Mike Bell: İran'ın saldırıları daha da hırçınlaşıyor, yanlış hesaplar çatışmaya yol açabilir

ABD Dışişleri Bakanlığı İran İşleri Danışmanı Mike Bell
ABD Dışişleri Bakanlığı İran İşleri Danışmanı Mike Bell
TT

Mike Bell: İran'ın saldırıları daha da hırçınlaşıyor, yanlış hesaplar çatışmaya yol açabilir

ABD Dışişleri Bakanlığı İran İşleri Danışmanı Mike Bell
ABD Dışişleri Bakanlığı İran İşleri Danışmanı Mike Bell

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın İran işleri konusundaki danışmanı Dr. Mike Bell, bizzat konuşmayı tercih ederken açıklamalarının ABD yönetiminin resmi pozisyonunu temsil etmediğini vurguladı. Açıklamalarında İran'a uygulanan silah ambargosunun Ekim ayında kaldırılmaması gerektiğinin üzerinde özellikle duran askeri stratejist Bell, daha önce ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nde danışmanlığın yanı sıra Başkan Donald Trump'ın Ortadoğu işlerinde özel yardımcılığını yaptı. Ayrıca West Point’teki Harp Okulu’ndan mezunu olan Bell, Irak'ta General David Petraeus'un baş danışmanı olarak görev yaptı. Bell, şuan Dışişleri Bakanlığı’ndaki danışmanlık görevinin yanı sıra Washington'daki Ulusal Savunma Üniversitesi'nde profesördür.
Bell, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, İran'a yönelik silah ambargosunun süresiz olarak uzatılmasının neden önemli olduğunu uzun uzun açıkladı. İran'ın ambargoya rağmen Yemen’de Husiler, Lübnan'da Hizbullah ve Irak’ta Haşdi Şabi gibi ‘haydut gruplara’ silah tedarik etmeyi sürdürdüğüne dikkati çeken Bell, füzelerini kendini savunmak için değil, Abkayk’da (Abqaiq) olduğu gibi Suudi Arabistan’ı hedef almak için kullandığını vurguladı.
ABD ile İran arasında Maskat’ta (Umman’ın başkenti) gizli görüşmeler olduğu iddialarını reddeden Bell, İran ile nükleer anlaşma imzalayan ülkelerin sadece buna odaklandığını, bu nedenle İran'ın bölgeyi istikrarsızlaştırmaya yönelik silah arzını arttırmak için bu ‘kör bakıştan’ yararlandığını söyledi. Bell, “İran, ABD'yi bölgeden çıkarabileceğine veya Amerikan güçlerinin konuşlu olduğu ülkeleri sindirebileceğine inanıyor” dedi.
Bell şöyle devam etti:
“Ambargonun kaldırılıp kaldırılmamasını bir de İran'ın silah filolarının bölgede nasıl hareket ettiklerine bakarak düşünün!”
Savaş olasılığına ilişkin olarak ise Dr. Bell şunları söyledi:
“Şöyle bir tarihe bakarsak ne ekonomik yaptırımların ne de diplomatik araçların tek başlarına işe yaramadıkları, aynı şekilde savaşın kendisi de her zaman başarılı olmadığını görürüz.”
ABD’nin İran’ı düşmanca eylemleri için ‘ödüllendirmeyeceğini’ söyleyen Bell, İran’ın gündeminde İsrail ile Hizbullah arasında bir savaş olup olmadığına ilişkin bir soruya, “2006 savaşına benzer, yanlış hesap yapma riski çok yüksek” yanıtını verdi.
Lübnan’a yönelik yaptırımlarla ilgili olarak ise Bell, “Kongre’deki iki parti (Cumhuriyetçi ve Demokrat) arasında Lübnan'a yaptırım uygulama ve Hizbullah faaliyetlerini incelemeye devam etme konusunda bir fikir birliği var” dedi.

*Önümüzdeki Ekim ayında sona erecek İran'a yönelik silah ambargosunun uzatılması konusunda neden ısrar ediyorsunuz?
Şüphesiz, İran ile dünya güçleri arasında 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmasında çoğu kişinin göz ardı ettiği en önemli şartlardan biri İran'a yönelik geleneksel silah ambargosunun Ekim 2020'de sona erecek olmasıydı. Birleşmiş Milletler'in (BM) İran'a yönelik silah ambargosu kararları 2007'den bu yana yürürlükte. BM Güvenlik Konseyi (BMGK) 2010 yılında oybirliğiyle İran'a anlaşmaya dayalı silahların tedarikini yasakladı ve bu kararı 2015 yılında nükleer anlaşmaya ekledi. Ancak anlaşmayı daha cazip hale getirmek ve İran rejimini anlaşmayı kabul etmeye zorlamak için (sunset) adlı bir maddede yasağın 5 yıl sonra kaldırılması için bir takvim belirlediler. Fakat anlaşma isteyen herkes geleneksel silahlara değil, nükleer silahlara odaklanmıştı. Anlaşmanın bölgenin istikrarına ve barışına katkı sağlayacağı konusunda bir fikir birliği vardı. Bu nedenle şuan İran'ın yeniden silah tedarik edilmesinin bölgedeki silah filolarını durduracağını ve BM’nin bu bağlamdaki hedeflerine ulaşacağını düşünmek oldukça güç.

*Çin’den Avrupa ülkelerine dünya güçleri, ambargo sona erdiğinde ABD’nin ve BM’nin İran’a yeniden yaptırımlar uygulama tehditlerini reddettiler. ABD, özellikle Avrupalılar için tabloyu daha açık bir hale getirmeye çalışıyor mu?
Tablonun bütünü sadece nükleer enerjiye odaklanmamanız gerektiğini gösteriyor. Avrupa ülkeleri, İran'a 2023 yılına kadar yaptırım uygulayacaklar. Ancak ambargonun etrafına kapsamlı bir yapı inşa etmek son derece önemli, çünkü sömürülebilecek bir takım boşluklar var. İran rejiminin son on yılda neler yaptığını gördük. BM yaptırımlarında bile rejim silahlarını konuşlandırmayı ve bölgedeki vekilleri aracılığıyla saldırılar gerçekleştirmeyi başardı.

* ABD, eğer BMGK, silah ambargosunu süresiz olarak uzatmazsa Tahran'a yönelik Snapback maddesini etkinleştirmekle tehdit ediyor. Bu madde, İran’ın anlaşmayı ihlal ettiğini güvenilir bir şekilde ortaya çıkarılırsa kullanılabilir. BMGK, ambargoyu yenilemeyi reddederse, bu maddeyi kullanır mısınız? İran kandırıyor muydu ve ambargo süresiz olacak mı?
Kesinlikle, (Dışişleri Bakanı) Mike Pompeo'nun geçtiğimiz Salı günü BM Genel Kurul'unda yaptığı konuşmada, (İran’a yönelik) silah ambargosunu yenilemenin önceliğimiz olduğunu ve yönetimin bir yılı aşkın bir süredir bu konu üzerinde çalıştığını duydunuz. Snapback maddesinin etkinleştirilmesinden bahsettiniz. Bu, ABD yönetiminin İran transferlerine olan ilgisini yansıtmaktadır.  Bu, ABD yönetimi tarafından bir önlem olarak kabul edilir. ABD, İran'a geleneksel silahların tedarik edilmesine ciddiyetle yaklaşıyor ve bunu, bölge ve Ortadoğu'daki dostlarımız ve ortaklarımızın barışı ve istikrarına yönelik bir tehdit olarak görüyor. 

*Washington, BM’de bu konuda bir takım engellerle karşılaşması halinde bu maddeyi etkinleştirmeyi düşünüyor mu?
Diplomatik müzakereleri yakından takip etmiyorum. Fakat ABD'li yetkililerin belirttiği gibi, bu seçenek masada kalmaya devam ediyor.

*2010 yılında da söylediğim gibi İran'a sert yaptırımlar uygulandı. Böylece İran, müzakere masasına itildi. ABD şimdi yeni bir müzakere masası hazırlıyor mu?
ABD’nin diplomatik faaliyetleriyle ilgili konuşamam. Çünkü bu röportajı şahsım adına ve bir akademisyen olarak veriyor.

*Peki, bir gözlemci olarak müzakere masanızın hazır olduğunu düşünüyor musunuz? İran yanlıları Maskat’ta Tahran ve Washington arasında gizli görüşmelerin başladığına dair bir takım bilgiler sızdırıyorlar. Bunları duydunuz mu?
Kesinlikle hayır. Bu, temelsiz bir spekülasyondur. Bildiğim kadarıyla Maskat'ta gizli görüşmeler yapılmıyor.

*İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, özür dilediği ve tazminat ödediği takdirde ABD ile müzakerelere hazır olduklarını söyledi. İran'ın öne sürdüğü bu şartlara nasıl bakıyorsunuz?
Başkan Donald Trump, yönetiminin önkoşulsuz bir şekilde olması halinde İran ile müzakerelere hazır olduğunu en başında açıkça belirtti. İranlılar daha önce de müzakerelerden veya ilişkilerin yeniden kurulmasından önce yaptırımların kaldırılmasını talep etmişlerdi.  İranlıların söylemleri, ciddi olmadıklarını ve müzakere etme gibi bir isteklerinin bulunmadığını ortaya koyuyor.

*ABD, 2010 yılında Rusya ve Çin'le bugün olduğundan daha iyi ilişkilere sahipti. BMGK’nın ambargoyu yenilemek ortak hareket etmesinin, özellikle mevcut jeopolitik ortamda daha zor olduğunu düşünmüyor musunuz? Üstelik daha önce kaleme aldığım bir makalede söylediğim gibi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran’a yönelik silah ambargosunun yenilenmesini engelliyor. İranlılar, hali hazırda Rusya ile milyarlarca dolarlık gelişmiş silahlar görüşmeleri yapıyorlar mı?
Stratejik olarak kesinlikle zor bir ortam var. Ancak önemli olan, BMGK üyelerinin 2007 ve 2010 yıllarında kararları oybirliğiyle almalarıdır. Şimdi, BMGK’nın 2031 sayılı kararının uygulanmasına ilişkin 30 Haziran’da yayınlanan BM raporu gözden geçirilmeli. Özellikle geçtiğimiz Eylül ayında İran yapımı silahların Suudi Arabistan'a yönelik Abkayk saldırısında kullanılmasının yanı sıra Kasım 2016'da ve Şubat 2020'de bu silahlara el konulması, İran’ın BMGK’nın bu kararını ihlal ettiğini ortaya koyuyor. Üzerinde İran’ın Farsça imzası olan silahlar vardı. Daha sonra İran yapımı kruvazör füzeleri ve diğer silahların kalıntıları bulundu. Bütün bunlar BMGK’nın kararını ihlalden ziyade bir meydan okumadır. Bu nedenle BMGK’nın bazı üyelerinin ambargonun kaldırılmasını istemesi anlaşılabilir değil. Bu durum, BM Genel Sekreteri tarafından yayınlanan ve İran'ın 2031 sayılı BMGK kararını açıkça ihlal eden silahları kullanmaya ve konuşlandırmaya devam ettiğini doğrulayan raporlarında açıkça görülüyor.

*Belki müzakerelere hazırdırlar, ama ABD ile Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi nedeniyle, veto hakkını sadece Amerikalılara muhalefet olsun diye ABD tarafından önerilen bir çözüme karşı kullanmak için feda edebilirler mi?
Mantığın, nükleer anlaşmanın dokunulmazlığı çerçevesinde İran'ın BMGK kararlarını yıllardır ihlal ettiğini doğruladığına inanıyorum.  Bu da BMGK üyesi ülkelerin durumu fark etmelerine ve İran'ın davranışları hakkında kayda değer bir kaygı duymalarını sağlamalıdır. Eğer yerel güçlerin görüşlerine bakarsak ambargonun kaldırılmasının bölgenin istikrarına katkıda bulunmayacağı anlaşılır. Bu oldukça önemli bir konu. Çünkü BMGK’nın bazı üyeleri, nükleer silahların yayılmamasına, nükleer anlaşma ışığında bölgede barışa odaklandıklarından daha fazla odaklanıyorlar. Farklı ülkeler farklı konulara odaklanmaktadır.

*Rusya'nın İran üzerinden Körfez’in kuzeyine veya Hürmüz Boğazı'na ulaşma hedefine ulaşabileceğini düşünüyor musunuz?
Rusya Federasyonu'nun nüfuzunu arttırmak istediği ve ABD’nin bölgedeki nüfuzunun yerini almaya çalıştığı açıktır. Aralarındaki bir takım anlaşmazlıklara rağmen İran'la olan ilişkileri, Suriye'de gördüğümüz üzere askeri üsler kurarak Rus nüfuzunu artırma fırsatlarına zemin oluşturmaya uygun ilişkilerdir. Bu sadece bölgenin istikrarı için değil, aynı zamanda uluslararası ticaret, küresel ekonomi, Avrupa ve Doğu Asya için de zararlı olabilir.

*Eğer Rusya silah ambargosunun uzatılmasına itiraz etmezse Başkan Trump, Rusya Devlet Başkanı Putin'i G7 Zirvesi’ne davet ederek ödüllendirir mi?
Bu, benim uzmanlık alanım değil, ama iyi bir tecrübe olabilir.

*İranlılar yıllardır Taliban'ı Afganistan'daki Amerikalıları öldürmeye zorluyorlar. Bu durum, silah ambargosunun uzatılması için ek bir faktör olabilir mi?
Elbette. İranlıların gerek bombalar yerleştirerek gerek mayınlar döşeyerek, gerekse Yemen veya Irak'a balistik füzeler vererek ve DEAŞ ile mücadele bahanesiyle silahlar konuşlandırarak ambargoyu, on yılı aşkın bir süredir ihlal ettiğini gördük.  Ancak ABD ve Uluslararası Koalisyon güçlerini hedef almaları farklı hedefleri olduğunu ortaya koyuyor. İran'ın farklı hedefleri ve aralarında ABD'yi bölgeden çıkarma, komşu ülkeleri ve Avrupa ülkelerini istikrarsızlaştırma arzusu olduğu da açık. Afganistan'ın istikrarlı ve huzurlu bir ülke olması kesinlikle İran'ın yararına değildir. Konuyu sabote etmek istiyor.  Bu da ister Afganistan'da ister Yemen'de olsun, bölgedeki çatışmaları uzatma ve şiddet olaylarını yoğunlaştırma kampanyasının bir parçası olarak uluslararası çabaların her zaman bu şiddet döngüsü tarafından boşa çıkmasını sağlamak için çabaladığı açıkça görülmektedir. Bu nedenle, uluslararası toplum bu konuda endişe duymalıdır. Çünkü tüm uluslararası çabaların İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından vekil grupları aracılığıyla bu şiddet döngüsünü körüklediğini görmeye devam ediyoruz. İran'ın Yemen, Irak, Suriye veya Lübnan'daki şiddet ve zulüm döngüsünü uzatmaya yönelik gerçek çabaları söz konusu.
Daha önce de söylediğim gibi İranlılar, Amerikalıların İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in ifadesiyle ‘kötü niyetli’ nüfuzlarından dolayı Ortadoğu'dan çıkmalarını istiyorlar. Zaman içinde bu talebi yerine getirecek misiniz? Körfez'deki müttefiklerinizi ve ortaklarınızı bırakacak mısınız? Çıkarlarınızı terk edip sırtınızı dönecek misiniz?
İran rejiminin bu izlenimi yaratmak istediğini biliyoruz. ABD'nin Ortadoğu'da hayati ve belirgin çıkarları var ve bu gelecekte de devam edecek. Örneğin füzelerin yerini değiştirdiğimizde İran bu adımı, bölgeye olan ilgimizin azalmasının bir başlangıcı ​​olarak gördü. Fakat bölgedeki stratejik diyalogumuz, siyasi çabalarımız ve ekonomik ilişkilerimiz gibi ABD’nin taahhütlerine bakıldığında İran'ın istediklerinin sadece boş istekler olduğunu fark edersiniz. Tüm bunların yanı sıra ABD bölgenin istikrarı, barışı, nükleer silahların yayılmasının önlenmesinin yanı sıra bize ve ortaklarımıza yönelik terörist tehditlerin ortadan kaldırılmasıyla ilgileniyor. Bunların hepsi İran rejiminin bölgedeki kötü niyetli davranışlarına bağlıdır.
Bu bağlamda ne çıkarlarımıza ne de ortaklarımıza sırtımızı çevireceğimizi sanıyorum. Kuşkusuz, ABD’nin bu bağlamda sorumluluğu çoğalıyor. Bu çıkarları mutlak ciddiyetle ele alıyoruz ve böyle yapmaya da devam edeceğiz.

*Arap Körfezi ülkeleriyle ilişkilerinizi derinleştirecek misiniz? Stratejik bir ittifak mı yoksa ortak bir savunma anlaşması mı olacak?
Bu gündeme getirilebilecek bir konudur. ABD’nin Körfez veya Arap ülkelerindeki ortaklarıyla ilişkilerini güçlendirmek, nasıl gelişecekleri ve neler yapılacağı, bölge ülkelerinin egemenliğine ve istediklerine saygı duymanın yanı sıra birer müzakere konusudur. Ancak güvenlik bağlarını güçlendirmek kesinlikle tehditleri caydırıyor. Yalnızca tehditleri caydırmak suretiyle, ekonomik ve politik büyüme için verimli bir ortam yaratılabilir ve bölgede birçok reformun devam etmesi, ekonominin toparlanması ve bu ülkelerin gelecekteki vizyonlarının gerçekleştirilmesi için gerekli şartlar oluşturulabilir. Fakat eğer bu ülkeler İran saldırıları tehdidi altında kalırsa, kaynaklarının çoğunu savunmaya aktarmak zorunda kalacaklar.
Terörle mücadele, su ve sınır güvenliği, savunma sistemleri ve havadan havaya füzeler gibi sınır ötesi savunma altyapısının ve toplumun dayanıklılığının güçlendirilmesi, bölge ülkeleri için iyidir. İran rejimine veya vekillerine karşı da güçlenmiş oluyorlar. Ancak bu girişimleri istikrarsızlaştırmak ve zayıflatmak için birçok faktör söz konusu.

*Siz ve Yemen'de Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu, Yemen’de birçok girişimde bulundunuz ve şu ana kadar İran'ın körüklemeye devam ettiği savaşı durduramadınız. Siz ve bölgedeki ortaklarınız başarısız mı oldunuz?
Çünkü İran, Yemen'deki savaşı ve çekilen acıyı uzatmaya, BM’nin barış çabalarını istikrarsızlaştırmaya çalıştığından kapsamlı bir anlaşmaya varmakla ilgilenmiyor ve ülkedeki şiddet döngüsünü körüklemeye devam ediyor. Bu nedenle, İran çabalarına rağmen Suudi Arabistan liderliğindeki Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu’na verilen destek hiç azalmadı. Ancak İran'ın bölgeyi istikrarsızlaştırmakta ısrarcı olduğu ve Suudi Arabistan için bir tehdit oluşturmaya devam ettiği de ortada. Bunların başarısız olduğumuzun işaretleri olduğunu söylemekten ziyade, İran'ın Yemen'de halkın çektiği acıların çoğunu derinleştirmeye ve çatışmayı geliştirmeye dair kötü niyetli girişimlerin yeni kanıtları olduğunu söylemeliyiz.

*Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi, alaycı bir şekilde (Amerikalı beyaz bir polisin kısa bir süre önce dizini boynuna bastırarak Afro-Amerikalı George Floyd'u öldürmesine atıfta bulunarak) “Azami baskı kampanyası, kelimenin tam anlamıyla dizini İran’ın boynuna bastırmak gibidir” dedi. Floyd ile yaşanan olaydaki gibi İran davranışlarını değiştirmeyeceği için İran rejiminin de boğazının sıkılmasının zamanının geldiğine inanıyor musunuz?
Bunun hakkında konuşmak istemiyorum.

*Peki ya sadece bir gözlemci olarak?
Amerikan politikası uzun süre rejimin davranışlarını değiştirmeye yönelikti. Ancak bazı analistler, bu davranışların rejimin temellerine ve 1979 devrimine dayandığına, bu yüzden değişmeyeceğine inanıyorlar. Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor: Gelecekte ne tür bir politika uygulanacak? Yine bir başka soru da şu: Nükleer anlaşmaya ne olacak? Çünkü nükleer anlaşmanın temel varsayımları, İran'a ekonomik destek vererek rejimin düşmanca eylemlerini değiştireceği yönündeydi. Ancak yıllar ve tüm kanıtlar, rejimin davranışlarının değişmediğini, bunun yerine bölgeyi istikrarsız hale getirme ve ABD'yi bölgeden kovmak için bir ‘direniş ekseni’ oluşturma kampanyası sürdürdüğünü gösterdi. Rejimin eylemlerinin en azından ılımlı olacağı düşünülürken bunun yerine şantajın arttığını, şiddete başvurduğunu ve bölge üzerinde mutlak kontrol uygulamak amacıyla silahlar yerleştirdiğini gördük.

*Dışişleri bakanı Mike Pompeo, ambargonun kaldırılması halinde İran’ın Rus savaş uçaklarını satın alıp denizaltı filosunu geliştirmek için hızla hareket edebileceğini ve böylece Venezuela'dan Suriye'ye ve Afganistan'ın uzak bölgelerine kadar bir silah tüccarı olarak petrol savaşlarını taşımakta özgürleşeceğini söyledi. ABD ile İran arasında er ya da geç bir savaş çıkacak gibi görünüyor.  Ayrıca İran'a yaptırımlar uygulanıyor, ancak yine de her yerde çatışmaları körüklemeye devam edebiliyor. Şunu sormak istiyorum: Savaşa doğru ilerlediğinizi düşünüyor musunuz? ABD ile İran arasında savaşmaktan başka seçenek yok mu?
Tarihe bakarsak, her zaman savaştan kaçınmanın bir yolu olduğu görülür. Savaş her zaman kaçınılmaz değildir. İran'a yönelik silah ambargosu kaldırılmazsa, barış ve istikrar için faydalı olur. Ancak, İranlı liderlerin ambargonun kaldırılmaması halinde alacakları önlemlere yönelik tehditleri, bir şantaj şeklidir.
Savaş yerine bölgede bir silahlanma yarışı başlayabilir. Avrupa’da Soğuk Savaş’ın başladığı 1940'ların sonunda gördüğümüz gibi rakip bloklar ortaya çıkabilir.  Haşdi Şabi, Hizbullah Tugayları, Suriye'deki milisler ve Lübnan'daki Hizbullah gibi İran rejiminin vekillerinin sürdürdüğü gibi çatışmalar olabilir. Bazı durumlarda, bir devlet başkanı İran'ı yatıştırmaya, yatıştırarak savaştan kaçınmaya veya bir anlaşmaya varmaya başvurabilir.
Barış ve savaş arasında yapılması gereken bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Her zaman bir dizi siyasi seçenek vardır ve bunlar ilerlemek için adımlar atmayı gerektiriyor. Ancak benim izlenimim, mevcut olanın yerine kapsamlı bir sistem olmadan ambargonun kaldırılmasının bölgesel çatışmaların çeşitliliğini artıracağı yönündedir. Bu durum, İran’ın Bakan Pompeo'nun da dediği gibi adımlar atmasını sağlayabilir ya da Suudi Arabistan'a karşı kullandığı ‘delta drone’ gibi insansız hava araçlarının (İHA) üretimini artırabilir. İran'ın geleneksel silahlar edinmesinin önünü açmak, rejimin son kırk yıl içindeki düşmanca davranışlarına bakıldığında istikrar karşıtı bir adım olacaktır. İran'ın silah tedarik etmesinin tek amacının savunma olduğunu söylemesine kimse inanmaz.

*Sizce İran savaş mı yoksa kenarda kalmak mı istiyor?
Hedefin, anlaşmaya dayalı kapsamlı bir savaş anlamına gelmeyen ölçülü zorluklara dayandığına inanıyorum. Onların görüşüne göre bu tür zorluklar, ABD'nin bölgedeki varlığını azaltması ya da bölge ülkelerinin Amerikan güçlerine ev sahipliği yapma isteklerinin zayıflatması İran için yeterli. ABD’nin nüfuzunu azaltmak için ABD’nin bölgedeki müttefiklerine ve ortaklarına yönelik saldırılar düzenliyor olabilir. Tüm bunlar mümkün. Sorun şu ki, İran rejiminin geçtiğimiz yılki saldırılarına bakarsak daha da hırçınlaştığını görebiliriz. Bu durum yanlış hesaplara yol açabilir ve yanlış hesaplar da, daha hırçın, daha tehditkar ve daha kışkırtıcı hale gelebilir. Saldırılardaki niyetleri bu çizginin altında olsa bile bir çatışmaya neden olabilir.

*İran’ın yaptırımlara rağmen Irak, Yemen veya Lübnan'da vekillerini silahlandırmaya devam ettiğini ve özellikle bu ülkelerde gerçekleşen tüm sabotaj eylemlerine herhangi bir müdahale olmazsa ve sizden herhangi bir tepki gelmezse buna devam edeceğini söyledikten sonra neden İran’ın duracağını düşünüyorsunuz?
Bu önemli bir soru, çünkü İran'ın bu vekilleri kullanması, rejimin hedeflerini güvence altına alma politikasının etkili bir parçası gibi görünüyor. İran, mevcut yaptırımların gölgesinde dahi, bu gruplara önem vererek BMGK kararlarına karşı gelmeye devam ediyor. Bu yüzden ambargoyu kaldırmak yerine, belki de İran’ı bölgedeki faaliyetlerinden sorumlu tutmayı sağlayacak daha güçlü bir mekanizma ile baskı kurmamız gerekiyor olabilir. İran’ın, BM’nin uyguladığı silah ambargosu ile ilgili yaptığı açıklamaları ve ambargonun kaldırılmaması durumunda alacağını söylediği önlemler, onun ambargonun kaldırılmasına verdiği önemi yansıtıyor.

*Fakat savaş seçeneği masada değilse İran'ı bölgedeki faaliyetlerinden nasıl sorumlu tutabilirsiniz?
Şöyle bir tarihe bakarsak ne ekonomik yaptırımların ne de diplomatik yaptırımların tek başlarına işe yaramadıkları, aynı şekilde savaşın kendisi de her zaman başarılı olmadığını görürüz. Bize lazım olan ekonomik yaptırımları, diplomatik araçları ve ABD’nin mevcut odak noktasını içeren kapsamlı bir yaklaşımdır. Fark, İran’ın vekilleri, saldırılarını başlattıklarında müttefiklerimizi, ortaklarımızı ve çıkarlarımızı korumak için caydırıcı bir yapıyı nasıl koruduğumuzdadır. Ancak bu durumda yaptırımlar ve diplomatik araçlar başarısız olursa, diğer eylemler benimsenebilir. Ayrıca, ambargonun etkili olabilmesi için bahsettiğim gibi bir mekanizmaya ihtiyacımız var. Aynı şekilde uluslararası toplum bu ambargonun uygulanmasına katkıda bulunuyor. Daha önce de belirttiğim üzere İran'ı müzakere masasına iten 2010  yılındaki yaptırımlardı.Tüm bu yaptırımların hepsinin etkili olabileceği düşünülüyor. Özellikle Lübnan'da Hizbullah ile ilgili edindiğimiz bilgilere göre İran'dan sağlanan fonun az olduğu ve diğer vekillerin baskı altında olduğunu biliyoruz. Güçlü bir baskı kampanyası ile vurulmak istenen iki hedef bulunuyor. Birincisi, İran rejimini kapsamlı bir anlaşmaya varmak için müzakere masasına oturtmak. İkincisi, İranlılar müzakere masasına oturma konusunda isteksiz olabilirler. Bu da bir olasılıktır. Biz de rejim ve DMO tarafından, özellikle Husiler ve Hizbullah'ın da kabul ettiği gibi, İran’ın vekillerinin saldırılarında konumlarını iyileştirmek için kullanılan fon ve kaynakların tükendiğini vurguluyoruz. Ancak bu, rejimin İran halkının ihtiyaçları ve refahı pahasına vekillerini desteklemeye devam etmeyeceği anlamına gelmiyor.

*İran'ın dünyadaki tüm Şiilerden sorumlu olduğu ve onları yönetmesi gerektiği şeklinde bir stratejisi var. Bu projeyi durdurmaya yönelik planınız nedir?
Önemli olan, İran rejiminin son on yılda ve nükleer anlaşma altında Suriye'ye yönelik askeri yardımlarının, operasyonlarının ve diplomatik dayanışmasının yanı sıra Lübnan ve Suriye'de Hizbullah, Gazze'de Hamas ve Filistin İslami Cihad Örgütü, Yemen'de Husiler, Irak'ta Haşdi Şabi ve diğer haydut örgütler, Bahreyn'de terörist unsurlar, Suudi Arabistan’ın doğusuna saldıranlar ve Pakistan'daki bazı gruplar gibi çeşitli ülkelerdeki askeri güçlere yönelik desteğini kapsayan kötü niyetli eylemlerini sürdürdüğünü anlamaktır. Sorun şu ki İran ile nükleer anlaşma imzalayanlar, İran'ın tüm faaliyetlerini ve beş yıl öncesine göre bölge ülkeleri için daha fazla tehdit arz eden Şii gruplar arasında ‘direniş ekseni’ olarak adlandırdığı yapıyı finanse ettiğini göremediler. Bu nedenle, artık bölgede barış ve istikrara ulaşmak yıllar öncesine göre daha da zor. Buradan yola çıkarak hedeflerin şöyle olması gerekiyor; ambargonun kaldırılması, zamana değil, İran rejiminin eylemleriyle ilgili koşullara dayanmalıydı. Bu bir zayıflık. Bu nedenle, zaman doldu ve şuan ki durum ambargonun uygulandığı andan çok daha kötü.

*Peki, ambargoyu yenilediğinizde mevcut koşulları değiştirebilecek misiniz?
Ambargonun yenilenmesi, kesinlikle koşulların belirlenmesine yöneliktir. İran’ın ambargo altında dahi Husilere Suudi Arabistan’ı hedef alan füzeleri tedarik edebildiği göz önüne alındığında, ambargo kalkarsa neler kaç silah tedarik edebileceğini siz düşünün. Bu yüzden sadece bu faaliyetler kapsamında ambargonun neden uzatılması gerektiğiniz anlayabiliriz. Eğer ambargo kaldırılırsa, tüm bu silahların nasıl açıkça, korkusuzca ve daha büyük miktarlarda taşınması halinde bunun başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge ve dünya için ne kadar yıkıcı olabileceğini bir düşünün.

*İran, Arap ülkeleri ve Orta Doğu işlerine karışmaya yönelik eylemleri ile Batı'nın ekonomisini iyileştirmesi ihtiyacını bir birinden ayırıyor gibi görünüyor. Sanki şu anki en acil meselesi, pastadan payını alıp hepsini yemek. İran’ın Arap ülkelerinde, içeriden ve dışarıdan müdahale ettiği anlamına gelen uyuyan hücreleri olduğunu biliyoruz. Eylemsiz boykot hakkında konuşmaya devam etsek kısır bir döngüde mi kalırız?
Eylemsiz boykot hakkında konuşursak bunun bir kısır döngü olduğunu mu söylediniz?

*Evet, çünkü İran'ın Körfez'de uyuyan hücreleri var, ancak Lübnan'da her şey açık ve vekilleri onun ilgilendiği tüm cephelere katılıyor. Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Pompeo, “İran'ın bölgeyi istikrarsızlaştırmasını engellemeliyiz” dedi. Özellikle İran’ın bu eylemlerini engellemeye yönelik genel bir uzlaşı yokken bunu nasıl yapacaksınız?
Zor olması, ABD’nin bunu yapmaya çalışmadığı anlamına gelmez. Eğer bunu yapmazsa, savaşma ya da teslim olma olasılığı artar. Buradaki en önemli hususlardan biri olan İran’a yönelik silah ambargosunun öneminin sadece bölge ülkeleri açısından değil, aynı zamanda bu ambargonun güçlendirilmesiyle birlikte bölge dışındaki diğer ülkeler için de anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu ambargonun süresinin bitmesi bölgedeki barışa ve istikrara katkıda bulunmayacaktır. Nükleer silahların geliştirilmesinin kontrol altına alınmasına odaklanmak, bölge dışındaki bu ülkelerin önüne bir perde çekti ve İran'ın komşularına yönelik bir baskı politikası dayatmasına izin verdi. Bir kez daha BM’nin son raporuna bakılmasını vurguluyorum. Son yıllarda Suudi Arabistan'a karşı kullanılan silahların hepsi İran menşeli olması şok edici ve aşikar bir gerçektir. Bu bir ülkenin BM üyesi bir ülkeye yaptığı saldırıdır. Bu durum, kendi başına bölge ülkelerinin görüşlerini ve İran’ın eylemlerinden kaynaklanan zararlarını ifade etmeleri için bir sorun teşkil etmelidir. Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) tüm üyeleri, İran’ın eylemlerinin nükleer anlaşmanın hedeflerine verdiği zararları teyit etmelidir.

*Ambargo yenilenirse bu kez İran’ın füze programını kapsayacak mı? Eğer ambargo bu programı kapsanmazsa İran bir gün hegemonyasını empoze etmek için füzelerini bölgeye yöneltir mi?
İran'ın füzelerinin hedefini doğru tutturmasına ve menziline güvenmesini ancak ambargo kaldırılırsa beklemeliyiz. Hizbullah’ın Lübnan'da bu füzelerle olan faaliyetlerine ilişkin bir takım raporlar var. Şuan Irak-İran savaşından veya Irak’ın Kuveyt'i işgalinden farklı bir dönemdeyiz. Stratejik ve nemli noktaları hedef alan hassas füzeler çağındayız. Bu nedenle İran rejiminin bu füzeleri kullanma olasılığı bir tepki olarak değil, daha ziyade Abkayk’ta olduğu gibi ekonomik, petrol ve sivil tesisleri vurma çabasıyla askeri hedeflere ulaşmak için olacaktır. Bu saldırıların toplumlar üzerinde zararlı ve yıkıcı bir etkisi olacağı da bir gerçek. Bunu, ABD’nin Irak'taki askeri üssüne yapılan saldırıda gördük. Bu füzeler savunma sistemlerine meydan okuyabilir. Bu durum, bölgedeki ülkeler arasında işbirliği gerektiriyor. ABD, İran rejimini düşmanca eylemlerinden ötürü ödüllendirmek istemiyor.

*İran'ın en önemli kolu, Lübnanlıların silahsızlandırılmasını istedikleri Hizbullah’tır. Hizbullah, bunu isteyen Lübnanlıları ABD tarafından desteklenmekle suçluyor. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da Amerikalılara ölüm tehdidinde bulundu. İran’ın gündeminde İsrail ile Hizbullah arasında bir savaşın olabileceğini düşünüyor musunuz?
Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki barış, İran rejiminin ve İran'ın kapsamlı bir barış anlaşmasına karşı desteklediği vekillerin çıkarlarına ters. 2006 savaşına benzer şekilde yanlış hesap yapılma riski çok yüksek. Elbette, tıpkı Yemen'de olduğu gibi Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad, barış olasılığını sabote etmek için şiddeti sürdürmek ve savaştan kaçınmaya çalışırken bile savaş olasılığını artıran ‘direniş ittifakı’ fikrini desteklemek istiyorlar.

*Hizbullah Lübnan'ı petrol ve mal ithalatıyla batı ekseninden İran eksenine çekerek direniş ittifakına dahil etmek istiyor. ABD’nin buna bir tepkisi olacak mı?
Washington'da Lübnan’a yaptırımlar uygulanması gibi birçok tartışma var. Aynı şekilde Lübnan ile ilgili endişeler ve yaptırımlar uygulama konusunda öneriler mevcut. Hizbullah’ın faaliyetleri veya İran’a uygulanan ambargonun kaldırılması açısından Kongre’deki iki parti (Cumhuriyetçi ve Demokrat) arasında Lübnan'a yaptırım uygulama ve Hizbullah faaliyetlerini incelemeye devam etme konusunda bir fikir birliği söz konusu.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.