Tahran’dan Washington'a "uluslararası taahhütlere dönme" çağrısı

İran Dışişleri Bakanlığı, Avrupa ülkelerini nükleer anlaşmayı ihlal etmekle suçladı.

Geçen hafta Körfez’de görüntülenen ve Devrim Muhafızları tarafından açılışı yapılan bir füze cephaneliğini taşıyan dev gemideki insansız hava aracı. (AFP)
Geçen hafta Körfez’de görüntülenen ve Devrim Muhafızları tarafından açılışı yapılan bir füze cephaneliğini taşıyan dev gemideki insansız hava aracı. (AFP)
TT

Tahran’dan Washington'a "uluslararası taahhütlere dönme" çağrısı

Geçen hafta Körfez’de görüntülenen ve Devrim Muhafızları tarafından açılışı yapılan bir füze cephaneliğini taşıyan dev gemideki insansız hava aracı. (AFP)
Geçen hafta Körfez’de görüntülenen ve Devrim Muhafızları tarafından açılışı yapılan bir füze cephaneliğini taşıyan dev gemideki insansız hava aracı. (AFP)

İran Dışişleri Bakanlığı, başkan kim olursa olsun Beyaz Saray'ın "uluslararası taahhütlerle çalışmaya dönmesi" ve "İran halkının haklarına saygı göstermesi" gerektiğini duyurdu. Aynı zamanda, Açıklamada Avrupa ülkeleri de "timsah gözyaşı dökmeyi bırakmaya” ve “nükleer anlaşmadaki taahhütlerini ihlal etmekten vazgeçmeye” çağırıldı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade, ABD Başkanı seçilen Joe Biden'ın yönetimi ile müzakere ve iletişim olasılığı hakkında yaptığı değerlendirmede ABD'ye yönelik önceki suçlamaları tekrarladı. Tahran ile Washington arasındaki ilişkilerin geleceğinin "basit olmadığını, ABD’nin 40 yılı aşkın süredir tekrarlanan suçlar işlediğini” belirtti.
Hatipzade, Tahran ile Biden arasında müzakere olasılığı konusunda, iç siyasette çelişkilere neden olan sorulara ise temkinli yaklaştı. Hükümete bağlı ISNA Ajansı’nın aktardığına göre Hatipzade, “dış politikanın siyasi akımların meselesi olmadığını” belirttiği açıklamasında şunları söyledi:
“Birçok ülke gibi bizim de siyasi bir duruşumuz var. Çok sayıda farklı sesimiz var ama dış politikamızın ihtişamı tek taraflılıkta yatıyor ve dış politikada tam bir uyum içinde hareket ediyoruz. Dış politika bir ülke meselesidir. Bu politika ulusal çıkarlara dayanmaktadır.”
Hatipzade, mevcut yönetimin Tahran'ın davranışını değiştirmek için izlediği "azami baskı" politikasını "yenilmiş bir politika" olarak değerlendirdiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Daha önce de söylemiştik; ABD yönetimi yanlış rotasını düzeltmek istiyorsa uluslararası topluluğun bir üyesi olarak yükümlülüklerini yerine getirmekten başka seçeneği yoktur."
Hatipzade’nin bu sözleri, geçen hafta İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif tarafından yapılan açıklamaya atıf olarak değerlendirildi. Zarif açıklamasında ABD’nin BMGK’nın 2231 sayılı kararına geri dönmesi karşılığında ülkenin de nükleer taahhütlerine geri döneceğini söylemişti. Hükümet Sözcüsü Ali Rebii de bazı partilerin ABD seçimlerinin sonuçlarına dair tutumlarına şaşırdığını belirttiği açıklamasında şunları söylemişti:
"Bazılarının ABD seçim sonuçlarını nasıl mağlup adaydan daha coşkulu izlediğini ve bazılarının onu bizim dini efsanelerimize nasıl benzettiğini anlamıyorum. Amaç, her ne pahasına olursa olsun siyasi hedeflere ulaşmak. Zayıflatma stratejisine bakarsak… Tek taraflı yaptırımlar ve ekonomik savaşı çok yönlü diplomasiye dayalı olarak eski pozisyona döndürmek için istikrarlı hükümeti savunmamız gerekiyor.”
IRNA haber ajansında dün yayınlanan makalede nükleer anlaşmanın yalnızca İran'ın nükleer programıyla ilgili olduğu ve bunu füze programı veya İran'ın bölgesel politikaları gibi diğer konularla ilişkilendirmenin anlaşmayı canlandırmaya yardımcı olmadı" belirtildi.
Hatipzade nükleer anlaşmaya katılan Almanya, İngiltere ve Fransa’ya bir mesaj göndererek konuyla ilgili açıklamalarda bulunmaları gerektiğini vurguladı. "Nükleer anlaşma konusundaki tutumumuz açık.  Almanya ve Avrupalıların atacağı en önemli adım, sözlerine geri dönmeleridir. Avrupa Birliği ve nükleer anlaşmadaki üç Avrupa ülkesi iki yıldan fazla bir süre önce taahhütlerini ihlal ettiler" ifadelerini kullandı.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve Fransız mevkidaşı Jean-Yves Le Drian, Fransız "Le Monde" gazetesi, Amerikan "Washington Post" ve Alman "Die Zeit" gazetelerinde geçen hafta yayınlanan bir makalede, ABD'yi İran'a karşı ortak bir yaklaşıma geri dönmeye çağırdılar. Makalede şu ifadelere yer verildi:
“İran'ın nükleer programının yalnızca barışçıl amaçları hedeflemesini sağlamak ve bu ülkenin güvenliğimize ve bölgeye sunduğu diğer zorluklara cevap vermek için birlikte olabiliriz.”
Sözcü, Almanya Dışişleri Bakanlığı'nın geçtiğimiz ay İran'da iki Alman vatandaşının tutuklanmasının ardından vatandaşlarına İran'a gitmemesi konusunda uyarıda bulundu. Ülkesinin "çifte vatandaşlığı tanımadığını" belirten Hatipzade sözlerini şöyle sürdürdü:
“Alman hükümeti rehin alma konusunda rol oynadı. Bazı İranlıları çeşitli bahanelerle tutukladılar ve uluslararası taahhütlerine uygun olarak ABD'ye teslim ettiler. Ancak Alman hükümetinin kendisi de İranlı diplomatın tutuklanmasında rol alarak uluslararası taahhütleri ihlal etti ve yanlış bir adım attı. Alman hükümetinin bu tür açıklamalarda bulunması bazı soruları gündeme getiriyor.”
Sözcü, 2008 yılında İranlı diplomat Esadullah’ın Paris kırsalında İranlı muhaliflerin yaptığı bir toplantıyı bombalama girişimi nedeniyle tutuklanmasında Almanya’nın devreye girmesine atıfta bulundu. Almanya’nın dikkatini iki ülkenin ilişkilerini sabote etmekten başka bir şey düşünmeyenlere yöneltmesini isteyen Hatipzadeşunları söyledi:
“Bir Avrupa ülkesinin vatandaşlarımız için endişelenmesine gerek yok. Onlar kendi sorumluluklarını yerine getirsinler. Milyonlarca İranlı yurt dışında yaşıyor ve İran'a seyahat ediyor. Hiçbir sorunları yok. Dediğimiz gibi; tüm İranlıların hukuka karşı sorumluluğu vardır ve uluslararası yasaları defalarca ihlal eden bazı Avrupalıların timsah gözyaşları bizim için kabul edilemez. "



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.