“2024'e kadar Marmara'da deprem olma ihtimali yüzde 50”

“2024'e kadar Marmara'da deprem olma ihtimali yüzde 50”
TT

“2024'e kadar Marmara'da deprem olma ihtimali yüzde 50”

“2024'e kadar Marmara'da deprem olma ihtimali yüzde 50”

Beklenen büyük İstanbul depremi için yapılan araştırmalara göre 2024’e kadar Marmara’da deprem olma ihtimalinin yüzde 50 olduğunu belirten Dr. Ömer Fatih Sak, olası bir depremin büyüklüğünün ise 7.2 ila 7.6 arasında tahmin edildiğini ve 5.8’lik deprem ile arasındaki enerji farkının bin kat fazla olacağını kaydetti.

Marmara bölgesini diken üstünde tutan ve uzmanlarca yaklaştığı belirtilen İstanbul depremiyle ilgili yapılan tahminleri değerlendiren Doğuş Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ömer Fatih Sak, beklenen deprem büyüklüğünün 7.2 ila 7.6 arasında tahmin edildiğini belirtti. Sak, depremin gerçekleşme periyoduna bakıldığında ise İstanbul depreminin tekrarlanma periyodunun gelmiş ve geçmiş durumda olduğunu söyleyerek, gelişen inşaat teknolojilerinin yapılarda kullanılmasıyla birlikte depremin şiddetinin, can ve mal kaybının azaltılabileceğini kaydetti.
Binaların deprem güvenliğini arttırmak için kullanılmakta olan teknolojik gelişmelerden bahseden Dr. Sak, yapıların dayanıklı olmasının hayati önem arz ettiğini belirterek, şu ifadelerde bulundu:
“Sismik izolatör denilen kauçuktan yapılan malzemeler yapının temel seviyesinden uygulanarak deprem kuvvetini ve yapının salınımını ciddi oranda azaltabilir. Ayrıca dinamik titreşim sönümleyicileri 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde kablo titreşimlerini azaltmak için kullanılmıştır. Bu yöntemlerin haricinde mikrometre hassasiyetinde ivme ölçerler ile yapı sağlığı anlık olarak izlenebilmektedir. Yapının izlenmesinin de ötesinde akıllı bina dediğimiz sistem entegrasyonu sayesinde bu cihazlar deprem anında yapıdaki asansör gibi makineleri kapatabilir, gazı kesebilir veya depremin öncü sarsıntılarını tespit ederek birkaç dakika öncesinden erken uyarı sistemini devreye alabilir. Deprem izolatörlerinin daha ileri seviyesinde ise İTÜ'den Prof. Dr. Ünal Aldemir hocamızın bir çalışmasında gördüğümüz kadarıyla aktif kontrol teknolojisi sayesinde yapıların deprem ve rüzgar gibi çevresel etkilere karşı öngörülen güvenlik, dayanım ve konforu sağlayacak şekilde kendini adapte etmesi sağlanabilir.”

“Beklenen deprem 7.6'yı bulabilir ”
Gerçekleşmesi beklenen Marmara depremiyle ilgili yapılan tahminlerden bahseden Dr. Sak, “Farklı deprem düzeyleri belirli periyotlarla tekrarlanmaktadır. Bununla ilgili olarak Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (TBDY) 2018'de DD1, DD2, DD3 ve DD4 olmak üzere dört farklı deprem düzeyi tanımlanmıştır. Özellikle Marmara'da beklenen deprem DD2 düzeyinde olan, büyüklüğü 7.2 ila 7.6 arası tahmin edilen ve 50 yılda bir olma ihtimali yüzde 10 olarak tanımlanan depremdir. Bu bölgede gerçekleşen en yakın depremin batı ucunda 1912 senesinde Tekirdağ Mürefte'de ve doğu ucunda ise 1999 senesinde Kocaeli Gölcük'te meydana geldiği dikkate alındığında, aynı fay hattı üzerinde 1939 yılından itibaren sıralı bir biçimde depremin batı ucuna doğru yaklaştığını görebiliyoruz. Önümüzdeki senelerde yüksek bir ihtimalle Marmara depremini bekleyebiliriz. Bununla ilgili olarak bir tahminde bulunan ABD'li jeofizikçi Dr. Tom Parsons Marmara'da 2024 yılına kadar yüzde 50 ihtimalle büyük bir deprem olacağını belirlemiştir. 2034 yılına kadar ise ihtimal daha da artmakta ve yüzde 62'lere çıkmaktadır. Tabi bu kadar sürenin geçmesi gerekmiyor, deprem yarın da olabilir. Önemli olan bizim buna hazırlıklı olup olmadığımızdır” dedi.

“5.8'lik deprem ile beklenen deprem arasındaki enerji farkı bin kat”
Depremin büyüklüğü ve şiddetinin farklı kavramlar olduğuna dikkat çeken Sak, “Büyüklük depremde açığa çıkan enerji miktarıyla ilgilidir. 1935 yılında Prof. Dr. Charles Richter tarafından bulunmuştur ve logaritmik olarak artmaktadır. Yani 6 büyüklüğündeki bir deprem ile 7 büyüklüğündeki bir deprem karşılaştırılırsa aralarında yaklaşık olarak otuz kat enerji farkı ortaya çıkmaktadır. Geçtiğimiz yıl İstanbul'da meydana gelen 5.8'lik deprem ile beklenen Marmara depreminin 7.8 büyüklüğünde olması durumunda ikisinin açığa çıkardığı enerji farkı bin kat olacaktır diyebiliriz. Şiddet ise depremde oluşan hasarın miktarıyla ilgilidir ve bunun için Mercalli şiddet ölçeği kullanılmaktadır. Depremin büyüklüğü değişmezken, şiddet bölgeden bölgeye değişebilir. Genellikle depremin merkezinde şiddet büyük olurken uzaklaştıkça azalmaktadır” diye konuştu.

“Depremin şiddetini azaltmak mümkün”
“Depremin büyüklüğünü azaltmak mümkün değildir ancak şiddeti alacağımız önlemlerle azaltabiliriz” diyen Sak, “Bir bölgede aynı büyüklükte deprem olmasına rağmen farklı şiddet seviyeleri görebilmekteyiz. Deprem şiddetini azaltmak için en etkili yöntem depreme dayanıklı yapılar tasarlamaktır. Japonya'da 8 büyüklüğünde deprem olmasına rağmen şiddetin 6-7 seviyelerinde kalması ancak ülkemizde 7.4 büyüklüğünde bir depremin 10 şiddetinde gerçekleşmesi tamamen plansız yapılaşma, yetersiz malzeme kullanımı ve insan hayatını hiçe saymanın bir neticesidir” şeklinde konuştu.

“Riskli yapılar tespit edilmeli”
Binaların depreme dayanıksız olduğunu anlamak için bakılması gereken parametreler olduğunu söyleyen Sak, ”Deprem yönetmeliğimizde (TBDY-2018) ve kentsel dönüşüm için kullanılmakta olan Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar'da (RYTEİE-2019) bu parametreleri bulabilirsiniz. Bunların başlıcaları yapıdan karot dediğimiz beton numunesinin alınması ve kırma deneyi ile dayanımının tespit edilmesidir. Ayrıca donatının cinsi, adedi ve korozyon (paslanma) oranı da belirlenmektedir. Sonrasında yapıdan ölçüler alınarak rölövesi çıkarılmakta ve deprem analizleri yapılmaktadır. Böylece RYTEİE'ye göre bakıldığında risk durumu ve TBDY'ye göre bakılırsa performans seviyesi görülebilmektedir. İkisinin arasındaki fark kentsel dönüşümde kullanılan esasların yapının sadece inceleme katı dediğimiz zemin veya bodrum katından numune alınması ve pratik bir yöntem olarak karşımıza çıkmasıdır. Ancak bu yöntemle binalara sağlam demek mümkün değildir ve güçlendirme için de esas alınamaz. Bir yapıyı güçlendirmek ya da sağlam diyebilmek için TBDY 2018'de belirtildiği gibi tüm katlarından laboratuvar çalışması yapılmaktadır” ifadelerinde bulundu.

“Hasarlı binalar güçlendirilmeli”
Yapıları depreme dayanıklı duruma getirmek için alınacak önlemleri sıralayan Sak, “Binaları depreme dayanıklı duruma getirmek için yenilemek ya da güçlendirmek gerekir. Bunun için de farklı yöntemler var. Örneğin mantolama dediğimiz bir yöntemle taşıyıcı eleman olan kolonların etrafı minimum 10 cm donatılı beton ile sargılanabilir. Bunun için farklı bir malzeme çeşidi olan karbon elyaf lifler (CFRP) de kullanılmaktadır ve bu yöntem deprem yönetmeliğimize girmiştir. Bununla ilgili örnek bir deney İTÜ'deki Prof. Dr. Alper İlki hocamız tarafından yapılmıştır. Bu örnekte birbirine eşdeğer iki yapıdan birisi CFRP ile güçlendirilmiş olması sebebiyle çok büyük deplasman yapmasına rağmen yıkılmamış ve can güvenliğini sağlamıştır. Başka bir yöntem olarak binada tuğla duvarların bir kısmı kaldırılarak betonarme perde dediğimiz deprem dayanımı kolonlardan çok daha yüksek olan taşıyıcı elemanlar oluşturulabilir. Bir başka metot olan püskürtme beton (shotcrete) dediğimiz uygulama ile tuğla duvar kaldırılmadan dışarıdan da güçlendirilebilir. Böylece deprem kuvvetini ciddi mertebede taşıyan bir nevi sigorta sistemi yapıya entegre edilebilir. Bir başka yöntem ise çelik güçlendirme yapılabilir, yani çelikle kolon sargılama ya da iki kolon arasına perde duvar gibi çalışan çelik çaprazlar oluşturarak deprem kuvvetleri karşılanabilir. Çelik çaprazların daha da ileri seviyesinde sismik damperlerle deprem kuvvetinin sönümlenmesi sağlanabilir” yorumlarında bulundu.

“Zemin ile bina frekansı yakın olmamalı”
Son olarak bina yapımında zeminin önemine de değinen Sak, “Zemin bina için çok önemlidir. Yapı ile zeminin etkileşimi düşünülürse deprem anında zeminin frekansıyla yapının frekansının birbirine yakın olmaması gerekir. Eğer aynı olursa bu durum binanın yıkılmasına sebebiyet verebilir. Zemin eğer sağlam bir zemin değilse sıvılaşma riski de ortaya çıkabilir. Bina yapımında sahaya özel analizler yapılması ve binanın zemin ile frekansının azaltılması gerekmektedir” diyerek sözlerini sonlandırd



Türkiye, İsrail ve Suriye'de uzlaşı arayışı

Türkiye-İsrail çatışmaları gerginliğin ötesinde, askeri çatışmanın gerisinde (AFP)
Türkiye-İsrail çatışmaları gerginliğin ötesinde, askeri çatışmanın gerisinde (AFP)
TT

Türkiye, İsrail ve Suriye'de uzlaşı arayışı

Türkiye-İsrail çatışmaları gerginliğin ötesinde, askeri çatışmanın gerisinde (AFP)
Türkiye-İsrail çatışmaları gerginliğin ötesinde, askeri çatışmanın gerisinde (AFP)

İsmail Derviş

ABD Başkanı Donald Trump'ın Ankara ile Tel Aviv arasında Suriye ile ilgili yaşanan gerilime ilişkin açıklamaları, başta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu olmak üzere herkesi şaşırttı. Netanyahu’ya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yakın bir ilişkisi olduğunu söyleyen Trump, Netanyahu’nun makul olması gerektiğini belirterek, “Türkiye ile bir problemin varsa bunu çözebilirim” dedi.

Trump'ın bu ifadeleri, ABD için İsrail'in aşılamayacak bir kırmızı çizgi olması ve tüm dünyanın ABD tarafından İsrail’e Gazze Şeridi ve Lübnan'a karşı savaşında verilen sarsılmaz desteğe tanıklık etmesinden dolayı şaşırtıcıydı. Ancak mesele Türkiye ile olası bir çatışmaya ilişkin endişelere geldiğinde, Türkiye Washington'ın bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olduğundan olay başka bir boyut kazandı.

Türkiye ve İsrail arasındaki anlaşmazlıklara rağmen, Ankara ve Tel Aviv arasında diplomasi dilinin hâkim olduğu stratejik ve tarihi ilişki, gerginliğin azaltılmasına ve muhtemelen bir anlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilir.

Çatışmaları önleyecek bir anlaşmaya varılması

Suriyeli bir kaynak Independent Arabia'ya yaptığı açıklamada: “Şu an bir anlaşmadan söz ediliyor, ancak bu anlaşma bir ayrılma anlaşması değil, bir çatışmasızlık anlaşması. Çünkü aslında Türkiye ile İsrail arasında Suriye'de bir çatışma yok, başka bir deyişle anlaşma, Suriye hava sahasında bir İsrail uçağı varsa, gideceği yerin bildirilmesi için sınırların çizilmesini öngörüyor” ifadelerini kullandı.

sdfrgt
Ankara ve Tel Aviv arasında, iki taraf arasında olası çatışmaların önlenmesini ve Suriye'nin orta kesimlerinde Türkiye’nin askeri üsler kurmasını garanti altına alan bir anlaşma imzalanabilir (AFP)

Suriyeli kaynak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Genel olarak Suriye arenasında bir tür dengeye ihtiyaç var. Türkiye mevcut politikalarını sürdürerek İsrail'in Suriye topraklarını işgal etme girişimini engelleyebilir. Bunun için Şam ve Ankara hükümetleri arasında resmi bir anlaşma var. Bu da bunun her iki ülkenin de ortak çıkarına olduğu anlamına geliyor. İsrail ile Suriye'nin kuzeydoğusunda Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden silahlı gruplar arasında doğrudan bir temas olması halinde, Türkler de onların ulusal güvenliklerini etkileyecektir.”

Suriyelilerin Türkiye'ye güveni

Şarku'l Avsat'ın  Indepenedent Arabia'dan aktardığına göre Birleşmiş Milletler (BM) Koordinatörü Ammar Ebu Halava yaptığı özel açıklamada, “Bugün Suriyeliler olarak Türkiye'nin siyasi diplomasisine güvenmemize bir engel yok. Çünkü Türkiye Suriye halkının isteklerini boşa çıkarmadı. Türkiye ister yardım elini uzatarak ya da sınırlarının istikrarını koruyarak olsun Suriye halkına karşı herhangi bir olumsuz davranışta bulunmadı. Türkiye de istikrarlı bir ülkedir ve Suriye'nin egemenliğinden ödün vermediği sürece Suriyeliler olarak bizim için uygun olan her türlü anlaşmaya açığız” ifadelerini kullandı.

Gelecekte bir çatışma yok

Öte yandan Türkiye ile İsrail arasında Suriye'de gelecekte bir çatışma yaşanmayacağını vurgulayan gazeteci yazar ve siyaset uzmanı Firas Rıdvanoğlu şunları söyledi:

“Suriye'de Türkiye ile İsrail arasında gelecekte bir çatışma olmayacak. ABD’nin, bizzat Başkan Trump’ın İsrail'den Türkiye ile bir çözüm bulmasını istediğinde ortaya koyduğu tutumuna tanık olduk. Trump’ın bu açıklamaları, İsrail'in Suriye dosyasında Türkiye'ye karşı duruşunun ABD tarafından reddedildiğinin bir göstergesidir. Çünkü Suriye dosyasında yapılacak herhangi bir hata büyük bir savaşa yol açabilir. Suriye'deki durum, Lübnan'ın güneyinde duruma benzemez. Zira Hizbullah bölgesel olarak desteklenmiyor olabilir, ancak Şam bölgede önemli bir düğüm noktası olduğundan Suriye'deki durum farklı. Bu yüzden ABD, İsrail'in iddialarını reddetti.”

İstikrar arayışı

Rıdvanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye’nin Suriye’de kurmak istediği askeri üslere gelince, Türkiye bu üsleri nereye kuracağını İsrail'in isteklerine göre değil, kendine nasıl uygun geliyorsa ona göre seçecektir. Türkiye’nin bu üsleri Suriye'nin kuzeyi, güneyi, batısı ve doğusundaki tüm sınırlarını gözetlemek amacıyla Suriye'nin merkezinde kuracağı tahmin ediliyor. Öte yandan Suriye hükümeti İsrail ile bir çatışma istemiyor. Türkiye ile İsrail arasında da Suriye’de bir çatışma yaşanmasını istemiyor. Suriye açıkça istikrar istediği ve İsrail’in de bu istikrara hizmet etmek için ne yapması gerekiyorsa onu yapması gerektiği mesajını veriyor.

Güvenlik koordinasyonu

Türkiye ile İsrail arasında güvenlik alanında kesinlikle bir koordinasyon olduğuna ve bu koordinasyonun herkes için en iyisi olduğuna inanan Rıdvanoğlu, “İsrail'in Türk hükümeti aracılığıyla Suriye'ye mesajlar göndermesi mümkün olduğu gibi Suriye'nin de Türkler aracılığıyla İsrail'e mesajlar göndermesi mümkün. Ancak Türkiye’nin Suriye'deki askeri varlığına ilişkin karar, Ankara ve Şam arasında alınması gereken ortak bir karardır ve akıllıca alınmalıdır. Genel olarak uluslararası toplum, ABD ve Avrupa, Suriye'de istikrarın sağlanması yönünde bir eğilim gösteriyor” şeklinde konuştu.

Karşı karşıya gelme korkusu

Suriyeli akademisyen ve araştırmacı Abdurrahman en-Nayif, Independent Arabia’ya yaptığı özel açıklamada, Türkiye ve İsrail arasında Suriye'de yaşanan gerilimin her geçen gün arttığını ve Suriye'nin bir kez daha askeri çatışmaya sürüklenme korkusuyla uluslararası bir rekabet alanı haline geldiğini söyledi. Bu durumun İsrail'in güneydeki kara harekâtından Suriye'nin derinliklerindeki hava saldırılarına kadar uzanan ve Türkiye'nin Suriyelilerin acı çekmeye devam etmelerine neden olacağını ve ülkede istikrarın sağlanmasını engelleyeceğini düşündüğü provokatif hamlelerinden kaynaklandığını ifade eden Nayif, “Türkiye için Suriye'nin istikrara kavuşması kendi çıkarına, zira bu kendi sorunlarının bir kısmını çözecek. Ancak Ankara ile Tel Aviv arasında askeri bir çatışma yaşanmayacak. Çünkü Türkiye bölgesel bir güç ve NATO üyesi. İsrail ise provokasyon tutkusuyla mümkün olduğunca çok şey kazanmayı amaçlıyor” yorumunda bulundu.

dfrgt
Gözlemciler Türkiye'nin Suriye dosyasındaki en önemli aktörlerden biri olduğunda hemfikir (AFP)

İsrail'in düzenlediği saldırıların Türkiye'ye açık bir mesaj vermeyi amaçladığını düşünen Nayif’e göre bu saldırılar bölgesel barışı tehdit ediyor ve terörizmi körüklüyor. Ankara ise Suriye'nin istikrara kavuşmasını istiyor. Çünkü Suriye, özellikle Kürt meselesinde Türkiye'nin istikrarı için kilit bir faktör. Dolayısıyla Suriyeliler anlayış göstermeli, çünkü Suriye tükenmiş durumda.

Siyasette ticaret

Harmoon Araştırmalar Merkezi'nde araştırmacı olan Muhammed es-Sukkari, Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Şam’da yeni bir yönetimin kurulmasının Suriye dosyasındaki bölgesel aktörlerin değişmesine ve dönüşmesine katkıda bulunduğunu söyledi. Belki de en önemli değişikliklerden birinin Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana türünün ilk örneği olan İsrail ile Türkiye’nin coğrafi olarak yakınlaşması olduğunu vurgulayan Sukkari, “İsrail'in sadece çıkarları değil, Washington'daki siyasi itibarı da dahil olmak üzere çeşitli endişeleri var. Dosyayla ilgili güç dengelerini yeniden çizen bu itibar, siyaseti ticarete benzer bir durum olarak gören Trump'ın yaklaşımını etkileyebilir ve Suriye dosyasında İsrail ve Türkiye de dahil olmak üzere ittifaklarını geleneksel politikalardan uzaklaşarak bölgesel değişkenleri maksimize eden etkileşimli politikalara doğru yeniden formüle etmesine neden olabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Trump'ın son açıklamalarının İsrail'in artık Suriye'deki tek güç olmadığının ve Türkiye'nin Suriye içindeki ağırlığını arttırarak yeni angajman kuralları çizebileceğine dair işaretler taşıdığına dikkati çeken Sukkari, “Ancak bu kez durum sadece İsrail'in değil, Türkiye'nin de işine geliyor. Bu da iki tarafı çatışmak yerine koordinasyon kurmaya itiyor. Washington'ın Suriye'de İsrail ve Türkiye arasındaki angajman kuralları meselesini çözmek istediğine ve Trump'ın yeni politikasına (bölgede barış) hizmet etmediği için yeni bir savaşa sürüklenmek istemediğine inanıyorum. Tüm bu gerçekler, ABD'nin arabuluculuğuyla Suriye meselesinde ve İsrail ile Türkiye’nin yeni varlığının niteliği konusunda siyasi bir anlaşmaya varma olasılığının arttığını gösteriyor. Mümkün olan en yüksek kazanımları elde edebilecek gerilimin sürekli tırmandırılması bağlamı dışında arabuluculuk dosyası çözüme kavuşturulmadan kuralların belirlenmesi zor olabilir. Türkiye'nin şüphesiz Suriye'nin orta kesimlerinde askeri üsler kurmaktan ziyade Şam ile Türkiye'nin nüfuzunu arttıracak bir ortak savunma anlaşması imzalamayı istiyor” ifadelerini kullandı.

Diğer oyuncular

Öte yandan siyasi uzman Nureddin el-Baba, Suriye'de Türkiye ile İsrail arasında tansiyonun düşeceğini ve öngörülebilir bir gelecekte bir çatışmaya dönüşmeyeceğini düşünüyor. Türkiye’nin Suriye'de askeri üsler kurmasının Türkiye ile İsrail arasında değil, Suriye ile Türkiye arasında bir anlaşmanın yapılmasını gerektirdiğini ifade eden Baba, “Temelde iki taraf arasında bir anlaşma imzalanana kadar iki taraf arasında bir çatışma yok ve her iki taraf da gelecekte çatışma niyetinde değil” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye ve İsrail arasında Türkiye'den daha fazla arabuluculuk yapabilecek taraflar olduğunu söyleyen Baba, bu tarafların kimler olduğunu söylemekten kaçındı.

Türk akademisyen ve siyasi uzman Tuşkan Tarık, Ankara ile Tel Aviv arasında olası çatışmaların önlenmesini ve Türkiye tarafından Suriye'nin orta kesimlerinde askeri üsler kurulmasını garanti altına alan bir anlaşma imzalanmasının mümkün olduğunu söyledi. Türkiye ve İsrail arasında Suriye konusunda koordinasyon olduğuna dikkat çeken Tarık, Türkiye'nin Suriye ve İsrail arasında arabulucu rolü oynayabileceğini belirtti.

Türkiye'nin Suriye dosyasındaki en önemli aktörlerden biri olduğu, Şam'ın Türkiye'nin ülkedeki rolünden memnuniyet duyduğu, Türkiye ile stratejik bir ittifak kurmak istediği konusunda hemfikir olan gözlemciler, Ankara ve Tel Aviv arasında doğrudan askeri bir çatışma olmayacağını ve silahların başaramadığını diplomatik yollarla başarabileceklerini vurguladılar.