Yirmi birinci yüzyılda İran'da sosyalist sol

İran rejiminin destekçileri, 1981'de Tahran Üniversitesi'nde sol görüşlü bir öğrenciye saldırıyor (Getty)
İran rejiminin destekçileri, 1981'de Tahran Üniversitesi'nde sol görüşlü bir öğrenciye saldırıyor (Getty)
TT

Yirmi birinci yüzyılda İran'da sosyalist sol

İran rejiminin destekçileri, 1981'de Tahran Üniversitesi'nde sol görüşlü bir öğrenciye saldırıyor (Getty)
İran rejiminin destekçileri, 1981'de Tahran Üniversitesi'nde sol görüşlü bir öğrenciye saldırıyor (Getty)

Areş Aziz
Ortadoğu'daki çoğu ülkede olduğu gibi İran’da da Marksist solun ve sosyalist akımın uzun bir geçmişi var. Nitekim milliyetçiler ve İslamcılarla birlikte solun modern İran'daki üç önemli güçten biri olduğunu söyleyebiliriz. Burada İran solunun ve bir dizi örgütlenmesinin tarihini, geçtiğimiz yüzyıldaki zaferlerini ve yenilgilerini anlatmak niyetinde değiliz. Bu yazım, İslam Cumhuriyeti hakkındaki yazılar silsilesinin bir parçasıdır. Burada İran muhalefetindeki sol akımları tanıtmak istiyorum ve şu soruyu soruyorum:
Bu akımlar İran'ın geleceğinde bir rol oynayacak mı yoksa oynamayacak mı?
İran muhalefeti genellikle örgütlenme yokluğundan mustariptir. Öte yandan bu sorun özellikle solcuları ilgilendiriyor. Solun sorunu, hiçbir şekilde örgütlenme yokluğu değildir; bilakis çeşitli bir dizi şubeden türeyen sayısız örgüt ve oluşumun bulunmasıdır. Bu sorun elbette İran'a özgü değildir. Nitekim dünyada genel olarak solun böyle bir sorunu vardır. İran solu çatısı altında faaliyet gösteren düzinelerce örgütün birçoğunun 10’dan fazla üyesi yoktur. Bu örgütlerden en büyüğünün üye sayısı yüzü geçmez. İran’daki Kürt partilerinin de bundan daha geniş bir tabana sahip olduğunu düşünmüyorum. Kürt partileriyle ilgili daha önce ayrı bir yazı yazmıştım. Burada Kürt solcu örgütlerin, İran’daki büyük partilerin bir parçası olduğuna dikkat edilmelidir. Bu yazımda gelecekte bir rol oynayabilecek üç akıma atıfta bulunuyorum: Geleneksel sol, İran İşçi-Komünist Partisi ve İran içindeki sol.
Geleneksel sol, İran'daki sol hareketin tarihini takip eden akımlardan biridir. Elbette aralarında pek çok fark var. Geçtiğimiz yıllarda bazılarının İslam Cumhuriyeti'ne karşı tutumlarında pek çok değişim oldu. Örneğin bazıları reformu destekledi, diğerleri buna şiddetle karşı çıktı, üçüncü kısım sosyal demokrasiye yaklaştı ve bir diğer grup ise komünizm ve Marksizm-Leninizmin eski biçimleri üzerinde ısrar etmeye devam etti.
Bu akımlardan en önemlisini “İran Sol Partisi” olarak tarif edebiliriz. Bununla, 1957 devrimi sırasında kurulan Halkın Fedaileri Gerillaları Örgütü’nün kendisinden çıktığı Halkın Fedaileri’ni kastediyorum. Bu parti, İran'daki klasik Sovyet yanlısı partilerden olan Tudeh Partisi'ne yakın bir hareketin parçasıdır ve -muhalefetin geri kalanı gibi- Ayetullah Humeyni önderliğindeki devrimi savunanlar arasındaydı.
2018 yılında kurulan parti, farklı ideolojik eğilimler içermekle birlikte, genel olarak Alman veya İsveç Sol Partisi gibi Avrupa sol partilerine benziyor. Fedailer hareketi tarihinin önde gelen birçok ismi, örgüt üyesi olmak yahut örgüte olan yakınlık konusunda farklılık gösteriyor. Bu örgütün şu anda operasyonel gücü zayıf olmakla birlikte güçlü bir medya varlığı bulunmuyor. Diğer çoğu sol hareket gibi üyelerinin geneli yaşlı ve 1957 devrimci kuşağından. Ancak bir örgütün varlığı ve tarihi geçmişi düşünüldüğünde, gelecekte bir tür modern solu temsil etmesi muhtemeldir.
İkinci grup partilerin İranlı Marksist teorisyen Mansur Hikmet’in destekçileri olduğu bilinmektedir ve bu kimseler Hikmet’in 1991 yılında kurduğu İran İşçi Komünist Partisi’nin çeşitli kollarına mensuptur. Bu grup son yıllarda basında birtakım faaliyetlerde bulundu. Ayrıca ‘İslam düşmanlığını yaymak’ gibi bir çizgide çalışmalar yürütüyorlar. Parti, İran Sol Partisi'nin aksine, ülkedeki reformist eğilime şiddetle karşı çıkıyor ve yıllardır İslam Cumhuriyeti'nin tüm eklemlerine muaraza ediyor. Aynı zamanda modern sol parlamenter yönelimleri de reddediyorlar. Bu grup, güçlü iradesi ve ciddi çalışmaları dolayısıyla bir rol oynayabilir ve gelecekte önemli faaliyetlerde bulunabilir.
Şimdi İran içinde sol faaliyetlerde bulunan aktivistlerden oluşan üçüncü gruba geliyoruz. Bu kimseler, öğrenci aktivistleri, işçi hakları aktivistleri ve sivil toplum aktivistleridir. Bazılarının yıllardır dışarıdaki sol hareketlerle ilişkileri var. Ancak zaman zaman bu ilişkilerin bozulduğu olur. Bu kimseler bağımsız olarak da çalışıyorlar. Bu gruplardan bazıları dışarıdan geldi ve şu anda ülke içinde faaliyet gösteriyorlar. Bu aktivistlerin en önemli kalesi Berlin'dedir.
İran’ın bizzat kendi içinde de sol eğilim devam ediyor. Örneğin Tahran Üniversitesi'nden Leyla Hüseyin Zade, faaliyetleri nedeniyle defalarca tutuklandı. Huzistan’daki Haft Tapeh Örgütü’nün işçileri gibi işçi faaliyetlerini savunmalarıyla bilinen başka bir grup var. Siyasi faaliyetlerin serbest ve özgürce yapıldığı bir ortamda gelecekte rol oynamak için fırsat bulabilirler.
Bu yazımda ‘gelecek’ üzerine odaklandım. Aslında burada bahsettiğim hareketlerin hiçbiri şu anda İran siyasi sahnesinde önemli bir rol oynamıyor. Bu hareketler, gelecekte sol örgütler arasında rol alacaklar. Çünkü bu akımlar İran toplumunun merkezi bir parçasıdır. Dünya çapındaki sol hareketlerin yükselişi, İran içinde de sol akımlar için bir çalışma alanı ve fırsatlar yaratacaktır.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise sol siyasi örgütlerin pek fazla rol oynamamalarına rağmen sol eğilimli toplumsal hareketlerin, özellikle bahsettiğim Haft Tapeh gibi sendikal hareketlerin etkili olduğudur. Benzer bir duruma, geçtiğimiz dönemde etkili bir güç haline gelen “Tahran ve Banliyö İşçileri Sendikası Otobüs Şirketi” özelinde de tanık olduk.
İslam Cumhuriyeti'ne karşı sivil hareketlerin artması halinde sol örgütler ülke içinde ve dışında önemli bir rol oynayacaklar. Bu akımların başarısının anahtarı, solun önemli rol oynayabileceği işçi grevlerinde yatmaktadır. Muhalefet, sol güçleri İslam Cumhuriyeti'ne muhalefet eden diğer büyük güçlerle bir araya getirdiği zaman başarılı olacaktır.
* Areş Aziz’in Independent Arabia’da yer alan bu makalesinin çevirisi Şarku’l Avsat’a aittir.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.