Lübnan: ÖYH Genel Başkanı Basil’in açıklamaları tepki topladı

ÖYH Genel Başkanı Cibran Basil (Lübnan Ulusal Haber Ajansı NNA)
ÖYH Genel Başkanı Cibran Basil (Lübnan Ulusal Haber Ajansı NNA)
TT

Lübnan: ÖYH Genel Başkanı Basil’in açıklamaları tepki topladı

ÖYH Genel Başkanı Cibran Basil (Lübnan Ulusal Haber Ajansı NNA)
ÖYH Genel Başkanı Cibran Basil (Lübnan Ulusal Haber Ajansı NNA)

(Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH) Genel Başkanı Cibran Basil, rakiplerini partisini hedef almakla suçlarken,  başarısızlık, yalan söylemek ve Hizbullah'ın zorbalığına ortak olmakla suçlanan tepkiler almasına yol açtı.
Basil, rakiplerini, hükümeti kurmayı geciktirme ve reformlar üzerinde anlaşmaya varma konusunda ÖYH ile istişare etmemekle suçladı. Basil açıklamasında, “Şahsen artık bakanlıkla ilgilenmiyorum. Üzerimdeki kişisel yükten kurtuldum. Başbakanı, bakanları ve programıyla üretkenlik, verimlilik ve reform için gereken koşullara sahip olmayan bir hükümete katılım konusunda ne doğrudan ne dolaylı parti olarak da istekli değiliz” ifadelerini kullandı. Basil açıklamasında, “gerek ekonomik gerek finansal tüm başarısızlıkların mezhepçi kota sistemi sebebiyle olduğunu” belirtti.
Hizbullah ile ilişkisi konusuna da değinen Basil, “Onları dış tehditlere karşı savunuruz, ancak hatalarını iç politikada savunmak zorunda değiliz, aksine yaptığımız gibi hatalarla yüzleşmek görevimizdir” dedi. Yalnızca Hizbullah adına değil tüm Lübnan partilerine uygulanan dış ve iç abluka konusuna Basil, Lübnan’a ihanet etmediklerini ve çıkarlara karşı gelmediklerini söyledi.
Kişisel veya politik her şekilde hedef alındıklarını vurgulayan Basil, yaşanan her talihsizlikten kendilerinin sorumlu tutulduğunu, itibarlarının karalanmaya çalışıldığını ve psikolojik savaş verdiklerini bildirdi. Partisinin kendilerine karşı yürütülen küresel medya savaşıyla yüzleşecek araç ve paraya sahip olmadığını söyleyen Basil, bunun siyasi bir suikast olduğuna dikkati çekti.
Basil’in açıklamaları Meclis’teki Güçlü Cumhuriyet Bloğu üyesi İmad Vekim gibi isimlerin tepkisine yol açtı. Vekim açıklamasında, Basil’in açıklamalarını “Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah gibi yalan söyleyen, yalvaran ve her zamanki gibi gerçekleri çarpıtan” olarak niteledi.
Meclis’teki Güçlü Cumhuriyet Bloğu üyesi Fadi Saad ise, “ekranın başına geçip tashih edilmeden yapılan konuşmanın çok basit bir şey olduğunu söyleyerek, sorumluluk almaktan ve başarısızlığı kabul etmekten ne zamana kadar kaçacaklarını” sordu.
(Sünni) Müstakbel Hareketi’nin eski liderlerinden Mustafa Alluş ise, “Lübnan’da bu tarz konuşmaların artık bir işe yaramadığını” belirterek, “Lübnan siyasetini kontrol eden mafyaya” atıfta bulundu ve “mafyanın Basil’i ifşa etmesinden korktuklarını” iddia etti.
Alluş açıklamasında, “Gücü elinizde tutmak için (Hizbullah) ile komplo kurdunuz ve sizin için iktidarı güvence altına alan kişi ile komplo kuracaksınız” dedi. Alluş, Cibran’ın “Lübnan'da taş üstünde taş kalmasa bile, Lübnan üzerindeki gücü uğruna tüm “Avncı” varlığını feda etmek istiyor mu?” sorusuyla “Basil’in Joseph Goebbels tarzı açıklama yaptığını” ifade etti.
1975-1990 yıllarındaki iç savaştan bu yana en kötü mali krizle karşı karşıya olan Lübnan, 2018 yılında Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen Uluslararası Sedir (CEDRE) Konferansı’nda bağışçıları yaklaşık 11 milyar dolarlık desteği alabilmek için acil reformlar yapma taahhüdünde bulunmuştu.
Ekonomik kriz ve hükümetin vergi politikaları nedeniyle Lübnan 17 Ekim’de tarihinin en kitlesel halk hareketine şahit olmuş. Gösteriler sebebiyle (Sünni) Müstakbel Hareketi lideri Saad Hariri 29 Ekim 2019'da Başbakanlıktan istifa etmiş, (Şii) Hizbullah örgütü ve siyasi müttefiklerinin destekleri sonucu 19 Aralık 2019'da hükümeti kurma görevini alan Hassan Diyab 21 Ocak 2020’de yeni Hükümeti kurmuştu. Diyab hükümeti de beklenen reformları yapamadı. 4 Ağustos’ta Beyrut Limanı’nda yaşanan büyük patlama sonrasında ise hükümet istifa etti.
Ortaya çıkan tabloda iki Şii parti Hizbullah ve Emel ile Cumhurbaşkanı Avn’ın kurduğu Genel Başkanlığını ise Avn’ın damadı Basil’in yaptığı (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) iktidarı paylaşırken (Sünni) Müstakbel ve (Dürzi) İlerici Sosyalist Parti (İSP) ve diğer küçük partiler muhalefeti temsil ediyor. Halk hareketi ise dini/mezhebi kimlik siyasetini esas alan kota rejiminin değiştirilmesini, Beyrut patlamasının sorumlularının uluslararası soruşturma sonrası yargılanmasını ve partiler üstü bir teknokrat hükümeti talep ediyor.



Necef Zirvesi sonrası: Yeni bir Ortadoğu düzeni mi oluşuyor?

İsrail ve ABD, bölge güvenliğine kendi güvenlik ve siyasi yaklaşımını sunma zamanının geldiğinin farkında (AFP)
İsrail ve ABD, bölge güvenliğine kendi güvenlik ve siyasi yaklaşımını sunma zamanının geldiğinin farkında (AFP)
TT

Necef Zirvesi sonrası: Yeni bir Ortadoğu düzeni mi oluşuyor?

İsrail ve ABD, bölge güvenliğine kendi güvenlik ve siyasi yaklaşımını sunma zamanının geldiğinin farkında (AFP)
İsrail ve ABD, bölge güvenliğine kendi güvenlik ve siyasi yaklaşımını sunma zamanının geldiğinin farkında (AFP)

Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İsrail ve ABD’den bakanların katıldığı Necef Zirvesi’nin sona ermesinin ardından, şu anki Arap vizyonunun yokluğu ortasında Arap bölgesel düzeninden geriye kalanların kalıntıları üzerine, yeni bir Ortadoğu düzenine doğru gidişattan ne çıkacağına dair önemli bir soru baş gösterdi.

ABD’nin korkuları
Akabe zirvesine katılan her bir tarafın ana hedefleri birbirleriyle çelişiyor. Bu durum, her bir tarafın amacı hakkında sorulara neden olurken, Mısır ve İsrail’in barış anlaşmasını imzalamasının üzerinden 43 yıl geçmesinin ardından ABD yönetiminin, bu tarafları bir araya getiren taraf olduğu belirtiliyor. Durum, Washington yönetiminin ‘Beyaz Saray’a gelişinden bu yana normalleşme süreçlerine müdahale etme konusundaki çekingenliğine rağmen’, hala Arap- İsrail arabuluculuğu yönünde çalıştığını ve işleri oluruna bıraktığını doğruluyor. Öyle ki ABD, Hamas hareketi ile İsrail arasındaki çatışmalar sonrasına kadar müdahalede bulunmamıştı. Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bölgeye ziyarette bulunurken, bir vizyon veya fikir sunmadan Filistin topraklarını, Ürdün, Mısır ve İsrail’i gezdi.
Bu kez ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in bölgeye gelişi, aslında Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi büyük Arap ülkelerinin ‘geçmiş ilişkilerin üzerinde gerçek ve yeni ortaklıklar kurmak için kendilerini öne süreceğine’ dair ABD korkularıyla bağlantılıydı. Blinken, ortaklığın şeklini ve boyutunu doğrulayan önemli bir mesajla geldi. Bu mesaj, gelecek dönemde ispatlanması biraz zaman alacak bir şeydi.

ABD müdahalesinin doğası
Genişletilmiş ortaklıklardan bahsetmenin veya ABD yönetiminin hala ayrı ayrı Arap ülkeleriyle ilgilendiğini doğrulayan 13 milyon dolarlık donmuş askeri yardımı serbest bırakmasının karşısında Katar’ın statüsü yükseltildi ve ülkeye, NATO dışı bir müttefik üyeliği verildi.
Öyle görünüyor ki özellikle ‘Körfez ülkelerinin güvenliğine ilişkin nükleer anlaşmanın imzalanması’ ve ‘İran rejiminin gücünün, bölge güvenliğine müdahale etme ihtimalinin, Husi milislerine sınırsız desteğinin ve Arap Körfezi ve ülkelerinin güvenliğine yönelik tehdidin artması’ aşamasında yaşanacakların yansımalarına dair bir beklenti ortasında Beyaz Saray yönetimi, etkili Arap eğilimlerinden korkuyordu. Bu durumlar, Suudi Arabistan’ın ABD müdahalesinin doğası hakkında sorular sormaya itecek düzeyde hedef alındığının bir kanıtı.
Tel Aviv’in ‘tek taraflı seçenekler, genişletilmiş güvenlik önlemleri ve farklı yollarla çalışma’ hakkında konuşmasına neden olan, tüm Körfez ülkelerine ve İsrail’e yönelik hileci bir ABD tutumu mevcut. Bu tutum, ilerleyen dönemde sabotaj faaliyetlerinin devam etmesine, ateşkes sırasında ABD’ye kulak vermemeye ve İsrail ulusal güvenlik hesaplamaları uyarınca herhangi bir zamanda yanıt vermeye neden olabilir. Bu ise, Tel Aviv ile sürekli ve destekleyici koordinasyona rağmen ABD tarafından anlaşılmayan bir şey ve iki tarafı da İsrail ve Körfez ülkelerini aynı anlayış alanında çalışmaya yöneltti.
Gerçekçi olarak, Arap müttefikleriyle birlikte merkezi bir ABD gücü haline gelen İsrail ile ilişkilerde artık herhangi bir sorun ve anlaşma konusunda gerçek çekinceler yok. Bu da yeni bir atmosferin oluştuğunu doğrularken durum, Arap ülkeleri ile bir yanda İsrail, diğer yanda da ABD arasındaki anlaşmazlık hali ortasında, bölgenin güvenliğine ilişkin yaklaşan gelişmelerle ilgili. Ayrıca durum, ilerleyen dönemde ilan edilebilecek ortak çıkarlar ve karşılıklı faydalar bazında doğrudan bir ortaklığa uzanacak.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken, durumun ‘Arap ülkeleri ile İsrail arasında genişletilmiş ve gerçek bir toplantı düzenlenmesi açısından benzeri görülmemiş’ olduğu gerekçesiyle, toplantıların, güvenlik ve stratejik temasların devam ettiğini vurguladı. Ancak bu konunun gerçek bir şekilde gözden geçirilmesi gerekecek. Mısır- Ürdün- Irak ittifakının bir güvenlik versiyonu veya İsrail’in varlığı ile tam bir bölgesel ittifak olması için henüz çok erken. Zirve ise katılımcılarla düzenlendi, toplanması oldukça önemli ve son derece önemli bir zamanda gerçekleşti.

Fikri ortaya atmak için iyi bir zaman mı?
Ürdün, Filistin tarafının katılımıyla ilgili derin taahhütler nedeniyle zirveye katılmadı. Kral Abdullah, aynı vakitlerde Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir araya geldi. Bu durum, Ürdün ve Mısır gibi önemli Arap ülkelerinin, ABD’nin planladığı bağlamda hareket etmeyeceği anlamına geliyor. Ama iki ülke, İsrail ile ikili veya çok taraflı bir çerçevede koordinasyonu kabul edebilir. Bu durum, hala koşulun tüm unsurlarına tutunmak ve ABD yaklaşımları ortasında sahneyi yukarıdan yönetmek isteyen ABD tarafını rahatsız edebilir. Bu da boyutları, Dışişleri Bakanı resmi olarak ‘kimseye karşı ittifak olmadığını’ açıklayan Mısır gibi Arap ülkeleri tarafından çok iyi bilinen bir şey. Ayrıca zirvede İsrail, ülkesinin dehasından, siber güvenlik, yapay zekâ ve diğer bilim alanlarından bahsederken Mısırlı Bakan, önceliğin iki devletli çözüm ve bir Filistin devleti kurmak olduğunu vurguladı. Güvenlik bir siyasi konuşma olmazken, yalnızca toplantılar yapıldı.
ABD’liler, tekrar tekrar Filistinliler için çağrı yapılan destekten ve Filistin halkının geçimini sağlamak için yardım sağlanmasından bahsetti. Ancak sorun insani çözümlerde değil, ekonomik, siyasi ve güvenlik çözümlerinde, barış sürecinin kararlarına bağlılıkta ve İsrail halkının yanında var olan bağımsız bir devletin ilanında yatıyor. Zira bu olmadan, ileriye doğru bir adım atılmayacak. İsrail, bunun sonuçlarını çok iyi biliyor. Filistin sorununa bir çözüm bulunmadan Arap ülkeleriyle barış anlaşmaları da bu çerçevede ve belirli bir kapsamda olacak. Çünkü asıl endişe, başka bir taraf değil. Filistin tarafı ve ABD tarafını da birlikte çalışmaya sevk eden de bu durumdur. Durum ayrıca, İsrail hükümetini, Doğu Kudüs’teki konsolosluğu henüz kapatmamış ve Washington’daki ‘Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ ofisini açmamış olan yönetim olarak Filistin tarafıyla temasları yeniden başlatmaya zorladı. Bu durum ise ABD yönetiminin hala fiilen değil, sözle konuştuğunu doğrularken, gelişmeler ve siyasi veya güvenlik seçenekleri hakkında şüpheciliğe neden oluyor. Bu nedende bir güvenlik forumu veya erken uyarı merkezi kurmak için sunulacak herhangi bir öneri, stratejik işbirliği mekanizması veya diğerleri; ilerleyen dönemde Arap taraflar ile İsrail arasında açık ve önemli bir tartışmanın konusu olacak gelenekselin ötesinde bir işbirliği şeklidir.
Yaşananlar çerçevesinde Araplar ve İsrail arasındaki güvenlik ve stratejik meseleler, tüm taraflar arasında güven önlemleri inşa etmekle bağlantılı olacak. Ayrıca özellikle İsrail’in bir dizi Arap-İsrail manevrasına katılmasıyla birlikte, Arap ülkeleri ile İsrail arasında ortak ve doğrudan güvenlik formüllerinin uygulanmasını hızlandırabilecek herhangi bir ABD hamlesine şüpheyle yaklaşılacaktır. İsrail’in deniz tehditleriyle mücadele etmek için uluslararası deniz ittifakına girmesinin yanı sıra uzun yıllar boyunca ‘bir devlete karşı düşman bir devlet olarak’ görülmesinin ardından durum, Arap ülkelerinin bölgesel tehditlere yaklaşımında bir değişikliği zorunlu kılacaktır. Söz konusu ittifak, tehditlerin niteliği ve boyutu ne olursa olsun Arap limanlarının ve deniz yollarının güvenliğinde kendisine önemli ve artan bir rol verecek, Tel Aviv’e ABD arabuluculuğu ile Blok 9 bölgesi üzerinde Lübnan ile sınır çizme müzakerelerine devam etme cesareti sağlayacak. İsrail’in hamleleri, İsrail’in komşu ülkelerle yeni anlaşmalar yapma çabasını gösteriyor.
İsrail, arkasında ABD ile birlikte, Mısır, Cezayir, Ürdün ve Irak gibi ülkelerin bir Arap ulusal güvenliği kavramı formüle etmelerinden korkarak, bölge güvenliğine kendi güvenlik ve siyasi yaklaşımını sunma zamanının geldiğinin farkında. Bu farkındalık, üçlü ittifak fikrinde de ortaya çıkarken, bu ülkelerle mevcut ilişkilerin doğasına rağmen İsrail ve ABD açısından yaşananların karşısında da duruyor. Zira söz konusu kavramın, İsrail hareketinin mevcut Arap ulusal güvenliği ve Arap Birliği’nin mevcut haliyle korunması da dahil olmak üzere ortak Arap eylem kurumlarının hayatta kalması önerisinin ötesine geçen ciddi güvenlik ve stratejik ittifaklar kurma gidişatını bozması olası. Bu durum, İsrail’i Arap sahnesiyle başa çıkmak için gerçek güvenlik formülasyonları ve vizyonları ortaya koymaya teşvik ediyor. Arap zirvesinin art arda toplanamaması ve tutarlı Arap mutabakatı için gerçek fırsatların yokluğu çerçevesinde Arap durumu, olduğu gibi kalırsa (işi, hareketi veya etkinliği donmuş ve Arap zirvesi de art arda ertelenmiş olsa bile) mevcut tüm kurumlarıyla Arap bölgesel sisteminin statüsünün ötesine geçen bir Ortadoğu sistemi inşa etmek için olanları kullanmaya zorlayacaktır.