Tunus Parlamentosu uzun tartışmaların ardından 2021 Yılı Mali Kanunu’nu geçtiğimiz günlerde onayladı. Böylece Tunus siyasal ve anayasal boşluk “senaryosundan”, sendikalar ve muhalifler ile boğucu bir kriz yaşamaktan ve cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve yasama organı arasındaki ilişkilerde daha fazla gerginlik çıkmasından kaçınmış oldu. Ancak Zeynel Abidin bin Ali rejiminin devrilmesi ile sonuçlanan ayaklanmanın 10. yıldönümü için düzenlenen şölenlerde peş peşe gelen panik çığlıkları gibi ülke genelinde ekonomik ve toplumsal koşullara karşı grevler ve protestolar da arttı.
Aynı zamanda “eski rejimin” destekçilerinin ve bin Ali döneminin bakanlarının girişimleri peş peşe geldi ve o dönem ayaklanma çıkaran kişileri “dış güçlerin yardımıyla eski meşru otoritelere darbe yapmakla suçladıkları “Tunus devrimi ve Arap devrimlerine” karşı çeşitli eleştirilerde bulundular. Bu durum Tunus’un gidişatına, kızgın, işsiz, fakir ve dışlanmış gençlerin öfkesinin sonucuna ve “uluslararası belge”nin ve yabancı elçiliklerin artan etkisinin ışığında şu an yaşanan şiddetli krizin siyasi arenadaki yansımalarına dair pek çok soruyu gündeme getiriyor.
Son zamanlarda Tunus’ta yargı da dahil olmak üzere pek çok kesimi felç eden ayaklanma ve şiddet olayları dalgasına ilişkin değerlendirmeler farklılık gösteriyor. Bazıları bu dalgayı ekonomik ve sosyal zorluklara yorarken diğer bir kesim “devrim düşmanlarını” Tunus devrimi ve Arap devrimlerinin patlak vermesinin 10. yıl kutlamalarından faydalanarak bu dalgayı kışkırtmakla suçluyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Kays Said, Başbakan Hişam el-Meşişi, sendika ve parti liderleri ve bunları destekleyenler arasında "karşı-devrim" güçlerine ve “yurtiçi ile yurtdışındaki yolsuzluk ve tiranlık lobilerine” hizmet ederek “devleti çöküşün” eşiğine getirme ve “Tunus’un demokratik istisnasını tahrip etme” suçlamaları dönüp duruyor.
Ülkedeki ekonomi ve siyasi sahada karar alanlar arasındaki uçurum, devletin iflas etmesi ve bütçe açığının telafi edilemez bir boyuta ulaşma olasılığına ilişkin uyarıların ardından daha da büyüdü. Bu uyarılar son zamanlarda farklı şekillerde, parlamenterlerin yanı sıra Cumhurbaşkanı Said, Merkez Bankası Başkanı Mervan el-Abbasi, Sanayi, Ticaret ve El Sanatları Birliği (UTICA) Başkanı Samir Macul, Genel İşçi Sendikaları (UGTT) Genel Sekreteri Nureddin et-Tabubi ve Tunus Tarım ve Balıkçılık Sendikası (UTAP) Başkanı Abdulmecid ez-Zar’dan geldi.
Ayaklanmalar
Böyle bir atmosferde “Ocak ayı devrimini destekleyenler”, devrimin sonucunun her anlamda “felaket” olduğunu düşünen muhaliflerin artan sesleri arasında özellikle özgürlük alanında elde edilen “başarıları” övmeye devam ediyorlar. Aralarında bir dizi eski üst düzey yetkilinin de bulunduğu onlarca politikacı tarafından yakın bir zamanda başlatılan “Ulusal Bayrak” girişiminin sahiplerinin, eskiden bakan olarak görev yapmış olan milletvekili Mebruk Kurşid ve bin Ali döneminde Cumhurbaşkanlık Divanı Müdürü olarak görev yapmış olan Ahmed İyad el-Verdani liderliğindeki 2011 Ocak ayaklanmasından önce gördükleri şey bu. Bu eleştirel değerlendirme, aralarında uluslararası siyaset araştırmacısı Eymen el-Buganimi’nin de bulunduğu bağımsızlar tarafından derinlemesine inceleniyor. Buganimi yakın zamanda “neo-siyasi popülizm” ve bunun son yıllarda Tunus, Avrupa ve dünyadaki siyasal söylem üzerindeki gittikçe artan etkisine ilişkin bir kitap çıkardı.
Buganimi Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte Tunus ve Arap ülkelerindeki politikacıların, devrimleri, “devrimci düşünceyi” ve eski sistemlerle “uzaklaşma ve çatışma” mantığını savunma aşamasından kopmaları gerektiğini belirtti. Buganimi “En etkili ve en güvenilir yol, onlarca yıl önce birçok ülkede başarısızlığını kanıtlamış olan ve Tunuslu ve Arap seçkinlerin, on yıl önce yeniden benimsemeye kalktığı içi boş devrimci sloganlardan uzak, reform ve huzurlu bir demokratik değişim talebi yoluna girmek” dedi.
Aynı doğrultuda Tunus Ulusal Barolar Birliği Başkanı İbrahim Budırbale Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalarda “devrimcilik ve genel olarak ülkede, özellikle de yargı sektöründe rastgele çıkan karışıklıklar yüzünden toplumun ve devletin aldığı büyük zarara” karşı uyarıda bulundu. Ulusal Barolar Birliği Eski Başkanı ve Arap milliyetçilik akımının lideri el-Beşir es-Sayd daha da ileri giderek Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda Libya, Suriye ve Yemen gibi diğer ülkelerde “Arap Baharı” olarak adlandırılan olayarda olduğu gibi “Tunus’un şiddet ve iç savaş senaryolarına doğru kayabileceğine” dair uyarıda bulundu.
Kartaca Sarayı ve Fransız Büyükelçisi
Tunus’taki sosyo-politik ekonomik krizin belki de en önemli yeni unsuru, üç başkan (cumhuriyet, hükümet ve parlamento) arasındaki savaşa Fransız büyükelçisinin ve yabancı büyükelçilerin dahil olmasıydı. Sol kanattaki “Tunus Projesi Hareketi” Genel Sekreteri ve aynı zamanda eski bakan ve merhum Cumhurbaşkanı el-Beci Kaid es-Sibsi’nin siyasi danışmanı olan Muhsin Merzuk, aralarında baş danışman Nadiye Akaşa’nın da bulunduğu Cumhurbaşkanı Kays Said’e yakın olan isimleri Başbakan Hişam el-Meşişi’nin ve saraya yakınlığı ile bilinen Dışişleri Bakanı Osman el-Cerandi’nin “çalışmalarını sekteye uğratmakla” suçladı. Aynı zamanda Merzuk bu isimleri, Meşişi ve Cerandi ya da onları temsil eden birileri olmadan Kartaca Sarayı’nda Fransa'nın Tunus Büyükelçisi Andre Parant ve Fransız hükümetinin bir üyesiyle bir dizi toplantı yapmakla suçladı. Fransız Büyükelçisi bu suçlamaları çürütmek için resmi olarak bir bildiri yayınladı ancak Merzuk uzun bir bildiri ile suçlamalarını tekrar yöneltti. Merzuk görüşmenin detaylarını paylaşarak Dışişleri Bakanlığı’ndan ya da Tunus Başbakanlığı’ndan herhangi bir temsilci olmadan Kays Said’in Başdanışmanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Divanı Müdürü olan Akaşe’nin Fransız Büyükelçi Parant ve Dışişleri Bakanı ile toplu bir şekilde çekindiği fotoğrafı yayınladı. Daha sonra Nahda Hareketi Partisi’nin liderlerinden eski Dışişleri Bakanı Dr. Refik Abdusselam bu hikayeye arka çıkarak Kartaca Sarayı’nı (Cumhurbaşkanlığı konutu) Başbakan Hişam el-Meşişi’nin Paris’e yapacağı ilk resmi ziyaretinin arifesinde işlerini aksatmakla suçladı ve Meşişi’nin Roma’yı ziyaret etmesinin beklendiğine ancak bu ziyaretin ‘sağlık nedenleri dolayısıyla’ son dakikada ertelendiğine işaret etti.
“İhanet” suçlamaları
Buna ilaveten Refik Abdusselam Facebook’ta resmi hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşımında “Saray (yani Cumhurbaşkanı Said) Meşişi’nin Fransa ziyaretini engellemeye çalıştı. Etrafındakiler de aynı hedef doğrultusunda Kartaca ile iplerini sıkılaştırdı ve Dışişleri Bakanı telefonunu kapatarak ortadan kayboldu ve ziyaret bitene kadar işinin başına dönmedi” ifadelerini kullandı.
Ancak Kartaca Sarayı’na yakın olan isimler, Fransız hükümeti yetkilisinin, 2021 yılında Tunus’un güneyinde turistlerin uğrak noktası olan Cerbe adasında düzenlenmesi planlanan "Frankofon Ülkeleri Küresel Zirvesi’ne hazırlık” çerçevesinde Tunus’a geldiğini kaydetti. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Said dolaylı yoldan kendisine ve başdanışmanına Merzuk’un, Abdusselam’ın ve destekçilerinin yönelttiği suçlamaları eleştirerek “düşmanlarını” ihanet etmekle suçladı. Cumhurbaşkanı, Ordu Yüksek Konseyi’nin toplantısına başkanlık etmesi vesilesiyle halka hitaben yaptığı konuşmada üç kez “hain” kelimesini kullandı. Ancak geçtiğimiz günlerde Tunus ve bölgedeki “siyasi popülizm” hakkında bir kitap çıkaran siyasi ve hukuk bilimleri araştırmacısı Hamadi er-Radisi, Cumhurbaşkanı Said’in sözlerine katılmadığını ifade ederek Said ile Tunuslu bir grup siyasetçinin “seçkinleri ve siyaset ve medya alanındaki muhalifleri “hainlikle suçlayarak” ileri gittiklerini söyledi.
Eski Tunus Kültür Bakanı ve sosyolog el-Mehdi Mebruk, Cumhurbaşkanı Said’in en az 10 ayrı etkinlikte isim vermeyip kanıt sunmadan muhaliflerini vatana ihanet ve komplo ile suçladığına dikkat çekti.
Her halükarda bu tartışma, medya araçlarında ve sosyal medyada Cumhurbaşkanlık Sarayı Başdanışmanı bakan Akaşe karşıtı politikalara dönüştü. Akaşe, Başbakan Hişam el-Meşişi’ye başbakanlık koltuğuna aday olduğundan beri büyük baskı yapmakla suçlandı. Bunun sebebi olarak da Meşişi’nin anayasa ve kanunda geçen maddelere aykırı bir şekilde başdanışmanın Cumhurbaşkanlığı adı altında kabinesine atanmaları için baskı yaptığı bazı bakanlara karşı çıkması gösteriliyor.
Mali yolsuzluk kartı
Bu esnada, Başbakan Hişam el-Meşişi bu kriz karşısında sessiz kaldı. Parlamento'da ise Meşişi hükümetine oy veren parti liderleri, kendisini ve Çevre ve Yerel İşler Bakanı ile ithalat ve gümrük sektörlerindeki bazı üst düzey yetkilileri kapsayan ve içlerinden bazılarının tutuklandığı “mali ve idari yolsuzlukla mücadele etmeye yönelik” geniş çaplı bir operasyona liderlik etmesini desteklerini duyurmaya başladı. Kartaca Sarayı, Meşişi hükümetini destekleyen parti koalisyonu tarafından Cumhurbaşkanı’na karşı bir cephe oluşturulduğuna yönelik işaretlere yanıt olarak Cumhurbaşkanı Said’in UGTT Genel Sekreteri Nureddin et-Tabubi ve Demokratik Akım Partisi'nin eski lideri bakan Muhammed Abu liderliğinde muhalifleriyle resepsiyonlar yaptığını duyurdu. Abu, geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanını destekleyici nitelikte bir dizi açıklamalarda bulunarak Nahda Hareketi ve Tunus’un Kalbi partilerinin liderlerini sert bir şekilde eleştirmiş, mali ve idari yolsuzluklarla suçlamış ve “devrim, değişim ve reform sürecinin başarısızlığından” kendilerini sorumlu tutmuştu. Aynı şekilde Abu iki partinin yönetiminde “yolsuzluk yapanların” tutuklanarak “cezaevine atılmasını” talep etmişti. Böylece gözlemciler Kartaca Sarayı ve Kasbah Sarayı (Başbakanlık) arasındaki yolsuzlukla mücadele kartının kullanılmasına yönelik mevcut rekabeti, eski Başbakan Yusuf eş-Şahid’in 2017 yılında merhum Cumhurbaşkanı el-Beci Kaid es-Sibsi, oğlu Hafız ve ikisine yakın bazı isimlere karşı verdiği savaşta tutuklanmaları çağrısında bulunduğu ve yolsuzlukla suçladığı bazı memur ve iş adamlarına karşı yürüttüğü kampanyaya benzetiyor.
Büyükelçiler, başbakanın tarafında
İlgili bir bağlamda Şarku’l Avsat’a demeç veren Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’ndan bazı kaynaklar Tunus'taki AB ülkelerinin büyükelçilerinin geçtiğimiz günlerde Başbakan Hişam el-Meşişi ve Parlamento Başkanı Raşid el-Gannuşi ile iletişime geçtiklerini ve hükümetlerinin Tunus ile ekonomik, siyasi ve güvenlik açısından ortaklıklarını güçlendirmeye hazır olduklarını bildirdiklerini ifade etti. İçlerinden bazılarının Parlamento Başkanı’nı ziyaret ettiği, kendisiyle açık çalışma toplantıları yaptığı ve desteklerini göstermek adına başbakan ile Kartaca kırsalındaki otellerden birinde iş yemeği düzenlediği öğrenildi.
Diğer taraftan Meşişi büyükelçilerin bu girişiminden övgüyle söz ederek Avrupa başkentleri tarafından memnuniyetle karşılanan açıklamalarda bulundu. Zira Başbakan, terör faaliyetlerine karışmakla suçlanan yasadışı göçmenlerin Avrupa'dan Tunus'a sınır dışı edilmesinin resmi bir şekilde onaylandığını duyurdu. Bu karar türünün ilk örneği sayılıyor.
Siyasi bilimler uzmanı ve Arap milliyetçisi düşünür Afif el-Buni Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte “ABD ve Avrupa ülkelerindeki üst düzey karar merciileri pek çok sebepten ötürü başbakan ve parlamento başkanı ile arasındaki mücadelede Cumhurbaşkanı Kays Said ve ekibini destekleyemez. Bu sebeplerin başında Tunus Devrimi ile Arap devrimlerini savunmaya devam etmelerinin yanı sıra Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme adımlarını savunan herkesi hainlikle suçlamaları geliyor” dedi.
Aynı noktada eski Ulusal Barolar Birliği Başkanı ve Arap milliyetçilik akımının lideri el-Beşir es-Sayd, Tunuslu yetkililere "işgalci İsrail yetkilileri ile Tunus arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi ve Tunus’ta tekrar bir İsrail ilişkileri ofisi açmayı” kabul etmelerine yönelik daha fazla dış baskı uygulamak için mevcut siyasi, ekonomik ve sosyal krizden faydanılacağı konusunda uyarıda bulundu.
“İkinci cumhuriyetin” ölümü
Ancak kıdemli siyasetçileri, “Ocak 2014 Anayasası”nın kabul edilmesinin ve başkanlık sisteminin yerini “parlamenter sistemin” almasının ardından doğan “ikinci cumhuriyetin ölümünü” ilan etmeye çağıran eski bakan Muhsin Merzuk’a göre kriz “daha derin” görünüyor. Merzuk, Tunuslu siyasetçileri “üçüncü cumhuriyeti” ilan etmeye ve otoriteler arasında yetkileri yeniden dağıtmaya çağırdı. Aynı zamanda hukuk uzmanı ve eski Yükseköğretim ve Adalet Bakanı Sadık Şaban, Cumhurbaşkanı Kays Said’e anayasayı düzenlemek ve kabul edilen siyasi sistemi parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçirmek amacıyla bir halk referandumu yapması çağrısında bulunarak “Tunus ve gelişmekte olan ülkelerin, yürütme otoritesini parlamento lehine olacak şekilde zayıflatan bir parlamenter sisteme henüz hazır olmadığı ortada” ifadelerini kullandı.
Bu tür öneriler eski Hukuk Fakültesi Dekanı es-Sadık Belaid ve Demokratik Akım Partisi’nin lideri eski bakan Muhammed Abu da dahil olmak üzere seçkin siyasetçiler tarafından desteklendi.
Bu kişiler cumhurbaşkanına, anayasanın “ülkenin yakın bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu” kabul eden ve “ordunun ülkeyi kurtarmaya dahil edilmesi” başta olmak üzere olağanüstü bir sürece geçilmesine izin veren 80. Maddesi’ni etkinleştirmeye çağırdılar. Ancak, “askerileşme” çağrılarına, iktidar koalisyonunda yer alan partilerin çoğunun yönetiminin yanı sıra Terörle Mücadele Ulusal Komitesi’nin eski başkanı Muhtar bin Nasr da dahil olmak üzere askeri kurumun bazı liderlerinden itiraz sesleri yükseldi. Bu çağrılara Savunma Bakanı İbrahim el-Bertaci de karşı çıkarak parlamento önünde yaptığı bir konuşmada “Tunus ordusunun tarafsız olduğunu ve siyasi çatışmalara taraf olmadığını” söyledi.
Son olarak Özgür Anayasa Partisi Başkanı Abir Musa ve Bakan Ahmed İyad el-Verdani de dahil olmak üzere önceki rejime bağlı bir dizi siyasetçi, “ülkeyi ekonomik ve toplumsal krizlerin pençesinden kurtaracak ve ülkedeki genel çıkmaza ve siyasi arenada siyasal islamcı güçlerin ve grupların (İhvan) hegemonyasına son verecek” ulusal bir siyasi cephe oluşturarak 10 yıldır peş peşe gelen siyasetçilerin ve hükümetlerin “hatalarına” karşılık vermeye çağırdı.
Tunus’taki büyükelçilerin rolünün uzun hikayesi
Yabancı büyükelçiler ve konsoloslar, 18. yüzyıldan beri Tunus’un işlerinde önemli bir rol oynadı. Rolleri, yetkililere finansal kredilere ulaşım kolaylığı sağlamaktan, etkisizleştirici siyasi koşullar dayatmaya kadar değişiyordu. Bunların sonuncusu bakanların ve hükümet başkanlarının değişmesi oldu. Aynı şey 1881 yılının Mayıs ayında da olmuştu. Fransa’nın Tunus’u işgal etmesine sayılı günler kala kral “yolsuzlukla” suçlanan bazı bakanların yetkilerini elinden almaya mecbur kalmış ve daha sonra da birikmiş borçlarını ödeyemeyeceği gerekçesiyle krallığın Fransız himayesi altına girmesine yol açan bir anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştı.
Tunus'un 1956'da Fransa'dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından başta Fransa, ABD ve Cezayir olmak üzere bazı büyükelçiler, cumhurbaşkanlığı ve başkanlık saraylarının yanı sıra Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı’nın kararlarında önemli bir rol oynadılar. Bu iki cumhurbaşkanının, Habib Burgiba ve Zeynel Abidin bin Ali’nin, “yeşil ışık” yakmasıyla oldu.
Daha sonra Ocak 2011 devriminin ardından Tunus’taki ABD, Almanya ve İngiltere büyükelçiliklerinin rolü arttı. Bu da diplomatlarının ve çalışanlarının sayısını iki katına çıkarmış oldu. Aynı şekilde Almanya büyükelçiliğinin siyasi rolü de arttı. Zira son on yılda Tunus'taki “demokratik geçiş” sürecine en büyük mali ve lojistik desteği Alman yetkililer sağladı.
Ardından, Tunus’un 2013 yılında yaşadığı boğucu siyasi kriz sırasında Almanya ve Fransa büyükelçilikleri ve AB Komisyonu, Nahda Hareketi liderlerinden Ali el-Ureyd başkanlığındaki “Troyka hükümeti”nin istifasının ardından hükümete başkanlık etmesi için dönemin Sanayi Bakanı el-Mehdi Cuma’nın seçilmesinde büyük bir rol oynadı. Nitekim, o dönemde gazeteler Almanya büyükelçisiyle Mehdi Cuma’nın başkent Tunus’un dışında ünlü bir et ızgara lokantasında öğle yemeği yedikleri sırada çekilmiş fotoğraflarını yayınlamıştı. O sıralarda medya, siyasi krizi sona erdirmeyi ve “daha önce Almanya ve Fransa merkezli kurumlarında mühendis olarak çalışmış teknokratik bir başbakan” seçmeyi başaran “ızgara diplomasisinden” söz etmişti.
Bu ve en sonki AB büyükelçileri, özellikle de geçtiğimiz yıllarda Tunus'taki “gayri resmi koordinasyon ve danışma mekanizması”, Mehdi Cuma’nın 2014 yılında hükümeti kurmakla görevlendirilmesine katkıda bulunmuştu. Ardından da 2016 yılının ortaları ile 2020’nin başları arasında “istikrarı sağlama” gerekçesiyle Yusuf eş-Şahid hükümetini desteklemeye katkıda bulunmuştu.