Tunus rejimi çıkmazda

Zeynel Abidin bin Ali’ye karşı çıkan ayaklanmanın 10. yıldönümündeki Tunus siyasal sistemi krizde çıkamıyor

2011 yılının Ocak ayında Tunus'un eski lideri Zeynel Abidin bin Ali rejimine karşı düzenlenen gösterilerden bir kare (Reuters)
2011 yılının Ocak ayında Tunus'un eski lideri Zeynel Abidin bin Ali rejimine karşı düzenlenen gösterilerden bir kare (Reuters)
TT

Tunus rejimi çıkmazda

2011 yılının Ocak ayında Tunus'un eski lideri Zeynel Abidin bin Ali rejimine karşı düzenlenen gösterilerden bir kare (Reuters)
2011 yılının Ocak ayında Tunus'un eski lideri Zeynel Abidin bin Ali rejimine karşı düzenlenen gösterilerden bir kare (Reuters)

Tunus Parlamentosu uzun tartışmaların ardından 2021 Yılı Mali Kanunu’nu geçtiğimiz günlerde onayladı. Böylece Tunus siyasal ve anayasal boşluk “senaryosundan”, sendikalar ve muhalifler ile boğucu bir kriz yaşamaktan ve cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve yasama organı arasındaki ilişkilerde daha fazla gerginlik çıkmasından kaçınmış oldu. Ancak Zeynel Abidin bin Ali rejiminin devrilmesi ile sonuçlanan ayaklanmanın 10. yıldönümü için düzenlenen şölenlerde peş peşe gelen panik çığlıkları gibi ülke genelinde ekonomik ve toplumsal koşullara karşı grevler ve protestolar da arttı.
Aynı zamanda “eski rejimin” destekçilerinin ve bin Ali döneminin bakanlarının girişimleri peş peşe geldi ve o dönem ayaklanma çıkaran kişileri “dış güçlerin yardımıyla eski meşru otoritelere darbe yapmakla suçladıkları “Tunus devrimi ve Arap devrimlerine” karşı çeşitli eleştirilerde bulundular. Bu durum Tunus’un gidişatına, kızgın, işsiz, fakir ve dışlanmış gençlerin öfkesinin sonucuna ve “uluslararası belge”nin ve yabancı elçiliklerin artan etkisinin ışığında şu an yaşanan şiddetli krizin siyasi arenadaki yansımalarına dair pek çok soruyu gündeme getiriyor.
Son zamanlarda Tunus’ta yargı da dahil olmak üzere pek çok kesimi felç eden ayaklanma ve şiddet olayları dalgasına ilişkin değerlendirmeler farklılık gösteriyor. Bazıları bu dalgayı ekonomik ve sosyal zorluklara yorarken diğer bir kesim “devrim düşmanlarını” Tunus devrimi ve Arap devrimlerinin patlak vermesinin 10. yıl kutlamalarından faydalanarak bu dalgayı kışkırtmakla suçluyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Kays Said, Başbakan Hişam el-Meşişi, sendika ve parti liderleri ve bunları destekleyenler arasında "karşı-devrim" güçlerine ve “yurtiçi ile yurtdışındaki yolsuzluk ve tiranlık lobilerine” hizmet ederek “devleti çöküşün” eşiğine getirme ve “Tunus’un demokratik istisnasını tahrip etme” suçlamaları dönüp duruyor.
Ülkedeki ekonomi ve siyasi sahada karar alanlar arasındaki uçurum, devletin iflas etmesi ve bütçe açığının telafi edilemez bir boyuta ulaşma olasılığına ilişkin uyarıların ardından daha da büyüdü. Bu uyarılar son zamanlarda farklı şekillerde, parlamenterlerin yanı sıra Cumhurbaşkanı Said, Merkez Bankası Başkanı Mervan el-Abbasi, Sanayi, Ticaret ve El Sanatları Birliği (UTICA) Başkanı Samir Macul, Genel İşçi Sendikaları (UGTT) Genel Sekreteri Nureddin et-Tabubi ve Tunus Tarım ve Balıkçılık Sendikası (UTAP) Başkanı Abdulmecid ez-Zar’dan geldi.

Ayaklanmalar
Böyle bir atmosferde “Ocak ayı devrimini destekleyenler”, devrimin sonucunun her anlamda “felaket” olduğunu düşünen muhaliflerin artan sesleri arasında özellikle özgürlük alanında elde edilen “başarıları” övmeye devam ediyorlar. Aralarında bir dizi eski üst düzey yetkilinin de bulunduğu onlarca politikacı tarafından yakın bir zamanda başlatılan “Ulusal Bayrak” girişiminin sahiplerinin, eskiden bakan olarak görev yapmış olan milletvekili Mebruk Kurşid ve bin Ali döneminde Cumhurbaşkanlık Divanı Müdürü olarak görev yapmış olan Ahmed İyad el-Verdani liderliğindeki 2011 Ocak ayaklanmasından önce gördükleri şey bu. Bu eleştirel değerlendirme, aralarında uluslararası siyaset araştırmacısı Eymen el-Buganimi’nin de bulunduğu bağımsızlar tarafından derinlemesine inceleniyor. Buganimi yakın zamanda “neo-siyasi popülizm” ve bunun son yıllarda Tunus, Avrupa ve dünyadaki siyasal söylem üzerindeki gittikçe artan etkisine ilişkin bir kitap çıkardı.
Buganimi Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte Tunus ve Arap ülkelerindeki politikacıların, devrimleri, “devrimci düşünceyi” ve eski sistemlerle “uzaklaşma ve çatışma” mantığını savunma aşamasından kopmaları gerektiğini belirtti. Buganimi “En etkili ve en güvenilir yol, onlarca yıl önce birçok ülkede başarısızlığını kanıtlamış olan ve Tunuslu ve Arap seçkinlerin, on yıl önce yeniden benimsemeye kalktığı içi boş devrimci sloganlardan uzak, reform ve huzurlu bir demokratik değişim talebi yoluna girmek” dedi.
Aynı doğrultuda Tunus Ulusal Barolar Birliği Başkanı İbrahim Budırbale Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalarda “devrimcilik ve genel olarak ülkede, özellikle de yargı sektöründe rastgele çıkan karışıklıklar yüzünden toplumun ve devletin aldığı büyük zarara” karşı uyarıda bulundu. Ulusal Barolar Birliği Eski Başkanı ve Arap milliyetçilik akımının lideri el-Beşir es-Sayd daha da ileri giderek Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda Libya, Suriye ve Yemen gibi diğer ülkelerde “Arap Baharı” olarak adlandırılan olayarda olduğu gibi “Tunus’un şiddet ve iç savaş senaryolarına doğru kayabileceğine” dair uyarıda bulundu.

Kartaca Sarayı ve Fransız Büyükelçisi
Tunus’taki sosyo-politik ekonomik krizin belki de en önemli yeni unsuru, üç başkan (cumhuriyet, hükümet ve parlamento) arasındaki savaşa Fransız büyükelçisinin ve yabancı büyükelçilerin dahil olmasıydı. Sol kanattaki “Tunus Projesi Hareketi” Genel Sekreteri ve aynı zamanda eski bakan ve merhum Cumhurbaşkanı el-Beci Kaid es-Sibsi’nin siyasi danışmanı olan Muhsin Merzuk, aralarında baş danışman Nadiye Akaşa’nın da bulunduğu Cumhurbaşkanı Kays Said’e yakın olan isimleri Başbakan Hişam el-Meşişi’nin ve saraya yakınlığı ile bilinen Dışişleri Bakanı Osman el-Cerandi’nin “çalışmalarını sekteye uğratmakla” suçladı. Aynı zamanda Merzuk bu isimleri, Meşişi ve Cerandi ya da onları temsil eden birileri olmadan Kartaca Sarayı’nda Fransa'nın Tunus Büyükelçisi Andre Parant ve Fransız hükümetinin bir üyesiyle bir dizi toplantı yapmakla suçladı. Fransız Büyükelçisi bu suçlamaları çürütmek için resmi olarak bir bildiri yayınladı ancak Merzuk uzun bir bildiri ile suçlamalarını tekrar yöneltti. Merzuk görüşmenin detaylarını paylaşarak Dışişleri Bakanlığı’ndan ya da Tunus Başbakanlığı’ndan herhangi bir temsilci olmadan Kays Said’in Başdanışmanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Divanı Müdürü olan Akaşe’nin Fransız Büyükelçi Parant ve Dışişleri Bakanı ile toplu bir şekilde çekindiği fotoğrafı yayınladı. Daha sonra Nahda Hareketi Partisi’nin liderlerinden eski Dışişleri Bakanı Dr. Refik Abdusselam bu hikayeye arka çıkarak Kartaca Sarayı’nı (Cumhurbaşkanlığı konutu) Başbakan Hişam el-Meşişi’nin Paris’e yapacağı ilk resmi ziyaretinin arifesinde işlerini aksatmakla suçladı ve Meşişi’nin Roma’yı ziyaret etmesinin beklendiğine ancak bu ziyaretin ‘sağlık nedenleri dolayısıyla’ son dakikada ertelendiğine işaret etti.

“İhanet” suçlamaları
Buna ilaveten Refik Abdusselam Facebook’ta resmi hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşımında “Saray (yani Cumhurbaşkanı Said) Meşişi’nin Fransa ziyaretini engellemeye çalıştı. Etrafındakiler de aynı hedef doğrultusunda Kartaca ile iplerini sıkılaştırdı ve Dışişleri Bakanı telefonunu kapatarak ortadan kayboldu ve ziyaret bitene kadar işinin başına dönmedi” ifadelerini kullandı.
Ancak Kartaca Sarayı’na yakın olan isimler, Fransız hükümeti yetkilisinin, 2021 yılında Tunus’un güneyinde turistlerin uğrak noktası olan Cerbe adasında düzenlenmesi planlanan "Frankofon Ülkeleri Küresel Zirvesi’ne hazırlık” çerçevesinde Tunus’a geldiğini kaydetti. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Said dolaylı yoldan kendisine ve başdanışmanına Merzuk’un, Abdusselam’ın ve destekçilerinin yönelttiği suçlamaları eleştirerek “düşmanlarını” ihanet etmekle suçladı. Cumhurbaşkanı, Ordu Yüksek Konseyi’nin toplantısına başkanlık etmesi vesilesiyle halka hitaben yaptığı konuşmada üç kez “hain” kelimesini kullandı. Ancak geçtiğimiz günlerde Tunus ve bölgedeki “siyasi popülizm” hakkında bir kitap çıkaran siyasi ve hukuk bilimleri araştırmacısı Hamadi er-Radisi, Cumhurbaşkanı Said’in sözlerine katılmadığını ifade ederek Said ile Tunuslu bir grup siyasetçinin “seçkinleri ve siyaset ve medya alanındaki muhalifleri “hainlikle suçlayarak” ileri gittiklerini söyledi.
Eski Tunus Kültür Bakanı ve sosyolog el-Mehdi Mebruk, Cumhurbaşkanı Said’in  en az 10 ayrı etkinlikte isim vermeyip kanıt sunmadan muhaliflerini vatana ihanet ve komplo ile suçladığına dikkat çekti.
Her halükarda bu tartışma, medya araçlarında ve sosyal medyada Cumhurbaşkanlık Sarayı Başdanışmanı bakan Akaşe karşıtı politikalara dönüştü. Akaşe, Başbakan Hişam el-Meşişi’ye başbakanlık koltuğuna aday olduğundan beri büyük baskı yapmakla suçlandı. Bunun sebebi olarak da Meşişi’nin anayasa ve kanunda geçen maddelere aykırı bir şekilde başdanışmanın Cumhurbaşkanlığı adı altında kabinesine atanmaları için baskı yaptığı bazı bakanlara karşı çıkması gösteriliyor.

Mali yolsuzluk kartı
Bu esnada, Başbakan Hişam el-Meşişi bu kriz karşısında sessiz kaldı. Parlamento'da ise Meşişi hükümetine oy veren parti liderleri, kendisini ve Çevre ve Yerel İşler Bakanı ile ithalat ve gümrük sektörlerindeki bazı üst düzey yetkilileri kapsayan ve içlerinden bazılarının tutuklandığı “mali ve idari yolsuzlukla mücadele etmeye yönelik” geniş çaplı bir operasyona liderlik etmesini desteklerini duyurmaya başladı. Kartaca Sarayı, Meşişi hükümetini destekleyen parti koalisyonu tarafından Cumhurbaşkanı’na karşı bir cephe oluşturulduğuna yönelik işaretlere yanıt olarak Cumhurbaşkanı Said’in UGTT Genel Sekreteri Nureddin et-Tabubi ve Demokratik Akım Partisi'nin eski lideri bakan Muhammed Abu liderliğinde muhalifleriyle resepsiyonlar yaptığını duyurdu. Abu, geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanını destekleyici nitelikte bir dizi açıklamalarda bulunarak Nahda Hareketi ve Tunus’un Kalbi partilerinin liderlerini sert bir şekilde eleştirmiş, mali ve idari yolsuzluklarla suçlamış ve “devrim, değişim ve reform sürecinin başarısızlığından” kendilerini sorumlu tutmuştu. Aynı şekilde Abu iki partinin yönetiminde “yolsuzluk yapanların” tutuklanarak “cezaevine atılmasını” talep etmişti. Böylece gözlemciler Kartaca Sarayı ve Kasbah Sarayı (Başbakanlık) arasındaki yolsuzlukla mücadele kartının kullanılmasına yönelik mevcut rekabeti, eski Başbakan Yusuf eş-Şahid’in 2017 yılında merhum Cumhurbaşkanı el-Beci Kaid es-Sibsi, oğlu Hafız ve ikisine yakın bazı isimlere karşı verdiği savaşta tutuklanmaları çağrısında bulunduğu ve yolsuzlukla suçladığı bazı memur ve iş adamlarına karşı yürüttüğü kampanyaya benzetiyor.

Büyükelçiler, başbakanın tarafında
İlgili bir bağlamda Şarku’l Avsat’a demeç veren Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’ndan bazı kaynaklar Tunus'taki AB ülkelerinin büyükelçilerinin geçtiğimiz günlerde Başbakan Hişam el-Meşişi ve Parlamento Başkanı Raşid el-Gannuşi ile iletişime geçtiklerini ve hükümetlerinin Tunus ile ekonomik, siyasi ve güvenlik açısından ortaklıklarını güçlendirmeye hazır olduklarını bildirdiklerini ifade etti. İçlerinden bazılarının Parlamento Başkanı’nı ziyaret ettiği, kendisiyle açık çalışma toplantıları yaptığı ve desteklerini göstermek adına başbakan ile Kartaca kırsalındaki otellerden birinde iş yemeği düzenlediği öğrenildi.
Diğer taraftan Meşişi büyükelçilerin bu girişiminden övgüyle söz ederek Avrupa başkentleri tarafından memnuniyetle karşılanan açıklamalarda bulundu. Zira Başbakan, terör faaliyetlerine karışmakla suçlanan yasadışı göçmenlerin Avrupa'dan Tunus'a sınır dışı edilmesinin resmi bir şekilde onaylandığını duyurdu. Bu karar türünün ilk örneği sayılıyor.
Siyasi bilimler uzmanı ve Arap milliyetçisi düşünür Afif el-Buni Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte “ABD ve Avrupa ülkelerindeki üst düzey karar merciileri pek çok sebepten ötürü başbakan ve parlamento başkanı ile arasındaki mücadelede Cumhurbaşkanı Kays Said ve ekibini destekleyemez. Bu sebeplerin başında Tunus Devrimi ile Arap devrimlerini savunmaya devam etmelerinin yanı sıra Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme adımlarını savunan herkesi hainlikle suçlamaları geliyor” dedi.
Aynı noktada eski Ulusal Barolar Birliği Başkanı ve Arap milliyetçilik akımının lideri el-Beşir es-Sayd, Tunuslu yetkililere "işgalci İsrail yetkilileri ile Tunus arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi ve Tunus’ta tekrar bir İsrail ilişkileri ofisi açmayı” kabul etmelerine yönelik daha fazla dış baskı uygulamak için mevcut siyasi, ekonomik ve sosyal krizden faydanılacağı konusunda uyarıda bulundu.

“İkinci cumhuriyetin” ölümü
Ancak kıdemli siyasetçileri, “Ocak 2014 Anayasası”nın kabul edilmesinin ve başkanlık sisteminin yerini “parlamenter sistemin” almasının ardından doğan “ikinci cumhuriyetin ölümünü” ilan etmeye çağıran eski bakan Muhsin Merzuk’a göre kriz “daha derin” görünüyor. Merzuk, Tunuslu siyasetçileri “üçüncü cumhuriyeti” ilan etmeye ve otoriteler arasında yetkileri yeniden dağıtmaya çağırdı. Aynı zamanda hukuk uzmanı ve eski Yükseköğretim ve Adalet Bakanı Sadık Şaban, Cumhurbaşkanı Kays Said’e anayasayı düzenlemek ve kabul edilen siyasi sistemi parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçirmek amacıyla bir halk referandumu yapması çağrısında bulunarak “Tunus ve gelişmekte olan ülkelerin, yürütme otoritesini parlamento lehine olacak şekilde zayıflatan bir parlamenter sisteme henüz hazır olmadığı ortada” ifadelerini kullandı.
Bu tür öneriler eski Hukuk Fakültesi Dekanı es-Sadık Belaid ve Demokratik Akım Partisi’nin lideri eski bakan Muhammed Abu da dahil olmak üzere seçkin siyasetçiler tarafından desteklendi.
Bu kişiler cumhurbaşkanına, anayasanın “ülkenin yakın bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu” kabul eden ve “ordunun ülkeyi kurtarmaya dahil edilmesi” başta olmak üzere olağanüstü bir sürece geçilmesine izin veren 80. Maddesi’ni etkinleştirmeye çağırdılar. Ancak, “askerileşme” çağrılarına, iktidar koalisyonunda yer alan partilerin çoğunun yönetiminin yanı sıra Terörle Mücadele Ulusal Komitesi’nin eski başkanı Muhtar bin Nasr da dahil olmak üzere askeri kurumun bazı liderlerinden itiraz sesleri yükseldi. Bu çağrılara Savunma Bakanı İbrahim el-Bertaci de karşı çıkarak parlamento önünde yaptığı bir konuşmada “Tunus ordusunun tarafsız olduğunu ve siyasi çatışmalara taraf olmadığını” söyledi.
Son olarak Özgür Anayasa Partisi Başkanı Abir Musa ve Bakan Ahmed İyad el-Verdani de dahil olmak üzere önceki rejime bağlı bir dizi siyasetçi, “ülkeyi ekonomik ve toplumsal krizlerin pençesinden kurtaracak ve ülkedeki genel çıkmaza ve siyasi arenada siyasal islamcı güçlerin ve grupların (İhvan) hegemonyasına son verecek” ulusal bir siyasi cephe oluşturarak 10 yıldır peş peşe gelen siyasetçilerin ve hükümetlerin “hatalarına” karşılık vermeye çağırdı.

Tunus’taki büyükelçilerin rolünün uzun hikayesi
Yabancı büyükelçiler ve konsoloslar, 18. yüzyıldan beri Tunus’un işlerinde önemli bir rol oynadı. Rolleri, yetkililere finansal kredilere ulaşım kolaylığı sağlamaktan, etkisizleştirici siyasi koşullar dayatmaya kadar değişiyordu. Bunların sonuncusu bakanların ve hükümet başkanlarının değişmesi oldu. Aynı şey 1881 yılının Mayıs ayında da olmuştu. Fransa’nın Tunus’u işgal etmesine sayılı günler kala kral “yolsuzlukla” suçlanan bazı bakanların yetkilerini elinden almaya mecbur kalmış ve daha sonra da birikmiş borçlarını ödeyemeyeceği gerekçesiyle krallığın Fransız himayesi altına girmesine yol açan bir anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştı.
Tunus'un 1956'da Fransa'dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından başta Fransa, ABD ve Cezayir olmak üzere bazı büyükelçiler, cumhurbaşkanlığı ve başkanlık saraylarının yanı sıra Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı’nın kararlarında önemli bir rol oynadılar. Bu iki cumhurbaşkanının, Habib Burgiba ve Zeynel Abidin bin Ali’nin, “yeşil ışık” yakmasıyla oldu.
Daha sonra Ocak 2011 devriminin ardından Tunus’taki ABD, Almanya ve İngiltere büyükelçiliklerinin rolü arttı. Bu da diplomatlarının ve çalışanlarının sayısını iki katına çıkarmış oldu. Aynı şekilde Almanya büyükelçiliğinin siyasi rolü de arttı. Zira son on yılda Tunus'taki “demokratik geçiş” sürecine en büyük mali ve lojistik desteği Alman yetkililer sağladı.
Ardından, Tunus’un 2013 yılında yaşadığı boğucu siyasi kriz sırasında Almanya ve Fransa büyükelçilikleri ve AB Komisyonu, Nahda Hareketi liderlerinden Ali el-Ureyd başkanlığındaki “Troyka hükümeti”nin istifasının ardından hükümete başkanlık etmesi için dönemin Sanayi Bakanı el-Mehdi Cuma’nın seçilmesinde büyük bir rol oynadı. Nitekim, o dönemde gazeteler Almanya büyükelçisiyle Mehdi Cuma’nın başkent Tunus’un dışında ünlü bir et ızgara lokantasında öğle yemeği yedikleri sırada çekilmiş fotoğraflarını yayınlamıştı. O sıralarda medya, siyasi krizi sona erdirmeyi ve “daha önce Almanya ve Fransa merkezli kurumlarında mühendis olarak çalışmış teknokratik bir başbakan” seçmeyi başaran “ızgara diplomasisinden” söz etmişti.
Bu ve en sonki AB büyükelçileri, özellikle de geçtiğimiz yıllarda Tunus'taki “gayri resmi koordinasyon ve danışma mekanizması”, Mehdi Cuma’nın 2014 yılında hükümeti kurmakla görevlendirilmesine katkıda bulunmuştu. Ardından da 2016 yılının ortaları ile 2020’nin başları arasında “istikrarı sağlama” gerekçesiyle Yusuf eş-Şahid hükümetini desteklemeye katkıda bulunmuştu.



İsrail, Hamursuz Bayramı nedeniyle El Halil'deki İbrahim Camisi'ni Müslümanlara kapattı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İsrail, Hamursuz Bayramı nedeniyle El Halil'deki İbrahim Camisi'ni Müslümanlara kapattı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

İsrail, işgal altındaki Batı Şeria'nın El Halil kentinde bulunan Harem-i İbrahim Camisi'ne iki gün (çarşamba-perşembe) süreyle Müslümanların girişini yasakladı.

Harem-i İbrahim Camisi Vakfı Müdürü Mutez Ebu Suneyne, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "İşgalci İsrail makamları, Hamursuz (Pesah) Bayramı nedeniyle Harem-i İbrahim Camisi'ni bugün ve yarın kapattı." dedi.

Ebu Suneyne, İsrail'in Harem-i İbrahim Camisi'ni Müslümanların girişine kapattıktan sonra tüm bölümlerini Yahudilere açtığını söyledi.

Yahudilerin 22 Nisan'da başlayan Hamursuz Bayramı, 30 Nisan akşamına kadar devam edecek.

Hamursuz Bayramı dolayısıyla fanatik Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya baskınlarının da artması bekleniyor.

- Harem-i İbrahim Camisi'ne yönelik ihlaller

İşgal altındaki Doğu Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'nın çevresi kabul edilen El Halil kentindeki Harem-i İbrahim, Mekke'deki Mescid-i Haram ve Medine'deki Mescid-i Nebevi ile Mescid-i Aksa'dan sonra en kutsal dördüncü cami olarak değerlendiriliyor.

İsrail'in 1967'den beri işgal altında tuttuğu Batı Şeria'da bulunan cami, 25 Şubat 1994'te sabah namazını kılan Müslümanların üzerine ateş açan Yahudi bir fanatiğin eyleminden sonra kapatılmış ve açıldığında da yarısından fazlası Yahudilere tahsis edilmiş şekilde bölünmüştü.

İsrail, zaman ve mekânsal olarak böldüğü camiyi her yıl 10 gün boyunca (farklı bayramlarda) Müslümanlara tamamen kapatıyor ve Yahudilere tahsis ediyor.


Hırsızlık ve gasp çeteleri Beyrut Havalimanı yolundan geçenlere korku saçıyor

Lübnan Cumhurbaşkanı Necib Mikati ve İçişleri Bakanı Bessam Mevlevi dün (salı) Beyrut Havalimanı'nda incelemelerde bulundu. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Necib Mikati ve İçişleri Bakanı Bessam Mevlevi dün (salı) Beyrut Havalimanı'nda incelemelerde bulundu. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)
TT

Hırsızlık ve gasp çeteleri Beyrut Havalimanı yolundan geçenlere korku saçıyor

Lübnan Cumhurbaşkanı Necib Mikati ve İçişleri Bakanı Bessam Mevlevi dün (salı) Beyrut Havalimanı'nda incelemelerde bulundu. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Necib Mikati ve İçişleri Bakanı Bessam Mevlevi dün (salı) Beyrut Havalimanı'nda incelemelerde bulundu. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)

Refik Hariri Uluslararası Havalimanı'nı başkent Beyrut'a ve diğer bölgelere bağlayan yol, silahlı soygun ve gasp çetelerinin cirit attığı terör yuvalarına dönüştü. Yoldan geçen onlarca kişi, insanların canına zarar vermekten çekinmeyen kanun kaçaklarının kurbanı oldu.

Havaalanı yolunu aylardır kâbusa çeviren kanunsuzluğun ardından güvenlik güçleri, çetelerin izini sürmek üzere harekete geçti. Güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlar sonucu, Beyrut'un güney banliyöleri ile Bekaa Vadisi'ndeki çeşitli mahallelerde Lübnanlı ve Suriyeli bazı çete üyeleri gözaltına alındı.

Söz konusu dosyanın takipçileri, güvenlik güçlerinin geç kalınmış hamlesini ‘Hizbullah'ın yeşil ışık yakmasına’ bağlayarak, bu çetelerin ‘Hizbullah için büyük bir yük haline geldiğini ve her operasyondan sonra çete üyelerinin güney banliyölerinin derinliklerine kaçıp ertesi gün faaliyetlerine devam ettiklerini’ belirttiler.

Çeteler operasyonlarını gerçekleştirmek için her zaman ‘doğru zaman ve yeri’ seçiyor; kurbanlarını seçmek için gece geç saatleri ya da şafağın erken saatlerini bekliyor ve ister havaalanından geliyor ister havaalanına gidiyor olsun onlara saldırıyor.

Şarku’l Avsat’a konuşan bir güvenlik kaynağı “çete üyelerinin kurbanları tehdit etmek, üzerlerindeki eşyaları almak ya da arabalarını çalmak için her zaman silah taşıdıklarını” ifade etti. Faillerin ‘trafiğin yoğun olmadığı zamanları seçtiklerini ve kavşaklardaki noktalarda konumlandıklarını, böylece operasyonlarını gerçekleştirdikten sonra kaçmalarının kolay olduğunu’ belirten kaynak, ‘güvenlik raporlarının bu yılın başından beri 30'dan fazla vaka kaydettiğini’ ifade etti.

Kaynak, çetelerin ‘güvenlik güçlerinin ekonomik kriz öncesinde olduğu gibi 24 saat devriye gezmemesi nedeniyle, havaalanı yolundaki güvenlik varlığının azalmasından faydalandıklarını’ ifade etti.

Riskli havaalanı yolu artık soygunlar ve silahlı saldırılarla sınırlı kalmayıp, gece karanlığında bölgeden geçmekten kaçınan vatandaşlar arasında korkuya neden olan bir kanunsuzluk alanı haline geldi.

Güvenlik uzmanı emekli Tuğgeneral Naci Melaib, “Havaalanı yolunda yaşananlar, Lübnan'da bazılarının talep ettiği öz güvenliğin kaçınılmaz bir sonucudur” dedi. Melaib, Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte “Hizbullah güney banliyölerini devletin otoritesi dışında bir güvenlik noktasına dönüştürdüğünde, burası kanun kaçakları için sığınak haline geldi. Hizbullah bu operasyonları desteklemiyor olabilir, ancak faillere sığınak sağlamasaydı bu tür operasyonları gerçekleştirmeye cesaret edemezlerdi. Çünkü güvenlik güçleri onları tutuklayabilirdi. Daha önce Filistin kampları kanun kaçakları için bir sığınak haline geldiğinde de böyle olmuştu” ifadelerini kullandı.

Çetelerin son soygunu, geçtiğimiz mart ayı sonlarında havaalanı yolu tünelinde bir taksi şoförünün ölümüyle sonuçlandı. Bir görgü tanığı, bir arabadaki silahlı adamların taksi şoförünü tünelde kovaladığını, doğrudan ateş ederek taksinin tünel duvarına çarpıp durmasına neden olduklarını ve ardından da onu soyarak Beyrut'un güneyindeki Haldeh bölgesine doğru ilerlediklerini bildirdi. Kısa süre önce paylaşılan bir videoda da silahlı gençlerin aynı bölgede motosikletli bir adamı soymak için kovaladıkları görülüyordu.

Hizbullah atmosferini bilen bir kaynak, Hizbullah’ın söz konusu suçların faillerini koruduğu yönündeki suçlamaları reddederek, Hizbullah’ın ‘silahlı soygun ve hırsızlık olgusundan en çok etkilenen taraflardan biri’ olduğunu söyledi. Kaynak, Hizbullah’ın bu kişiler için herhangi bir koruma sağladığını reddederek, Hizbullah’ın ‘çetelerin saklandıkları yerlere ulaşmak ve üyelerini gözaltına almak için sahip olduğu imkân ve bilgileri her zaman paylaştığını’ açıkladı.

Kaynak, “Bir yanda güvenlik güçleri ve Hizbullah, diğer yanda güvenlik güçleri ve güney banliyölerdeki belediye zabıtaları arasında iş birliği var. Bunlar gözetleme devriyeleri yapmak, hırsızlıkla mücadele etmek ve aranan kişileri devlete teslim etmek için çalışıyor” dedi. Kaynak ayrıca, ‘havaalanı yolunda göze çarpan ve korkutucu görünen olgunun bu bölge ile sınırlı olmadığını, özellikle ekonomik krizin korkutucu bir şekilde yayılmasına ve çetelerin suçlarını utanmazca işlemesine neden olduğu için çoğu bölgede mevcut olduğunu’ vurguladı.


İsrail'in Gazze'ye gece boyu düzenlediği saldırılarda çok sayıda Filistinli öldü

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İsrail'in Gazze'ye gece boyu düzenlediği saldırılarda çok sayıda Filistinli öldü

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

İsrail ordusunun, işgal ve abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'ne geceden bu yana düzenlediği saldırılarda çok sayıda kişi öldü, onlarca kişi de yaralandı.

Filistin resmi haber ajansı WAFA'ya göre, İsrail ordusunun, saldırı ve işgalin 201. gününde Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yer alan Nuseyrat Mülteci Kampı'ndaki Ebu Arban Okulu çevresine düzenlediği hava saldırısında 3 Filistinli hayatını kaybetti.

İsrail ordusu, Nuseyrat Mülteci Kampı'nın kuzeyindeki El-Cedid Kampı çevresini hava saldırısı ve top atışlarıyla vurdu.

Gazze kentinin Ez-Zeytun, Şucaiyye, Tuffah, Ed-Durc, Tel el-Hava, ve Er-Rimal mahallelerine düzenlenen İsrail saldırılarında birçok kişi hayatını kaybederken, çok sayıda kişi de yaralandı.

Gazze Şeridi'nin kuzey bölgelerindeki Beyt Lahya ile Beyt Hanun beldelerini de tank ve top atışlarıyla vuran İsrail ordusunun saldırısında çok sayıda Filistinli yaralandı.

İsrail ordusu ayrıca Gazze Şeridi'nin orta ve güney bölgelerindeki bazı yerleşim alanlarını sabaha kadar savaş uçaklarıyla bombaladı.

İsrail ordusunun 201 gündür sivil yerleşim yerleri, hastane, okul ve yerinden edilmiş Filistinlilerin sığındığı barınakları da hedef alan saldırılarını sürdürmesinin yanı sıra insani yardımların girişini engellemesi nedeniyle yaklaşık 2,3 milyon nüfuslu Gazze Şeridi'nde büyük bir insani felaket yaşanıyor.

Başta BM'ye ait kuruluşlar olmak üzere uluslararası çevreler, çoğu hastanenin hizmet dışı kaldığı, tıbbi malzeme eksikliğinin yaşandığı, açlık, susuzluk ve hijyen malzemeleri eksikliğinin tetiklediği hastalıklar nedeniyle Gazze'de ateşkes ilan edilmesi ve bölgeye insani yardımların girişinin artırılması çağrısında bulunuyor.

BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) Genel Komiseri Philippe Lazzarini, Gazze'de öldürülen çocuk sayısının son 4 yılda dünya genelinde yaşanan savaşlarda öldürülen çocukların sayısının toplamından fazla olduğunu açıklamış, "Bu çocuklar üzerinde yürütülen bir savaş. Çocukların gelecekleri üzerine yürütülen bir savaş." ifadesini kullanmıştı.

Gazze'deki Sağlık Bakanlığı, dün yaptığı açıklamada, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 14 bin 685’i çocuk, 9 bin 670'i kadın olmak üzere 34 bin 183 kişinin öldürüldüğünü, 77 bin 143 kişinin yaralandığını duyurmuştu.


Gazze: Kara operasyonunun başlamasından beri öldürülen İsrail askeri sayısı 261 kişi

İsrail ordusunun Gazze'deki operasyonlarının bir kısmı (AFP)
İsrail ordusunun Gazze'deki operasyonlarının bir kısmı (AFP)
TT

Gazze: Kara operasyonunun başlamasından beri öldürülen İsrail askeri sayısı 261 kişi

İsrail ordusunun Gazze'deki operasyonlarının bir kısmı (AFP)
İsrail ordusunun Gazze'deki operasyonlarının bir kısmı (AFP)

Times of Israel gazetesi İsrail ordusuna dayandırdığı dünkü (Salı) pazartesi günü kuzey Gazze Şeridi'nde bir askerin öldürüldüğünü bildirdi.

Arap Dünyası Haber Ajansı'nın haberine göre gazete, ölen askerin 43 yaşındaki Salem Al-Kreishat olduğunu açıkladı.

Son ölümle birlikte Gazze Şeridi'ndeki kara askeri operasyonunun başlamasından bu yana İsrail ordusunda ölenlerin sayısını 261 kişiye çıktı.


İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat kampına düzenlediği bombalı saldırıda 4 kişi öldü

İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat'ın kuzeyini bombalamasının ardından yükselen dumanlar (AFP)
İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat'ın kuzeyini bombalamasının ardından yükselen dumanlar (AFP)
TT

İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat kampına düzenlediği bombalı saldırıda 4 kişi öldü

İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat'ın kuzeyini bombalamasının ardından yükselen dumanlar (AFP)
İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat'ın kuzeyini bombalamasının ardından yükselen dumanlar (AFP)

Filistin'in Sesi Radyosu dün (Salı) İsrail'in Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat kampını bombalaması sonucu dört kişinin öldüğünü duyurdu.

Gazze Şeridi Sağlık Bakanlığı, 7 Ekim'de başlayan İsrail savaşı sonucunda ölü sayısının 34 bin 183'e, yaralı sayısının ise 77 bin 143'e yükseldiğini açıkladı.

Bakanlık, savaşın 200. gününe ulaştığı son 24 saatte İsrail ordusunun 32 Filistinliyi öldürdüğünü, 59 Filistinliyi de yaraladığını belirtti.


BM Gazze'deki ‘toplu mezarlar’ nedeniyle alarma geçti

Filistin Sivil Savunma Kurumu görevlileri Gazze'deki Nasır Tıp Kompleksi'nde toplu mezarlardan çıkarılan cesetleri taşıyor. (DPA)
Filistin Sivil Savunma Kurumu görevlileri Gazze'deki Nasır Tıp Kompleksi'nde toplu mezarlardan çıkarılan cesetleri taşıyor. (DPA)
TT

BM Gazze'deki ‘toplu mezarlar’ nedeniyle alarma geçti

Filistin Sivil Savunma Kurumu görevlileri Gazze'deki Nasır Tıp Kompleksi'nde toplu mezarlardan çıkarılan cesetleri taşıyor. (DPA)
Filistin Sivil Savunma Kurumu görevlileri Gazze'deki Nasır Tıp Kompleksi'nde toplu mezarlardan çıkarılan cesetleri taşıyor. (DPA)

İsrail dün (Salı) Gazze Şeridi'nde son haftaların en ağır bombardımanlarından birini gerçekleştirirken, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'ndeki Nasır ve Şifa hastanelerinin yıkılması ve yüzlerce cesedin bulunduğu ‘toplu mezar’ raporları karşısında ‘dehşete düştüğünü’ söyledi.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği dün, Gazze'de bulunan ‘toplu mezarlar’ ile ilgili olarak uluslararası bir soruşturma başlatılması çağrısında bulundu.

Suudi Arabistan, İsrail işgal güçlerini ‘Gazze Şeridi'nde iğrenç savaş suçları işlemeye devam ettiği ve son olarak Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta Nasır Tıp Kompleksi'nde toplu mezarlar bulunduğu’ için kınadığını ifade etti.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, “Uluslararası toplumun İsrail işgalinin uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmesine yönelik hesap verebilirlik mekanizmalarını harekete geçirmemesi, sadece daha fazla ihlalle sonuçlanacak, insani trajedileri ve yıkımı arttıracaktır” denildi.

Bakanlık, ‘uluslararası toplumun, İsrail işgalinin Gazze Şeridi'ndeki sivillere yönelik saldırılarını durdurma ve işlediği katliamlardan sorumlu tutma sorumluluğunu üstlenmesi’ talebini yineledi.

Gazze savaşının başlamasının 200’üncü gününde İsrail, ordunun daha önce kuvvetlerini çektiği Gazze Şeridi'nin kuzeyini bombaladı. Şarku’l Avsat’ın bölge sakinleri ve Hamas’a bağlı medya kuruluşlarından edindiği bilgilere göre ‘İsrail ordusuna ait tanklar salı gecesi Gazze Şeridi'nin kuzey ucundaki Beyt Hanun'un doğusuna tekrar girdi, ancak şehrin içine kadar ilerlemedi. Ateş, yerinden edilmiş insanların barındığı bazı okullara kadar ulaştı.’

İsrail'de devlet daireleri ve işyerleri Hamursuz (Fısıh) Bayramı nedeniyle kapalıydı. Sirenler güney sınır kasabalarında roket ateşi uyarısında bulundu, ancak herhangi bir can kaybı rapor edilmedi.

İslami Cihad Hareketi’nin silahlı kanadı, Sderot ve Kibbutz Nir Amir'e yönelik roket saldırılarının sorumluluğunu üstlenerek, savaşçılarının Gazze Şeridi'nin büyük bölümünü dümdüz eden ve 2,3 milyon kişinin neredeyse tamamını yerinden eden savaştan yaklaşık 200 gün sonra, halen roket atabildiğini gösterdi.

Gazze Şeridi’nin başka bir yerinde, tankların bölgeyi bombalamasının ardından güneydeki Han Yunus'un doğusu bombalanırken, orta bölgede Nuseyrat Mülteci Kampı’nda gece boyunca vurulan bir evden dört ceset çıkarıldı.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, Gazze'ye yönelik yeni bombardımanı kınayarak, bombardımanda çoğunlukla kadın ve çocukların öldüğünü söyledi. Türk, İsrail'e Refah'a yönelik planladığı saldırıya devam etmemesi yönündeki uyarısını yineleyerek, bunun ‘daha iğrenç suçlara’ yol açabileceğini ifade etti.

Gazze'nin güneyindeki ana sağlık tesisi olan Nasır Tıp Kompleksi'ndeki yetkililer, bölgede bulunan en az üç toplu mezardan biri olduğunu söyledikleri yerden 35 ceset daha çıkardı ve bir hafta içinde burada bulunan toplam ceset sayısı 310'a ulaştı.

Filistinliler, İsrail güçlerinin suçlarını gizlemek için cesetleri buldozerlerle gömdüğünü söylüyor. İsrail ordusu ise güçlerinin alandaki cesetleri çıkardığını ve aralarında esir olmadığından emin olmak için inceledikten sonra yeniden gömdüğünü söyledi.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, dün Gazze Şeridi'ndeki Şifa ve Nasır yerleşkelerinde bulunan toplu mezarlarla ilgili uluslararası soruşturma açılması çağrısında bulunarak, ‘cezasızlık iklimine’ karşı bağımsız hareket edilmesi gerektiğini vurguladı.

Türk, Gazze'deki en büyük hastane olan Şifa yerleşkesinin ve Gazze'deki ikinci büyük hastane merkezi olan Han Yunus'taki Nasır Tıp Kompleksi'nin yıkılmasını ‘dehşet verici’ olarak nitelendirdi. Volker Türk yaptığı açıklamada, söz konusu ölümlerle ilgili ‘bağımsız, etkili ve şeffaf soruşturmalar’ yapılması gerektiğini vurguladı.


Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Ebu Rudeyne: Washington onlarca yıldır bizi kandırıyor

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne (WAFA)
Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne (WAFA)
TT

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Ebu Rudeyne: Washington onlarca yıldır bizi kandırıyor

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne (WAFA)
Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne (WAFA)

Halil Musa

Filistin Enformasyon Bakanı ve Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, Washington'ın İsrail'e Gazze Şeridi’ndeki savaşını durdurması için baskı yapmak yerine, onu askeri olarak desteklemek için milyarlarca dolar ayırdığını ve Filistin'in Birleşmiş Milletler'e (BM) tam üye olmasını engellemek için veto hakkını kullandığını söyledi.

ABD yönetimi, geçtiğimiz hafta BM'de Filistin'in tam üyeliğini öngören BM Güvenlik Konseyi (BMGK) kararını veto oyu kullanarak engelledi. Bunun üzerine Filistin Devlet Başkanlığı, ABD yönetiminin bağımsız bir Filistin devleti kurulması konusunda ‘yanıltıcı ve aldatıcı’ olarak nitelediği vaadinden duyduğu öfkeyi dile getirdi.

Ancak Filistin Yönetimi, ABD'nin tutumuna olan öfkesini, ilişkilerin yeniden değerlendirileceğini ve buna 27 Nisan'da Riyad'da yapılması planlanan Kudüs konulu Altılı Arap Dışişleri Bakanları Komitesi’nin toplantısında yanıt verileceğini açıklamak dışında herhangi bir tedbire dönüştürmedi.

Independent Arabia, Filistinlilerin ‘Mukataa’ olarak adlandırdığı Ramallah'taki Filistin Yönetimi merkezinde, merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat döneminden ve 1994 yılında Filistin Yönetimi'nin kurulmasından bu yana görevini sürdüren Filistin Enformasyon Bakanı ve Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ile bir araya geldi.

Ramallah'taki Mukataa Kompleksi, Filistin Yönetimi kurulup devlet başkanlığı konutu olarak kullanılmaya başlamadan önce, 1948 yılına kadar Filistin Mandası döneminde bir İngiliz hapishanesi, daha sonra Ürdün yönetimi sırasında bir hükümet merkezi ve 1967 yılında İsrail’in Batı Şeria’yı işgalinden sonra buraya atanan İsrailli askeri valinin makam binası olarak kullanıldı.

Filistin Enformasyon Bakanı ve Devlet Başkanlığı Sözcüsü Ebu Rudeyne, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına ilişkin açıklamalar yaparak Filistinlileri umutlandırdıktan sonra onları ‘kandırdığını’ ve ardından da BMGK’da Filistin’in BM’ye tam üyeliğini öngören karar taslağını veto ederek, geçmesini engellediğini söyledi.

 Sözler veriliyor ama eyleme geçilmiyor

Ebu Rudeyne’ye göre Başkan Biden, göreve başlamasından bu yana Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a bir önceki Başkan Donald Trump'tan farklı bir yaklaşımı olduğunu, iki devletli çözümü desteklediğini, yasadışı yerleşim birimleri inşasını reddettiğini ve Kudüs'teki tarihi statünün korunmasından yana olduğunu ifade ediyor.

Ancak bu söylemlerin eyleme dönüşmediğini belirten Ebu Rudeyne, Washington'ın ‘Tel Aviv'e istediğini dayatamayacağı’ görüşüne karşı çıktı. Filistinli yetkili, bunun kanıtı olarak da geçtiğimiz aylarda bölgeye gelen ABD uçak gemileri olmasaydı, Ortadoğu'daki denklemin daha farklı olabileceğini söyledi.

ABD'nin ‘utanç verici’ olarak nitelediği tutumunu değerlendirmek ve uygun kararı almak için Filistin ve Arap ülkeleri arasında toplantılar yapılacağını açıklayan Ebu Rudeyne, kararda BM Genel Kurulu'na gidilmesinin yanı sıra, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) Filistin için harekete geçirilmesi gibi birtakım önemlerin yer alabileceğini kaydetti.

Filistinli yetkilinin açıkladığına göre söz konusu toplantılar arasında Filistin, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) yer aldığı Altılı Arap Dışişleri Bakanları Komitesi’nin 27 Nisan’da Riyad'da yapılması planlanan Kudüs konulu toplantısı ve ertesi gün ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile yapacağı bir başka toplantı bulunuyor.

Altılı Arap Dışişleri Bakanları Komitesi, geçtiğimiz aylarda, İsrail’in Gazze Şeridi'ndeki savaşına ve sonrasına ilişkin Filistin ve Arap ülkeleri arasında ortak bir tutum belirlemek ve bu tutumu Washington'a sunmak üzere toplantılar gerçekleştirdi.

Arap ülkelerinin ortak tutumu, uluslararası hukuka, adres olarak Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ), savaşın durdurulmasına ve Arap Barış Girişimi'ne dayanıyor.

Ancak Ebu Rudeyne, ABD yönetiminin ne İsrail’in Gazze'de yürüttüğü soykırım savaşını durdurmak ne de İsrail’i Filistin’e ait fonları Filistin Yönetimi’ne teslim etmeye zorlamak için somut bir adım attığını vurguladı.

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü, Washington'ın, ‘İsrail'in Filistin fonlarına el koyması ve mali ithalatının sadece üçte birinin devam etmesi’ nedeniyle, çalışanlarının maaşlarını ödeyemeyen Filistin Yönetimi'ni güçlendirmekten bahsetmesi karşısında şaşkınlık duyduğunu ifade etti.

ABD yönetiminin Filistinlilerden teknokratlardan oluşan bir hükümet kurmalarını istediğini, onların da bunu yaptığını söyleyen Ebu Rudeyne, “Ancak şimdiye kadar ne ABD’nin ne de İsrail'in tutumunda bir değişiklik oldu. Hem Filistin fonları alıkonulma hem de yerleşimcilerin saldırıları devam etti” ifadelerini kullandı.

ABD yönetiminin, Filistin Yönetimi'nden kurumlarında reformlar yapmasını talep etmesiyle ilgili olarak ise Ebu Rudeyne, “Bu talebin amacı kandırmak, yanıltmak ve oyalamak. Bu reformların takibi 20 yıl sürebilir” diye konuştu.

Ebu Rudeyne, ABD yönetiminin onlarca yıldır olumlu sözler vermesine karşı bu sözleri uygulamaya geçirmeyen tutumundan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Filistinli yetkili, ‘Washington’ın İsrail'e savaşını durdurması için baskı yapmak yerine, onu askeri olarak desteklemek için milyarlarca dolar ayırdığını ve Filistin'in BM'ye tam üye olmasını engellemek için veto hakkını kullandığı’ vurguladı.

ABD Temsilciler Meclisi'nin Tel Aviv'e milyarlarca dolarlık yardım paketini onaylamasını İsrail'e savaşı sürdürmesi ve Irak, Suriye ve Yemen'e düzenlediği saldırılar da dahil olmak üzere bölgede istediğini yapması için yakılan ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi.

Bunu Washington için ‘stratejik bir hata’ olarak gören Ebu Rudeyne, “Washington, istikrarsızlığın devam etmesini istiyor ve tüm Araplara düşmanca yaklaşıyor” yorumunda bulundu.

“Biraz umut verin!” çağrısı

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü, Filistin Devletini henüz tanımamış olan ülkelere ‘Filistinlilere biraz umut vermek için’ Filistin Devleti’ni tanımaları çağrısında bulundu.

İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşı için belirttiği hedefler hakkında ise İsrail’in sadece sivilleri öldürülmeyi, evleri ve altyapıyı yıkmayı başardığını söyleyen Ebu Rudeyne, “Bu gülünç bir başarıdır” dedi.

Başbakan Muhammed Mustafa başkanlığındaki Filistin hükümetinin Gazze Şeridi'nde faaliyet gösterebilmesi için Hamas Hareketi ile bir anlaşmaya varılması gerektiğini ifade eden Ebu Rudeyne, Gazze Şeridi'nin şu an ne Hamas ne İsrail ne de Filistin Yönetimi tarafından kontrol edildiğine dikkati çekti.

yjy6
Ramallah'taki Filistin Devlet Başkanlığı (Independent Arabia)

Ebu Rudeyne, FKÖ'nün bir kolu olduğunu söylediği Filistin Yönetimi’nin, Filistinlilerin tek meşru temsilcisi, Batı Şeria’nın ve Gazze Şeridi’nin işlerini tek bir coğrafi ve siyasi birim olarak yönetmekle sorumlu olduğunun altını çizdi.

Filistinli yetkili, tüm dünyanın ‘İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’yi Batı Şeria’dan ayırma stratejisini destekleyerek yanlış bir yolda ilerlediğini anladıktan sonra’ Gazze’deki görevlerini yerine getirmesi için Filistin Yönetimi’ni desteklediğini vurguladı.

Ebu Rudeyne’ye göre Filistin Yönetimi'nin Gazze'de yönetimi yeniden ele almasını engellemekle ve Gazze'yi Batı Şeria'dan ayrı tutmakla, Filistin davasının parçalanmış halde kalması amaçlanıyor.

Washington'ın İsrail'in bu stratejiyi uygulamasına izin verdiğini ve birçok tarafı da bunu uygulamaya zorladığını söyleyen Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü, Filistin Yönetimi'nin, savaşın durması ve İsrail'in Gazze Şeridi'nin tamamından çekilmesi şartıyla, Gazze Şeridi'nde yönetimin sorumluluğunu yeniden almaya hazır olduğunu vurguladı. Rudeyne, “İsrail’le Gazze Şeridi’nin belli bir kısmı üzerinde anlaşma yapmayacağız” şeklinde konuştu.

Filistin Devlet Başkanlığı Hamas Hareketi’ne FKÖ'ye katılmadan önce uluslararası hukuku, barışçıl direnişi ve 1967 sınırlarında, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını tanıyan FKÖ politikalarını benimsemesi çağrısında bulundu.

Hamas'ın Filistinli bir grup olduğunu, ancak Müslüman Kardeşler'in (İhvan-ı Müslimin) bir uzantısı olduğu için kararlarının bağımsız olmadığını, FKÖ’nün ise ‘gelecekteki ulusal karar için kurulduğunu’ belirten Ebu Rudeyne, “Kim bizimle bu temelde anlaşma yapmak isterse biz buna açığız. Bunu reddeden her kim olursa olsun Filistin, Arap ülkeleri ve uluslararası meşruiyetin dışındadır” ifadelerini kullandı.

İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah’a kara saldırısı başlatmasına karşı uyaran Ebu Rudeyne, böyle bir adımın insanları Mısır’ın Sina Yarımadası’na iteceğini, bunun ise Filistinliler için başka bir felaketi doğuracağını ve dengelerin tüm tarafların aleyhine tersine döneceğini belirtti.

 


İsrail, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te son 200 günde 8 bin 430 Filistinliyi gözaltına aldı

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
TT

İsrail, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te son 200 günde 8 bin 430 Filistinliyi gözaltına aldı

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA

İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 7 Ekim'den bu yana ihlallerini artıran İsrail'in, son 200 günde bu bölgelerde en az 8 bin 430 kişiyi gözaltına aldığı bildirildi.

İsrail güçleri, Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarını 200. gününde devam ederken, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki baskın ve gözaltılarını da sürdürüyor.

Filistin Esirler Kulübünden yapılan yazılı açıklamada, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 7 Ekim'den bu yana ihlallerini artıran İsrail'in, son 200 günde en az 8 bin 430 kişiyi gözaltına aldığı ifade edildi.

Gözaltına alınanların 280'inin kadın, 540'ının çocuk olduğu bilgisi verilen açıklamada, son 200 günde gözaltına alınanların toplam sayısının, hem bu sürede gözaltına alınıp tutukluluğu devam eden hem de serbest bırakılanları kapsadığı kaydedildi.

Açıklamada ayrıca İsrail'in, 7 Ekim'den bu yana işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 8 bin 430 Filistinliyi gözaltına almasıyla cezaevlerindeki toplam Filistinli sayısının 3 bin 660'ı idari tutuklu olmak üzere 9 bin 500'ü geçtiği aktarıldı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Gazze'ye yönelik saldırıların başladığı 7 Ekim'den bu yana Batı Şeria'da ihlallerini artıran İsrail güçleri ile yasa dışı Yahudi yerleşimcilerin saldırılarında son 200 günde 122'si çocuk, 4'ü kadın 487 kişi öldü, 4 bin 900 kişi yaralandı.


Filistin Esirler Heyeti Başkanı, İsrail hapishanelerindeki tutukluların "vahşi ihlallere" maruz kaldığını söyledi

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
TT

Filistin Esirler Heyeti Başkanı, İsrail hapishanelerindeki tutukluların "vahşi ihlallere" maruz kaldığını söyledi

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA

Filistin Kurtuluş Örgütüne (FKÖ) bağlı Filistin Esirler Heyeti Başkanı Kaddura Faris, İsrail hapishanelerindeki Filistinlilerin bedensel ve psikolojik sağlıklarını felakete sürükleyecek şekilde artan "vahşi ihlallere" maruz kaldıklarını belirtti.

İşgal altındaki El-Bire kentinde düzenlenen haftalık gösteriye katılan Faris, AA muhabirine İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutukluların durumuna ilişkin açıklamalarda bulundu.

Faris, serbest bırakılan Filistinli esirlerin birçoğunda görülen aşırı kilo kaybının İsrail hapishanelerindeki yaklaşık 10 bin tutuklunun maruz kaldığı sıkıntıların basit bir örneği olduğuna dikkati çekti.

İsrail hapishanelerindeki zor şartlar sonucu Filistinlilerde oluşan sağlık sorunlarına dair Faris, şu ifadeleri kullandı:

"Yalnızca kilo kaybı değil, esirler uzun süreli tedavi gerektirecek şekilde hem bedensel hem psikolojik rahatsızlıklara yakalanıyor.

Küçük yaştaki esirler için psikiyatrlardan yardım alınması zorunlu olmuştur. Günler önce serbest bırakılan esirler içinde uyku problemi yaşayanlar var."

Filistinli yetkili, "aç bırakma, vahşice saldırılar, darp, gerginlikler ve aşırı kalabalık ortamların tutuklular için felaket sonuçları olacağı" uyarısında bulundu.


IKBY Başkanı Barzani, Türkiye'nin zor zamanlarda yaptığı yardımlar için teşekkür etti

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

IKBY Başkanı Barzani, Türkiye'nin zor zamanlarda yaptığı yardımlar için teşekkür etti

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Erbil’deki görüşmesinde, Türkiye ile her alanda ilişkileri geliştirmek istediklerini dile getirdiği ve zor zamanlarda IKBY'ye yapılan yardımlar nedeniyle teşekkür ettiğini belirtti.

IKBY Başkanlığından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak ziyareti kapsamında IKBY Başkanı Neçirvan Barzani ve IKBY Başbakanı Mesrur Barzani ile görüşmelerine ilişkin yazılı açıklama yapıldı.

Açıklamada, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bağdat ziyareti, Iraklı yetkililer ile yaptığı görüşmeler, Türkiye'nin Irak ve IKBY ile ekonomik, ticari ve güvenlik alanındaki işbirliğinin ele alındığı belirtildi.

IKBY Başkanı Barzani’nin Türkiye ile her alanda ilişkileri geliştirmek istediklerini belirttiği kaydedilen açıklamada, Türkiye'nin zor zamanlarda IKBY'ye yaptığı yardımlar ve işbirliği nedeniyle teşekkür ettiğinin de altı çizildi.

Açıklamada, IKBY Başbakanı Mesrur Barzani’nin de Türkiye ile ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmeyi arzu ettiklerini belirttiği, IKBY'deki Türk firmaları için yatırım ve ticaret imkanlarının olduğu ve zor ekonomik dönemlerde bile çalışmaları sürdürmeleri nedeniyle teşekkür ettiği aktarıldı.

Öte yandan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani de X sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmekten memnun olduğunu belirtti.