BM Libya Destek Misyonu Temsilcisi Vekili Williams, Şarku’l Avsat’a konuştu: 'Libya hükümetinin önünde büyük bir fırsat var ancak zenginlik arzusu büyük bir zorluk'

BM Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Temsilcisi Stephanie Williams. (EPA)
BM Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Temsilcisi Stephanie Williams. (EPA)
TT

BM Libya Destek Misyonu Temsilcisi Vekili Williams, Şarku’l Avsat’a konuştu: 'Libya hükümetinin önünde büyük bir fırsat var ancak zenginlik arzusu büyük bir zorluk'

BM Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Temsilcisi Stephanie Williams. (EPA)
BM Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Temsilcisi Stephanie Williams. (EPA)

Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Temsilcisi Vekili Stephanie Williams, Libya’da 24 Aralık’ta bir seçim gerçekleştirilmesi ve ulusal diyalogdan çıkan ‘yol haritasının’ uygulanması için ülkedeki yeni hükümetin ‘büyük bir fırsata’ sahip olduğuna söyledi. Williams, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda en büyük zorluğun ise zenginlik arzusu olduğunu vurguladı.
Williams, söz konusu fırsata dair şunları söyledi:
“Libya’da hükümetin gücü ve zayıflığı görecelidir. Mevcut hükümet, Trablus'un merkez sınırları içindeki bir bölgede güç kullanıyor. Yeni hükümette en azından tüm Libya’yı ve dünyayı gezen Başbakan Abdulhamid Dibeybe ve ülkenin doğusundan temsilciler de bulunuyor. Ayrıca yeni düzenlemeleri onaylayan Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Halife Hafter ve yeni hükümete destek vereceğini duyuran Meclis Başkanı Akile Salih de var. Diğer bir deyişle, yapılanlara karşı çıkmayacak etkili güçler mevcut. Bunun için uluslararası toplumdan ve bölge devletlerinden de destek söz konusu. Dolayısıyla öncekine göre çok daha fazla fırsata sahip.”
Williams, BM ekibinin en son 23 Ekim’de süreci ateşkese götürmek için ‘askeri durgunluktan’ yararlandığını söyledi. Libya diyalogunun başarısındaki önemli faktörlerden birinin, ‘Libyalıların ülkelerindeki yabancı varlığı reddetmeleri’ olduğunun altını çizen Williams, “Libya’da 6 bini Suriyeli olmak üzere 17 ila 20 bin arasında paralı asker var” dedi.
BM’de görevlendirilene kadar ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çalışmalar yürüten Stephanie Williams, eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un Trablus saldırısından yaklaşık dört gün önce Hafter’e yeşil ışık yaktığını söyledi. Williams’a göre Bolton, Hafter’e şunları söyledi: Bunu yapmak istiyorsanız çabuk davranın ve sivil kayıpları azaltın.
General Hafter’in ne cevap verdiğini bilmediğini söyleyen Williams, ancak Bolton’a Trablus’ta kolayca ilerleyebileceği intibası uyandırdığını ifade etti. BM misyonunun eski ABD Başkanı Donald Trump ile Hafter arasındaki temas hakkında daha önceden herhangi bir bilgi sahip olmadığını belirten Williams, gerçekleştirilen iki görüşmenin Hafter’in ABD’nin onunla birlikte olduğunu düşünmesini sağladığını kaydetti.
Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Temsilcisi Vekili Stephanie Williams, Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajda Libya’daki sürece dair merak edilen soruları cevapladı:

2018 yılında ABD’li bir diplomat olarak Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz es-Serrac ile görüşmek için Trablus'a geldiniz. Buluşma yerinde Libya’nın eski Devlet Başkanı Muammer Kaddafi zamanından kalma bir tablo vardı. Bu tablonun hikayesi ve anlamı nedir?
Bildiğiniz gibi ABD’li diplomatlar, 2014’ten bu yana Trablus’a askeri uçakla gitmek zorunda. Söz konusu ziyareti AFRICOM ile koordine ettik. Serrac ile görüşmek için Trablus’taki deniz askeri üssüne uçtuk. Her şey güzeldi. Orada, girdiğimiz odanın duvarlarına baktım. Trablus Limanı’nda yanan Philadelphia askeri gemisinin resmi vardı. Bu ABD’nin ilk askeri deniz konuşlandırılmasıydı. Söz konusu savaş gemisi korsanlarla savaşmak için görevlendirilmişti. Resim, geminin 1804 yılında limanda yerlilerin eline düştüğündeki manzarayı gösteriyordu. Geminin donanma tarafından el konulmaması için yakılmasına karar verilmişti. Etkileyici bir hikaye. Düşünsenize; ABD’li bir subay, yanmakta olan bir Amerikan gemisinin resminin olduğu bir odada oturuyor. Serrac’ın odasının duvarındaki resmin çizilmesini Kaddafi istemişti. Yıllarca da duvarda kaldı.

Toplantıda bunun hakkında konuştunuz mu?
Konuyu daha sonra Serrac’ın yardımcılarıyla konuşurken gündeme getirdim. Bir dahaki sefere bunun ne anlama geldiğine dikkat etmeleri gerektiğini söyledim. Yanlış bir siyasi anlam çıkarılabilir. Sanırım bunu hiç düşünmediler. Kasıtlı bir hareket değildi. Resim yıllardır mevcuttu. ABD’lilerin Libya’da olmasını istiyorlar. Amerikalı bir diplomat olarak rejimle ilişkiler iyileştiğinde, 2008 ve 2009 yıllarında Libya’ya gittim, Trablus'u ziyaret ettim. 2018 yılındaki Libya temaslarım da devrimden sonraki ilk ziyaretim oldu.

Daha sonra BM misyonuna katılmaya mı karar verdiniz?
BM’nin eski Libya Temsilci Gassan Selame’nin bir yardımcı, siyasi bir ortak aradığını biliyordum. İş başvurusunda bulunmak isteyip istemediğimi sordu. Kesinlikle istediğimi söyledim. Her şey hızla gerçekleşti. 2018 yılının haziran ayında ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevimden istifa ettim. Bundan birkaç gün sonra da New York’taki BM misyonuna katıldım. Ardından Tunus’a bir uçuş gerçekleştirerek Libya’ya geçtim. 13 Temmuz’da Trablus’taydım.

Suriye’den Libya’ya
ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye dosyası üzerinde çalışıyordunuz. BM’de ise Libya dosyasına geçtiniz…
Evet. Libya’da çalışmaya başladığımda Selame’nin bir eylem planı vardı. Libya Siyasi Anlaşması’nı değiştirmek ve 2017 yılının sonunda toplantılar yapmak için Başkanlık Konseyi ve Parlamento ile çalışmaya gayret gösterdi. Ancak çabalar, değişmeyi reddeden katı statükonun yaptırımlarıyla çarpıştı.

Ya referandum önerisi?
Bu, planın ikinci aşamasıydı. Referandum gerçekleştirme prosedürleri karmaşıktı. Çünkü referandum taslağı Temsilciler Meclisi’nden geçmek zorundaydı. Ulusal Kongre de ikinci aşamadaydı. Kongre’nin gerçekleştirilebilmesi için yer arıyorduk. Söz konusu dönemde merkezi Cenevre’de olan ‘İnsani Diyalog Merkezi’, diasporadaki Libyalılarla bile temas kurdu. Siyasi durumu anlamanın temeli buydu.

BM’nin geri çekildiğini mi düşünüyorsunuz?
Evet; 2014 yılında. İletişim 2017 yılının sonu, 2018’in başında başladı. Ancak 2019 yılının ocak ayına kadar tam bir dönüş gerçekleşmedi. Teorik olarak tüm taraflar Tunus’ta ikamet ediyordu. Biz Libya’yı ziyaret ediyorduk. Buna karşılık İnsani Diyalog Merkezi, sahadaki durumu koruyor ve ulusal kongrenin gerçekleştirilmesi için teşvikte bulunuyordu. Toplantılar önemliydi. Çünkü eski rejimin destekçileri ilk kez siyasi bir sürece katılıyordu. Ulusal bir konferans düzenleme fikrini kabul etme isteğini görmeye başladık. Ortada birçok durum vardı. Bir ekonomik kriz söz konusuydu. Örneğin karaborsa ve döviz kurlarındaki farklılık likidite sorunu yaratıyordu. Libyalıların para için girdikleri uzun kuyrukları kendi gözlerimle gördüm. Bazıları 12 ila 14 saat bekliyordu.

Sonra ekonomik birimin çalışmalarına mı başlandı?
Gassan politik ekonomiye odaklanmayı önerdi. Çünkü ekonomik konular siyasi dosyalara bağlanmalıdır. Zira ekonomik çatışma faktörleri söz konusuydu. Birimi oluşturdum. Döviz kuru sorununu çözmesi için Merkez Bankası’na baskı yapmaya çalıştım. Ancak şansım pek yaver gitmedi. Hafter'in petrol ablukası sorununu çözmenin yollarından biri olarak Serrac'ın talep ettiği küresel mali denetim meselesi üzerinde çalıştık. Selame bu konu üzerinde durdu. Hafter’i geri tutmayı başardı.
Karaborsa
-Sonra Trablus saldırısı mı gerçekleşti?
Hafter’in ikinci saldırısını anlamak için bu saldırının anlaşılması gerekiyor. İlk saldırı, 2018 yılının Ağustos ayında başlayıp aynı yılın Eylül ayının ortalarına kadar devam etti. Bazı Libyalıların “Libya’nın George Washington’u” olarak adlandırılan fakat gerçekte öyle olmayan Salah Badi’nin Mısrata’daki gruplarından bazıları ve Tarhuna milisleri Trablus’a saldırdı. Ancak Trablus’taki gruplar, başkenti savundu. Biz o zamanlar ateşkes sağlamak için çalışıyorduk. Salah Badi dışında tüm taraflar ateşkes anlaşmasını imzaladı. Badi’ye bağlı gruplar, Trablus’a işlerin gidişatından ve yolsuzluktan memnun olmadıkları için saldırdıklarını söylediler.
Ateşkes anlaşmasında döviz kuru reformlarını hükümet ve Merkez Bankası’nın yapması gerektiğini söyledik. Resmi piyasa ile karaborsa arasında bir miktar boşluk oluştu. Ayrıca, Serrac hükümetinde yapısal güvenlik reformlarına ve değişikliklere duyulan ihtiyacı söylemek için ateşkes anlaşmasını kullandık.
-O dönemde İçişleri Bakanı Fethi Başağa da katıldı mı?
Kesinlikle. Başağa da Maliye Bakanı olarak atanan Ferec Bumatari de katıldı. Başağa, güvenlik sektöründeki reformlar üzerinde çalıştı. Bununla birlikte, aynı zamanda, Sayın Hafter 2019 yılının başında Libya'nın güneyine taşınarak büyük bir askeri operasyon başlattı.
- Ancak daha geniş kapsamlı saldırı Nisan ayında gerçekleştirildi. Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Başkan Donald Trump'la yapılan görüşmeler bunda etkili miydi?
Edindiğim bilgiler kadarıyla Bolton’dan gelen ilk aramanın ‘yeşil ışık’ olarak yorumlanmasının bu konuda etkili olduğunu düşünüyorum. Hafter grubundan da aramanın saldırıdan 4 veya 5 gün önce gerçekleştirildiğini öğrendik. Bolton, Hafter’e, “Bunu yapmak istiyorsanız. Çabuk yapın ve sivil kayıpları azaltın” dedi, General Hafter’in ne dediğini bilmiyorum. Ancak Bolton’a Trablus’ta kolayca ilerleyebileceği intibası uyandırmıştı. Şubat ve Mart ayları önemliydi.
-Neden?
Mart çok önemliydi. Şubat ayının sonunda bir görüşme gerçekleştirildi. Belki de 27 Şubat’tı. Abu Dabi’de Serreac ile Hafter arasında bir görüşme gerçekleşti. Toplantı iyi anlaşılmadı. Gassan Selame’yi BM temsilcisi olarak toplantıya tanıklık etme, uluslararası boyutları ve Libya siyasi anlaşmasını açıklamaya ve her türlü soruyu yanıtlamaya davet ettiler. Meclis Başkanı Akile Salih ve Dışişleri Bakanı Halid el-Mişri’nin katılımı ile ikili ya da dörtlü görüşmelerde ve uluslararası konferans ile ilgili konuşmalarda Selame’nin de hazır bulunmasını istediler.  Bu görüşmeler gerçekleştirilmedi. Gerçekleşen tek toplantı Serrac ve Hafter arasındaydı.
-Toplantıyı kim düzenledi?
Ben buradaydım. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) kesinlikle müdahale etmedi. Yalnızca buluşma yerini ayarladılar. Görüşmelere katılmadılar. Ancak Selame, görüşmedeydi. İki lider arasındaki görüşme 20 dakika sürdü. Bu toplantıda resmi bir anlaşma yapmadılar, daha ziyade ileriye dönük bir anlayış vardı. Planımız bundan sonra üzerinde çalıştığımız Ulusal Konferansın ana plan olarak düzenlenmesiydi. Bundan önce başka yerlerde sivil ve askeri kontrol hakkında konuşmak üzere iki liderin danışmanlarıyla görüşmelerde bulundum. Toplantıdan döndüğümüzde herkesin bir görevi vardı.
-Neydi o görevler?
Bu iki adamın görevi, anlaşmaları uygulamak ve bunlara saygı duymaktı. Bizim görevimiz ulusal konferansı organize etmekti. Bazı adımlar attım. Tarih ve davetleri belirleyip, Libyalılarla Ulusal Konferans hakkında konuştum. Ama anladığımız şey, bu iki adamın pek bir şey yapmamış olduğuydu.
-Ardından Hafter, Trablus’a saldırma kararı aldı. Neden?
Bunun birçok sebebi var. Birincisi; Hafter ve Serrac arasından bir güven söz konusu değildi. Abu Dabi’de tek bir toplantı yapıldı. Mart sonunda bir takip toplantısı yapmaya çalıştık. Ancak gerçekleştiremedik. Mart ayında Libya’nın batısında ve Trablus’taki silahlı gruplar arasında bir görüşme olduğunu düşünüyorum. Görüşmenin içeriği şöyle olabilir: “Trablus’a gelmek istersen ortada herhangi bir sorun yok. Saldırmayacaksınız. Ancak Hafter ve Serrac arasında bazı düzenlemelere karşı çıkmayacağız.” Bunun bir anlaşma olduğunu sanmıyorum.
Yeşil Işık
-Bolton ve Trump’ın telefon görüşmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hafter, kararını Bolton’la gerçekleştirdiği görüşmeden sonra verdi. Kendine çok güveniyordu. Ortada başka bir şey vardı. Olaylar durduk yere meydana gelmez. Hafter, LUO’yu Libya’nın güneyine taşıdığında orada büyük bir boşluk vardı. Bu adımı 2019 yılının Ocak ayında başlattı. Kimse ona tek kelime etmedi. Kimse ona ne yapıyorsun demedi. Trablus bile hiçbir şey söylemedi. Aslında bazıları bunu memnuniyetle karşıladı. Güneyde bir miktar güvenlik olduğunu söyledi. Bazıları Sebha’da mutluydu. Bu arada, Trablus'ta hükümette bakanlarımız vardı. “İyi en azından bölgemizde biraz güvenliğimiz var” diyorlardı. Sanırım yanlış hesaplama ve okumalar yapıyordu.
-Sonra Trump ile bir görüşme mi gerçekleştirildi?
Bildiğim şey, Trump ve Hafter arasındaki görüşme ve açıklama arasında yalnızca dört gün olduğu. Bu konuda hiçbir fikrimiz yoktu. Bolton’un aramasından haberdardık. Ancak Trump’ın görüşmesinden açıklanana kadar haberimiz olmadı.
- Saldırıyı terörle savaşın bir parçası olarak mı düşünüyorsunuz?
Evet. Bolton ve Trump’la gerçekleştirilen görüşmeler, Hafter’e ABD’nin yanında olduğunu düşündürdü.
-  Amerikan kurumları neredeydi?
Amerikan kurumları arasında bazı anlaşmazlıklar oldu. Dışişleri Bakanlığı'nın Trump ile Hafter arasındaki temastan memnun olmadığını biliyorum.
- Belki de Suriye'de olduğu gibi, 2019 yılının Ekim ayında Trump Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a diğer kurumların bilgisi olmadan Fırat'ın doğusuna saldırması için yeşil ışık yakmıştır ne dersiniz?
Evet. Doğru. Diğer kurumlara danışılmadı. Ardından olanlara uyum göstermek zorunda kaldılar.
- BM, arabuluculuğu desteklemek için Hafter'in saldırısını nasıl kullandı?
Yaptığımız şey buydu. Bakın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) bir faydası olmadı. Selame, “Hadi uluslararası bir operasyon gerçekleştirelim. Ardından Libya’da bir operasyon yapalım. Yalnızca BMGK’ya başvuramayız. Güvenlik Konseyi'nin daimî üyelerinin uluslararası şemsiyesini sağlamak ve ardından çatışmaya doğrudan dahil olan ülkeleri ve uluslararası örgütleri dahil etmek istiyoruz. Tarafsız görülen ve uluslararası ilişkileri güçlü olan bir ülke istiyoruz. Bunun için en bariz aday Almanya’ydı. 2019 yılının Eylül ayından 2020 yılının Ocak ayındaki Berlin Konferansı'na kadar beş tur müzakere yaptık.
-Berlin sürecini harekete geçirirken sahadaki durumdan nasıl yararlandınız?
Sahadaki durgunluk 2020 yılının Haziran ayına kadar devam etmedi. Öncesinde bir diplomatik faaliyet dönemi söz konusuydu. Libya sürecini çatışmalar devam ederken başlattık. Ancak daha sonra olan şeylerde, Türkiye’nin UMH’ye verdiği destek Suriyeli paralı askerler ve insansız hava araçları kullanılması belirleyici bir nitelik taşıdı. Bunlar bölgedeki dengeyi değiştirebilirdi. Hafter, Vattiye üssünü kaybettiğinde, Batı Libya’dan çekilmesinin an meselesi olduğunu biliyorduk. Sonra Tarhuna ve Trablus’un güneyinden çekildi. Trablus’un merkezine girmedi. Sonra Sirte ve Cufra arasında bir temas hattı belirdi.
-Bu, Mısır’ın UMH ile Türkiye’nin aşamadığı ‘kırmızı çizgi’ olarak ilan ettiği temas hattı mı?
UMH’nin Sirte-Cufra hattını geçmemesinin sebebi, Libya’nın büyük bir ülke olması ve onu herhangi bir yerden kontrol etmenin zor olmasıdır.
 - Kahire bunun ‘kırmızı çizgi’ olduğunu mu söyledi?
Olabilir. Hiç şüphe yok ki bu, düşünmedeki ana faktörlerden biridir. Ayrıca sahadaki gerçek… Belki de Türkler, Libya'daki Ruslar ve Mısırlılar ile çatışmada değildi.
Paralı askerler
-Paralı askerler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Libya’da 17 ila 20 binden fazla paralı asker bulunuyor. Bunlardan büyük çoğunluğu Sudanlılar. Sayıları 11 bini bulan Sudanlı paralı askerlerin büyük çoğunluğu Hafter’in yanında yer alıyor. Hafter’in yanında yer alan yaklaşık 10 bin Sudanlı paralı asker vardır. UMH’ye destek veren Çadlı paralı askerlerin yanısıra yaklaşık 700 paralı asker bulunuyor.
-Peki ya Suriyeliler?
Çeşitli uyruklara sahip altı bin paralı asker bulunuyor. Suriyeliler de var. Wagner grubundan da paralı askerler bulunuyor. Bazıları tercümanlık yaparken bazıları petrol tesislerini koruyor. Wagner’in varlığı geçtiğimiz Eylül ayından beri belirgin durumda.
-2020 yılının başında bir takım gelişmeler yaşandı: Berlin Konferansı, Gassan Selame’nin istifası, askeri çıkmaza ek olarak koronavirüs (Kovid-19) salgını,  bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çıkmaz, Libya sürecini aktive etmemize olanak verdi.  Politik, askeri ve ekonomik olmak üzere üç rotalı bir süreç başlattı. En kolayı, ekonomik rota oldu. Askeri rota bağlamında, salgın öncesi Cenevre’de toplantılar gerçekleştirdik. Ancak taraflar yüz yüze görüşmedi. İlkbahar ve yaz aylarında görüşmeleri tamamladık. Daha sonra Cenevre’de yüz yüze görüşmeye hazır olduklarını söylediler. Bu, Cenevre'de anlaşmaya ve 23 Ekim'de ateşkese yol açtı.
O sırada siyasi rota olgunlaşıyordu. İkinci rota toplantıları yazın gerçekleştirildi. Daha sonra Sayın Serrac görevinden ayrılacağını söyledi. Bu yüzden yeni bir yürütme organı oluşturmak için siyasi müzakereleri hızlandırdık. Politik ve askeri rotaları izledik. Ateşkes kararlaştırıldı. Askeri liderler bir araya gelerek ‘paralı askerler’ ve yabancı işgale karşı açıkça konuştular ve hepsini ülke dışına çıkarmak istediklerini söylediler. Bu bize siyasi rotada bir ivme kazandırdı.
-Yabancı askerlerin varlığı ve durgunluğun bir sebep olduğunu söylüyorsunuz. Salgın hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu doğru. Savaşmaktan yorgun düşmüşlerdi. Ancak ülke aynı zamanda koronavirüs (Kovid-19) salgınının ortasındaydı. Birçoğu hastalandı ve acı çekti. Yazın gösteriler gerçekleştiriliyordu. İnsanlar yorgun, savaşmak istemiyor. Yeter diyorlar. Doğu Libya’da Hafter askeri zafer elde etmeye çalıştı ama olmadı. Siyasi bir çözüm denemek için çağrılar yapıldı. Ulusal uzlaşı söylemi tırmandı.
-Bütün bunlar, ülkeyi 24 Aralık'ta seçimlerin yapılmasını da içeren siyasi bir anlaşmaya götürdü. Ancak daha önce de seçim tarihleri açıklandı. Bu kez nasıl bir yenilik var?
Farklı olabilirler. Bir fırsat söz konusu. Bunun nedeni, Kasım ayında Tunus'ta ilk turda bir ‘yol haritası’ üzerinde anlaşmaya varılması, 24 Aralık'ta seçimlerin yapılması ve birleşik bir hükümetin ülkeyi seçimlere götürecek olmasıdır. Libya'nın karşılaşacağı sorun, her şey iki kuruma bağlı: Temsilciler Meclisi ve Yüksek Danıştay. Siyasi kesim, politik bir intihara sürüklenmek istemiyor. Meclis onlara elveda diyecek bir yasa çıkaracak. Çok yararlandılar ve çokça seyahatlerde bulundular. Ancak şimdi ‘yol haritası’, gerekliliklerin yerine getirilmemesi durumunda,  diyaloğa geri dönülmesini zorunlu kılıyor. Şimdi heyecan verici bir aşamadayız. Seçimlerin anayasal temeli sağlamak için 60 gün vardı. Bu zaman aşımı aşıldı. Bu kurumlar, yapmaları gerekeni yapmadılar.
-Paralı asker, istenildiği gibi geri çekilmedi. Yabancı ve paralı askerlerin varlığı devam ederken seçimler yapılabilir mi?
Evet. Bağımsız yerel gözlemcilerin huzurunda seçimler söz konusu. Bir dizi güzel yerel seçim yapıldı. Bence halkın seçime aday ve seçmen olarak katılma isteği var.
- Seçimlere hazırlanacak olan hükümet sahadaki milis ve gruplardan daha mı zayıf?
Bu, mevcut hükümetin güçlü olduğu anlamına gelmez. Libya'daki hükümetin gücü ve zayıflığı görecelidir. Mevcut hükümet, Trablus'un merkez sınırları içindeki bir bölgede güç kullanıyor. Yeni hükümette en azından tüm Libya ve dünyayı gezen Başbakan Abdulhamid Dubeybe var. Doğulu temsilciler var. Yeni düzenlemeleri onaylayan Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Halife Hafter var.  Yeni hükümete destek vereceğini söyleyen Meclis Başkanı Akile Salih var. Başka bir deyişler, yapılanlara karşı çıkmayacak etkili güçler var. Bunun için uluslararası toplumdan ve bölge devletlerinden de destek söz konusu. Dolayısıyla öncekine göre çok daha fazla fırsata sahip. Yine de büyük zorluklar var. Kolay olduğunu söylemiyorum.
-Servet mücadelesi hakkında ne söylersiniz?
En büyük zorluk, güç arzusunu kontrol altına almaktır. Güç, servete erişim demektir. Şu anki hedef seçimler.
-ABD hükümetinin tutumu ne olacak?
Amerikan yönetiminin dış politikasını yeniden düzenlediğini düşünüyorum. Ancak ABD’nin büyük bir şekilde müdahale etmesine gerek yok. Sadece önceki durumdan daha fazla müdahil olması gerekiyor. Aktif bir ABD büyükelçiliği var. Büyükelçi, tüm taraflarca saygı görüyor ve mükemmel bir şekilde hareket ediyor.
-2510 sayılı kararın dayatılması ve ateşkes anlaşması kapsamında yabancı milislerin çıkarılması dahil mi?
Bu taraflar, BM kararlarını ve Berlin Konferansı’nda vaat ettikleri kendi taahhütlerini ihlal ediyorlar. Ayrıca bu, Libya halkına saygı da içermiyor. Çantalarını toplayıp Libya’dan ayrılmalılar.
-Bu, gerçekçi mi?
Elbette. Libya’ya kırmızı halıyla gelmediler. Uçakla geldiler. Aynı şekilde ger dönerler.
-Rusya ve Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu iki ülke üç sahnede yer alıyor: Libya, Suriye ve Dağlık Karabağ. Ortada bir çatışma veya işbirliği var mı? Bu sahneler arasında bir bağ var mı? Böyle bir şey hissettiniz mi?
Doğrudan bir bağlantı söz konusu değil. Ama Suriye'de olanlar, iki tarafın da jeopolitik emelleri olduğu düşünüldüğünde, Libya'da olanları kesinlikle besliyor. Ancak Libya’daki durum farklı. Çıkarlarına hizmet edecek olan, istenmedikleri bir yerde olmamak. Libyalılar yabancıların varlığından hoşlanmazlar. İş, ziyaret, turizm ve sözleşmeler sorun değil ancak kalıcı bir askeri varlık başka bir konudur.
Libya çok zengin bir ülke ve her ülkenin payını alması için yeterli alan var. Ancak Libya'nın önemli bir ortak olduğundan emin olmanın tek yolu, çatışmayı sona erdirmek ve Libyalıları, ülkelerine liderlik etmeleri ve seçimlerini yapabilecek egemen bir hükümeti seçmeleri için desteklemektir. Libyalılar, ülkelerinde yabancı güçlerin bulunmasını istemediklerini açıkça ortaya koydular.
Suriye trajedisine son vermek için ‘Libya dersleri’
-Neden Libya'da başarılı olunurken diğer elçiler Suriye'de başarılı olamadı?
Birincisi, iki ülkedeki uluslararası dinamikler farklı. İkincisi, Libya'da bir süre sahada işleri idare edebildik. Üçüncüsü, Libyalıların bir araya gelme isteklerinden faydalandık. Abartmıyorum. Ulusal bir uzlaşma söylemi yarattılar. Ekim ayında ateşkes anlaşması imzalayabildiler. Bir dönüm noktasıydı. Birbirleriyle konuşma biçimleri dikkat çekiciydi. Ayrıca eski rejimin destekçilerini kapsamlı bir sürece getirdiğimiz için bundan faydalandık. Ayrıca koronavirüs salgını, gençleri, kadınları, muhafazakarları ve diğerlerini de kapsayacak şekilde diyaloğu genişletmenin yolunu açan sanal sohbetlere olanak sağladı. Bütün bunları siyasi sınıfa baskı yapmak için kullandık.
-Peki, bu neden Suriye’de olmadı?
2018 öncesi Suriye dosyası üzerinde çalıştığım zamanlar gibi Suriye'yi takip etmiyorum. Karşılaştırmak istemiyorum. Ama gerçekçi olalım. Suriye'deki cinayetin boyutu daha da kanlı. Trajik bir mücadele. Libya'da da bir trajedi var. Ancak acının boyutu Suriye'deki durumla aynı değil.
- Libya'dan alınan dersler nelerdir?
Paralel rotalar oluşturduk. Her yolu, ilerlemeyi burada ve oradaki rotayı ilerletmek için kullandık. Ayrıca genç Libyalılar olmasından da faydalandık. Siyasi elitlere ‘dinozorlar’ adını verdim. Libya'da çoğunluk yirmili yaşlarındaki gençler ve çatışmanın başlangıcı hakkında bek bir şey hatırlamıyorlar. Ayrıca ülkelerini geri isteyen Libyalılar da var. Özetle, arabuluculukta sahip olduğunuz her aracı ve bir pencerenin genişlediğini ve onun üzerine inşa edildiğini gördüğünüzde kullanmalısınız. Örneğin, Tunus diyaloğunda üzerine inşa ettiğimiz bir boşluk vardı. İki aylık bir sallantıdan sonra Cenevre toplantıları için hazır olduklarını söylediler. Onları günde 12 saat çalıştırdığımızı hatırlıyorum. Önemli olan dinamizmi kaybetmemek için iş ve faaliyetin etkinliğini korumaktı.
-Çeşitli boyutlardaki sınır dışı ilişkiler nasıl olacak: uluslararası, bölgesel ve yerel?
Bu önemli. Uluslararası konferans, uluslararası ve bölgesel destek sağlar. Gassan Selame’nin tasarlayıp uyguladığı modelin başarılı olduğunu düşünüyorum. Yani, uluslararası şemsiyeyi sağlar ve Güvenlik Konseyi kararıyla taahhütleri yerine getirmek için büyük devletleri çeker. Yerel rota bu şemsiyenin altında izlenir.
Yaptıklarımızla eski BM elçisi Bernardino Leon'un 2015'teki Suheyrat anlaşmasında yaptıkları arasındaki fark, anlaşmanın imzalandığı anda uluslararası toplumun, “Selametle. Görüşme sona erdi. Libyalılara bol şans. İşler yoluna girecek” demesiydi. Gerçekte bu olmadı. Şimdi ise Berlin süreci Libya’yı desteklemek için çalışıyor.  Uluslararası çalışma gruplarından Libya sürecine doğru mesajları göndermelerini istedik. Yani, yardım sağlamak için tüm taraflar masada.
 



Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
TT

Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)

Akil Abbas

Irak seçimlerinin sonucu önceki genel seçimlerin çoğundan farklı olarak, bu kez açık ve net bir kazanan ortaya çıkardığı için dikkat çekici ve belirleyiciydi. Seçimlerin kazananı çeşitli seçim listeleriyle “Koordinasyon Çerçevesi”ydi. Seçimleri yönetmekten sorumlu Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından açıklanan sonuçlara göre Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin başkanlığını yaptığı liste de dahil olmak üzere, Koordinasyon Çerçevesi’nin çeşitli seçim listeleri 180'den fazla sandalye kazandı.

Çerçeve’nin güçlü seçim performansının işaretlerinden biri, 46 sandalye kazanan Sudani’nin “Yeniden İnşa ve Kalkınma Koalisyonu” listesinin, Koordinasyon Çerçevesi ile rekabet etme fikrinden vazgeçerek hızla bu yapıya entegre olmasıydı. Bu durum bilhassa Koalisyon’un, desteklediği ve aday gösterdiği başbakanların seçimlere katılmak için siyasi ittifaklar kurmalarını engelleyen bir taahhütte bulunmalarını şart koşan Çerçeve’nin isteklerine karşı kurulmuş olduğu göz önüne alındığında oldukça önemliydi. Çerçeve’nin bu şartının arkasında, başbakanların kendi siyasi güçlerini oluşturmalarını ve Şii oylarının çok sayıda rakip arasında dağılmasını önlemek yatıyor.

Bu halk desteği değil sadece bir seçim zaferidir

Ancak, bu seçim zaferini bazı Koordinasyon Çerçevesi gruplarının pazarlamaya çalıştığı yapay bağlamda değil, doğru ve dolaysız bağlamında anlamak önemlidir. Bu zafer, çeşitli taraflı yasal, teknik ve mali faktörlerin amacına ulaşmasıyla gerçekleşti. İyi yönetim performansıyla veya toplumun olumlu sonuçlarını hissettiği ve bunun sonucunda Koordinasyon Çerçevesi'ni seçimlerde ödüllendirdiği yönetişimdeki net bir iyileşmeyle ilgisi yoktu.

2023'te Koordinasyon Çerçevesi iktidarda olanlar başta olmak üzere, cömertçe harcama yapabilecek mali imkanlara sahip büyük partilerin çıkarlarına hizmet eden, daha küçük ve mali açıdan dezavantajlı partileri ise dışlayan adaletsiz bir seçim yasasını meclisten geçirdi.

Buna ilave olarak birçok gözlemcinin belirttiği gibi, bu etkili partiler tarafından seçim merkezlerinin önünde bile yaygın olarak oy satın alınması söz konusuydu. Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Ayrıca bu etkili partiler, ülke çapında başarılı kampanyalar yürütebilecek devasa, pahalı ve deneyimli kampanya aygıtlarına da sahip.

Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı

Irak'ta “Sivil Güçler” olarak adlandırılan muhalif güçler, bu avantajların hiçbirine sahip değil; bu da onları neredeyse her seçimde yapısal olarak zayıf bir konumda bırakıyor. Bu güçler, tek çatı altında birleşme ve sınırlı seçim etkisine sahip, sınırlı bir elit kitleye hitap eden mevcut muhalif söylem yerine, sıradan Iraklıların dikkatini çekecek net bir muhalif seçim söylemi oluşturmakta sürekli yetersiz kaldığı için daha da zayıflıyor.

Sivil Güçler ayrıca bu seçimlere yönelik boykottan da zarar gördü. Zira seçimleri boykot edenler genellikle iktidarın dizginlerini elinde tutan muktedir partilerden memnun değiller ve bu nedenle mantıksal olarak, oy kullansalar muhalefet partilerine oy verme olasılıkları daha yüksek olurdu. Yüksek Seçim Komisyonu ise uluslararası standartlara aykırı ve hatalı bir formül kullanarak seçimlere katılım oranını (yüzde 56) şişirmeye devam ediyor. Seçim Komisyonu, oy kullanma oranlarını, oy kullanma hakkına sahip Iraklıların toplam sayısı yerine, kayıtlı seçmenlerin sayısına göre fiilen oy kullanan seçmenleri sayarak hesaplıyor.

Seçim sonrası hesaplar

Koordinasyon Çerçevesi’nin halihazırda yaşadığı ve iktidardaki tekeline herhangi bir rakibin olmadığı anlamına gelen zafer coşkusunun ötesinde, en zorlu meydan okumalar hükümetin kurulmasının ardından yakında başlayacak. Yeni hükümetin, Koordinasyon Çerçevesi’nin kontrolü altındaki yeni meclis tarafından, alışıldık ve “tek sepet” anlaşması olarak bilinen kota anlaşması yoluyla hızla onaylanması bekleniyor. Yani üç başkanlık (meclis, hükümet ve cumhurbaşkanlığı) için adayların aynı anda kabul edileceği ve onaylanacağı tahmin ediliyor. Bu süreç ayrıca Şii, Sünni ve Kürt siyasi grupları arasında, üç başkanlık pozisyonu için adayları ve diğer yüksek mevkilerin kota sistemine göre nasıl dağıtılacağını belirleyecek “büyük bir siyasi anlaşma” yapılmasını da içeriyor. Buna ek olarak, söz konusu gruplar arasındaki siyasi anlaşmaya dayanarak kurulacak hükümetin programı da belirlenecek (bu, hükümet kurulduktan sonra nadiren uyulan, ancak bu grupların seçmenlerine ihtiyaçlarının dikkate alındığı konusunda güvence vermek için halkla ilişkiler açısından faydalı bir anlaşmadır).

Çoğunluğu elde ettiği seçim zaferiyle, Çerçeve, gelecekte kendisine bir zorluk oluşturmayacak veya kendisinden bağımsız hareket edemeyecek, tamamen kontrolü altında, ona boyun eğmiş zayıf bir başbakan geleneğini yerleştirme yolunda ilerliyor (bu bağlamda, Ekim 2020 protestolarının devirdiği eski Başbakan Adil Abdulmehdi, Çerçeve’nin aradığı ideal model sayılıyor, ancak Sudani'de bu aradığını bulamadı). Çerçeve, Sudani'nin görev süresini ister yeni ve daha sıkı koşullar altında uzatmaya karar versin, ister yeni bir başbakan seçsin ki bu şu anda daha muhtemel görünüyor, yeni hükümet ve onu destekleyen Çerçeve, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması ve İslam Cumhuriyeti'nin Irak'taki baskın etkisine son verilmesi gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı.

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle) ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle)

Yeni hükümet, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı

Önümüzdeki günlerde ABD Başkanı’nın Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya Bağdat'ı ziyaret edecek. Başkan Donald Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı ayrıntılı paylaşımdan da açıkça görüldüğü gibi, fraksiyonların dağıtılması konusunu gündeme getirecek. Savaya paylaşımında, Irak'ın silahın devletin elinde toplanması konusunda bir yol ayrımında olduğunu, Irak devletinin ekonomik refah beklentileri de dahil olmak üzere gelecekteki başarısının veya başarısızlığının, milis grupları silahsızlandırma gücüne bağlı olacağını belirtti. Irak'taki en önemli İran yanlısı silahlı örgüt olan Nuceba Hareketi'nin liderinin bu açıklamaya yönelik öfkeli tepkisi özellikle dikkat çekiciydi. Genel Sekreteri Şeyh Ekrem el-Kabi, Irak hükümetinin Savaya'nın “açık müdahalesi” olarak nitelendirdiği bu açıklamalarını reddetmemesi halinde, “İslami Direniş'in onu susturacağını ve efendilerine geri göndereceğini” açıkladı.

Washington ile muğlak ilişki

Savaya'nın ülkeye yapacağı beklenen ziyaretin önemi, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Sudani arasında ekim ayında, Irak genel seçimlerinden yaklaşık 20 gün önce yapılan telefon görüşmesinin ardından yayınlanan Amerikan bildirisinde belirtildiği gibi, “İran destekli milislerin silahsızlandırılmasının gerekliliği” ile ilgili Amerikan pozisyonundaki önemli bir boşluğu doldurması olasılığında gizli. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu boşluk, Irak'ın bu milisleri dağıtma yönündeki ABD talebine uymaması durumunda ortaya çıkacak sonuçların ne olacağının bilinmemesinden kaynaklanıyor. Eğer varsa bu sonuçların ne olacağının açıklanması bir fark yaratacak ve Irak'ın resmi tutumunu ve Amerikan talebine nasıl yanıt vereceğini önemli ölçüde etkileyecektir.

Trump yönetimindeki ABD, şu ana kadar Irak'taki İran nüfuzuna son verme gerekliliği konusunda net ve kararlı (ve önceki yönetimlerin aksine açık) bir dil kullanmakla yetiniyor. Bu nüfuzun temel direği olarak silahlı fraksiyonların dağıtılmasının gerekliliğini vurguluyor. Ancak, bu doğrudan Amerikan talepleri, netliklerine rağmen Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar.

Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)

Bu doğrudan Amerikan talepleri netliklerine rağmen, Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar

Bu muğlaklık, Irak’ın olası bir reddiyle başa çıkmak konusunda gerçek bir Amerikan planının olmamasından ve ABD'nin ekonomik ve mali baskı uygulamak gibi daha ileri gitmeden siyasi ve medyatik baskısıyla yetinmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bu senaryo, Koordinasyon Çerçevesi ve ona bağlı silahlı fraksiyonlar için olduğu kadar, bu çatışmayı büyük bir bekleyişle takip eden İran için de en iyi seçenek olarak kabul ediliyor.

Önümüzdeki yeni Irak hükümetinin kurulmasına kadarki dönemde, belirsiz ABD-Irak ilişkilerinin geleceği, çatışmaya doğru mu ilerleyeceği yoksa mevcut muğlak durumunda mı kalacağı yönünde daha da netleşecektir. Bu durum, özellikle Trump yönetiminin bu ilişkinin geleceğini olumlu veya olumsuz yönde belirleyecek somut adımlar atmadan, siyasi açıklamalar, açık uçlu talepler ve aleni suçlamaların ötesinde Irak için hiçbir planı olmadığı ortaya çıkarsa geçerlidir. Koordinasyon Çerçevesi, iki taraf arasındaki ilişkinin olduğu gibi, yani muğlak, birçok olasılığa açık ve çözümsüz kalmasını istiyor, çünkü bu, İslam Cumhuriyeti ile özel ve haksız ittifakını sürdürmesine olanak tanırken, aynı zamanda Amerikan kayıtsızlığından da faydalanmasını sağlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
TT

Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)

Umman ve Lübnan, bugün yayımladıkları ortak bildiride, İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik süregelen saldırılarından ve Arap topraklarının işgalinden derin kaygı duyduklarını belirtti. Bildiride, bu adımların 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyete ilişkin kararların açık ihlali olduğu vurgulandı.

Taraflar ayrıca, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap tutumunun değişmezliğini yineledi. Bildiride, Arap dayanışmasının güçlendirilmesinin, devletlerin egemenliğine saygının ve iyi komşuluk ilkeleri ile uluslararası hukukun öneminin altı çizildi.

Ortak bildiri, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Umman’a gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda yayımlandı. Avn, ziyareti sırasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile iki oturumdan oluşan görüşmeler yaptı.

Bildiride, Avn’ın ziyaretinin ‘Umman ile Lübnan arasındaki köklü kardeşlik ilişkilerinden’ kaynaklandığı ve ikili iş birliğini güçlendirme iradesini yansıttığı ifade edildi.

Sultan Heysem bin Tarık ile Cumhurbaşkanı Avn’ın gerçekleştirdiği resmi görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ele alındı; taraflar siyasi, ekonomik, yatırım, bankacılık, turizm, ulaşım ve lojistik hizmetler gibi alanlarda iş birliğini genişletme kararlılıklarını dile getirdi.

İki ülke, ikili iş birliğini güçlendirecek yeni anlaşmalar ve mutabakat zaptlarının imzalanması için çalışma yürütme konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ticari, kültürel ve bilimsel değişimi destekleme; özel sektörün ortaklık ve kalkınma fırsatlarından daha geniş biçimde yararlanmasının teşvik edilmesi kararlaştırıldı.

Bölgesel gelişmeler

Bölgesel gelişmelere ilişkin bölümde, iki taraf İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik devam eden saldırıları ile Arap topraklarının işgalinden duydukları derin kaygıyı dile getirdi. Bu adımların, 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyetin açık ihlali olduğu vurgulandı. Taraflar, saldırıların derhal durdurulması ve işgal altındaki tüm Lübnan ve Arap topraklarından tam çekilme çağrısında bulundu. Ayrıca gerilimin önlenmesi, istikrarın sağlanması, yerinden edilenlerin dönüşünün kolaylaştırılması ve yeniden imar çabalarına destek verilmesi gerektiği ifade edildi.

Umman tarafı, Lübnan’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tam destek verdiğini yinelerken, devlet kurumlarının -başta Lübnan ordusu ve meşru güvenlik güçleri olmak üzere- güçlendirilmesinin ve Lübnan liderliğinin yürüttüğü ekonomik, mali ve idari reformların desteklenmesinin önemini vurguladı.

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu sabah Maskat’taki el-Alam Sarayı'nda özel bir oturum gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Umman resmi haber ajansı ONA’dan aktardığına göre, görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca, iki ülke ve iki halkın yararına olacak iş birliği ve ortaklık fırsatlarının güçlendirilmesinin önemine dikkat çekildi; kültürel, ekonomik ve kalkınma alanları da dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bağların daha da sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.


Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
TT

Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)

Tunus ana muhalefet partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSFT) üyesi ve siyasi aktivist Şeyma İsa, tutukluluk koşullarını protesto etmek için başladığı açlık grevinde dokuzuncu gününe girdi.

1 Aralık'ta muhalefet tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan İsa, devlet güvenliğine karşı komplo kurmak suçundan Temyiz Mahkemesi tarafından verilen bir kararla sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Muhalif aktivist, hapishaneye girer girmez açlık grevine başladı.

Şeyma İsa (45), 2023 yılının şubat ayında yakalanmış, gözaltında tutulmuştu ve aynı yılın temmuz ayında serbest bırakılmıştı. Birinci Derece Mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan İsa’nın cezası temyiz sonucunda 20 yıla çıkarılmıştı.

İsa'nın yanı sıra aynı davayla bağlantılı olarak NSFT lideri, tanınmış siyasetçi Ahmed Necib eş-Şabi (82) de tutuklandı ve 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Muhalif Avukat Ayaşi Hammami (66) de terör suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Müdür Yardımcısı Bessam Havaci, “Tunus muhalefetinin önemli simalarının tutuklanması, Cumhurbaşkanı Kays Said'in tek başına iktidarına alternatif olan her şeyi ortadan kaldırma planının son adımıdır. Bu tutuklamalarla Tunuslu yetkililer, siyasi muhalefetin çoğunu etkili bir şekilde hapse atmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Tunus muhalefeti ve NSFT, 25 Temmuz 2021'de olağanüstü hal (OHAL) ilan edip ardından yeni bir siyasi sistem kurarak geniş yetkilerle iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Kays Said'in yönetimine karşı çıkıyor ve demokrasinin yeniden tesis edilmesini talep ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre buna karşın yetkililer tutuklananları hükümeti devirmeye ve devlet kurumlarını yıkmaya teşebbüs etmekle suçluyor. Muhalefet ise mevcut rejimi tutuklulara karşı siyasi suçlamalar uydurmak ve yargıyı emirlerine boyun eğdirmekle suçluyor.