100’üncü yılında Büyük Lübnan’dan geriye ne kaldı?

Ekim Devrimi ve Beyrut patlaması, Lübnan halkının çoğunda bir boşluk yarattı (Reuters)
Ekim Devrimi ve Beyrut patlaması, Lübnan halkının çoğunda bir boşluk yarattı (Reuters)
TT

100’üncü yılında Büyük Lübnan’dan geriye ne kaldı?

Ekim Devrimi ve Beyrut patlaması, Lübnan halkının çoğunda bir boşluk yarattı (Reuters)
Ekim Devrimi ve Beyrut patlaması, Lübnan halkının çoğunda bir boşluk yarattı (Reuters)

Velid Faris
Fransa’nın sömürgeleri olan Suriye ve Lübnan’da 1 Eylül 1920’de ilan edilen “Büyük Lübnan”ın kuruluşunu ilan etmesinin üzerinde 100 yıl geçti. O gün Fransa’nın doğu cephesi komutanı Henry Gouraud, bir yanına Maruni Patriği diğer yanına Müftüyü alarak Büyük Lübnan devletinin kuruluşunu ilan etmişti.
Bir çok tarihçi ve siyasetçi Lübnan’a bir Fransız ürünü olarak bakar, sanki o tarihten önce Lübnan yoktu ve sanki Lübnan bugün sadece bir asırlık bir geçmişe sahipmiş gibi. Üstelik 1943’te dini ve mezhepsel dengeye göre kurulan bu sistemi sanki Lübnan’ın varoluşsal yönetim biçimiymiş gibi bize sunmaya çalışıyorlar.
Bu bakış açısı elbette tarihsel ve siyasi olarak doğru bir yaklaşım değil. Lübnan, Mısır ve Mezopotamya kadar eskidir. Lübnan’a ve yönetimine uyum sağlayacak tek bir formülün olduğu düşünmek bu sebeple tamamen yanlıştır. Bu makalede ülkenin “Büyük Lübnan”dan önceki tarihini özetleyecek ardından halihazırdaki durumu ve gelecekte muhtemel seçenekleri aktaracağım. Aslında Lübnan’ın bu varlık sorunu çevre ülkelerde de değişik biçimlerde de olsa karşımıza çıkmaktadır. Yemen’den Irak’a, Sudan’dan İran’a ve Türkiye’ye  kadar geniş bir coğrafyada benzer sorunlar görülmektedir.
Sosyal, dini ve mezhepsel çeşitlikler barındıran Lübnan, tarihten bu yana türlü  zorlu dönemeçlerden geçerken, ağır sınavlar verdi ve vermeye de devam ediyor.

Lübnan’ın ‘Büyük Lübnan’ öncesi tarihi
Tarihi olaylar değişmez olsa da o olaylar ile ilgili yapılan okumalar farklı olabilir. Büyük Lübnan’ın ilanı sırasında Lübnanlıların kendi içinde fikir ayrılıkları vardı ve buna rağmen 100 yıl önce biçilen bu sistem, bu güne kadar varlığını devam ettirebildi. Altın yıllar, barış yılları, savaş yılları, felaket yılları derken sona gelindi.
Lübnan’ın tarihi Antik Mısır, Asur, Keldani, Sümer, Pers, Antik Yunan medeniyetlerine kadar uzanır. Fenikeliler bu bölgede Cebel-i Lübnan bölgesine kadar uzanan bir uygarlık kurdular. Lübnan’ın dönemsel tarihini kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz:
*Hz. Ömer döneminde İslami fetih devri (635)
*Tolunoğulları (875)
*Fatımiler (969)
*Haçlılar 1124’te bütün sahil şehirlerini ele geçirdiler. Böylece bugünkü Lübnan toprakları Ba‘lebek ve iç bölgeler dışında Haçlı yönetimi altına girmiş oldu. Haçlılar döneminde Lübnan üç idarî bölüme ayrıldı. Beyrut’un kuzeyinden Trablus’a kadar olan bölge Trablus Kontluğu (1099-1291), Beyrut, Sayda ve Sûr Kudüs Krallığı’na (1109-1289) bağlıydı. Lübnan’ın iç kesimleri ise müslümanların hâkimiyeti altında bulunuyordu.
*Eyyübiler (1291)
*Osmanlı hakimiyeti altında yerel Arap yönetimler dönemi (1516)
*Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı devletinin zayıflamasıyla Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki ülkeleri paylaşma hususunda anlaşması, Sykes Picot Anlaşması (1916) ve  Balfour Deklerasyonu (1917), Hicaz - İngiliz Anlaşması ve tüm bu gelişmelerin sonucu bir çok yeni devlet kuruldu bölgede. Bunlardan biri de 1920’de ilan edilen Büyük Lübnan devletidir.
7. yüzyıldan bu yana Lübnan sürekli demografik değişimler geçirmiştir. Hristiyanların ve özellikle Marunilerin genişlemesi, Dürzilerin dağlarda, Müslümanlar ise  sahiller ve iç kısımlarda genişlemesi söz konusu oldu. Ülkenin merkezinde yer alan dağlık bölgesi Cebel-i Lübnan’da nüfuz kurma çabaları çeşitli sorunların patlak vermesine sebep oldu. Ülke, halen kuzey sınırlarını teşkil eden kuzey Suriye’ye kadarki bölgeye ulaşıncaya kadar genişledi. Sonraki dönemlerde de genişleme ve daralmalar yaşandı. Bütün bunlar olurken  Osmanlılar geldi ve Memlüklüleri bölgeden çıkarttı. Böylece üç asır boyunca Cebel-i Lübnan’ı Dürzilerin yönettiği ve ama Maruni varlığına da sahip bir emirliğe, otonom bir bölgeye dönüştü. 1840 ve 1860 yıllarında yaşanan iki iç savaşın ardından bölgesel güçler, Osmanlı egemenliğinden bağımsız bir Cebel-i Lübnan sancağının kurulmasına karar verdi. Böylece yeni çağda ilk defa uluslararası bir kabulle tanınan bir Lübnan kuruldu ancak bu bahsi geçen Lübnan’ın Beyrut’u Trablus’u ve Bekaa Vadisi yoktu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ‘Küçük Lübnan’ bir Osmanlı kuşatmasına maruz kaldı. Bu da halkın üçte birinin aç kalmasına diğer üçte birinin ölümüne ve geri kalanın da göç etmesine sebep oldu. 1. Dünya Savaşını İtilaf Devletlerinin kazanması ve Osmanlı devletinin yenilmesi sonrası Fransa, Cebel-i Lübnan’a ya kendi sınırlarıyla bağımsızlık ya da sınırlarına Beyrut, güney sahili ve Bekaa’yı da katarak bağımsızlık gibi iki seçenek sundu. Lübnanlılar ise sınırlarını genişletmeyi seçti ve 1 Eylül 1920’de “Büyük Lübnan Devleti” doğmuş oldu.

Fransız Sömürgeciliği
1926’da Lübnanlı siyasiler Fransızların anayasasına benzer bir anayasa üzerinde anlaştılar ancak bu anayasa mezhepsel bir anayasaydı ve bugüne kadar yaşanan mezhepsel çekişme ve anlaşmaların müsebbibi oldu. Laikliği esas almayan bu anayasa federal bir yapı da sunmuyordu. Bu haliyle anayasa dış müdahalelere kapıları ardına kadar açmış oldu. Buna rağmen Lübnanlıların yıllar boyu Fransız kültürü ve kurumsal idare deneyimlerinden istifade ettiğini de belirtmek gerekir.

1943’de İlan Edilen Bağımsızlık
Fransız sömürgeciliği altında yaşayan Müslüman ve Hristiyan burjuvazi, ulus devletin bağımsızlığını talep etmeye başladılar. Buna binaen iki temele oturtulan ulusal bir anayasa yapıldı:
Birincisi federal olmayan, dinsel/mezhepsel kimliklere göre dağılım denklemine, ikincisi ise ekseriyeti Müslümanlardan oluşan Arap Milliyetçiliği yanlıları ile çoğunluğu Hristiyanlardan oluşan Lübnan Milliyetçiliği arasında ortak bir konsensüs inşa eden bir milliyetçilik tanımına dayanmaktadır. 
Aslında bu iki temel, ülkeyi Cebel-i Lübnan sınırlarından çıkarıp Büyük Lübnan’ı oluşturmak için gerekli olan iki temeldi. 1920’deki burjuvazi de bu sebeple, anayasal bir federasyon yerine iki tarafı da memnun etmek için “Arap yüzlü bir Lübnan” sloganını ürettiler.

Yasalar Cumhuriyeti Lübnan
1943 ile 1975 yılları arasında Lübnanlılar, Körfez’den yararlanarak ve  (1948 hariç) Arap - İsrail Savaşlarına katılmayarak  ekonomik, sosyal ve ticari bir refah dönemi yaşadı.  Uluslararası açıdan ise dış politikada dostane ilişkiler kurdular. O dönemde Lübnan, “Doğunun İsviçresi” olarak görülüyordu. Ülkenin bu refah ortamında zengin bir sınıf ve bundan faydalanan bir burjuvazi oluştu. Ancak eski mezhepsel eğilimler belirgin olmasa da küllerin altında sinsi sinsi varlığını devam ettirdi.
Bağımsızlıktan bu yana ülke bir dizi olayla sarsıldı; Arap Birliği üyeliğinden Filistin savaşına ve ardından mülteci akını ve ülkenin 1958’de bir iç savaşa girmesiyle hasır altı edilmiş olan kimlik anlaşmazlığının tehlike çanlarını çalması…
Lübnan’ın uluslararası ilişkileri ülkede taraflar arasında bir tartışma konusuna dönüştü. Batıyla ilişkileri güçlü tutma çabasındaki Cumhurbaşkanı Kamil Şamun, Sovyet yanlısı solcu gruplarla büyük anlaşmazlıklar yaşadı.
Daha sonra ülke askeri yönetim benzeri ancak parlamenter bir yönü de olan bir iktidar dönemine girdi.
General Cumhurbaşkanı Fuad Şihab, ülkeye 15 yıl sürecek ekonomik ve sosyal istikrar getirdi. Bu sayede Büyük Lübnan bir süre kalkınma yaşadı. Beyrut, Moskova ile ittifak kurmayan Arap ülkeleri ile hareket ediyordu. Ancak yine de dönemin Lübnan yönetimi, büyük gerginliklerden, anlaşmazlıklardan ve dolayısıyla savaştan kaçınıyordu. Ürdün’den çıkarılan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Lübnan’a yerleşince Lübnan’ın güney sınırında İsrail  ile bir çok kez çatışmalar yaşandı. Bir süre sonra Hristiyan sağcı gruplar, FKÖ ile anlaşmazlıklar yaşamaya başlayınca o dönemin partileri kendi aralarında FKÖ’ye destek verenler ve vermeyenler olarak ikiye ayrıldılar. Sağcılar FKÖ karşı, solcu ve milliyetçi partiler ise FKÖ’nün yanında durdular.
1970’lerde ise her ne kadar Cumhurbaşkanı Süleyman Franciye şiddetlenen anlaşmazlıkların önüne geçmeye çalışsa da 1975’te uzun bir iç savaş başladı.

Lübnan’ın Uzun İç Savaşı
Büyük Lübnan bölündü; FKÖ’nün hakim olduğu bölgelerde, örgüte milliyetçi ve solcu milisler de katılarak milli hareket şemsiyesi altında birleşirken, Lübnan Cephesi ve Lübnan Kuvvetleri adı altında birleşen sağcı gruplar ise kendi bölgelerinin hakimiyetini ele geçirdiler. 1976 yılının yaz aylarında dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed’e bağlı kuvvetler Lübnan’a girerek Filistinli gruplarla çatıştı. Suriye’nin Lübnan’a girme sebebi her ne kadar Filistinli grupları püskürtmek olsa da bu, daha sonra Hristiyanlarla yapılacak uzun süreli çatışmaların fitilini ateşledi. 
Suriye ve İsrail, Lübnan’ın büyük bir kısmına işgal etti ve durum 1990 yılına kadar devam etti. Bir süre sonra Arap ülkeleri Lübnan için devreye girerek taraflar arasında bir barışın tesis edilmesi için görüşmeler yapılmasını sağladılar.

Taif Anlaşması
Lübnanlı tarafların katılımı ile 1989 yılında Suudi Arabistan’da Taif Anlaşması imzalandı. Ancak Esed Güçleri, kanlı süren savaşların ardından Hristiyan bölgelerin tamamını işgal etmiş ve Müslümanların yaşadığı  bölgelerde ise Hizbullah’ın da yardımıyla kontrolü eline almıştı. Adeta Beyrut’un tamamı Esed güçlerinin kontrolündeydi. Böylece Lübnan’ın yüzde 90’ı İran ekseninin eline geçmiş oldu.

Taif sonrası Lübnan’da Suriye işgali
15 yıl süren kanlı bir iç savaşın ardından Lübnan 1990-2005 yılları arasında on beş yıl daha sürecek bir Suriye işgali dönemine girdi. Bu da Esed’in güvenlik uzantısı Hizbullah’ın yayılıp gelişmesiyle sonuçlandı. Hizbullah ise dışarıda İsrail ile sınırlı bir takım savaşlara girse de daha çok içeride Esed’e muhalif gruplara karşı baskıcı bir politika izleme yolunu tercih etti. Nitekim 2000 yılının Mart ayında İsrail, Lübnan’ın güneyinden çekildi.

2005 Sedir Devrimi
2000 yılı ile birlikte muhalefet ve sivil toplum ve Lübnan diasporası Suriye işgaline karşı harekete geçti. Avrupa ve ABD’de yaşan Lübnan diasporası uluslararası düzeyde 1559 nolu kararı çıkartmayı başardı. Bu karara göre Esed güçlerinin Lübnan’dan çekilmesi gerekmekteydi. Ancak  Esed destekli Hizbullah ekseninin bu karara yanıtı ülkenin Başbakanı Refik Hariri’ye suikast düzenlemek oldu. Ancak bu olay tüm muhalefeti bir araya getirip büyük sokak protestolarının başlamasına sebep oldu. Bu protestolara karşılık Hizbullah yanlısı göstericiler Esed’e teşekkür pankartları taşıyarak karşı güç oluşturmaya çalıştı. Sedir Devrimi olarak adlandırılan Esed karşıtı gösterilerin gittikçe büyümesi ve 1 milyona yakın insanın sokaklara dökülmesi, uluslararası alanda da Suriye’ye yönelik adımlar atılmasına sebep oldu.
Bu sırada Fransa ve ABD araya girip Suriye’den Lübnan topraklarının tamamından çıkmasını istedi. Bu gelişmelerden sonra aynı yılın Nisan ayında Esed güçleri Lübnan’ı terk etmek zorunda kaldı. Ancak silahını bırakmayı reddeden Hizbullah, Lübnan’ı suikastlar ve çatışmalarla İran etkisinde tutmaya devam etti.

2008 Hizbullah Darbesi
2008 yılının Mayıs ayında Hizbullah, Sünni çoğunluğa sahip batı Beyrut’u istila edip Cebel-i Lübnan’daki Dürzi köylere saldırılar düzenleyerek etki alanını genişletmeye çalıştı. Hizbullah, siyasi alanda da gücünü göstermeye başlayarak Fuad Sinyora Hükümetinin düşmesine sebep oldu. Hizbullah’ın egemenliğinde yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümet, Obama Yönetiminin Lübnan meselesine ilgisiz kalma politikasının da etkisiyle Sedir Devriminin yarattığı atmosferi yok etti.

Hizbullah’ın güçlenmesi
2011 yılından itibaren Hizbullah, Lübnan’ı İran’ın bölge ülkelerine yayılma politikasının üssü haline getirdi. Lübnan’dan Suriye’ye, Irak’tan Yemen’e yayılan bir eksen oluştu. Hizbullah bölge ile de yetinmeyerek Venezuela’ya ve dünyanın değişik yerlerine kadar etki alanı oluşturdu. 1920’de Fransa’nın yardımıyla kurulan bu küçük ülke, Hizbullah’ın dünyanın çeşitli yerlerinde yaptığı mali ve askeri operasyonlarının yürütüldüğü merkez üssü haline geldi. Böylece ülke barındırdığı etnisite ve mezhep çeşitliliğiyle uluslararası anlaşmazlıkların merkezlerinden biri oldu.

2019 Ekim Protestoları
17 Ekim 2019’da başlayan kitlesel halk protestoları ve Beyrut Limanı’nda yaşanan yıkıcı patlama, Lübnan halkının liderlerine ve yönetimlerine karşı büyük bir güven kaybına sebep oldu. Bir kesim, tüm kurumların ve devlet organlarının silahlı milislerden temizlenip baştan inşasını isteyip alanda mezhepsel tarafsızlığın gerekliliğine vurgu yaparken, ülkedeki diğer bir kesim  ise sosyalist bir düzen talep ediyor. Bunlara ek olarak bazıları Liberal laik bir düzen isterken bazıları da devlette mezhepsel güç ayrılığını savunuyor. Ancak Lübnanlıların büyük çoğunluğu Lübnan’ı silahlı milislerden tamamen temizlenmesini ve İran bağlantısından koparılması konusunda hemfikir görünüyor. Ayrıca gittikçe artan bir çoğunluk, Hizbullah’ın adeta can damarı gibi yapıştığı Büyük Lübnan fikrinden gittikçe uzaklaşıyor. Bir çok sosyal medya hesabında 1920’de kurulan Büyük Lübnan’ın ülkedeki Hizbullah’ın varlığıyla çöktüğünü ifade eden  ergen tweetler okuyoruz. Bu hesaplar Hizbullah bölgelerinden uzak bir Küçük Lübnan’ın kurulması çağrısında bulunuyor. Bu çağrıda dikkat çeken şey ise kurmayı hedefledikleri Küçük Lübnan’da Müslüman, Hıristiyan ve Hizbullah’a mensup olmayan Şiilere de yer olduğunu belirtmeleridir. Bu fikrin sahipleri, ortak yaşam alanı kurmayı hedeflediklerini söylüyorlar.  
Bir başka deyişle Lübnanlıların çoğunluğu İran ve uzantılarından uzak bir şekilde ve barış içinde yaşayacakları daha küçük bir Lübnan istiyor.
Tam olarak Faşizmden, terörden, şiddetten ve ölüm ikliminden uzak yaşamak istiyorlar. Bir Batı Almanya’da yaşamayı ve Hizbullah’ın temsil ettiği Doğu Almanya’nın Stalinizminden uzakta yaşamayı tercih ediyorlar. Hayallerinde ise bir gün Sovyetler Birliği’nin yıkılması gibi İran rejiminin yıkıldığını görmek var.
Çünkü ancak Hizbullah gücünü kaybettikten sonra çoğulcu, federal, demokratik ve barışçıl bir düzene geçilebileceğine inanıyorlar. Böylece bir 100 yıl belki de daha kısa zamanda ‘Küçük Lübnan’ın sadeliğinde ve ‘Büyük Lübnan’ın vizyonu çeşitliliği ve gücüde bir ülke ile dünyaya açılabilirler.

*Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir



İsrail ordusu Gazze'de iki Filistinliyi öldürdü

 Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)
Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)
TT

İsrail ordusu Gazze'de iki Filistinliyi öldürdü

 Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)
Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)

İsrail ordusu bugün Gazze Şeridi'nde iki Filistinliyi öldürdüğünü açıkladı.

İsrail ordusu, iki "teröristin" Gazze'nin güneyindeki "sarı hat"ı geçerek İsrail güçlerine yaklaştığını belirtti.

Açıklamada, iki adamın "acil bir tehdit" oluşturduğu ve kimliklerinin tespit edilmesinin ardından "etkisiz hale getirildiği" belirtildi.

İsrail güçleri, Filistinli Hamas grubuyla 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkesin ardından Gazze Şeridi'ndeki sarı hattın gerisine çekildi.

Beton bloklar ve sarı işaretlerle belirlenen hat, Gazze Şeridi'nde yeni bir toprak bölünmesini temsil ediyor ve kıyı şeridine doğru 1,5 ila 6,5 ​​kilometre uzanıyor. Böylece İsrail, Gazze'nin alanının yarısından biraz fazlasını kontrol ediyor.

İsrail Genelkurmay Başkanı Eyyal Zamir, geçtiğimiz günlerde Sarı Hat’ı Gazze Şeridi ile yeni sınır olarak ilan etti.

Ateşkese rağmen, Gazze'de ara sıra yaşanan olaylar can kayıplarına yol açmaya devam ederken, İsrail ordusu da Hamas liderlerini ve merkezlerini hedef almayı sürdürüyor.


Suriye, Türk ve Rus varlıkları arasında bir denge kurmayı hedefliyor

Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)
Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)
TT

Suriye, Türk ve Rus varlıkları arasında bir denge kurmayı hedefliyor

Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)
Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)

İsrail televizyon kanalı i24NEWS, dün Suriyeli kaynaklara dayandırdığı haberinde Şam'ın, İsrail ile bir güvenlik anlaşmasına varmak için topraklarındaki Türk ve Rus varlığı arasında denge kurmak istediğini bildirdi.

Kanal, Suriye'nin ülkenin güneyinde ve Golan Tepeleri yakınlarında Rus güçlerinin konuşlandırılmasını İsrail ile müzakereleri güçlendirmenin bir yolu olarak gördüğünü belirtti.

Televizyon haberinde, İsrail'in Suriye'deki Rus varlığının devamı konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile görüşmeler yaptığı ifade edildi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'ya yakın bir kaynak, İsrail ve Suriye arasında güvenlik anlaşması konusunda son haftalarda önemli ilerleme kaydedildiğini ve yakında imzalanmasının mümkün olduğunu bildirdi.

İsrail'in i24NEWS haber sitesine konuşan kaynak, bu son atılımın ABD Başkanı Donald Trump'ın önemli çabaları sayesinde gerçekleştiğini belirterek, diplomatik bir ilave içerecek olan anlaşmanın, yakın gelecekte bir Avrupa ülkesinde yapılacak üst düzey bir Suriye-İsrail görüşmesinde imzalanmasının muhtemel olduğunu kaydetti.

Suriyeli kaynak, Eş-Şara ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında yapılacak bir görüşmede doğrudan imzalanma olasılığını da göz ardı etmediğini ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın İsrail kanalından aktardığına göre Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani geçen ay, Şam'ın 1974 Ateşkes Anlaşması'na dayalı, bazı küçük değişikliklerle ve tampon bölgeler olmaksızın, yıl sonuna kadar Suriye ve İsrail arasında bir güvenlik anlaşmasına varılmasını beklediğini söyledi.

İsrail ise eski Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra İsrail ordusunun Suriye'de ele geçirdiği tüm mevzilerden İsrail'in çekilmesi yönündeki Suriye'nin talebini reddediyor.

i24NEWS'e göre İsrail kaynakları, İsrail ordusunun Suriye topraklarında şu anda kontrol ettiği dokuz noktadan bazılarından çekilmesinin ancak Suriye ile tam bir barış anlaşması karşılığında gerçekleşeceğini, güvenlik anlaşması karşılığında olmayacağını belirtiyor.


UBH: Genelkurmay Başkanı'nın uçağının iki kara kutusunun Almanya'ya gönderilmesi konusunda Türkiye ile anlaşmaya varıldı

Haddad ve arkadaşlarını taşıyan talihsiz uçağın enkazından parçalar (Batı Libya İçişleri Bakanlığı)
Haddad ve arkadaşlarını taşıyan talihsiz uçağın enkazından parçalar (Batı Libya İçişleri Bakanlığı)
TT

UBH: Genelkurmay Başkanı'nın uçağının iki kara kutusunun Almanya'ya gönderilmesi konusunda Türkiye ile anlaşmaya varıldı

Haddad ve arkadaşlarını taşıyan talihsiz uçağın enkazından parçalar (Batı Libya İçişleri Bakanlığı)
Haddad ve arkadaşlarını taşıyan talihsiz uçağın enkazından parçalar (Batı Libya İçişleri Bakanlığı)

Libya Ulusal Birlik Hükümeti İçişleri Bakanlığı dün, Genelkurmay Başkanı Muhammed el-Haddad ve beraberindekileri taşıyan uçağın kara kutularının doğru teknik analiz için Almanya'ya gönderilmesi konusunda Türk yetkililerle anlaşmaya varıldığını duyurdu.

Bakanlık, Facebook'ta yaptığı bir paylaşımda, yasal işlemleri tamamlamak amacıyla, talihsiz uçaktaki yolcuların ailelerinin bazılarından alınan DNA örneklerinin karşılaştırma ve kurbanların kesin kimlik tespiti için Türk yetkililere verildiğini belirtti.

Bakanlık, Genelkurmay Başkanı ve beraberindekilerin ölümüne yol açan uçak kazasıyla ilgili soruşturma komisyonunun Türk makamlarıyla koordinasyon içinde çalışmalarına devam ettiğini ifade etti.

Bakanlık ayrıca, Türk Başsavcısının olayla ilgili tüm belgeleri ve kamera kayıtlarını Libya makamlarına vermeye hazır olduğunu teyit ettiğini ve ortak soruşturma için izlenen prosedürleri ve verilen onayları özetleyen resmi bir muhtıranın Libya Başsavcısına gönderileceğini kaydetti.

Korgeneral Muhammed el-Haddad'ın ölümü Libya kamuoyunda birçok soru işaretine yol açtı (AFP)Korgeneral Muhammed el-Haddad'ın ölümü Libya kamuoyunda birçok soru işaretine yol açtı (AFP)

Ulusal Birlik Hükümeti Başkanı Abdülhamid Dibeybe, Ankara üzerinde uçağıyla temasın kesilmesinin ardından Libya Genelkurmay Başkanı'nın hayatını kaybettiğini duyurdu.

Dibeybe ayrıca, Ankara'ya yaptığı resmi bir gezi dönüşünde meydana gelen trajik bir kaza sonucu Haddad'ın yol arkadaşlarının da hayatını kaybettiğini açıkladı: Kara Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Korgeneral Futuri Gribel; Askeri Sanayi Şirketi Direktörü Tuğgeneral Mahmud Al Katavi; Libya Ordusu Genelkurmay Başkanı Danışmanı Sayın Muhammed el Assavi Diyab ve Genelkurmay Başkanı'nın medya ofisindeki fotoğrafçı Sayın Muhammed Ömer Ahmed Mahcub.

"Bu trajik kayıp, millet, askeri kurum ve tüm halk için büyük bir kayıptır. Ülkelerine samimiyet ve özveriyle hizmet etmiş, disiplin, sorumluluk ve milli bağlılık konusunda örnek teşkil etmiş insanları kaybettik" ifadelerini kullandı.

Türkiye İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, salı akşamı Ankara'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Libya Genelkurmay Başkanı'nı taşıyan uçakla temasın kesildiğini açıklamıştı.

Bakan, X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, "Bu akşam saat 20:52'de (GMT 17:52) Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan Trablus'a doğru 20:10'da kalkan 9H-DFJ tescil numaralı Falcon 50 tipi özel jetle temas kesildi" dedi.

Bakan, "Haymana bölgesinden acil iniş talebi alındı, ancak daha sonra uçakla temas kesildi" diye belirtti. "Uçakta Libya Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed Ali Ahmed el-Haddad da dahil olmak üzere beş kişi bulunuyordu" diyen Bakan, daha sonra uçağın enkazının bulunduğunu ifade etti.