Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Macron'a tepki: Sen kimsin İslam'ın yapılandırılması diye ifadeyi ağzına alıyorsun

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Macron'a tepki: Sen kimsin İslam'ın yapılandırılması diye ifadeyi ağzına alıyorsun
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Macron'a tepki: Sen kimsin İslam'ın yapılandırılması diye ifadeyi ağzına alıyorsun

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Macron'a tepki: Sen kimsin İslam'ın yapılandırılması diye ifadeyi ağzına alıyorsun

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Macron’un Müslümanların yoğunlukta olduğu bir şehirde yaptığı 'İslam krizde' açıklaması saygısızlıktan öte açık bir provokasyondur. Fransız Devlet Başkanı olarak İslam'ın yapılandırılmasından bahsetmesiyse hadsizliktir, edepsizliktir. Bizim ağzımızdan bugüne kadar Hristiyanlığın yapılandırılması diye bir şey duydunuz mu? Museviliğin yapılandırılması diye bir şey duydunuz mu? Sen kimsin ki İslam’ın yapılandırılması gibi bir ifadeyi ağzına alıyorsun?" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen 'Camiler ve Din Görevlileri Haftası Programı'nda konuştu. Erdoğan yaptığı konuşmada, Türkiye dini hak ve özgürlükler konusunda örnek bir tavır sergilerken Batı dünyasında tam zıttı bir atmosferin hakim olduğunu gördüklerini söyledi. Uzun yıllar demokrasinin beşiği olmuş Batı ülkelerinde ırkçılık, ayrımcılık ve İslam düşmanlığının zehirli bir sarmaşık gibi yayıldığını belirten Erdoğan, "Müslümanlara ait iş yerleri hemen her gün faşist grupların hedefi oluyor. Müslüman kadınlar, başörtülerinden dolayı sokakta, çarşıda, okulda sözlü ve fiili tacize maruz kalıyor. Neredeyse her gün sırf Türk ve Müslüman olduğu için saldırıya uğrayan, hakları gasp edilen, işten atılan insanlarımızın haberlerini alıyoruz. Neo Nazi terörü bizim vatandaşlarımız kadar Afrikalı, Asyalı göçmenleri, Müslümanlar kadar Musevileri de hedef alıyor. DEAŞ benzeri ideolojik bir fanatizmin Avrupa toplumlarını günden güne daha fazla zehirlediğine şahit oluyoruz. Özellikle camilere ve diğer dinlerin ibadetlerine yönelik eylemler akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. İsveç'te Kur'an yakılması, Norveç'te Kur'an-ı Kerim'in yırtılması, Fransa'da basın özgürlüğü adına Hz. Peygamberi tahkir eden karikatürlerin teşvik edilmesi kutsallarımıza yönelik saldırılardan sadece birkaçıdır" diye konuştu.

"Neo Nazi yapılar ordu ve emniyet içinde rahatça örgütlenmektedir"
Batı dünyasının kanser hücresi gibi büyüyen bu tehditle yüzleşme cesaretini gösteremediğini vurgulayan Erdoğan, "Camilere ve Müslümanlara ait iş yerlerine saldıran caniler kovuşturmaya dahi uğramıyor. Çok açık ve net söylüyorum bugün bir çok Batı ülkesinde ırkçılık ve İslam düşmanlığı bizzat devlet tarafından himaye edilmektedir. Neo Nazi yapılar ordu ve emniyet içinde rahatça örgütlenmektedir. Medya adeta bu örgütlerin halkla ilişkiler faaliyetlerini yürütmektedir. Avrupa ülkeleri terör eylemlerinin faillerine göre tavır takınmaktadır" şeklinde konuştu.

"Macron'un 'İslam krizde' açıklaması saygısızlıktan öte açık bir provokasyondur"
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Türkiye’yi sustururlarsa meselelerin çözüleceğini zannediyorlar. Bizi düşmanlaştırınca hatalarının görülmeyeceğine inanıyorlar. Nasıl devekuşu kuma kafasını gömünce gözden kaybolmuyorsa sorunlar da yok sayılınca ortadan kalkmıyor. Bugün görmezden geldikleri sorunlar yarın daha büyük felaketler olarak karşılarına çıkacaktır. Müslümanlara saldırmak Avrupalı siyasetçilerin başarısızlıklarını perdelemek için kullandıkları en önemli araçlardan biri haline gelmiştir. Daha önce faşist grupların oy devşirmek için başvurdukları ucuz politikaya şimdi kimi başbakan ve cumhurbaşkanları da tevessül ediyor. Bu kervana katılan son isim Fransa Cumhurbaşkanı Macron olmuştur. Macron’un Müslümanların yoğunlukta olduğu bir şehirde yaptığı 'İslam krizde' açıklaması saygısızlıktan öte açık bir provokasyondur. Fransız Devlet Başkanı olarak daha şurada 1 hafta 10 gün önce 'münasebetlerimizi geliştirelim' derken nasıl da çabucak unutuveriyor. Hemen ardından bu açıklamayı yapması kendisine ne denli saygı duyulacağını gösteriyor. Fransız Devlet Başkanı olarak İslam'ın yapılandırılmasından bahsetmesiyse hadsizliktir, edepsizliktir. Bizim ağzımızdan bugüne kadar Hristiyanlığın yapılandırılması diye bir şey duydunuz mu? Museviliğin yapılandırılması diye bir şey duydunuz mu? Sen kimsin ki İslam’ın yapılandırılması gibi bir ifadeyi ağzına alıyorsun? Devlet eliyle çözüm ona dinde reform girişimleri totaliter toplumların alameti farikasıdır."

"Bu zihniyet samimi Müslümanları ötekileştirirken DEAŞ ve FETÖ gibi istismarcıların önünü açıyor"
Macron'un İslam dünyasının krizinden bahsederek Fransa’nın içinde bulunduğu krizi perdelemek istediğine dikkat çeken Erdoğan, "Aşırılıkla mücadele yasası ile asıl amacın fanatizmle mücadele etmek değil İslam ve Müslümanlarla hesaplaşmak olduğu anlaşılıyor. Avrupa İslamı, Fransa İslamı gibi kavramlarla Müslümanlara dinsiz bir dindarlık dayatılmak isteniyor. Bu zihniyet samimi Müslümanları ötekileştirirken DEAŞ ve FETÖ gibi istismarcıların önünü açıyor. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın canı, malı, namusu o ülkelere emanettir. Onlarca insanını ırkçı teröre kurban vermiş bir ülke olarak bu tür provokasyonlara sessiz kalamayız. Dinimize ve inancımıza yönelik hürmetsizliği asla sineye çekemeyiz. Özellikle de hakkın hatırını üç günlük dünya hayatında feda etmeyiz. Devlet başkanları insanların kutsalları ile ilgili konularda söz söylerken kılı kırk yarmalıdır. Macron'un özellikle cahili olduğu meselelerde konuşurken çok daha fazla dikkat etmesi gerekiyor. Bunu kendisine defaatle söyledim. 'Bu işleri bilmiyorsun' dedim. Kendisinden artık sömürü valisi gibi davranmak yerine sorumlu bir devlet adamı gibi davranmasını bekliyoruz. Türkiye olarak asimilasyona ne kadar karşıysak entegrasyonu da o derece kuvvetli bir şekilde savunuyoruz. Yurtdışındaki kardeşlerimize içlerine kapanmamalarını, hep görünür olmalarını telkin ediyoruz. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın kimliklerini koruyarak sağlıklı entegrasyonunu hedefleyen tüm çabaları desteklemeye hazırız" ifadelerini kullandı.
İstanbul, Hatay, Mardin gibi şehirlerin bir arada yaşama kültürünün sembolleri olduğunu kaydeden Erdoğan, "Avrupalı siyasetçilerin bu şehirlerimizden alacağı dersler var. Yurt dışında görev yapan imamlarımız, din hizmetleri müşavirlerimiz hem vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarının karşılanmasında hem de bulundukları topluma entegrasyonunda önemli görevler üstlenmiştir. DEAŞ gibi sapkın akımların Türk toplumunda sirayet edememesinde din görevlilerimizin yürüttüğü çalışmaların büyük payı olmuştur. Avrupalı devletlere düşen bu kazanımları dinamitlemek yerine daha fazla yayılmasına katkı sunmaktır. Batılı liderlerin popülizm uğruna çok ciddi maliyetleri olacak yanlış yollara sapmamalarını temenni ediyoruz. Bölgemizde ve dünyada hoşgörüsüzlük ne kadar artarsa artsın biz hep farklı yerde durmaya hoşgörüyü yüceltmeye devam edeceğiz. Bin yıldır olduğu gibi gelecekte de tüm insanlığın barış, huzur ve esenliği için mücadele etmeyi bu anlamda sürdüreceğiz" değerlendirmelerinde bulundu.

 


Trump’ın Antifa ile mücadelesi: “Kızıl tehdit” Soğuk Savaşsız dönemde geri mi dönüyor?

Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
TT

Trump’ın Antifa ile mücadelesi: “Kızıl tehdit” Soğuk Savaşsız dönemde geri mi dönüyor?

Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)

Omar Harkous

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, ‘terörle mücadelede’ yeni bir sayfa açtı. Ancak bu kez hedef, cihatçı veya milliyetçi gruplar değil, geçmişteki faşizme karşı mücadelesiyle tanınan Avrupa sol hareketleriydi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Almanya, İtalya ve Yunanistan'daki dört grubu Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terör Örgütü (SDGT) listesine alarak bu grupları ABD’deki sol görüşlü bir anti-faşist ve ırkçılık karşıtı siyasi hareket olan Antifa’nın uzantısı olmakla suçladı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun yaptığı bir açıklamaya göre bu karar ‘Antifa'nın siyasi şiddet kampanyasına karşı koyma’ çabaları çerçevesinde alındı. Washington’ın ‘ulusal güvenliğini korumak için mevcut tüm araçları kullanacağı’ belirtilen bu karar, Almanya'daki ‘Antifa Ost’, İtalya'daki ‘Informal Anarchist Federation/International Revolutionary Front’, Yunanistan'daki ‘Armed Proletarian Justice’ ve ‘Greek Revolutionary Class Self-Defence’ örgütlerini hedef alıyor.

Washington, bu grupları ‘Amerika, kapitalizm ve Hıristiyanlığa düşman olan anarşist ve Marksist sol ideolojilere bağlı olmakla’ ve ‘devrimci değişim aracı olarak şiddet kullanmakla’ suçluyor.

Rubio’nun açıklamalarına göre sınıflandırmanın ardından resmi olarak SDGT listesine dahil edilecekler, bu da varlıklarının dondurulması ve bunlarla ilişkili herhangi bir kuruluş veya kişiyle finansal işlemlerin yasaklanması anlamına geliyor. Bu karar, ‘küresel radikal sol’ olarak adlandırdığı kesimle açık bir çatışma içinde olan Trump yönetiminin ideolojisinden ayrı düşünülemez.

Terörizm tanımının Avrupa'daki sol grupları da kapsayacak şekilde genişletilmesi, Trump’ın ‘anarşistleri ve solcuları’ iç ve dış tehdit olarak gösteren, güvenlik odaklı bir seçim söylemi oluşturma arzusunu yansıtıyor.

ABD’nin kararı, sadece geçici bir güvenlik önlemi değil, daha çok ulusal ve uluslararası terörle mücadele çabalarını temsil ediyor.

Küresel güvenliğin siyasallaşması

ABD'nin terör örgütü sınıflandırmalarının bu coğrafi ve ideolojik genişlemesi, bu hamlenin gerçek amacına dair soruları gündeme getiriyor. Bazı Avrupa ülkelerinde (özellikle İtalya ve Yunanistan) iç güvenlik tehdidi oluşturan ‘anti-faşist’ şiddet ağlarıyla mücadeleye yönelik objektif bir çaba mı, yoksa anti-sol gündemi güçlendirmekle bağlantılı olarak Avrupa müttefiklerine iç siyasi bir tanım dayatmak için küresel güvenlik araçlarının sömürülmesi mi?

ABD’nin kararı sadece geçici bir güvenlik önlemi değil, daha çok ulusal ve uluslararası terörle mücadele çabalarının birleşimini temsil ediyordu. Trump, geçtiğimiz eylül ayında Antifa’yı ‘yerli terör örgütü’ olarak tanıyan bir başkanlık kararnamesi imzaladı. Bu kararname siyasi zemin hazırlasa da ABD'de yabancı terör örgütleri için belirlenen listelerle aynı güçle içerideki terörist unsurları yargılamak için kapsamlı bir yasal çerçeve bulunmuyor. Bu yüzden Avrupa’daki terör örgütlerinin yabancı anti-faşist gruplar olarak sınıflandırılması, ABD yönetiminin, Avrupa’daki bu örgütlerle etkileşimde bulunan ABD’deki herhangi bir örgüte veya şahsa yönelik mali destek ve istihbarat gözetimi gibi güçlü küresel terörle mücadele yöntemlerinin uygulamasına olanak tanıyan yasal bir köprü görevi görüyor ve böylece ifade özgürlüğüne ilişkin iç hukuki kısıtlamaları aşıyor.

dfgt
ABD Başkanı Donald Trump, Adalet Bakanı Pamela Jo Bondi (solda) ve İç Güvenlik Bakanı Kirstjen Nielsen (sağda) ile birlikte, Beyaz Saray’ın Devlet Yemek Salonu’nda Antifa konulu yuvarlak masa toplantısında konuşurken, 8 Ekim 2025 (AFP)

Bu değişim, cihatçılara karşı geleneksel ‘terörle mücadeleden’ ‘ideolojik savaşa’ geçişi temsil ediyor. Varoluşsal tehditler için tasarlanmış aşırı güvenlik önlemlerinin kullanıldığı ve radikal sol ile iç ve dış ideolojik çatışmaya yönlendirildiği, Batı siyasetinde ideolojik düşmanın yeniden tanımlandığı ve ulusal güvenlik kisvesi altında iç siyasi muhalefetin zulmünün kolaylaştırıldığı bir süreç.

Washington'ın Antifa’nın ‘genç Amerikalıları üye yaptığı’ ve üyelerinin kimliklerini gizlemek ve finansman kaynaklarını saklamak için ‘karmaşık’ mekanizmalar kullandığı yönündeki açıklamaları, örgütsel yönlere odaklanıldığını açıkça gösterdi. Gayri resmi yapı ve finansmana odaklanılması, gizli sınır ötesi ağları bozmak için tasarlanmış terörle mücadele araçlarının kullanımını haklı çıkarıyor. ‘Anti-Amerikan’, ‘anti-kapitalist’ ve ‘anti-Hıristiyan’ gibi terimlerin kullanılması, hedefin sadece operasyonel şiddet değil, aynı zamanda radikal solun siyasi felsefesi olduğunu da açıkça gösteriyor. Bu strateji, Soğuk Savaş söylemini kullanarak muhafazakâr tabanı harekete geçiriyor ve siyasi rekabeti Marksist veya anarşist ‘küresel devrimci güçlere’ karşı bir beka savaşına dönüştürüyor.

Trump yönetiminin müttefiklerine uyguladığı baskı, Washington ile AB arasındaki ideolojik ve siyasi uçurumu derinleştiriyor.

Berlin Antifa tehdidini küçümsüyor

Öte yandan Berlin, resmi bir açıklamada Antifa Ost grubunun oluşturduğu tehdidi önemsiz göstermeye çalışarak, bu tehdidin ‘son aylarda keskin bir şekilde azaldığını’ ve grubun en önde gelen üyelerinin ‘ya gözaltında olduğunu ya da suçlardan mahkûm edildiğini’ belirtti. Almanya İç İstihbarat, bu örgütü 2024 yılında sağcı aktivistleri hedef alan bazı saldırın ardından ‘şiddet yanlısı bir ağ’ olarak sınıflandırdığını, ancak faaliyetlerinin ‘artık yaygın bir tehdit oluşturmadığını’ açıkladı. Alman hükümeti, ABD'nin kararından şaşkındı. Hükümet sözcüsü sadece “Washington bağımsız hareket etti” demekle yetindi. Almanya Dışişleri Bakanlığı da Alman vatandaşları için varlıkların dondurulması veya ABD'ye seyahat kısıtlamaları dahil olmak üzere yasal yaptırımlar uygulanacağı konusunda uyardı.

Kızıl Ordu Fraksiyonu’ndan Antifa'ya

Şiddet içeren sol hareketler Avrupa’da yeni bir olgu değildir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri arasında var olmuş ve farklı şekillerde son buldu. Kızıl Ordu Fraksiyonu (Baader-Meinhof) 1970'li yıllardan beri aktif olarak faaliyet göstermiş, devletin ve kapitalizmin sembollerine yönelik suikastlar ve bombalı saldırılar düzenledi. Örgüt, lideri Wadie Haddad aracılığıyla Filistin Kurtuluş Halk Cephesi (FHKC) ile bağlantılıydı, uçak kaçırma eylemleri düzenledi ve Filistinli tutukluların serbest bırakılmasını talebiyle eylemler gerçekleştirdi.

İtalya'da Kızıl Tugaylar (Brigate Rosse) ortaya çıkmıştı. 1978'de dönemin Başbakanı Aldo Moro'yu kaçırıp öldürdü ve başta Paris'te liderlerinin düzenlediği bir eylemle bir Amerikalı ve bir İsrailli diplomatı öldüren Lübnan Silahlı Devrimci Fraksiyonları (LARF) olmak üzere Filistinli ve Lübnanlı gruplarla iş birliği yaptı.

Yunanistan'da 17 Kasım Devrimci Örgütü (17N), onlarca yıl boyunca Amerikan çıkarlarına karşı saldırılar düzenlemesiyle biliniyor. Örgüt, 2002 yılında yetkililer tarafından dağıtıldı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra anti-faşist bir hareket olarak ortaya çıkan Antifa, son yıllarda belli bir liderliği ve merkezi olmayan bir ağa dönüştü. Destekçileri, Afro-Amerikan George Floyd'un polis tarafından öldürülmesinin ardından 2020 yılında ABD’de düzenlenen protestolarda öne çıktı. Trump, o dönemde Antifa’yı ‘şiddeti kışkırtmakla’ suçladı.

Transatlantik gerginlik

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin kararı, Almanya, İtalya ve Yunanistan gibi hükümetlerin ‘solcu şiddet’ konusundaki endişelerini görmezden gelemeyeceği için Avrupa Birliği (AB) ülkeleri için çifte sorun teşkil ediyor. AB ülkeleri, bu kararın yerel grupların siyasi tanımlara göre sınıflandırılmasına olanak tanıyan bir yasal emsal teşkil etmesinden ve bunun da ‘terörle mücadelenin siyasallaşmasına’ yol açarak müttefikler arasındaki güveni zedelemesinden endişeleniyor. Trump yönetiminin müttefiklerine dayattığı bu gerilim, Washington ile AB başkentleri arasındaki ideolojik ve siyasi uçurumu derinleştiriyor. Beyaz Saray, ‘aşırı sol hareketleri’ ulusal güvenliğe bir tehdit olarak görürken, Brüksel, suçlamalar kanıtlanmadıkça bu hareketleri demokratik yapının çeşitli parçalarından biri olarak görüyor. Bu durum, NATO üyeleri arasında güvenlik alanındaki koordinasyonun yanı sıra istihbarat paylaşımı ve aranan kişilerin iadesi gibi konularda iş birliğini zorlaştırıyor.

Washington bugün, diğer ülkelerdeki ‘yeni anarşistlerden’ ulusal güvenliğini ‘korumak’ zorunda kalırken, Avrupa bu kararı, örgütlenme ve protesto özgürlüğüne dayanan liberal demokrasinin temellerinden birine darbe olarak nitelendirerek karşı çıkmaya çalışıyor. ABD'nin ‘aşırı sol’ ile mücadelede daha fazlasını yapması, yeni bir Soğuk Savaş'ın doğuşuna işaret ediyor. Ancak bu kez 1950'lerde olduğu gibi Moskova ile Washington arasında değil, Amerikan muhafazakar sağı ile Avrupa solu arasında yaşanıyor. Kimlik, semboller, sokaklar ve medya üzerinde, göç, iklim ve sosyal adalet konularının güvenlik, sınırlar ve egemenlikle kesiştiği bu savaş, diğer ülkeleri de siyasi muhaliflere karşı benzer sınıflandırmalar benimsemeye teşvik edebilir.

New York... New York

New York'ta, ‘radikal solcu’ Zahran Mamdani, New York Belediye Başkanlığı seçimlerini kazandı. Demokrat Parti içinde ‘ilerici solcu’ veya ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlanan Mamdani'nin zaferi, ABD’de radikal sol akımların yükselişini daha açık bir şekilde yansıtıyordu. Bu durum, Donald Trump ile ilişkilendirilen sağcı popülist hareketin yükselişiyle tezat oluşturuyor. Bu hareket, sol hareketleri de içeren ‘tehdit’ ve ‘iç güvenlik’ perspektifini yeniden ayarlamak için güvenlik sınıflandırmalarına dayanıyor. Ancak ABD yönetimi şimdiye kadar Antifa sınıflandırmasını Mamdani'ye verilen doğrudan seçim desteği ve arka çıkma ile ilişkilendirmiş değil.

Ancak, bu iki eğilim arasındaki eşzamanlı ilişki göz ardı edilemez. ABD’nin ‘radikal sol’ olarak nitelendirdiği kesime yönelik bir tırmanış ve seçimlerde sol hareketin gerçek anlamda yükselişi gözlemleniyor. Bu durum, Trump'ın Demokrat Parti'nin ilerlemelerine karşı Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre'nin her iki kanadındaki kontrolünü sürdürmek için güvendiği gelecek yılki ara seçimler öncesinde, Amerikan sahnesinde bazı kartların yeniden dağıtıldığı ‘ideolojik-seçimsel anlatı’ çerçevesinde anlaşılabilir.

gt
Almanya’nın başkenti Berlin’de İşçi Bayramı'nda Berlin'in Neukölln semtinde düzenlenen devrimci gösteride protestocular anti-faşist bayraklar ve pankartlar taşırken, 1 Mayıs 2025 (AFP)

Araştırmalar, son yıllarda ABD’deki siyasi şiddetin geçişmişte daha çok aşırı sağa yöneldiğini gösterse de son yıllarda ‘aşırı sol’ saldırılarında da artış görülüyor. Geçtiğimiz eylül ayında muhafazakar yorumcu Charlie Kirk'ün, onun görüşlerine karşı olduğu söylenen silahlı bir kişi tarafından öldürülmesi, ABD yönetiminin aşırı sola karşı daha sert bir söylem kullandığı bir dönüm noktası oldu.

Washington şu anda ulusal güvenliğini diğer ülkelerdeki ‘yeni anarşistlerden’ korumak zorunda kalırken, Avrupa bu kararı, örgütlenme ve protesto özgürlüğüne dayanan liberal demokrasinin temellerinden birine darbe olarak nitelendirerek karşı çıkmaya çalışıyor. Bunun sonucunda siyasi şiddetin tanımı ve sivil direnişin meşruiyeti konusunda Batı'da bir bölünme yaşanabilir. Bu, Trump'ın ikinci kez başkan seçilmesinden bu yana Batı ittifakının yaşadığı tek bölünme değil. Zira Batı ittifakında özellikle Ukrayna'daki savaş ve gümrük tarifeleri gibi konularda da benzer bölünmeler yaşandı.

Berlin'den Atina'ya, Washington'dan Brüksel'e kadar, dünya Soğuk Savaş retoriğini anımsatan, ama 21’inci yüzyılın araçlarını kullanan yeni bir ‘ideolojik kutuplaşma’ aşamasına giriyor gibi görünüyor.


Hüküm giymiş bir El Kaide üyesi, yargılanmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Guantanamo mahkemesine geri döndü

El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
TT

Hüküm giymiş bir El Kaide üyesi, yargılanmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Guantanamo mahkemesine geri döndü

El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)

Guantanamo hapishanesinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkûm, El Kaide'ye üye toplamak için propaganda videoları hazırladığı suçlamasıyla mahkûm edildikten 17 yıl sonra perşembe günü yeniden askeri mahkemeye çıktı. 56 yaşındaki Ali Hamza el-Behlül, 2008’deki savaş suçları davasında sergilediği meydan okuma tutumunu bir kez daha tekrarladı.

Behlül, tanık kürsüsüne oturmayı kibar bir şekilde reddetti, gerçeği söyleyeceğine dair yemin etmeyi kabul etmedi ve kendisi için avukat tutulmasını da reddetti.

Bunun yerine, suçlamaların yöneltildiği yıllar önceki oturumda oturduğu aynı yerden, Arapça uzun açıklamalar yaptı; El Kaide’yi övdü, zaman zaman çevirmenlerle tartıştı ve 2001’de Pakistan’da tutuklanmasının ardından yürütülen soruşturmada Amerikan yetkililerini yanıltmayı amaçladığını vurguladı.

Behlül, “Bir soruşturmacı tabancasını kafama dayadı, ben hiçbir tepki göstermedim” dedi ve başka bir soruşturmacının kendisini uzaklaştırdığını anlattı.

fergt
Guantanamo'daki mahkûmlar ortak salonda kitap okuyor. (New York Times)

Geçen hafta yapılan duruşmada ele alınan konu, Behlül’ün tutukluluğunun başlarında Federal Soruşturma Bürosu (FBI) yetkililerine söylediklerinin, başka bir tutuklu olan Abdurrahim en-Neşiri’nin idam cezası davasında delil olarak kullanılıp kullanılamayacağıyla ilgiliydi. Neşiri, 12 Ekim 2000’de Amerikan muhribi USS Cole’a yönelik saldırıyı planlamakla suçlanıyor.

Perşembe günü duruşmada hazır bulunmayan Neşiri’nin avukatları, Behlül’ün ifadelerinin ‘duyuma dayalı tanıklık’ niteliğinde olduğunu ve ifade sırasında kendisine işkence yapıldığı için geçersiz sayılması gerektiğini savundu.

Behlül, Guantanamo’daki 15 tutukludan biri. Neşiri ve 11 Eylül 2001 saldırılarına karışan diğer şüpheliler için idam cezası davalarının açılma girişimleri, hem sanıkların hem de olası tanıkların işkenceye maruz kalması nedeniyle başarısız olmuştu.

Behlül, ABD’yi ‘terörün anası’ olarak nitelendirirken, güncel olaylara dair dikkat çekici bir bilgi birikimi sergiledi. Bir noktada, Savunma Bakanı Pete Hegseth’in ‘Savaş Bakanı’ unvanını benimsemesini övdü ve bunu “ABD’nin saldırganlığını en doğru ve kesin şekilde tanımlayan ifade” olarak değerlendirdi.

Yemenli Behlül, 3 Kasım 2008’de, askeri mahkemede herhangi bir savunma sunmayı reddettikten ve hava kuvvetleri avukatının kendisi adına konuşmasına izin vermedikten sonra askeri bir jüri tarafından suçlu bulundu. Duruşmalarda bazen üzerinde ‘boykot’ yazan Arapça bir pankart salladığı görüldü.

Behlül, yıllarca tek kişilik hücrede tutuldu ve çoğu zaman avukatlarla görüşmeyi reddetti. Bu sırada yüksek mahkemeler, 2008’deki propaganda videosu hazırlama suçuna ilişkin bazı mahkûmiyetlerini düşürdü. Halen Guantanamo’daki en yaşlı tutuklu olan Behlül, tek suçlamadan (komplo) ötürü ömür boyu hapis cezası çekiyor.

Görünümü ve sesi, duruşmalar sırasında sergilediği hale benzer, tek fark sakalının koyu griye dönmüş olması.

rgt
Küba'daki Guantanamo Körfezi'nde bulunan ABD deniz üssünün görünümü (AFP)

Ayrıca neden mahkemeye çıkarıldığının farkında değilmiş gibi görünüyordu ve başlangıçta sadece hâkimin sorularını yanıtlayacağını söyledi. Bir noktada, Behlül “Ben işkence gördüğümde...” diye rahatça konuştuktan sonra Yargıç Albay Matthew Fitzgerald onun sözünü kesti.

Zaman ilerledikçe Başsavcı Yüzbaşı Timothy Stinson ile daha fazla etkileşime girmeye başladı, ancak cevaplarının çoğu konu dışıydı. Daha sonra, savunma avukatı Jessica Manoli’nin ABD’de tutulduğu süre boyunca maruz kaldığı olası kötü muameleyle ilgili sorular yöneltmesi üzerine daha işbirlikçi bir tutum sergiledi.

Yargıç, Neşiri’nin duruşma tarihini, Yemen açıklarında 17 Amerikan denizcinin ölümüne neden olan El Kaide intihar bombalamasından 25 yıl sonra, 1 Haziran olarak belirledi. Neşiri, 2002'den beri ABD tarafından gözaltında tutuluyor.

2001 yılında yakalanan Behlül, 11 Ocak 2002'de hapishane açıldığı gün Guantanamo'ya nakledildi.

Mahkemede yaklaşık yedi saat süren duruşma boyunca Behlül, USS Cole bombalaması ve 11 Eylül saldırıları da dahil olmak üzere El Kaide saldırıları hakkında önceden hiçbir bilgisi olmadığını, çünkü Usame bin Ladin'in medya sorumlusu olarak hassas operasyonel bilgilere erişimi olmadığını tekrarladı.

Duruşmanın sonuna doğru Behlül aniden “Bu bir yeniden yargılama mı Sayın Hâkim?” diye sordu. Hâkim, “Hayır, değil” diye cevap verdi.

Kısa bir süre sonra Behlül, son kez mahkemeye çıktığından bu yana neredeyse yirmi yıl geçtiğini belirtti ve “eğer hâlâ hayatta olursa” 2048'de tekrar ifade vermeye çağrılıp çağrılmayacağını sordu.

Yargıç, geleceği tahmin edemeyeceğini söyledi.


İsrail Genelkurmay Başkanı, 7 Ekim'deki bazı askeri komutanları görevden aldı ve diğerlerini başarısızlıkları nedeniyle kınadı

Filistinli silahlı saldırganlar, 7 Ekim 2023'teki saldırı sırasında ele geçirdikleri bir İsrail askeri aracında yolculuk ediyor (Reuters)
Filistinli silahlı saldırganlar, 7 Ekim 2023'teki saldırı sırasında ele geçirdikleri bir İsrail askeri aracında yolculuk ediyor (Reuters)
TT

İsrail Genelkurmay Başkanı, 7 Ekim'deki bazı askeri komutanları görevden aldı ve diğerlerini başarısızlıkları nedeniyle kınadı

Filistinli silahlı saldırganlar, 7 Ekim 2023'teki saldırı sırasında ele geçirdikleri bir İsrail askeri aracında yolculuk ediyor (Reuters)
Filistinli silahlı saldırganlar, 7 Ekim 2023'teki saldırı sırasında ele geçirdikleri bir İsrail askeri aracında yolculuk ediyor (Reuters)

İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, dün birkaç üst düzey ordu komutanını görevden aldı ve diğerlerini, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te Gazze'den güney İsrail'e sürpriz bir saldırı başlatmasıyla ortaya çıkan başarısızlıklardaki rolleri nedeniyle azarladı.

Ordu yaptığı açıklamada, bazı subayların yedek görevden alındığını ve askerlik hizmetlerinin sonlandırıldığını belirtti.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre bazı komutanlara resmi kınama cezası verilirken, birine görevinin sonlandırıldığı bildirildi. Bir diğeri ise istifasını sundu.

Gazze'deki savaş, Hamas'ın 7 Ekim 2013'te İsrail'in güneyine eşi benzeri görülmemiş bir saldırı başlatmasının ardından patlak verdi. İsrail, bu saldırıya yoğun bir bombardıman ve harap olmuş bölgede askeri operasyonlarla karşılık verdi.

AFP'nin resmi verilere dayanarak elde ettiği bilgiye göre, Hamas'ın 2023'teki saldırısında bin 219 kişi hayatını kaybetti.

İsrail, Birleşmiş Milletler'in güvenilir bulduğu Hamas yönetimindeki Sağlık Bakanlığı'nın son verilerine göre, Gazze Şeridi'nde çoğunluğu sivil olmak üzere 69 binden fazla Filistinlinin öldürüldüğü yıkıcı bir savaşla bu saldırıya karşılık verdi.