘gambot diplomasisine’ dönüş (AFP)

Dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'u Avrupa'dan Karayipler'e göndermek gerekli mi? Buna ek olarak, uçak gemisine eşlik eden ve yaklaşık 180 Tomahawk füzesi fırlatma kapasitesine sahip üç muhrip de bulunuyor. Bu muazzam ateş gücü nasıl, ne zaman ve neye karşı kullanılacak?

Nükleer denizaltı konuşlandırmak ve CIA'yı Venezuela'da gizli operasyonlar yürütmekle görevlendirmek gerekli mi? CIA'nın çalışmaları kesinlikle gizli olmalı ve sosyal medyada duyurulmasına gerek yok.

Uyuşturucu kaçakçılığı yapan tekneleri havaya uçurmak, daha büyük bir stratejiye hizmet eden bir taktik mi? Bu güçler, hedeflerine ulaşamadan bir süre sonra geri çekilebilir mi? Başarı ve görevin yerine getirilmesi nasıl ölçülecek?

ABD'nin stratejisi, askeri kurumu Venezuela Devlet Başkanı’na karşı kışkırtmak için askeri baskı uygulamak mı? Venezuela içinde askerî harekât olacak mı?

Venezuela'nın dünyadaki en büyük bilinen petrol rezervine (303 milyar varil) sahip olduğu göz önüne alındığında, ABD’nin stratejisi, Venezuela Devlet Başkanı’nı Trump ile müzakere masasına oturup enerji anlaşması imzalamaya zorlamayı mı amaçlıyor?

xcdf
ABD’nin stratejisi, Venezuela Devlet Başkanı’nı müzakere masasına oturtmayı mı amaçlıyor? (EPA)

ABD Başkanı Donald Trump, özellikle ABD Güney Saha Komutanlığı (SOUTHCOM) bölgesinde yer aldığı için Latin Amerika'yı Rusya ve Çin'den geri almaya mı çalışıyor? Trump, ABD'nin iç güvenliği ve yakın komşularına odaklanacağı söylenen ulusal savunma stratejisini önceden mi engelliyor?

Bu bağlamda, bazı açık kaynaklar, Venezuela'nın doğusundan batısına ve kuzeyine kadar ABD'nin askeri konuşlandırmasının şu şekilde olduğunu belirtiyor: Doğuda, Kolombiya ve Panama'da ABD güçleri bulunuyor. Kuzeyde, Küba'da Guantanamo lojistik üssü var. Kuzeybatıda, Porto Riko'da biri lojistik, diğeri F-35 uçaklarını barındıran iki üs bulunmakta. Batıda, Grenada'da özel kuvvetler ve Trinidad ve Tobago'da önemli bir radar istasyonu bulunuyor.

scdf
Porto Riko'daki bir üsten kalkışa hazırlanan Amerikan insansız hava aracı (Arşiv – Reuters)

Sonuç olarak, ABD'nin davranışlarına bakıldığında, ABD'nin orijinal jeopolitik konumuna, yani yakın çevresindeki etki alanına geri döndüğü söylenebilir. Aynı zamanda, özellikle Latin Amerika ülkeleri karşısında, ‘gambot diplomasisi’ (Gunboat diplomacy) olarak bilinen politikaya da geri dönmüştür. Ancak, gambot diplomasisi genellikle deniz gücünü kullanmadan göstermek ve ilgili ülkeden taviz koparmak amacıyla uygulanır.

Şu ana kadar, bu diplomasinin ilk aşamasındayız (güç gösterisi). Hedef kesinlikle işgal değil, özellikle de mevcut Amerikan kara kuvvetleri yetersiz olduğu için. Ayrıca, ABD’nin Karayipler’e fazlaca gömülmesi, özellikle Çin’in çevresindeki diğer küresel sahnelerden mutlaka kaynak kaydırılması anlamına gelecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat için bir askeri analist tarafından kaleme alındı.


Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
TT

Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)

2015 yılının eylül ayında Beyaz Saray'da İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz ile eski ABD Başkanı Barack Obama arasında düzenlenen Suudi Arabistan-ABD zirvesinde, Veliaht Prens Muhammed bin Selman, 21. yüzyılda iki ülke arasındaki stratejik ilişkiye dair Suudi Arabistan'ın vizyonunu içeren bir brifing sundu.

O dönemde genç prens, 80 yılı aşkın bir süredir birçok aşama ve gelişmeden geçen Suudi Arabistan-ABD ilişkileri için yeni bir vizyona sahip gibi görünüyordu ve bu ilişkilerin gelecekteki seyrini yeniden şekillendirme konusunda kararlıydı.

Görsel kaldırıldı.
İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz, Eylül 2015’te Beyaz Saray’da Başkan Barack Obama ile görüşürken (SPA)

Amerikan başkanlığı sonraki on yıl boyunca Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında değişti. En önemli dönüm noktası, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Mart 2017’de Beyaz Saray’da Başkan Donald Trump ile yaptığı ilk görüşme oldu. Bu görüşme, Trump’ın görevdeki ilk dönemi sırasında Riyad’ı ilk yurt dışı durağı olarak seçmesine yol açtı.

Trump, Mayıs 2017’deki tarihi Riyad ziyaretinde Arap ve İslam dünyasının liderlerine hitap eden bir konuşma yaptı; konuşmasında Ortadoğu’daki terör ve çatışmalar gibi meseleleri vurguladı. Bu ziyaret sırasında Kral Selman bin Abdulaziz, Trump ile iki ülkenin ortak stratejik vizyon bildirisini imzaladı.

Ocak 2020’de Joe Biden başkan olarak göreve başladı ve en yakın ortağıyla ilişkiyi sınırlayacağına dair söz verdi.

Ancak bu söz tutulmadı. Zira Rusya-Ukrayna krizi ve küresel sahnedeki diğer gelişmeler ışığında Suudi Arabistan-ABD ortaklığının önemi fark edildi. Biden, Temmuz 2022’de Cidde’ye gelerek Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüştü.

Görsel kaldırıldı.
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Temmuz 2022'de Riyad'da dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile görüştü. (Reuters)

Suudi yetkililer, ABD ile ilişkilerin istikrarlı olduğunu ve Beyaz Saray'daki yönetim değişikliklerinden etkilenmediğini her zaman vurguladı.

Aynı on yıl boyunca Suudiler, kapasitelerini geliştirmeye, potansiyellerini artırmaya, vizyon hedeflerine ulaşmaya ve küresel konumlarını güçlendirmeye devam ettiler.

Suudi Arabistan-ABD ilişkilerindeki değişimler, Çin'in Washington'un stratejik rakibi olarak yükselişi ve ekonomik ağırlık merkezinin Asya'ya kayması gibi dünyanın tanık olduğu köklü değişikliklerden bağımsız değil. Ukrayna'daki savaş, enerji güvenliğinin ve pazarlarını istikrara kavuşturabilen ülkelerin önemini daha da artırdı.

ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesi de diğer öncelikler lehine azaldı; bu da Riyad'ın siyasi yumuşamadan ekonomik ortaklıklara ve bölgesel güvenliğe yönelik yeni yaklaşımların formülasyonuna kadar etkili bölgesel girişimlere öncülük etmesinin önünü açtı.

Aynı zamanda, teknoloji ve yapay zekâ küresel ekonominin temel itici güçleri olarak ortaya çıktı ve yatırım ve teknoloji ortaklıklarını Washington'un hesaplamalarında daha merkezi bir konuma getirdi.

Bu değişiklikler, Riyad ile Washington arasındaki ilişkiyi, durumsal ihtiyaçlara dayalı bir ilişkiden, eşitlik, ortak çıkarlar ve geleceği şekillendirme üzerine kurulu bir ilişkiye dönüştürdü.

Amerikan başkanlığını ikinci kez devraldıktan sonra, Başkan Donald Trump Mayıs 2025’te tekrar Riyad’ı ziyaret etti ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmada terör ve savaşlardan söz etmedi; aksine bölgenin parlak geleceği ve Kral Selman ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın liderliğinde gerçekleşen büyük ve olağanüstü dönüşüm üzerinde durdu. Riyad’da Suriye yetkilileri de hazır bulundu, Suudi Arabistan’ın talebiyle yaptırımlar konusu kapatıldı ve Başkan Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yla görüştü.

Konuşması sırasında Başkan Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a “Geceleri uyuyabiliyor musun?” diye sordu ve ardından Muhammed bin Selman’ın ‘işleri nasıl daha iyi hale getirebileceğini düşünerek bütün gece uykusuz kaldığını’ söyledi. “Suudi Arabistan’ın başarıları dışarıdan gelmedi, aksine liderleri ve halkının devletlerini geliştirme, vizyonlarını ilerletme ve kendi yollarıyla geleceklerini inşa etme kararlılığı sayesinde elde edildi” diyen Trump, bunu ‘Arap tarzında modern bir mucize’ olarak tanımladı.

Görsel kaldırıldı.
2025 yılının mayıs ayında Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan – ABD – Suriye üçlü toplantısından (SPA)

Bu konuşma bizi, Amerikan Life dergisinin 1943 yılının mart ayında Kral Abdulaziz ile yaptığı röportaja geri götürüyor. Röportajda Kral, ‘asla uyumayan gözlerle krallığının dizginlerini elinde tutan’ bir adam olarak tanımlanıyor. Dünün birleştirici büyükbaba hakkındaki konuşmaları, bugünün başarılı torun hakkındaki konuşmalarına benziyor.

Tüm bu bağlamlar ve bölgenin tanık olduğu dönüşümler ışığında, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington ziyareti, Başkan Trump ile görüşmesi ve bu görüşmeden çıkması beklenen anlaşmalar devreye giriyor. Ziyaretle ilgili manşetleri siyasi ve güvenlik konuları domine etse de, ekonomi ve yatırım konuları da gündemde olacak. Belki de en anlamlı tanım, Başkan Trump'ın bunun sadece bir toplantı değil, Suudi Arabistan ve genç prense bir övgü olduğunu belirten yorumudur.

Medya raporları ile bazı Amerikan siyasetçilere atfedilen sızıntılar ve açıklamalar hâlâ ABD himayesinde bir Suudi normalleşmesine bahis açıyor; ancak tüm baskılara ve girişimlere rağmen Suudi duruşu Filistin konusunda kararlı kalacaktır. Suudi Arabistan’ın en önemli ortağı olan ABD ile çıkarları -ki ABD’nin İsrail’i desteklemesi siyasi bir ilke olarak kabul edilir- hiçbir zaman Suudi Arabistan’ın Filistin’i destekleme konusundaki köklü siyasi ilkesi önüne geçmemiştir. Suudi dış politikası, 1967 sınırları üzerinde bağımsız bir devlet kurulmasını içeren kapsamlı bir çözüm sağlanmadan normalleşmeye gitmemek yönünde devam etmektedir.

İsrail’in katliam makineleri Gazze’de ne yaptıysa yaptı ve Filistin meselesini tasfiye etmeye çalıştı; ancak Kral Selman ve Veliaht Prens liderliğindeki Suudi çabaları, yalnızca ateşkes sağlamakla sınırlı kalmadı. İki devletli çözüm çabasında tarihi bir atılım gerçekleştirildi; ‘zorunlu çözüm’ ilan edildi ve Filistin, Balfour Vaadi’ni (Balfour Deklarasyonu) veren devlet başta olmak üzere birçok etkili ülkeden ve Birleşmiş Milletler’in (BM) bölünme kararının alındığı kürsüden tanınma hakkı kazandı. Aynı zamanda Suudi diplomatik mücadelesi, uzun yıllar boyunca Filistin hakkını savunmak yönünde devam etti.

ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Filistin devletinin kurulmasını dayatma çabaları ve nükleer cephaneliğe sahip Pakistan ile ortak savunma anlaşması imzalaması gibi girişimlerine rağmen, Başkan Trump, Suudi Arabistan’a, liderliğine ve özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a birçok kez takdirini ifade etti. Çünkü güçlü ve net ilkelere sahip bir dost, bazı konularda görüşler farklı olsa bile saygıyı zorunlu kılar. Amerikan deneyimi yalnızca güçlüleri kutlar; miras veya sloganlarla değil, elde edilen başarılarla güçlü olanları…

İki ülke arasındaki olağanüstü görüşme sırasında hangi tür anlaşmalar yapılır veya hangi sonuçlar elde edilirse edilsin, kesin olan şudur ki bu sonuçlar stratejik ortaklığı pekiştirecektir. Gözlemciler, Washington’daki toplantıların bölge için güvenlik ve refah ile stratejik ilişkilerin geleceğine dair bir vizyon oluşturacağını ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın zekâsıyla, ‘brifingden başarıya’ dönüşen süreçle bu stratejik ilişkileri şekillendireceğini öngörüyor.