Hamaney sonrası İran için tufan

Mecid Rafi Zadeh: “İran, birleşik bir Arap cephesinden korkuyor ve Hamaney’in ölümü bir ayaklanmaya yol açacak”

Mecid Rafi Zadeh, ABD Kongresi’nde brifing verirken (Walter Schleder- Harvard)
Mecid Rafi Zadeh, ABD Kongresi’nde brifing verirken (Walter Schleder- Harvard)
TT

Hamaney sonrası İran için tufan

Mecid Rafi Zadeh, ABD Kongresi’nde brifing verirken (Walter Schleder- Harvard)
Mecid Rafi Zadeh, ABD Kongresi’nde brifing verirken (Walter Schleder- Harvard)

İsa Nehari
‘Arap Baharı’ olarak bilinen koşulların zirvesinde, ABD’nin İran’a açılması dikkat çekiciydi. Eski Başkan Barack Obama yönetimi, Müslüman Kardeşler’i ‘ılımlı İslamcılar’ olarak nitelendirdi. Bu vizyon, Washington ile başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere stratejik Arap müttefikleri arasındaki ilişkilerin doğasına gölge düşürdü.
Dünya, 20 Ocak’ta yeni bir ABD başkanını karşılarken bu adam, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın ayrılışının ardından ABD dış politikasının yeni gidişatı hakkında artan spekülasyonlarla, Ortadoğu’da bölünmeyi körükleyen devrimlerle bağlantılı son Demokrat yönetimdeki ikinci adamdı.
Başkan Trump, 2016 seçimlerini kazandıktan sonra kendisini geri çekilmeye adarken, uluslararası anlaşmaların çarkını ‘ABD çıkarına’ olan her şeye yarar sağlayacak şekilde yönlendirmeye söz verdi. Biden ise ABD’nin ‘özgür dünyanın lideri olarak’ uluslararası konumunu yeniden sağlamayı amaçlayan farklı bir gündem ortaya attı. Bu vizyon, Trump yönetiminin ülkenin özünü ele geçirdiğini düşünen Demokrat Parti’nin yönelimiyle tutarlı olduğu düzeyde gözlemciler, 46’ıncı başkanın görevinin Obama başkanlığının bir karbon kopyası olacağı yönündeki endişelerini gündeme getirmeye başladı. Bu bağlamda Biden’in Obama’nın politikalarını yeniden canlandırması, gelecek 4 yıl içerisinde ABD yönetiminin Müslüman Kardeşler ile uzlaşacağı ve Arap dünyasındaki aşırılık yanlısı grupları finanse etmekle suçlanan İran’a daha açık olacağı anlamına gelebilir.
Öne sürülen varsayımları test etmek ve Biden’ın ABD’nin bölgedeki pozisyonuna, özellikle de İran ile olan ilişkisini belirleyecek meseleler üzerindeki konumuna ışık tutmak için Independent Arabia, Harvard Üniversitesi’nde İran asıllı ABD’li araştırmacı ve Amerikan Uluslararası Ortaedoğu Konseyi Başkanı Mecid Rafi Zadeh ile yeni ABD yönetimin politikalarına ilişkin vizyonu hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. Röportajda, altı Körfez ülkesinin tanık olduğu atılımın yanı sıra sağlığı kötüye gittiği söylenen İran Dini Lideri Ali Hamaney’den sonra en önde gelen adaylar ve 2018 yılında ABD’nin geri çekilmesine rağmen Avrupa’nın nükleer anlaşmayı destekleyen tavrının yankıları da ele alındı.
Mecid Rafi Zadeh, ‘CNN’ ve ‘Fox News’ gibi yerel ve uluslararası medya kuruluşlarında İran rejimini eleştiren tezleriyle tanınmış, önde gelen İran asıllı ABD’li bir isim olarak biliniyor. İnsan hakları aktivizmini, çalkantılı bir dönemde İran ve Suriye’de gelişen kişisel deneyimine ve görüşleri nedeniyle tutuklanmaktan kaçınma mücadelesine dayandırıyor. İngilizcenin yanı sıra Arapça ve Farsça da bilen Zadeh, iki kültür arasında kök salmış olan bilgisinin, kendisine ‘Arap ve Fars dünyalarının sosyal, dini ve politik geleneklerine derin bir bakış açısı’ kazandırdığına inanıyor.

Obama’nın mirası
20 Ocak’ta faaliyetlerine göreve gelen yeni ABD yönetiminin politikalarına geçmeden önce Zadeh, Obama yönetiminin Müslüman Kardeşler’i ‘ılımlı İslamcılar’ olarak tanımlamasına değindi. Mecid Rafi Zadeh, “Bu değerlendirmenin, Ortadoğu üzerinde önemli ve yıkıcı bir etkisi oldu ve bu etki, bugün hala hissediliyor. İslam inancının katı siyasi çarpıtmasının safça kabulü, bölgedeki bölünmeyi daha da şiddetlendirdi” ifadelerini kullandı. Nispeten deneyimsiz bir yönetimin, Arap Baharı ile birlikte yeni doğan, hoşgörülü ve liberal demokrasilerin filizlenmesini beklediğini söyleyen Zadeh, “Bölgenin inceliklerini ve özelliklerini anlayan herkes açısından, kitleleri güçlendirmekle ilgilenmeyen radikal güçlerin, kaçınılmaz boşluğu doldurmak üzere kenarda bekledikleri açıktır” dedi.
Obama yönetiminden sonra Ortadoğu’nun koşullarına da değinen Mecid Rafi Zadeh, “Demokrat Başkan döneminde radikal aktivistleri tolere etme veya onlara kucak açma telaşı, bölgeyi daha güvenli, daha müreffeh ve demokratik bir yer haline getirmedi. Sonuçlar, herkesin görebileceği bir yerdeydi. Suriye yıkıcı iç savaş nedeniyle paramparça oldu ve giderek radikalleşen Türkiye, radikaller için güvenli bir sığınak olarak ismini duyurdu. Füze programı ve bölgedeki vekilleri için engelsiz şekilde fon sağlayan İran, aynı zamanda Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) cömert şartları sayesinde gelişti” değerlendirmesinde bulundu.

Biden ve İran
Harvard Üniversitesi araştırmacısı, büyük bir belirsizliğin hakim olduğu meseleler arasında olan yeni ABD yönetimi ile İran arasındaki ilişkinin şekline de değindi. Bu bağlamda Mecid Rafi Zadeh, Biden’in Tahran’la başa çıkma yaklaşımının, Washington’un önümüzdeki onlarca yıl boyunca Ortadoğu’daki konumunu belirleyeceğini söyledi. Zadeh’e göre yeni Başkan, Obama’nın dış politikasını tekrar edecek gibi görünüyor. Bu nedenle ‘geçmişte İran’a ve radikalizm yanlısı gruplara yönelik tanık olunan herhangi bir zımni hoşgörünün ortaya koyulmama’ gerekliliğini yeniden teyit ediyor.
Son zamanlarda Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan Al Suud’un, bölge ülkelerinin ‘Washington ve Tahran arasında yeni bir anlaşma için’ olası müzakerelere katıldığını açıklaması dikkat çekici bir gelişme oldu. Bu çerçevede Zadeh, Biden’in nükleer anlaşmaya geri dönmesinin 2015 anlaşmasıyla aynı şartlara ve özelliklere sahip olmasını ve belki de İran’a daha fazla tavizi içermesini bekliyor. Mecid Rafi Zadeh, “Obama yönetiminin önderliğindeki müzakerelerde komşu ülkelerin dışlanması, Arap ülkelerinin İran’ın füze programına ilişkin endişelerini tanımada ve kendi topraklarında ve komşu bölgelerindeki şiddet yanlısı grupları finanse etmede başarısız olan hatalı bir anlaşmaya yol açtı” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden, İran ile nükleer anlaşmanın içeriğini belirli koşullara göre uygulamaya dönme arzusunu dile getirmişti. Bu durum, Trump yönetiminin, ‘gelecek yönetimi, İran’ın ABD çıkarlarına yönelik tehdidine karşı uyararak’ önlemeye çalıştığı ve ‘azami baskı politikasının, en iyi strateji olduğunu belirttiği’ bir durum. Gözlemcilere göre bu girişimlerin en sonuncusu, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun İran’ı El-Kaide’yi barındırmak ve İran’a ‘yeni bir karargah’ kurmasına izin vermekle suçlaması oldu. Tahran, bu suçlamaların ‘yalan’ olduğunu savunuyor.
Gözlemciler, İran’ın bu ayın başında uranyum zenginleştirme düzeyini artıracağını açıklamasının ardından Biden’ın nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma görevinin, daha karmaşık olacağına inanıyor. ABD’li araştırmacı da yeni Başkanın KOEP’e geri dönüşünün zor olmayacağını söylerken, “Çünkü rejimin iktidarı elinde bulundurmayı sürdürmesinin ekonomik iyileşmeye bağlı olduğu göz önüne alındığında Tahran, umutsuzca anlaşmaya geri dönme arayışındadır” dedi. Zadeh, “İran, uluslararası toplumu tehdit etmek ve onlara şantaj yapmak için ihlallerini artırıyor. Yeni Başkanı nükleer anlaşmaya zorluyor ve daha fazla taviz elde ediyor” değerlendirmesinde bulundu.
‘The Atlantic Council’ internet sitesinde yayınlananlara yanıt olarak gözlemciler, Trump’ın İran ile ilişkilerinde benimsediği ‘azami baskı’ politikasının, Washington’un Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) karşısında İran’a silah ambargosunu uzatamama başarısızlığının yanı sıra ABD’nin umduğu sonuçlara olanak tanımadığını belirtti. Zadeh, ‘İran rejiminin ekonomik ve siyasi iflasına katkıda bulunduğu, İran’ın terör gruplarını finanse etmekte zorluk yaşamasına neden olduğu’ için azami baskı yaklaşımını sürdürme gerekliliğine dikkati çekti. Araştırmacı, Biden’ın, selefinden daha yumuşak bir politika benimseyeceğine dair uyarısını da yineledi.
Nükleer anlaşmayı destekleyen Avrupa’nın konumu hakkında ise Amerikan Uluslararası Ortadoğu Konseyi Başkanı, AB’nin KOEP’nın terk etme konusundaki isteksizliğine şaşırdığını dile getirdi. Mecid Rafi Zadeh, ‘İran’ın Avrupa topraklarındaki suikastlarını ve bombalı saldırı planlarını’ da politika yapıcılarına yönelik bir uyanış çağrısı olarak değerlendirdi. “AB, tavrını değiştirmezse önümüzdeki aylarda ve yıllarda daha fazla siyasi suikast bekleyebiliriz” diyen Zadeh, Tahran’ı yerel gündemine odaklanmaya zorlayan boğucu bir ekonomik hakimiyet oluşturmak için birleşik bir cephe inşa edilmesi gerektiğini vurguladı.

Körfez uzlaşısı, Tahran’a hizmet etmiyor
Suudi Arabistan ve müttefikleri, birkaç hafta önce Katar ile ilişkilerin yeniden başladığını duyurdu. Açıklama, el-Ula şehrinin ev sahipliğinde düzenlenen zirvede, altı Körfez ülkesi liderinin anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp üç yıldan fazla süren diplomatik krizi sona erdirme konusunda anlaşma sağlaması sonrasında yapıldı. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Doha’yı ‘baskı ve şantaja karşı cesur direnişinin başarılı olması’ nedeniyle tebrik etti.
İranlı yetkilinin açıklamasının ardından Katar’ın Suudi Arabistan ile ilişkilerini nasıl düzeltebileceği ve aynı zamanda boykot döneminde İran rejimi ile zirveye ulaşan yakınlaşmayı nasıl sürdüreceği hususlarında çeşitli sorular gündeme geldi. Zadeh, bu sorulara yanıt olarak, “İran rejiminin açıklamasına rağmen ana endişelerinden biri, bölge ülkelerinin ona karşı birleşik bir cepheye sahip olacağıdır. Bu nedenle İran, Arap ülkelerini bölmeye çalışmaktadır” dedi. Mecid Rafi Zadeh, Ortadoğu’daki ittifakların son zamanlarda yeniden düzenlenmesinin, İran’ı endişelendirdiğini ve izolasyonunu artırdığını söylerken, “En önemlisi, İran'ın meşruiyeti, popülaritesi ve güvenilirliği sorgulandı” dedi.
İranlı asıllı araştırmacı, “Katar’ın İran rejimi veya milisleriyle iş yürütürken aynı zamanda diğer Körfez ülkeleriyle iyi ilişkiler sürdürmesi zordur. Çünkü İran ve milisleri düzenli olarak sivillere karşı saldırılar düzenliyor ve uluslararası arenada bilinen hükümetlere karşı isyanları finanse ediyor” açıklamasında bulundu. Zadeh, “Doha, fidye konularında olduğu gibi, bu milislerle düşman olarak değil ortak şekilde hareket ederek İran’ın sevgisini kazanabileceğine inanıyorsa bu sefer de Körfez ülkeleriyle ilişkilerini tehdit edecektir” dedi.
Son değişikliklerin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır karşısında İran, Türkiye ve Katar olarak iki Ortadoğu ekseninin son bulmasının yolunu açıp açmayacağı hususunda ise Zadeh, “İran’daki yönetici din adamları iktidarda olduğu sürece Ortadoğu’da her zaman iki karşıt eksen olacağını düşünüyorum. Bu yüzden İran Katar ve Türkiye’yi kaybetse bile, bölgeyi bölmek ve istikrarı bozmak için milislerini kullanmaya devam edecektir. İran rejiminin işleyiş şekli; kaostan yararlanmak, mezhepçi gündemini Sünniler karşısında Şiilere, Araplar karşısında Farslara ve Batı karşısında Batı’ya sadık olanlara karşı kullanarak bölgeyi bölmek ve yönetmektir. Bu üç kategori nedeniyle rejim, Ortadoğu’da her zaman iki zıt eksen yaratacaktır” açıklamasında bulundu.

Washington ile çatışma
İran Devrim Muhafızları’nda Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin birinci yıldönümünde ABD medyası, Washington’daki yetkililerden alıntı yaptığı bir haberinde, İran’ın Ortadoğu’daki ABD güçlerine ve çıkarlarına karşı bir saldırı başlatmayı planladığını kaydetti. Bu bağlamda ABD ile İran’ın doğrudan bir çatışmaya ne kadar yakın olduğu hakkında konuşan Zadeh, “Savaşa gireceklerini sanmıyorum. Çünkü Washington ile Tahran arasındaki herhangi bir savaş, askeri yetersizliği, bölgedeki izolasyonu ve İran içerisinde popüler olmaması nedeniyle tahammül edemeyeceği için, İran rejimi adına bir intihar olacaktır” dedi. Mecid Rafi Zadeh ayrıca, “Tahran, ABD çıkarlarına saldırmak için vekillerini konuşlandırarak, orantısız bir savaşta faaliyet gösterme tarzına başvuracak” değerlendirmesinde bulundu.
Ancak ilginç olan askeri cephaneliğiyle övünen Tahran’ın, geçen Temmuz ayında hassas tesislerde meydana gelen bir dizi gizemli patlamalara yanıt vermek için parmağını bile kıpırdatmaması oldu. İran, nükleer programının kilit isimlerinden bilim adamı Muhsizn Fahrizade’ye düzenlenen suikasttan sonra herhangi bir dış güce karşı tek bir önlem almadı. İran’ın bu husustaki soğukkanlılığını anlamak için ABD’li araştırmacı, “İran rejimi intikam konusunda sabırlı ve uzun bir oyun geliştiriyor” dedi. Mecid Rafi Zadeh, son aylarda rejimi sessiz kalmaya zorlayan ana nedenin, herhangi bir yanlış hesaplamanın İsrail ve ABD ile ‘iktidardaki din adamlarının siyasi intiharına eşdeğer’ bir savaşa yol açma korkusu olduğuna dikkati çekti.
Zadeh, bir başka nedenin ise İran rejiminin ‘Trump’ın başkanlık seçimlerinden önce şansını artırıp, siyasi ve askeri bir zafere ulaşmasını engelleme’ arzusu olduğunu söyledi. İran asıllı ABD’li araştırmacıya göre İran’ın ‘Biden’in, kendisiyle savaş istemediğini fark ettiği için’ daha saldırgan hale gelmesi ve intikam alma eğilimine girmesi muhtemel olduğu için bu durum, Biden’in göreve gelmesiyle değişecek.
Öte yandan İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABD Başkanı Donald Trump’ı ‘İran’a saldırmak için bahane aramakla’ suçlayarak, ülkesini savundu. Zarif, Tahran’ın savaş istemese de kendisini savunacağına söz verdi.

Çin, çıkarlarıyla aynı çizgide
Pekin ve Tahran arasında ekonomik iş birliğini güçlendirmeye yönelik anlaşmaların ortaya çıkmasının ardından Çin’in İran’ı ABD yaptırımlarının ağırlığından kurtarıp kurtarmayacağına ilişkin olarak ise Mecid Rafi Zadeh, “Çin, iki nedenden dolayı İran’ın ABD yaptırımlarından kurtulmasına yardımcı olamaz. İlk olarak Asya ülkesinin desteğine rağmen İran ekonomisinin ve para biriminin düşüşte olması, ikinci olarak da Çin dahil çok sayıda ülkenin, ABD yaptırımlarını ihlal etmenin sonuçlarına ilişkin endişesidir. Pekin’in, ekonomik çıkarlarını korumak için İran’a karşı dört tur Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımı gibi, ABD’nin de yanında yer aldığı zamanlar bulunuyor. Bu durum, Çin’in, kendi ekonomisini bir öncelik olarak gördüğünü gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.

Hamaney’in ölümünün etkileri
İran rejimi lideri Ali Hamaney’in pozisyonu, her zaman ulusal güvenlik için hayati bir mesele olarak görüldü. Yıllardır resmi sırların ortasında sağlık durumuna ilişkin söylentiler mevcut. Bu durumun sonuçlarına ilişkin olarak Amerikan Uluslararası Orta Doğu Konseyi Başkanı, Hamaney’in öldüğü gün, dini kuruluşu devirmek amacıyla rejime karşı ülke genelinde bir ayaklanma olabileceğini belirtti.
Rejim Lideri’nin belirlenmesinin başarısız olması halinde İran anayasası, birçok önemli siyasi kuruma Hamaney’in yerini alacak ismin belirlenmesi hususunda rol veriyor. Ancak İran Devrim Muhafızları, bu konuda anayasal yetkisi olmamasına rağmen diğer kurumlardan daha fazla siyasi ve ekonomik güce sahip. Mecid Rafi Zadeh’e göre Devrim Muhafızları elitleri, kontrol edebilecekleri birini arıyor, otoritesine meydan okuyan bir rehber veya Devrim Muhafızları’nın faaliyetlerini, siyasi ve ekonomik tekelini tam olarak destekleyen tanınmış bir din adamı değil.
İran meselelerinde uzmanlaşan araştırmacı, hâlihazırda Yargı Erki Başkanı olan İbrahim Reisi’nin Hamaney’den sonra Lider olacağını belirtti. Zadeh’e göre Reisi’nin etkisi, Mahmud Haşimi Şahrudi (İran Devrim Muhafızları üyesi ve eski yargı başkanı), Mucteba Hamaney (Dini Liderin ikinci oğlu), Muhammed Taki Misbah Yezdi (tutucu bir din adamı) ve Muhammed Rıza Mehdevi Kani (muhafazakar din adamı ve Uzmanlar Meclis Başkanı) gibi bazıları hayatını kaybetmiş adaylardan daha az değil. Ancak Hamaney’in yerini almaya hak kazanan bu isimlerden herhangi birinin, Devrim Muhafızları kadrosu için bir seçenek olması pek de olası değil, çünkü özel bir sosyal ve politik tabana sahip. Bir başka deyişle Devrim Muhafızları’nın, hatta Anayasa Koruma Konseyi ve Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi’nin liderlerinin egemenliğine ve bağımsızlığına büyük bir meydan okuma oluşturabilirler.
Mecid Rafi Zadeh, “Hamaney, 1980 yılında İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu ve eski Dini Lider Humeyni’nin yerini aldığında, Ayetullah Muntazeri gibi nüfuzlu kişilere kıyasla en az nitelikli adaylar arasındaydı. Kutsal otoritesi, meşruiyeti ve güvenilirliği, Kum kentindeki üst düzey din adamları tarafından ciddi şekilde sorgulandı. Hamaney, fetva verebilecek bir merci ya da müçtehit bile değildi. Ayrıca Humeyni’ye kıyasla zayıf ve karizmadan yoksun bir lider olarak görülüyordu. İran anayasası, Dini Lider’in dini otoritesini ve niteliklerini onaylasa da Hamaney’in atanması, kesinlikle siyasi bir hareketti, dini değil” açıklamasında bulundu.
Zadeh, “Hamaney, başlangıçta zayıf olmasına rağmen, beklenmedik bir şekilde başarılı oldu, kendisine karşı çıkan üst düzey din adamlarını bir kenara itti. Kendi yakın çevresini ve dış politika bürosunu oluşturdu. Muhalefeti kontrol etmek için de İran Devrim Muhafızları ile güçlü bir koalisyon kurdu. Zamanla görüşleri de değişti. Nükleer yeteneklere ulaşmak için daha bilgili ve daha fazla ABD karşıtı haline geldi. Başka bir deyişle, askeri ve teokratik diktatörlüğün bir karışımı olan bir siyasi yapı oluşturdu” ifadelerini kullandı.
Hamaney’in ölümü sonrasında rejim liderliği anlamına gelen “Devrim Rehberliği” pozisyonunun kaldırılma ihtimalini uzak gören Zadeh, bu pozisyonun, İslam Cumhuriyeti’nin ve Şii İslam’ın kuruluş temeli olduğunu hatırlattı. ABD’li araştırmacı, Ayetullah Humeyni’nin ortaya koyduğu Velayet-i Fakih kavramına dikkati çekerken, bu nedenle bu tür bir senaryonun mümkün olmadığını vurguladı. Zadeh, “Ancak İran Devrim Muhafızları’nın liderleri, yönetiminin ilk yıllarında İran’ın Rehber’ine benzer şekilde, daha az güçlü veya nüfuzlu bir kişiliğe sahip bir aday arayacaklar, böylece Devrim Muhafızları siyasi ve ekonomik kontrolü kontrol etme özgürlüğüne sahip olacak” dedi.

İran halkının meselesi
2015 yılında Mecid Rafi Zadeh tarafından yayınlanan ve özel olarak annesinin, genel olarak da kadınların erkek egemenliği karşısında çektikleri acıların anlatıldığı bir kitapta, ‘Tahammül ve cesaret, günlük kötülüklerin üstesinden gelebilir mi?’ ve ‘Çökmekte olan bir ülke bir çocuğun kimlik hakkını inkar edebilir mi?’ gibi sorulara yer veriliyor.
Bu bağlamda İranlıların, rejimi değiştirmek için ödemeleri gereken bedeller hakkındaki bir soruya Mecid Rafi Zadeh, “İran vatandaşları, teokratların ellerinden ülkelerinin kontrolünü almak için her türlü çabayı sarf etti. Rejimi hatalarından, kötü yönetiminden ve suçlarından sorumlu tutma çabalarında kayda değer ilerleme sağladılar, ki buna Kasım 2019 protestolarında yaklaşık bin 500 kişinin ölümü de dahil” ifadeleriyle yanıt verdi. Zadeh, Avrupa ve ABD’deki politika yapıcılarına, ‘bu insanların, demokratik davalarına yönelik dış destek varlığında ne kadar başarılı olabileceğinin’ sorulması gerektiğini de vurguladı.
İran halkının çektiği acılar hususunda ise İran asıllı ABD’li araştırmacı, ailesinin bazı üyelerinin aldığı tehditleri ve karşıt yazıları nedeniyle maruz kaldığı girişimleri aktardı. Zadeh, “Rejim ailemi ve faaliyetlerimi durdurmazsam bunun ağır sonuçları olacağı tehdidinde bulundu. Babam dahil ailemin bazı bireylerini hapse attı ve onlara işkence etti. Ailemin telefonda veya sosyal medyada yaptığı her konuşmayı izlediklerine ve dinlediklerine inanıyorum. Tahran’daki yetkililer, daha önce beni yüksek pozisyonlara atayarak, İran’a ve komşu ülkelere çekmeye çalıştılar. Ancak insanlığa karşı işlediği suçlarla tanınan bu rejime karşı, aşırı yoksulluk içinde yaşamayı ve hayatımı riske atmayı tercih ettiğim için taleplerine cevap vermedim” dedi.



Yeni ankette Amerikalıların en büyük endişesi ortaya çıktı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Yeni ankette Amerikalıların en büyük endişesi ortaya çıktı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

ABD Başkanı Donald Trump'ın defalarca "hiç bu kadar iyi durumda olmamıştık" diye ısrar etmesine rağmen, yeni bir ankete göre Amerikalıların en büyük endişesi hâlâ hayat pahalılığı.

SSRS'ın CNN için yaptığı son ankette, katılımcılardan, hayatı daha iyi hale getirmek için şansları olsaydı başkana odaklanmasını isteyecekleri tek bir konu seçmeleri istendiğinde, yüzde 32'si ekonomi veya hayat pahalılığına dair endişelerini dile getirdi.

CNN'in haberine göre bu oran Cumhuriyetçi seçmenler ve Cumhuriyetçi eğilimli bağımsızlar arasında yaklaşık yüzde 40'a yükseldi.

Karşılaştırma yapmak gerekirse, tüm katılımcıların sadece yüzde 5'i göç ve sınır güvenliğini, yüzde 1'i ise suç ve kamu güvenliğini seçti.

Bu anket, yaygın olarak takip edilen bir ölçüye göre ABD ekonomisine olan tüketici güveninin aralık ayında 5. ay üst üste düşmesinin ardından geldi.

Trump, konuşmalarında ve Truth Social paylaşımlarında, zaten bir "altın çağ" yaşadıklarını ve Amerika'nın "ülke olarak şimdiye kadarki en iyi noktada" bulunduğunu şiddetle savunuyor.

Geçen ay "Ekonomi alanındaki harika çalışmalarım henüz tam olarak takdir edilmese de takdir edilecektir!" diye ilan etmiş, aralıkta ise "Alım gücü kelimesi Demokratların bir oyunudur" diye eklemişti.

Ancak kanıtlar, takdirin hâlâ yetersiz olduğunu gösteriyor. CNN anketine katılanlar, "orta sınıfa yardım", "sağlık hizmetleri maliyetleri", "sosyal güvenliği koruma", "konut maliyetleri" ve "gıda fiyatları" gibi birçok ekonomik konuyu en büyük endişeleri olarak gösterdi.

SSRS anket şirketinin basın açıklamasında belirttiğine göre, bu oran tüm katılımcıların yüzde 32'sini oluşturuyor. Katılımcıların dikkat çekici bir şekilde yüzde 16'sı Trump'ın istifa etmesini söyleyeceklerini, yüzde 8'i "genel olarak olumlu yorumlarda" bulunacaklarını belirtti.

Salı günü, kâr amacı gütmeyen ticaret araştırma kuruluşu Conference Board, tüketici güven endeksinin ekimde 92,9'dan kasımda 89,1'e düştüğünü ve katılımcıların mevcut iş koşullarına ilişkin değerlendirmelerinin Eylül 2024'ten bu yana ilk kez olumsuz yönde olduğunu açıkladı.

Michigan Üniversitesi tarafından yapılan benzer bir anketse farklı sonuçlar gösterdi; tüketicilerin ruh hali aralık ayında ekime kıyasla hafifçe iyileşti.

Eski MAGA destekçisi ve şimdilerde Trump eleştirmeni olan Marjorie Taylor Greene, bu yılın üçüncü çeyreğinde tüketici harcamalarındaki artışın büyük ölçüde sağlık hizmetleri maliyetlerinden kaynaklandığını gösteren son verilere dikkat çekti.

X'te yaptığı açıklamada, "Aylardır Amerikalılar için sağlık hizmetleriyle ilgili mali kriz konusunda uyarıda bulunuyordum ve işte geldi" dedi.

Cumhuriyetçilerin bunu düzeltememesi, ara seçimlerde onlara çok pahalıya mal olacak. Bunu düzeltmek için hiçbir şey yapmayan Cumhuriyetçiler, Demokratları suçlayamaz.

Ancak seçmenler bunun yakın zamanda düzeltileceğine inanmıyor gibi görünüyor. CNN anketinde, Trump'ın onların söylediklerine önem vereceğine inanıp inanmadıkları sorulduğunda, katılımcıların yüzde 51'i "Hiç inanmayacak" yanıtını verdi. Yaklaşık yüzde 38'i ise aynı durumun Demokrat liderler için de geçerli olduğunu düşünüyor.

Independent Türkçe


Rusya, İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması için gizli arabuluculuk yapıyor

İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
TT

Rusya, İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması için gizli arabuluculuk yapıyor

İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)

Tel Aviv’deki siyasi kaynaklar, Rusya’nın İsrail ile Suriye arasında bir güvenlik anlaşmasına varılması amacıyla gizli arabuluculuk yürüttüğünü, bu sürecin ABD yönetiminin bilgisi ve onayı dâhilinde ilerlediğini açıkladı.

İsrail devlet televizyonu Kan 11, Azerbaycan’ın şu anda üst düzey yetkililerin katıldığı toplantı ve görüşmelere ev sahipliği yaptığını; temasların Bakü’de sürdüğünü bildirdi.

Bilgi sahibi bir güvenlik kaynağı, Rus arabuluculuğuna rağmen İsrail ile Suriye arasındaki temaslarda hâlâ bir boşluk bulunduğunu, ancak son haftalarda sınırlı da olsa ilerleme kaydedildiğini söyledi.

Kan 11’e konuşan kaynaklar, Moskova ile Şam’ın ilişkileri güçlendirmek için çalıştığını; Rusya’nın geçen ay Lazkiye kıyı bölgesine asker ve askeri teçhizat sevk ettiğini aktardı. Aynı kaynaklar, İsrail’in Suriye’nin güneyinde Türkiye’nin varlığını pekiştirme girişimleri yerine, Rusya’nın sahadaki varlığını tercih ettiğini kaydetti.

Dün (çarşamba) Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani Moskova’yı ziyaret ederek Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile görüştü ve iki ülke ilişkilerinin stratejik düzeye taşınmasının hedeflendiğini belirtti.

İkili ilişkilerdeki en dikkat çekici gelişme ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 15 Ekim’de Suriye’de geçiş döneminin başkanı Ahmed eş-Şera’yı kabul etmesi oldu. Görüşmede taraflar, stratejik ve siyasi ilişkilerin güçlendirilmesi ile enerji ve gıda alanlarında iş birliğinin önemine vurgu yapıldı.

İsrail’in Rusya ile iyi ilişkiler sürdürdüğü ve Tel Aviv’in Suriye dosyasında Moskova ile çıkar paylaşımı konusunda uzlaşı aradığı biliniyor. Mayıs ayından bu yana Putin ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Suriye başta olmak üzere çeşitli başlıkları ele alan dört uzun telefon görüşmesi yaptığı ifade ediliyor.

scd
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Moskova’da çarşamba günü gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare  (SANA)

Suriye Dışişleri Bakanlığı Enformasyon İdaresi, mayıstaki temasların ardından yaptığı açıklamada, Putin’in Suriye’yi bölmeye yönelik her türlü İsrail müdahalesini kesin biçimde reddettiğini ve Moskova’nın yeniden imar ile istikrarın sağlanmasına desteğini yinelediğini duyurmuştu.

cdfr
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Şam’da düzenlenen ortak basın toplantısından bir kare (EPA)

Tel Aviv’de ise “Türkiye nüfuzuna karşı Suriye’de Moskova ile ortak çıkarlar bulunduğu” değerlendirmesi yapılıyor. Maariv gazetesine göre Rusya, hem Türkiye hem de İsrail ile iyi ilişkiler sürdürüyor ve iki ülke arasında gerilimin tırmanmasını engellemeye çalışıyor. Aynı zamanda, tüm tarafların—Suriye dâhil—onayıyla ülkedeki pozisyonlarını korumayı hedefliyor.

dfgt
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, İstanbul’da cumartesi günü ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile yaptığı görüşmeler sırasında, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin de hazır bulunduğu an (EPA)

ABD’nin İsrail-Suriye güvenlik düzenlemelerinde başat rolü üstlenmesine rağmen, Washington’un Rusya dâhil diğer müttefiklerden gelecek “olumlu katkılara” kapıyı kapatmadığı belirtiliyor.

Eski diplomat ve Suriye-Ortadoğu uzmanı akademisyen Mihail Harari’ye göre, Ahmed eş-Şera’nın Suriye’yi temkinli ve dengeli biçimde yönetmesi, ülkeye bölgesel ve uluslararası destek kazandırdı. Harari, İsrail’in Suriye’de kaosun sürmesini isteyen bir aktör gibi görünmekten kaçınması gerektiğini savundu.

Şarku’l Avsat’ın Harari’nin Maariv’de yayınlanan makalesinden aktardığı analize göre İsrail’in çıkarlarını sağlıklı yönetebilmesi için Şam ile bir güvenlik anlaşmasını hızla sonuçlandırması gerekiyor. Harari, son savaşta elde edilen askerî kazanımların siyasi kazanca dönüştürülmesinin, mevcut “pasif” tutumla mümkün olmayacağını ifade etti.


İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
TT

İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)

Ömer Önhon

Başbakan Binyamin Netanyahu, bu hafta onuncu üçlü zirve için Yunan ve Kıbrıslı mevkidaşları Kiriakos Miçotakis ve Nikos Hristodulidis'i Kudüs'te ağırladı. Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildirinin temel noktaları şöyleydi:

• Güvenlik, savunma ve askeri konularda mevcut üçlü iş birliğinin güçlendirilmesi.

• Deniz yollarının ve hayati altyapının yenilenen tehditlerden korunmasında koordinasyonun derinleştirilmesi.

• Enerji sektöründe ortak projelerin geliştirilmesi, elektrik şebekelerinin birbirine bağlanması ve yenilenebilir enerji girişimlerinin geliştirilmesi.

Netanyahu, üçlü zirveyi bugüne kadar yapılan tüm toplantıların en önemlisi olarak nitelendirdi. İlk üçlü zirve, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği 2016 yılında yapılmıştı. O dönemde Türkiye'nin İsrail ve özellikle Mısır ve bazı büyük Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap devletiyle ilişkileri oldukça gergindi. Bu ittifak tarafından kurulan üçlü mekanizmanın özü, “Türkiye'ye karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve doğal gaz kaynaklarının en uygun şekilde değerlendirilmesi için iş birliği yapmak” üzerine kurulu.

Basın toplantısında bir İsrailli gazetecinin, Türkiye'ye mesajlarının ne olduğu yönündeki sorusuna Netanyahu, Türkiye'nin adını anmadan şu yanıtı verdi: “Kimseyle çatışma arayışında değiliz. Bu, uluslararası kuralları, normları ve istikrarı savunmak için kurulmuş bir ittifaktır ve umarız test edilmek zorunda kalmaz.”

Daha sonra yine Türkiye'nin adını anmadan şunları ekledi: “Topraklarımız üzerinde yeniden imparatorluklar kurabileceklerini hayal edenlere şunu söylüyorum; bu olmayacak. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek durumdayız.”

Netanyahu bu sözleriyle, tarihsel haksızlıkları ve korkuları öne sürmeye ve “ortak tehditler” olarak algıladığı şeylerle yüzleşmek için ittifaklar kurmaya dayalı bir politikaya geri dönüyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikaları nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da 1990'larda eşi benzeri görülmemiş bir zirveye ulaşmıştı. İsrail uçakları geniş Anadolu ovaları üzerinde eğitim tatbikatları yapmış ve yüz binlerce İsrailli turist Türkiye'nin güvenli ve misafirperver ortamında tatil yapmıştı.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002'de iktidara gelmesinden ve Netanyahu'nun başbakanlığından bu yana ilişkiler giderek kötüleşti.

Türk-İsrail ilişkileri, 2010 yılında İsrail güvenlik güçlerinin Gazze'ye yardım ulaştırmak için Akdeniz'deki uluslararası sularda seyreden uluslararası bir filonun parçası olan Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla ağır bir darbe aldı. Daha sonra, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısının ardından dibi gördü.

Bugün ise iki ülke arasında bir soğuk savaş yaşanıyor ve Suriye ile Akdeniz'de doğrudan çatışma riski bulunuyor. İsrail, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü, özellikle Suriye'deki etkisini ve varlığını bir tehdit olarak görüyor; zira bu durum, bölgedeki operasyonel üstünlüğünü, özellikle Suriye ve Lübnan'da olumsuz etkileyebilir.

Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi, ancak Ege Denizi'nde uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkileri gergin. Bu anlaşmazlıklar arasında münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve bazı ihtilaflı adaların yasal statüsü ve ilgili denizcilik hakları konuları yer alıyor. Atina ve Ankara siyasi ve teknik mekanizmalar ağını korusa ve son iki yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aralık 2023'te Atina'ya, Başbakan Kiriakos Miçotakis'in Mayıs 2024'te Ankara'ya yaptığı ziyaretler de dahil olmak üzere üst düzey temaslar yeniden canlanmış olsa da temel anlaşmazlıklarda çözümsüzlük sürüyor.

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz güvenlik mimarisinde merkezi fay hattı olmaya devam ediyor. 1974'ten beri ada, güneyde Kıbrıslı Rumlar (uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyde sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıslı Türkler arasında fiilen bölünmüş durumda. Nikosia (Lefkoşa), Kıbrıs meselesindeki pozisyonunu ilerletmek ve Türk nüfuzunu sınırlamak için uluslararası forumlardan ve ortaklıklardan sürekli olarak yararlandı. Bu bağlamda, güvenlik konuları, devam eden enerji ajandası ile birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki üçlü iş birliği çerçevesinin ön saflarına yerleşti.

frgty
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Kudüs'te yapılan üçlü toplantının ardından ortak basın toplantısında, 22 Aralık 2025 (AFP)

Yunanistan ve GKRY için İsrail ile iş birliğini derinleştirmenin en güçlü motivasyonu, gelişmiş teknolojik ve savunma yetenekleridir. Buna yapay zekâya olan artan ilgi, teknoloji transferi ve yüksek teknoloji sektörlerindeki yatırım bağları da dahildir. Savunma boyutu artık ikincil önemde değil; zira Yunanistan, füze topçu sistemleri de dahil olmak üzere İsrail ile büyük anlaşmalar yaptı ve Türkiye ile devam eden gerilimler arasında daha geniş hava ve füze savunma projeleri hakkında görüşmelerde bulunuyor. GKRY’nin, İsrail'in Barak-MX hava savunma sistemini teslim almaya başladığı da bildiriliyor. Türkiye bu anlaşmaya sert bir şekilde itiraz etti.

Zirveden önce üç ortağın, ortak bir “hızlı müdahale gücü” kurma niyetine dair haberler dolaşmıştı, ancak böyle bir girişim açıklanmadı. Anlatıldığına göre kavram tartışıldı, ancak nihayetinde kısmen NATO taahhütleriyle ilgili komplikasyonlardan kaçınmak, Türkiye ile gereksiz bir yüksek tansiyonu önlemek ve istenmeyen bölgesel sinyaller vermekten kaçınmak için ertelendi.

Bununla birlikte, zirveden bir gün sonra üç ülkenin askeri yetkilileri Nicosia'da ortak bir eylem planı ve Yunanistan ile İsrail arasında ikili bir askeri iş birliği programı imzaladı. Açıklanan unsurlar arasında, ortak özel operasyon birimi eğitimi ve insansız sistemler, özellikle dronlar ve elektronik savaş dahil olmak üzere yenilenen tehditler konusunda uzmanlık paylaşımı ile genişletilmiş bir ortak kara, deniz ve hava tatbikatı programı yer alıyor.

df
Türk gemisi “Mavi Marmara”, Hayfa Limanı’ndan Türkiye'ye dönüş yolculuğunda bir Türk römorkörü tarafından çekiliyor, 5 Ağustos 2010 (AFP)

Liderler ayrıca deniz güvenliğinin önemini vurguladılar ve GKRY’de Denizcilik Siber Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını onaylayarak, bunu deniz yollarının ve hayati altyapının korunmasıyla doğrudan ilişkilendirdiler. Bu endişeler, uzun zamandır üçlü iş birliğinin temelini oluşturan enerji ve enerji güvenliği dayanaklarıyla kesişiyor.

Önce İsrail açıklarında, daha sonra Kıbrıs açıklarında keşfedilen açık deniz gazı, son çeyrek yüzyılda Doğu Akdeniz'in enerji haritası üzerindeki rekabeti ve pazarlığı yoğunlaştırdı. Buna karşılık Türkiye coğrafi konumu, yakınlığı ve mevcut altyapısı sayesinde kendisini önemli bir bölgesel merkez olarak konumlandırıyor ve bu da onu Rusya, Azerbaycan ve Orta Asya'dan Avrupa pazarlarına gaz ve petrol için tercih edilen bir transit güzergah haline getiriyor.

İsrail, GKRY ve Yunanistan, İsrail'den başlayıp Kıbrıs ve Girit'ten geçerek Yunanistan'a bağlanacak ve Türkiye'yi bypass edecek boru hattı aracılığıyla Avrupa'ya doğalgaz taşımak için alternatif bir rota arayışına girdiler. Ankara ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır ve diğer birkaç ülkenin katılımıyla 2020 yılında kurulan Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu'ndan da dışlandı. Ancak, bin 900 kilometrelik kara ve deniz güzergahına sahip East-Med boru hattı olarak bilinen proje, maliyeti yüksek ve uygulanamaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini çekmesiyle 2022 yılında donduruldu. Ancak bugün, Ukrayna'daki savaşın yarattığı ortamda, üç ülke projeyi yeniden canlandırmaya çalışıyor.

csdf
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'taki BM Genel Merkezi'nde düzenlenen BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, 19 Eylül 2023 (AFP)

Kudüs'te bir araya gelen liderler, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlaması planlanan Hindistan-Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini ilerletme konusundaki kararlılıklarını da vurguladılar. Koridor Hindistan'dan başlıyor, Ortadoğu'daki çeşitli Arap ülkelerinden ve İsrail'den geçerek GKRY’ne ulaşıyor ve ardından Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlanıyor. Hindistan, 2025’teki askeri çatışma sırasında Türkiye'yi Pakistan'ın yanında yer almak ve ona insansız hava araçları sağlamakla suçlamış ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir bozulmaya yol açmıştı.

Üçlü (İsrail, Yunanistan ve GKRY), ortak bildiride, ABD'nin de katılımıyla “3+1” formatındaki görüşmelerinin önemini vurguladı. Başkan Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında, özellikle Trump yönetiminin Türkiye'ye Suriye ve Gazze'de özel bir rol vermesinden sonra sıcak bir ilişki olsa da İsrail Suriye'deki herhangi bir Türk varlığını reddediyor ve Ankara'nın Gazze için önerilen mekanizmalara katılımına şiddetle karşı çıkıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, aralık ayı sonunda Washington'da Trump ile yapacağı görüşmede büyük olasılıkla bu itirazları dile getirecek. Ayrıca ABD Başkanı’na, Gazze'deki 20 maddelik barış planının uygulanmasında Türkiye'ye alternatif olarak GKRY ve Yunanistan’ı önermesi de bekleniyor.

Buna karşılık, isminin açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, GKRY ve Yunanistan'ın İsrail ile yakınlaşma yoluyla Türkiye'ye baskı yapma girişimlerinin, ikili ilişkileri iyileştirme ve Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarına zarar vereceğini vurguladı. İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletlerinin Türkiye'nin katılımı konusundaki çekincelerini veya endişelerini dile getirebileceklerini ama Ankara'nın aksine GKRY ve Yunanistan'ın barış çabalarına katkıda bulunmak için gerekli güç ve bağlantılara sahip olmadığının açık olduğunu ve aslında, İsrail ile ittifaklarının onlara kazançtan ziyade bir yük gibi göründüğünü belirtti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.