İranlıların çoğunluğu dine ve dindarlığa neden sırt çeviriyor?

Yakın zamanda yapılan bir araştırma İran’ın güçlendirmeye çalıştığını iddia ettiği “mustazaflar” (ezilenler) kesiminin rejimin politikalarından en fazla etkilenen grup olduğunu ortaya koydu.

İran'da devrimden sonra en tartışmalı konu başörtüsü takmanın zorunlu hale getirilmesi oldu. (AFP)
İran'da devrimden sonra en tartışmalı konu başörtüsü takmanın zorunlu hale getirilmesi oldu. (AFP)
TT

İranlıların çoğunluğu dine ve dindarlığa neden sırt çeviriyor?

İran'da devrimden sonra en tartışmalı konu başörtüsü takmanın zorunlu hale getirilmesi oldu. (AFP)
İran'da devrimden sonra en tartışmalı konu başörtüsü takmanın zorunlu hale getirilmesi oldu. (AFP)

Mustafa el-Ensari
Hem Sünni hem de Şii siyasal İslam rejim denemelerinin üzerinden yıllar geçtikçe rejimlere ait iktidar dönemlerinin sonuçları, Müslüman toplulukların yeniden dönüş sloganıyla öne çıkardıkları dindarlık olgusunda bile gün yüzüne çıkmaya başladı. 
Çeşitli araştırma kurumları tarafından yürütülen anketler, birçok İslami partinin ve hareketin söylem ve davranışları arasındaki çelişkiye ışık tuttu. Bu çelişki başta İran, Lübnan, Irak’ta veya Mısır, Fas ve İslami Uyanış (Sahve) Hareketi olarak bilinen radikal akımın İslam hukukunu geniş ölçüde daraltan fikirlerini engelleyen Suudi Arabistan'da olmak üzere temel prensiplerine karşı kin ve öfkeye neden olduğunu ve halk üzerindeki hegemonyalarını daralttığını gösterdi. Sahve Hareketi’nin eski üyelerinden biri olan ve yaklaşık bir yıl önce kendi akımının düşüncelerinden vazgeçerek özür dileyen Şeyh Aid el-Karni gibi eski Suudi eleştirmenler ve aktivistler, ülkesindeki ve yurt dışındaki takipçilerine halkı sol liberalden, bazen de ateizmden uzaklaştırma görevi veriyordu.
Körfez'in diğer tarafında ise "İranlıların Dine Bakış Açısı" başlığıyla yapılan  bir anket, İran nüfusunun yüzde 60'ının namaz kılmadığını, yüzde 73'ünün ise başörtüsü takma dayatmasına karşı çıktığını ortaya koydu.
Anket yaklaşık iki ay önce, 6-21 Haziran tarihleri arasında yüzde 90'ı İran'da ikamet eden 50 binden fazla katılımcıyı kapsadı.

Düzenli olarak alkol içenlerin oranı
İran’da özel bir merkez (Keman) tarafından yapılan anketin sonuçları, ülkede ikamet eden 19 yaşın üzerindeki eğitimli kişilerin (İran'daki yetişkinlerin yüzde 85'ine eşdeğer) görüşlerini yansıtır nitelikteydi. Anket yüzde 95'lik doğrulanmış ve yüzde 5'lik bir hata payına sahip. Anket, sistematik olarak İranlıların mevcut kısıtlamalar nedeniyle açıkça ölçülemese de din ve dinle ilişkili konulara yönelik tutumlarını ölçmeye ve belgelemeye çalıştı.
Sonuçlara göre nüfusun yüzde 60'ı namaz kılmadığını, yaklaşık yüzde 40'ı bazen kıldığını söylerken nüfusun yüzde 27'sinden fazlası ise günde beş vakit namaz kıldığını beyan etti.
Nüfusunun yüzde 73'ünden fazlası dini kurumların kendi masraflarını karşılaması gerektiğini düşündüğü İran’da nüfusun yaklaşık yüzde 12'si halka açık yerlerde başörtüsü takma zorunluluğunu savundu. Yüzde 58'i ise başörtüsü takılmasına karşı çıktı.
Ülkede getirilen kısıtlamalara rağmen İranlıların yaklaşık yüzde 37'si düzenli veya aralıklarla alkol kullanıyor. Nüfusun yüzde 55'i ise alkol içmediğini, yaklaşık yüzde 8'i alkol satın almanın imkansızlığı (erişilemezlik veya maliyet) nedeniyle alkol tüketemediğini belirtti.
 
Devrim ilkelerinin önemini kaybetmesi
Her ne kadar ankette cevapların nedenlerine yönelik analiz bulunmasa da Riyad merkezli Uluslararası İran Araştırmaları Enstitüsü yakın zamanda yayınladığı bir çalışmada mustazafları (ezilenleri) koruma ve güçlendirme sloganı atan "İslami İran devriminin ilkelerinin aşınması" konusunu tartıştı. Devrimden 40 yıl sonra rejim, seferberlik sömürüsünün bir sonucu olarak birçok kazanım elde ederken kendisini "din adamlarının ve onları destekleyen seçmenlerin büyüklenmesi karşısında" buldu.
Söz konusu araştırmada İran'daki mustazafların isyanı ve siyasi meşruiyet krizinin tezahürlerinin yanı sıra azınlıkların devrim sonrası protestoları ve ulus-devlet projesinin başarısızlığı, rejim politikalarına karşı halk protestoları, hizipçi protestolar ve mustazaf seferberliği konularını ele aldı.
Çalışmanın yazarları arasında yer alan Mahmud Hamdi Ebu Kasım ve Abdurrauf Mustafa el-Guneymi, mustazafların yurt dışındaki hareketliliğine, İran'ın bölgedeki projesinin çıkmazına, Irak ve Lübnan'da kitlesel protestoların başlamasındaki İran faktörüne, İran stratejisinde Irak ve Lübnan'ın konumuna, İran'ın Irak ve Lübnan protesto hareketlerine hükmetmek için kullandığı araçlara değindi. İran’a karşı Irak ve Lübnan’da yürütülen halk protestolarının İran'ın bölgesel projesinin geleceği üzerindeki etkilerine de dikkat çekildi.
Mustazaflar fiilen marjinalleştirilmesine rağmen araştırmacılar, bu “mustazaf kavramının” ortaya çıkmasından bu yana İran'da Yüce Lider'in önderliğindeki üst düzey kesimin bu kavramı teşvik ederek meşruiyetten büyük bir pay elde etmek ve kendi hedefleri için kullanmak üzere çabaladığı belirtildi. Bu nedenle İran'da "mustazaf” kadar hiçbir kavramın bu kadar gündemde olmadığı gösterildi. 

Halk dine sırt çeviriyor
BBC gibi uluslararası medya kuruluşları geçen yılın başlarında Arap Barometresi tarafından yürütülen ve İran'daki daha geniş bir kesimi kapsayan anketin sonuçlarını paylaştı. Ankette ele alınan konular arasında bir dizi Arap ülkesinde, özellikle devrimlere tanık olan veya İslami partilerin hakim olduğu ülkelerdeki gençlerin dindarlık oranını gösteren çalışmalar da yer aldı. Araştırmanın ortaya koyduğu paradoks, İslami akımların Fas ve Tunus gibi ülkelerdeki hakimiyetine rağmen "Arapların giderek artan oranda dine ve dindarlığa sırtını dönmesi" oldu.
Sonuçlar, 2013 yılından bu yana kendilerini “dindar olmayan” olarak tanımlayanların yüzdesinin yüzde 8'den yüzde 13'e çıktığını ortaya koydu. Tunusluların üçte biri ve Libyalıların dörtte biri kendilerini böyle tanımlıyor. Ancak Arap Barometresi’ne göre Mısır'da bu oran iki katına çıkarken Fas'ta ise dört katına çıkmış durumda.
Arap Barometresi kendisini "Arap dünyasındaki sıradan vatandaşların sosyal, politik ve ekonomik eğilimleri ve değerleri hakkında fikir veren, bağımsız ve partizan olmayan bir araştırma ağı” olarak tanımlıyor.
İranlılar, Ortadoğu'daki ABD stratejilerini bölgede istikrarı en çok tehdit eden politikalar olarak görüyor. Buradaki olumsuz olaylardan onları sorumlu tutarken Körfez araştırmacıları 1979'daki İran İslam Devrimi'nin bölgede terörizmi ve kötülüğü ateşleyen kıvılcım olduğu görüşünde.
Suudi yazar Mişari Zeydi, Şii terörist grupların Sünnilerle kamuoyu önündeki sözlü kavgalarına rağmen bunun aldatıcı bir görüntüden başka bir şey olmadığını ifade ediyor. Zeydi "Bunları birleştiren şey, ayıran şeylerden daha fazla" diyor.



Reisi'nin yokluğunun ardından İran

Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)
Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)
TT

Reisi'nin yokluğunun ardından İran

Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)
Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)

Velid Fares

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin, Dışişleri Bakanı ile birlikte helikopter kazasında hayatını kaybettiğini duyuran açıklamanın mürekkebi kurumadan, ölümünden kimin sorumlu olduğuna dair anlatılar başladı. Helikopterin zorunlu inişi gerçekten teknik nedenlerden mi kaynaklanıyordu, yoksa birisi motora sabotaj mı yapmıştı?

Haberlerin çoğu, teknik bir arızanın bir felakete dönüşen bu zorunlu inişe yol açtığı sonucuna varıyor. Ancak pek çok soru hâlâ soruluyor ve bunlar arasında şunlar da var; bu helikopter nasıl düştü, Cumhurbaşkanına eşlik eden iki helikopterden ikisi de neden zorunlu iniş alanına bakmadan yolculuklarına devam ettiler? Bazıları, kötü hava koşullarına rağmen kışın bile bu koridorun sürekli uçak ve helikopterler tarafından kullanıldığını söylüyorlar. Dolayısıyla ya bu olay benzersiz ya da olayların seyrini bu yöne iten yıkıcı bir el var.

Nihai raporların sonuçları ne olursa olsun, bu durum, İran rejimi içindeki kanatlar arasındaki güç tartışması çerçevesine giriyor. Bu kanatların ilki ölen Cumhurbaşkanı’nın devlet başkanı konumundayken başını çektiği kanattır. Kaynaklara göre Reisi, başkanlığını yaptığı devlet kurumlarının daha yetkili olması için çalışıyordu. Diğer kanat ise Dini Lider'in kanadı ve yüksek Humeyni otoritesi onun elinde. Yeni cumhurbaşkanlığı seçiminin tarihi yaklaşırken kanatlar arasındaki mücadele yoğunlaşmıştı ve Hamaney'in ölümüyle yerine geçecek yeni ismin bulunması için çalışmalar yapılıyordu. Bilgiler, Humeyni Otoritesinin başındaki ismin, yerine oğlu Mücteba Hamaney'i önerdiğini söylüyor. Ancak diğer kaynaklar, Reisi'nin Veliyyi Fakih’in halefi olmaya hazırlandığını, bunun da iki kanat arasında çatışmaya yol açtığını söylüyorlar.

Anlaşmazlık konularından biri de 2014'ten bu yana Batı'dan, özellikle de ABD'den aktarılan ve on milyarlarca dolar olduğu tahmin edilen paranın kontrolü. Bu büyük meblağlar doğal olarak hükümet, bürokrasi, güvenlik kurumları, bankalar ve sahayı kontrol eden milisler arasında büyük çatışmalara yol açıyor. Cumhurbaşkanlığı ve Genel Rehberlik makamları arasındaki çatışma, bir yandan rejimin gücünü güvence altına alan bu fonlar üzerindeki kontrolün niteliği, diğer yandan da rejimin dört Arap ülkesinde ve Filistin topraklarındaki Humeynici ve müttefik milislerle olan organik bağıyla ilgili derin farklılıkların bir sonucu olabilir.

Peki, Reisi’nin sahneden ayrılmasından sonra şimdi ne olacak?

En yakın ihtimal, kurumlardaki ve devletteki destekçilerinin zayıflatılması ve yerine Rehber’i çevreleyen dar çevrenin parçası olacak, yeni bir cumhurbaşkanının getirilmesidir. Böylece cumhurbaşkanlığı makamı yakın gelecekte Dini Lider’in halefi için hazırlanmış olacak. Bu durumda, İran'daki bu dramatik değişimlerin iç, bölgesel ve uluslararası arenadaki sonuçları nelerdir?

İran içinde, yoğun halk tepkisinden ve Tahran ile diğer şehirlerde gerçekleşen kutlamalardan, Reisi'nin ölümünün, muhalefetin bir bütün olarak rejimin varlığını reddetmesi, bir otorite boşluğu veya en azından otoritenin kanatları arasında bir çekişme olduğu temelinde otoriteye karşı yeniden protesto çağrısı yapması için yeni bir kapı açabilir. Bu elbette rejimi, uluslararası kamuoyunu sahayı kesin olarak kontrol ettiğine ikna etmek için büyük bir baskıda bulunmaya itecektir.

Bölgesel düzeyde bazı hükümetler, Tahran’daki yeni hükümet ve yönetim ile ilişkilere hazırlık olarak Hamaney'in otoritesini yeniden tanıdı. Bunların arasında devletlerin içişlerine karışmama anlaşması imzalayan ülkelerin yanı sıra, durumu izleyen ve yeni rejimin istikrarlı bir yönde gelişimini görene kadar harekete geçmeyecek Arap Körfez ülkeleri de var.

Uluslararası düzeyde, bazı Avrupa hükümetlerinin, İran liderliğine Avrupa, AB ve Tahran arasındaki mevcut anlaşmalara saygı duyulacağı konusunda güvence vermek amacıyla, Dini Lider’e sempatilerini ifade etmekte hızlı davrandıklarını gördük. Bu, İran'da en yüksek ve derin Avrupa çıkarlarına sahip olanlar için normaldir ve şu ana kadar rejimi değiştirmeye çalışan tüm İran muhalefetlerinden daha güçlüdür.

ABD'ye gelince, Dışişleri Bakanlığı, İran hükümetinin koşullarındaki değişikliğe rağmen kendisi ile diplomatik ilişkiler kurmadan, İran yönetimine sakin bir dille başsağlığı diledi. Çünkü yönetim Kongre'de her iki partiden de cumhurbaşkanı kim olursa olsun bu rejimle ilişki kurmak istemeyen bir çoğunluğun bulunduğunu çok iyi biliyor. Başkanlık seçimi kampanyası sırasında muhalefetin yönetime yönelik eleştirilerini yoğunlaştırdığı ve muhalefetin ABD yönetimini, terörist olarak gördüğü bir rejimi tanımaktan sorumlu tuttuğu biliniyor.

Dolayısıyla Biden yönetimi İran rejimini diplomatik olarak tanırken, popülist Cumhuriyetçi tabandan duyduğu korku nedeni ile kendisi ile ilişki kurmama ilkesini sürdürecek. Çünkü Cumhuriyetçiler önemli eyaletlerde çoğunluğu elde etmiş gibi görünüyor, bu da seçim sonuçlarını etkileyebilir.

Bunun gelecekteki en önemli sonuçları ne olacak?

İran rejiminin, önümüzdeki Kasım ayındaki ABD seçimleri öncesi Ortadoğu'da bir tür güç gösterisine hazırlık amacıyla kendi kurumlarını etrafında toplaması, onları koruması ve geliştirmeye çalışması mantıklı. Bu da demek oluyor ki, yaz başından kasım ortasına kadar Biden yönetiminin ya da diğerlerinin seçimler nedeniyle Ortadoğu'daki herhangi büyük hareketlenmeye karşılık veremeyeceği hassas bir dönem yaşanacak. Tahran bunu anladı ve eğer isterse aynı aşamayı bölgedeki bazı hedeflerini hayata geçirmek için de kullanmaya hazırlanıyor.

Reisi'den sonra İran, iktidarın Humeyni’nin deyimi ile "Allah ile savaşan" muhalefete bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırma yoluna gidecek. Ancak İsrail-İran çatışması çerçevesindeki yeni durum, bir yanda İsrail ve bölgesel müttefikleri, diğer yanda İran rejimi arasında tansiyonu yükseltmeyi, aynı zamanda rejim içinde yeni halk ayaklanmalarının başlamasını kolaylaştıracak bir iç bölünmenin yaşanmasını ümit eden İran muhalefetinin işine yarayabilir.

Fakat ABD'nin tutumu değişmediği sürece, mevcut aşamada bu rejimi değiştirmek zor olsa da seçim tarihi yaklaştıkça değişim fırsatları doğabilir. Her halükârda, Humeyni rejiminin temel direklerinden biri ve 1980'lerdeki binlerce idamın sorumlusu olan birinin yokluğu, İran'daki kurban aileleri için umut verici bir haber, rejime reform veya değişim yönünde baskı yapmak için motive edici bir faktördür.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.