İran istihbaratı muhalif lideri Türkiye’den nasıl kaçırdı?

İran istihbaratı muhalif lideri Türkiye’den nasıl kaçırdı?
TT

İran istihbaratı muhalif lideri Türkiye’den nasıl kaçırdı?

İran istihbaratı muhalif lideri Türkiye’den nasıl kaçırdı?

The Washington Post gazetesi, Tahran rejiminin muhalif ASMLA örgütü liderlerinden Habib Asyud kod adlı Ferecullah Chaab'ın kaçırılması operasyonuyla ilgili detayları açıkladı.
Bir Türk yetkili, gazeteye yaptığı açıklamada, İran istihbaratının Ahvaz'ın Kurtuluşu İçin Arap Mücadelesi Hareketi (ASMLA) liderlerinden olan Chaab'ı, İran istihbaratına çalışan Sabrin adlı bir kadınla görüşmek için 9 Ekim'de İstanbul'a gittikten sonra kaçırdığını açıkladı.
Washington Post’un bir Türk istihbarat yetkilisinden aktardığına göre, “Chaab, İstanbul'da kaçırılıp uyuşturulduktan sonra bir kaçakçılık çetesi tarafından kamyonla İran'a götürüldü.”
Gazete, “Türkiye'nin soruşturmalarında, Sabrin'in sahte İran pasaportuyla İran'dan İstanbul'a Chaab'dan bir gün önce geldiğini ortaya çıkardığına” dikkati çekti ve şöyle devam etti: “Kaçırma ekibinin bir kısmı Chaab’ gelmeden önce, İstanbul'daki bir bilgisayar mağazasından plastik teller satın aldı. O akşam Chaab İstanbul'a indiğinde, kendisini bir kamyonda bekleyen Sabrin'le buluşmak için Beylikdüzü'ndeki bir benzin istasyonuna gitti. Oraya varır varmaz bayıltılıp elleri ve ayakları bağlandı ardından Van’a götürülüp ertesi gün sınırdan geçirilmesi için insan kaçakçılarına teslim edildi. Sabrin de İran'a döndü.

Kaçıranlar Türk vatandaşı
Türk yetkili gazeteye verdiği demeçte, “Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve polis memurlarının, tamamı Türk vatandaşı olan 11 kişiyi benzer olaylara karıştıkları için tutukladığını ve bu kişilerin silah kullanımı, adam kaçırma ve dolandırıcılık gibi suçlamalarla yargılanmaya başladığını” söyledi.
Şarku’l Avsat’ın İngiliz Times gazetesinden aktardığına göre Türkiye Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasıına göre Chaab, 9 Ekim'de Türkiye'ye uçtu ve 20 Ekim'de Stockholm'e dönüş bileti vardı. Türkiye'ye giriş kaydı bulunan Chaab, oteline hiç gitmedi. Chaab, daha sonra 2 Kasım'da İran devlet televizyonu IRIB'de itirafçılık yaparken görüldü. Arka planda görülen perdeler, İstanbul'daki İran’ın İstanbul Konsolosluğu'nun daha önce çekilen fotoğraflarında görülen perdelerle örtüşüyordu. Devrim Muhafızları'na bağlı haber ajansları da daha sonra, Chaab'ın Türkiye'de tutuklandığını bildirdi.
Washington Post (operasyonu) Fransa'da ikamet eden ancak geçen yıl Irak'a geldikten sonra ortadan kaybolan ve Tahran tarafından önceki gün (Cumartesi) idam edilen gazeteci Ruhullah Zem'in kaçırılma operasyonuna benzetti.
Geçtiğimiz ay da İngiltere’den yayın yapan Times gazetesi, "Türkiye'nin artık İranlı muhalifler için güvenli bir liman olmadığını" belirten bir habere yer vermişti. Gazete, Manisa'da İran ajanları tarafından kaçırıldığını anlatan İranlı muhalif yazar Eisa Bazyar'ın hikayesine yer vermişti.

'En az üç muhalife suikast düzenlendi'
Şarku’l Avsat’ın BBC’den aktardığına göre Eisa Bazyar'ın, Tahran rejimi tarafından cezalandırılmaktan kaçmak için, karadan kaçak yollarla Türkiye'ye giren artan sayıda İranlılar'dan biri olduğunu söyleyen Times, resmi rakamlara göre geçen yıl 8.753 İranlı'nın Türkiye'ye kaçak girerken yakalandığını belirtiyor.
Gazete şöyle devam ediyor;
"Ancak bir zamanlar görece güvenli liman olarak değerlendirilen Türkiye, İran rejimi karşıtları açısından giderek daha düşmanca bir yere dönüşüyor. 2017'den bu yana en az üç önde gelen İranlı muhalife İstanbul sokaklarında suikast düzenlendi, ancak daha az bilinen sürgündeki muhaliflere karşı girişilen kampanya da hızlanıyor. Geçen yıl, Tahran ve başka yerlerde düzenlenen yaygın ekonomik protesto eylemlerinden sonra onlarca muhalif Türkiye'de tutuklanıp, İran'a sınırdışı edildi. Bunlar arasında gösterilerde oynadıkları rol nedeniyle ölüm cezasına mahkum edilen iki genç adam ve 12 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kalan bir kadın hakları eylemcisi de vardı."
Times, Bazyar'ın 2013'te hükümetin güvenli ilan ettiği halde, mayınlardan tam olarak temizlenmemiş alanları ifşa ettiği için sekiz ay hapis cezası aldığını ve 2014'te hapisten çıktıktan sonra ailesiyle Manisa'ya yerleştiğini aktarıyor.
Bir İran hapishanesinde geçen bir roman yazan ve kitabında çok sayıda muhalifin idamını anlatan Bazyar'ın 2018'de Londra'da kitabından 500 adet bastırıp, kaçak yollarla İran'a soktuğu, eylemcilerin de kitabın fotoğraflarını çekip, sosyal medyada paylaştığı, bir kopyanın da Adalet Bakanı'nın villasının duvarından içeri atıldığı belirtiliyor.
Bazyar "Sadece mayınlardan bahsettiğimde çok aldırmamışlardı. Ancak kitabı bastığımda, istihbarat servisi sosyal medyayı ve Tahran'daki ailemi tehdit ederek beni tehdit etmeye başladı. Annemi ve erkek kardeşimi sorguladılar ve beni bulmalarını emrettiler. Kardeşim Almanya'ya kaçmak zorunda kaldı" diyor.
Times, "Ankara ve Tahran arasında, İranlı muhaliflerin tutuklanıp, geri gönderilmesi alanındaki işbirliğinin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'daki bir zirve sırasında yaptıkları görüşmeden sonra başlamış gibi göründüğünü" belirtiyor.
Times, İran'ın Türkiye'nin başlıca doğalgaz tedarikçisi olduğunu da vurguluyor. Muhaliflerin, tutuklamalardaki artışın, üçüncü ülkelerde yaşayan çok sayıda siyasi sürgünün Türkiye üzerinden seyahat etmeye korktuğu bir noktada yaşandığı aktarılıyor. Bazılarının da, rejimin bu sürgünlerin İran'daki akrabalarına, Türkiye'de bir aile buluşması ayarlamaları için baskı yaptığını anlattığı bildiriliyor.
Türk İçişleri Bakanlığı'nın gazeteye yaptığı açıklamada İranlı muhaliflerin İran'a sınırdışı edilmediğinde ısrarcı olduğunu belirten gazete, bakanlığın "Göç İdaresi Genel Müdürlüğü geçmişte de, özellikle sosyal medya platformlarında dile getirilen benzer iddiaları tekrar tekrar reddetti" diye eklediğini aktarıyor.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.