Tahran yönetiminden Rızai’nin açıklamalarına tepki

Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rızai.
Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rızai.
TT

Tahran yönetiminden Rızai’nin açıklamalarına tepki

Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rızai.
Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rızai.

İran Dışişleri Bakanlığı dün Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) Genel Sekreteri Muhsin Rızai’nin, İran'ın Suriye ve Irak savaşında harcadığı paraların geri alınmasına ilişkin açıklamalarını yalanladı. Bakanlık, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) liderlerinden Rızai’nin sözlerini “İran İslam Cumhuruiyeti’ne çok uzak” olarak niteledi.
Bu, İran Dışişleri Bakanlığı tarafından 72 saat içerisinde yapılan ikinci açıklama oldu. Bakanlık Rızai’nin İngiltere merkezli Financial Times gazetesi ile yaptığı röportajın İran’ın resmi tutumunu yansıtmadığı konusunda ısrarcı. Rızai, ülkenin genel politikalarını belirlemek ve karar alma makamları arasındaki koordinasyonu sağlamaktan sorumlu DMTK Genel Sekreterliği’ne üç yıl önce atanmıştı.
İran Dışişleri Bakanlığı cuma günü, Rızai’nin ülkesinin bir yıl içerisinde ABD yaptırımları kaldırıldığı takdirde nükleer müzakerelere yeniden başlamaya hazır olduğuna ilişkin açıklamalarına hızla karşı çıktı. Rızai söz konuu açıklamasıyla İranlı yetkililer tarafından ağır eleştirilere maruz kaldı. Bazı kesimler Rızai’nin bu açıklamalarını, önümüzdeki haziran ayında yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koyma niyeti bağlamında geldiğini savundu.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, yetkililerin görüşleri ile hükümetin resmi politikasının “karıştırıldığına” dair uyarıda bulundu. Zarif açıklamasında şu iadeleri kullandı:
“İran’ın siyasi sahası hayati önem taşıyor. Yetkililer farklı görüşler ifade ediyorlar. İran Dışişleri Bakanı ve ilk nükleer müzakereci olarak, yakında uygun diplomatik kanallar aracılığıyla yapıcı çalışma planımızı açıklayacağım.”
İran Dışişleri Bakanlığı, Rızai’nin açıklamalarına ilişkin resmi sitesinden şu açıklamada bulundu:
“Rızai’nin söyledikleri şahsi görüşüdür. İran İslam Cumhuriyeti’nin görüşünden tamamen farklıdır. İran, DEAŞ ile mücadelede ortaya çıkan kardeşlik ilkesi temelinde Irak ve Suriye hükümetlerinin yardımına koştu. İran’ın DEAŞ ile mücadeleye katılması, Irak ve Suriye hükümetlerinin talebi üzerine bölgedeki terör tehdidinin farkında olmasının bir sonucudur.”
Bu, bir DMO liderinin İran’ın Irak ve Suriye’deki askeri varlığı için harcadığı parayı geri almaktan ilk söz edişi değil. Zira geçtiğimiz yıl eylül ayında İran Dini Lideri’nin Yüksek Askeri Danışmanı olan eski DMO lideri General Rahim Safevi de buna benzer bir açıklamada bulunmuş, “Irak ve Suriye’de harcadığımız paraların hepsini geri alacağız” demişti.
Safevi açıklamasının devamında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Iraklılara her yardımı yaptık. Dolar üzerinden nakit temin ettik. Suriyelilerle verdiklerimizle ilgili anlaşmalar imzaladık. Ancak Ruslar Suriye’den bizden daha çok faydalanıyor.”
Safevi ile eş zamanlı olarak DMO Komutanı Yardımcısı Tümgeneral Ali Fadavi de İran’ın 2006 yılından bu yana bölgesel faaliyetleri için en az 20 milyar dolar para harcadığını söylemişti.
AB Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz yıl yaptığı açıklamada, İran’ın 2012 yılından bu yana bölgesel kollarına yaklaşık 16 milyar dolar harcadığını söylemişti. Daha sonra geçtiğimiz ocak ayında DMO Genel Koordinatör Yardımcısı Muhammed Rıza Nakdi de İran’ın bölgesel faaliyetleri için 30 yıl içerisinde toplamda 17 milyar dolar harcama yaptığını bildirmişti.
İran halen Suriye ve Irak’taki insani ve maddi kayıplarının boyutuna ilişkin resmi veri açıklamayı reddediyor.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.