Ambargonun sona ermesi öncesinde İran, gelişmiş silahlar almak için mücadele edecek

ABD’ye ait bir destroyer, geçen perşembe günü Körfez sularında arızalanan bir İran gemisine yardım ediyor (AFP)
ABD’ye ait bir destroyer, geçen perşembe günü Körfez sularında arızalanan bir İran gemisine yardım ediyor (AFP)
TT

Ambargonun sona ermesi öncesinde İran, gelişmiş silahlar almak için mücadele edecek

ABD’ye ait bir destroyer, geçen perşembe günü Körfez sularında arızalanan bir İran gemisine yardım ediyor (AFP)
ABD’ye ait bir destroyer, geçen perşembe günü Körfez sularında arızalanan bir İran gemisine yardım ediyor (AFP)

Birleşmiş Milletler’in (BM) 13 yıldır İran’a uyguladığı silah ambargosunun, yarın (18 Ekim) sonlanması bekleniyor. İran’a karşı uygulanan baskı kampanyasının bir parçası olarak ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, özellikle de İran rejimiyle silah ticaretini hedef alan bir dizi yeni yaptırımla İran’a ve İran’dan silah akışına engel olma taahhüdünde bulundu. ABD ve Ortadoğu’daki müttefikleri, İran’a yönelik BM ambargosunun sona ermesinin, Çin ve Rusya’nın Tahran’a yeniden silah ihraç etmesine izin vereceğini iddia ediyor. Ancak bunun yakın gelecekte gerçekleşmesi pek olası değil.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi, ilgili Avrupa hükümetlerinin konuyu ele alması ve BM’nin İran’a yönelik silah ambargosu tarihinin sona ermesiyle ortaya çıkan riskleri dikkatle tartması gerektiğini duyurdu. Ortadoğu’daki bölgesel ortaklara devam eden Batı askeri desteği ve İsrail ile Arap camiasından bazı ülkeler arasında devan eden fikir birliği göz önüne alındığında, İran’a yönelik BM silah ambargosunun sona ermesinin, bölgedeki güç dengesini kısa vadede değiştirmesi olası görünmüyor. Bu endişeleri gidermenin ve bunlarla başa çıkmanın en pratik yolu ise,
İran’a yeni silah satışları için izin verilen zamanlama ve kapsam hususunda, Ortadoğu’daki gerginliğin tırmanmasını önleyecek şekilde Rusya ve Çin ile yan anlaşmalara varmaktır.

Rusya ve Çin
Rusya ve Çin’in İran ile yeni silah anlaşmaları yapacağında şüphe yok. Bu anlaşmalar, İran’ın aktif olarak elde etmeye çalıştığı gelişmiş Rus S-400 hava savunma sistemiyle ilgili anlaşmaya benzer şekilde büyük boyutta olabilir. İran hükümeti ayrıca, sahadaki karadan havaya savunma sistemlerini hedef alıp yok edebilecek ana muharebe tankları, savaş uçakları, ‘karadan havaya’ füzeler ve anti- radar füze sistemleri satın almak için anlaşmalar yapmaya çalışabilir. Bu durum, ABD kuvvetlerini ve müttefiklerini daha büyük bir potansiyel risk dairesinin içine yerleştirir. Bununla birlikte İran’ın mustarip olduğu bir dizi siyasi ve ekonomik kısıtlamayla eski gelişmeler dikkate alındığında bu tür anlaşmaların, nihayetinde yakın gelecekte İran’a silah sevkiyatı ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağı tam olarak belli değil.
Rusya hükümetinin gelişmiş Rus S-400 hava savunma sistemini satın almak için anlaşmalar imzalaması olasılığıyla birlikte, büyük silah anlaşmalarının eski tarihi, teslimatların tamamlanmasının yıllar alabileceğini gösteriyor. Bu tür düzenlemeler, İran rejimiyle iş yapma durumunda daha uzun sürebilir. Örneğin İran’a Rus S-400 hava savunma sistemini satmak ve teslim etmek tam on yıl sürdü. Bu Rus savunma sisteminin satışına, İran tarafından onaylanan nükleer program nedeniyle ABD ile İran arasında artan gerginlik eşlik etti.
O dönemde Rusya hükümeti, S-400 hava savunması gibi savunma kabiliyetine sahip silahların satışının, İran hükümetine yönelik BM silah ambargosunun kapsamı dışında olduğunu vurguladı. Bununla birlikte Rusya hükümeti, o dönemde devam eden nükleer çatışmalar sırasında İran hükümetine S-300 hava savunma sisteminin teslimini durdurması hususunda, ABD ve İsrail hükümetleriyle uygun müzakereler yapmayı planladığını belirtti.

ABD seçimleri
Benzer şekilde Çin hükümeti, iki taraf arasında uzun vadeli bir ortaklık stratejisi için devam eden müzakerelerin bir parçası olarak, İran ile olası bir silah anlaşması için savunma görüşmelerine başlayabilir. Bununla birlikte Rusya ve Çin’in, İran hükümeti ile müzakere edilen silah anlaşmalarının kapsamı ve hızıyla ilgili bir dizi faktöre bağlı olması bekleniyor. ABD hükümetinin hem Rusya hem de Çin’de devlete ait silah üretim şirketleri üzerinde uygulamaya devam ettiği büyük siyasi ve ekonomik baskılar, devam eden çabaların ertelenmesine ve bu tür anlaşmaların sonuçlandırılması sürecinde ilerleme yeteneği cesaretinin kırılmasına neden olacaktır.
3 Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerinin sonuçları, bu satışların tamamlanmasını önlemek için mevcut ABD hükümetinin yaptığı hamle ve girişimlerin yoğunluğunu doğrudan etkileyebilir. Beyaz Saray’a ulaşmayı başarırsa, mevcut kampanyanın Joe Biden yönetimi altında pek fazla değişikliğe tanık olma olasılığı ise düşük.
Bununla birlikte küresel gerginliklerdeki artışın, Rusya ve Çin hükümetlerini ‘İran rejimi ile olası silah anlaşmaları imzalama eylemini’ hızlandırmaya yönelteceği yönündeki riskler de hala olası. Hem Moskova hem de Pekin, İran’a silah satışı anlaşmaları yapmak için yeterli jeopolitik ve gelişmiş güvenlik teşviklere sahip. ABD’nin küresel düzeyde mücadele etmesi, bu teşviklerin başında geliyor. Rusya açısından İran’a silah satışının ardında arzulanan hedef, başta Suriye olmak üzere bazı odak noktalarında Tahran ile askeri işbirliğini güçlendirmektir.
Nihayetinde ne Rusya ne de Çin, İran’ın ödeme gücünden kesinlikle emin olmadıkça yeni silahları İran hükümetine satmaya tam olarak hazır olmayacak. Bu noktada ABD’nin ekonomik yaptırımlarının önemi, Tahran’ın Rusya ve Çin ile yapılan büyük silah anlaşmalarını ödemeye çalıştığı bir dönemde İran hükümeti için yola koyduğu büyük engellerin sayısı açısından ortaya çıkıyor. Aynı bağlamda bu ay itibariyle tüm İran bankacılık sisteminin neredeyse tamamen ABD tarafından uygulanan ikincil ekonomik yaptırımlara tabi olduğunu belirtmek gerekiyor.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.