Velid Fares
ABD Başkanı Donald Trump, BAE-İsrail arasında bir barış anlaşması imzalandığını duyurduğunda Washington ve dünya başkentlerindeki birçok kişi şok oldu. Bu açıklama ile üç semavi dinin temsilcilerini bir araya getirdiği için “İbrahim Antlaşması” şeklinde kendisine tarihsel bir isim verilen bu anlaşmaya, Başkan Trump’ın özel ekibinin gözetiminde sürdürülen gizli müzakerelerden sonra varıldığı ortaya çıktı. Çalkantılı bölgesel ve küresel koşulların, ABD içindeki keskin politik çekişmelerin ışığında çok az kişi, ki ben de bunlara dahilim, böyle bir gelişme bekliyordu. Bu yüzden soru işaretleri çoğalıyor ve birikiyor.
Bu nasıl gerçekleşti ve bu tren yolculuğuna ne zaman başladı? Bilhassa bazı Trump muhaliflerinin iddia etmekte acele ettikleri gibi Başkan, seçimlere birkaç hafta kalmışken seçmenler nezdinde imajını parlatmak ve güçlendirmek amacıyla yakın bir zamanda mı bu fikri ortaya atmıştı? Bu sorunun yanıtı, hayırdır. Zira bu başarının tüm ortakları, yıllardır böyle bir inisiyatifin hayalini kuruyor ve bunun için çalışıyorlardı. Ben şahsen bu denkleme şahidim. Aralık 2015’te, New York’taki ofisinde Donald Trump bana şahsen, Araplar ve İsrail arasında barışı gerçekleştirmek istediğini söylemiş ve buna en çok hangi ülkenin hazır olduğunu sormuştu. Ben de, düşünce, toplum ve liderlik olarak hazır olduğu için BAE olduğu yanıtını vermiştim. Böylesi ikili bir barışın zorunlu olarak Filistinlileri içerecek daha geniş bir barışa yol açacağını eklemiştim. O gün Trump bana, ünlü “The Art of Deal” (Anlaşma Sanatı) kitabından çıkma bir anlaşma planlıyormuş gibi görünmüştü.
Bir sonraki yıl seçim kampanyası sırasında, Trump’ın dış politika danışmanlarından biri de bendim. Bu çerçevede New York’ta birçok üst düzey Arap yetkili ile bir araya geldim. Bunlar arasında, BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed de vardı. Bana, BAE liderliğinin siyasi felsefesini, bölgesel vizyonunu ve aralarında sorunu tamamen çözecek tarihi bir anlaşmanın da yer aldığı yeni stratejilerle Filistin sorununa adil bir çözüm getirme projesine liderlik etme kapasitesini açıklamıştı. Seçimlerden sonra Kasım 2016’da bu kez Abu Dabi’de BAE Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed ile görüşme fırsatı elde ettim. Yıllar içinde mimarlığını yaptığı BAE stratejik seçeneklerinin doğruluğunu teyit ettim. Buna, minimum düzeyde de olsa bir çözüm bulmak için herhangi bir ciddi fırsatı değerlendirmek isteyen Filistin Ulusal Otoritesi’nin temsilcileri ile Washington’da gerçekleştirdiğim görüşmeler de eklendi. İsraillilere gelince, müzakerelere katılmak için bu türden herhangi bir girişimi bekliyorlardı. Aksi takdirde, sahadaki ulusal planlarını sürdüreceklerdi.
Washington’da Suudi bakanlarla yaptığım görüşmeler sırasında da Körfez’in stratejik hedeflere verdiği desteğin derinliğinden emin oldum.
Özetle, Trump’ın bu denklemi koruyan himayesi altında BAE, İsraillilerin reddedemeyeceği bir barış karşılığında Batı Şeria'daki toprakların ilhakını dondurarak müzakerelerdeki çıkmazın üstesinden gelmek için bir girişimde bulunmuş oldu. Bu temelde, Sina’yı geri kazanmak, tanınmış bir Filistin otoritesi oluşturmak ve Ürdün'e istikrar sağlamak için Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ın 1977 yılında İsrail ile imzaladığı ikili anlaşmanın ötesine geçen ve daha büyük bir plan içinde büyük bir adımdır.
BAE'nin stratejisi, bölgedeki dinamikleri değiştirmeye, pozitif güçleri yeniden bir araya getirip aşırılık yanlısı ve kalıcı savaşlar taraftarı güçlerle yüzleşmeye dayanıyor. Jeostratejik olarak İran, bölgenin bir bölümünü kontrolü altına alarak Irak, Suriye ve Yemen’de yıkıcı savaşları tetikledi. Öte yandan, Müslüman Kardeşlere bağlı güçler, Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve en önemlisi Libya dahil birçok ülkede yayıldı. Bu güçler stratejik olarak Katar ve yarı süper güç, NATO üyesi Türkiye tarafından desteklenmektedir. İki radikal gücün, Arap Baharı'ndan beri ve belki de ondan önce, tüm bu ülkeleri kontrol etmeyi, ardından Suudi Arabistan ve BAE’den başlayarak birbiri ardınca Körfez ülkelerine yönelip onları devirmeyi amaçladıkları stratejik olarak aşikardır. Dolayısıyla, BAE’nin özellikle de Dubai Emirliği’nin gerçekleştirdiği tüm ilerleme, İran ve Müslüman Kardeşler tehdidi altındadır. Aşırılık yanlısı eksenin Yemen, Suriye ve Libya’da tetiklediği savaşlar ile Al-Jazeera kanalı aracılığıyla Suudi Arabistan ve BAE’ye karşı başlattıkları doğrudan medya savaşı, Suudi Arabistan ve BAE’ye her cepheden karşılık vermek dışında seçenek bırakmadı. Filistin meselesinde donukluğa ve kendisinin uluslararası toplum tarafından unutulmasına neden olan şey budur. Ancak, bölgede ve dünyada, özellikle Washington'da olumlu bir şok yaratmak gerekiyordu ve “İbrahim Antlaşması” denkleminin derinliği de bunu gerçekleştirdi.
a. Anlaşma, dünyanın ilgisizliği, aşırılık yanlısı eksenler tarafından Filistin meselesinin istismar edilmesi, ufukta hiçbir çözümün görünmemesi arasında kafası karışık Filistinlilere kurtuluş elini sundu. BAE, harekete geçerek İsrail'i tanıması ve ilişkilerin normalleşmesi karşılığında Batı Şeria'yı ulusal topraklarına ilhak etme adımını durdurması için İsrail ile pazarlık yaptı. Böylece Abu Dabi ve yakında ortakları olacak ülkeler, modern bir diplomatik strateji yoluyla kendilerini yeni Filistin davasının koruyucuları olarak kabul ettirdiler.
b. İran ve Türkiye'ye, Arap Koalisyonu ile ılımlı Akdeniz ve Afrika komşu ülkelerinden oluşan yeni Ortadoğu'nun, bölgenin kaderi, siyasi ve kalkınma gelişimi üzerindeki aşırılık yanlısı eksenlerin egemenliğini kabul etmeyeceklerine dair doğrudan bir mesaj verdi. Böylelikle, onlarca yıldır devam eden savaş ve tahribattan muzdarip, hala acı çeken bir bölge için daha geniş ve daha derin bir barışa doğru ilerleme yolunda bir puan kaydetti.
c. Anlaşma, ABD içine de bir mesaj verdi. Bu mesaj da şudur: BAE ve ardından koalisyon ülkeleri, İsrail ile barış anlaşması yoluyla ABD toplumunun derinliklerine girmiştir. Yeni anlaşmanın taşıdığı barış ve ilerleme mesajı ile karşılaştırıldığında sonuç olarak, Katar gibi aşırı İslamcılık kürsüsünden medya ve üniversitelere sızan ülkelerin kamuoyundaki etkisi gerileyecektir.
Kim, ne kazanacak? İlk kazanan, bu barış atılımı kendi dönemlerinde yaşandığı için Başkan Trump ve yönetimidir. İkinci, büyük aşırılık yanlısı güçler karşısında stratejik bir kararlılıkla kendisinin liderlik edeceği bir yeni gerçeklik yarattığı, halkı, sahip olduğu ilerlemeden kat kat fazla bir ilerlemeden yararlanacağı için BAE’dir. Üçüncü, orta sınıfının büyümesini hızlandırmak ve Arap dünyasına karşı özgüvenini artırmak için her zaman hayalini kurduğu Körfez pazarına erişim güvencesini elde ettiği için İsrail’dir. Dördüncü, orta sınıfları olup bitenlerin büyüklüğünü, bunun onları kaybolmaktan, internet aracılığıyla dünyaya ayak uyduran kültürlü nesilleriyle birlikte adım adım yeni geleceklerini kazanmaya götüreceğini anladıklarında Filistinlilerdir. Beşinci, yeni dünyanın eşiğini aşmak için sırasını bekleyen Arap ülkeleridir. Bahreyn, Fas ve belki de Kuveyt ve Sudan ile diğer ülkelerin bu tarihsel geçiş için hazır olduklarını bilmeyen var mı?
Suudi Arabistan’a gelince, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın son birkaç yıldaki reformları olmasa, bu yeni köprü esasen var olmayacağı için bu tarihsel deneyimin en büyük koruyucusudur. Riyad, bu bölgesel denklemdeki en önemli köprü olan iç barış köprüsünü aştı. Bu köprü olmasaydı “İbrahim Antlaşması” güneş yüzü görmezdi.
İbrahim Antlaşması ve gürleyen barış
Anlaşmanın ilk kazananları Trump ve yönetimi, ardından yeni bir gerçeklik yarattığı için BAE’dir

ABD Başkanı Donald Trump, BAE-İsrail anlaşmasını duyuruyor (AFP)
İbrahim Antlaşması ve gürleyen barış

ABD Başkanı Donald Trump, BAE-İsrail anlaşmasını duyuruyor (AFP)
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة