BM Suriye Özel Temsilcisi Pedersen Şarku'l Avsat'a konuştu: 'Suriye trajedisini durduramayışımızdan hepimiz utanmalıyız'

Geir Pedersen: 'Çözüme yönelik yeni faktörler var. Görevimin önümüzdeki başkanlık seçimleriyle hiçbir ilgisi yok'

BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Suriye Anayasa Komitesi'nin 29 Ocak'ta Cenevre’de yapılan toplantısında salondakilere hitap etti (AFP)
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Suriye Anayasa Komitesi'nin 29 Ocak'ta Cenevre’de yapılan toplantısında salondakilere hitap etti (AFP)
TT

BM Suriye Özel Temsilcisi Pedersen Şarku'l Avsat'a konuştu: 'Suriye trajedisini durduramayışımızdan hepimiz utanmalıyız'

BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Suriye Anayasa Komitesi'nin 29 Ocak'ta Cenevre’de yapılan toplantısında salondakilere hitap etti (AFP)
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Suriye Anayasa Komitesi'nin 29 Ocak'ta Cenevre’de yapılan toplantısında salondakilere hitap etti (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Suriyelilerin ‘sonsuz savaş tuzağına düştüğünü’ ve Suriye trajedisini durdurmadaki başarısızlıktan ötürü herkesin ‘utanması’ gerektiğini söyledi.
Pedersen, Suriye’de 15 Mart 2011'de başlayan protesto gösterilerinin onuncu yıldönümünde verdiği röportajda, sahadaki ihtiyatlı sakinlik, Suriye’nin tüm bölgelerini vuran ekonomik kriz, Suriye hükümeti, muhalefet, Astana grubu ve ABD’nin çözümü tek başlarına tekelleştiremeyecekleri ve müzakere edilmiş bir sonuç (çözüm) olması gerektiğine inanmaları gibi Suriye'de çözüme yönelik ilerleme olabileceğine dair umutları yeşerten ‘yeni faktörler’ olduğunu söyledi. Washington, Moskova, Arap ve Avrupa ülkelerinin başkentleri, Tahran ve Ankara'daki başlıca muhataplarla sürekli temas halinde olduğunu söyleyen Pedersen, “Herkesin çözümü tekelleştirebilecek bir tarafın olmadığını anladıklarını hissediyorum” dedi.
ABD ve Rusya’nın aralarındaki ‘mevcut durum’ nedeniyle Suriye konusunda kısa bir müzakere gerçekleşmesine ihtimal vermeyen BM Özel Temsilcisi, ancak, ‘Suriye'de iki ülke arasında terörle mücadele, istikrarın sağlanması ve mülteci krizine çözüm getirilmesi gibi ortak çıkarlar’ olduğuna dikkat çekti.
Pedersen ayrıca Suriye konulu bir konferans düzenlemek amacıyla ‘sessiz diplomasi’ yürüttüğünü ve ABD’nin bu konferansın bir parçası olması gerektiğini söyledi.
Pedersen bir soruya verdiği yanıtta şunları söyledi:
“Suriye’de bu yılın ortalarında yapılması planlanan başkanlık seçimleri, ‘seçimlerin yeni bir anayasa çerçevesinde yapılmasını öngören’ BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararı uyarınca görevimin bir parçası değil. Bu seçimler, diasporadaki Suriyelilerin katılımıyla en yüksek uluslararası standartlara göre yapılmalıdır.”

Şarku’l Avsat’ın BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen röportajının tam metni:

Dün, Suriye’de protesto gösterilerinin başlamasının onuncu yıldönümüydü. Son on yıl nasıl geçti? Suriyelilere hangi mesajı vermek istersiniz?
Öncelikle BMGK’ya söylediğim gibi, Suriye trajedisi uzun sürdü. Neredeyse Birinci ve İkinci Dünya Savaşı kadar uzundu. Suriyeliler sonu olmayan bir savaş tuzağına düşmüş durumdalar. Bu bir trajedidir. Onlara, bu trajedinin modern çağın en karanlık bölümlerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Bundan hepimiz utanmalıyız. Geçtiğimiz yüzyılda savaşlara en fazla kurban veren Suriye halkıdır. Hepimiz başarısız olduk. Bu çatışmanın sona ermesine katkıda bulunamadığımız için duyduğum derin üzüntüyü ifade ediyorum. En büyük sorumluluğun Suriyeli taraflara ve uluslararası oyunculara ait olduğunu biliyoruz. BM Genel Sekreteri'nin açıklamasını okudunuz mu bilmiyorum.

Antonio Guterres'in Suriye'deki iç savaşın 10'uncu yılı dolayısıyla gazetecilere yaptığı açıklamaları mı kastediyorsun?
Evet. Suriye çatışmasına çözüm bulunamamasının uluslararası toplumun elindeki mevcut güvenlik mekanizmasının (BMGK) etkili olmamasından kaynaklandığını söyledi.

Suriyeli tarafların sorumluluklarından bahsettiniz, sizce trajedideki en büyük sorumluluk kime ait?
Benim için önemli olan, Suriye halkına ne olduğunu dikkatlice anlatmaya odaklanmaktır. Daima ihtiyatlı olunması gerektiğini vurguladım. Eğer durumlar değişmezse birtakım riskler vardır. Bir yıl, iki yıl veya birkaç yıl sonra, mevcut durum aynı şekilde devam edebilir. Dolayısıyla bugün Suriyeli taraflara ve uluslararası topluma vereceğim başlıca mesajım şu; her zaman bir fırsat ve bir olasılık vardır.

Neden bu mesaj, fırsat nerede?
Geçtiğimiz yıl İdlib'deki askeri saldırıların durmasının ardından göreli bir sakinlik yaşandı. Bu, herhangi bir ölüm veya ihlal olmamasına rağmen, halen kırılgan seyreden bir sakinliktir.

On yıldır çekilen sıkıntıların ardından mağdurların, yerlerinden edilenlerin ve mültecilerin ailelerine ve tüm Suriyelilere ne demek istersiniz? Suriye'nin bir çözüme her zamankinden daha yakın olduğunu düşünüyor musunuz?
Onlara şunu söyleyebilirim: Pes etmeyeceğiz. Suriyelilerin bu tür sözleri duyduklarında bazı şüphelere kapılmalarını anlıyorum. Ancak yeni faktörler var.

Nedir onlar?
Sahada göreceli bir sakinlik hâkim ve Suriye'nin tüm bölgelerini vuran bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu yüzden ne Suriye hükümetinin, ne muhalefetin, ne Astana grubunun ne de ABD’nin çözümü tek başlarına ele almaya muktedir olmadıklarına inanıyoruz.  Müzakere edilmiş bir sonuç (çözüm) olmalıdır. Bu, üzerine ilerleme kaydedilecek yeni bir faktördür. Bu, tüm tarafların yeni bir bakış açısı ve siyasi irade edinmelerini gerektiriyor. Bu da mümkün ve yapılabilirdir.

Bunu böyle olmasını umduğunuz için mi yoksa sahadaki aktörlerle yaptığınız görüşmeler sonucu elde ettiğiniz verilere dayanarak mı söylüyorsunuz?
Bu, birincil muhataplarımla yaptığım tartışmalara dayanan bir inançtır. Bildiğiniz gibi Washington, Moskova, Arap ve Avrupa ülkelerinin başkentleri, Tahran ve Ankara'daki başlıca muhataplarla sürekli temas halindeyim. Bence çözümü tekelleştirebilecek, herhangi bir tarafın olmadığını anlıyorlar.

Çözüm tasarlanabilseydi nasıl olurdu ve hangi özellikleri taşırdı?
Bu soruyu cevaplamak için siyasi sürecin ilerlemesini sağlamalıyız. Önemli olan, tüm tarafların gerçekçi olduğunu düşündüklerini belirtmeleri ve müzakere için masaya neyin konması gerektiğini tanımlamalarıdır. Bazı sorunların çözülmesi gerektiğini biliyoruz. Örneğin, kayıp kişiler ve tutuklular dosyası. Bu benim üzerinde çalıştığım bir dosya ve ciddi bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Ayrıca, yerlerinden edilenler ve mültecilerle ilgili sorunlar da masaya yatırılmalıdır. Yaptırımlar konusu ve yeniden yapılanma konusu da masada olmalıdır. Masada olması gereken çok sayıda konu var. Yalnızca bir müzakere süreci, bunların son şeklini tanımlayabilir.

Kimse bir siyasi geçişten bahsetmiyor. Gerçekten görüşmeler, siyasi bir süreç ve BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulanmasıyla mı ilgili?
Genelde şunu söylüyorum; Suriye anlaşmazlığına çözüm getiren tüm gerekli unsurlar BMGK’nın 2254 sayılı kararında yer almaktadır. Bildiğiniz üzere Aralık 2015'te kararın çıkarılmasından bu yana, sahadaki durumda köklü değişiklikler meydana geldi. Ancak bana göre çözüme 2015'teki kadar yakın değiliz. O dönem nasıl bir ilerleme kaydedeceğimiz belliydi. Aslında bizi çözüme doğru ilerlemeye yaklaştıran, sahadaki durumdu.

Yani sahadaki durumun, çözümün şeklini belirlememesi gerektiğini mi söylüyorsunuz?
Siyasi çözümün, çeşitli tarafların önemli olduğunu düşündüklerini masaya yatırdığını bildiği bir müzakere ve  bir alıp-verme sürecine dayanması gerektiğini söylüyorum. Ayrıca kimsenin nihai çözümü tekeline alamayacağına dair derin bir anlayış olmalı. Suriye halkını barışçıl bir şekilde yeni bir sürece taşıyan bir çözüm bulunmalıdır.

Sürekli Suriye’deki beş ordudan bahsediliyor. Ani bir gerilim yaşanması konusunda endişeli misiniz? Bu konuda hangi mesajı vermek istersiniz?
Suriye'de çeşitli orduların olmasının, bir takım kazalara yol açabileceği ve işlerin kontrolden çıkacağı anlamına gelmesinden endişe ediyoruz. Ayrıca Suriye’nin kuzeybatısındaki ateşkesin kırılganlığından bahsettim. Suriye'nin kuzeydoğusundaki mevcut düzenlemeler de son derece kırılgan. Bu, uluslararası aktörlerin masaya oturup nasıl bir ilerleme kaydedileceğine dair önemli tartışmalar başlatmaları için kullanılabilecek bir faktördür.

O halde Suriye’yi çözüme ulaştıracak uluslararası bir şemsiye mi oluşturmak istiyorsunuz?
Şu an başlıca uluslararası muhataplarla temaslarda bulunuyorum. Biden yönetiminin ilk günlerindeyiz. ABD’nin süreci ilerletecek tüm çalışmaların parçası olmasını istiyoruz. Şu an bu konuların tartışıldığı bir ‘sessiz diplomasi’ yürütüyorum. Umarım birkaç ay içinde bu süreci nasıl ilerleteceğimi belirleyebilirim.

Tıpkı Libya konulu Berlin Konferansı gibi Suriye konulu bir Berlin konferansı mı düzenlemeyi planlıyorsunuz?
Nasıl ilerleyeceğimizi açıklamadan önce ciddi adımlar atmayı bekliyoruz.

Rusya ile ABD arasında bir ‘adım adım’ yaklaşımı vardı. İki ülke, Viyana'da birkaç kez bir araya geldi. Siz de adım adım yaklaşımı için çağrıda bulunuyorsunuz. Sizce mevcut durum, Washington ile Moskova arasında bu yaklaşıma dayalı bir diyalog için uygun mu?
Sadece güven kaybı yüzünden olmasa da hepimiz bunun zor olacağını biliyoruz. Aynı zamanda Suriye'de terörle mücadele, istikrarın sağlanması, mülteci krizine çözüm bulunması gibi ortak çıkarlar olduğuna inanıyorum. Bu konular, çözümün kimsenin tekelinde olmadığı ve herkes arasında iş birliği yapılması gerektiği inancının yanı sıra, Rusya ile ABD arasında Suriye konusunda iş birliği yapılması ihtimalini de desteklemektedir.

ABD ve Rusya arasındaki tartışmalı konulardan biri de, Suriye’de bu yılın ortalarında yapılması planlanan başkanlık seçimleridir. Siz bu seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Söz konusu seçimler, 2012 tarihli Suriye’nin mevcut anayasasına göre yapılıyor. Bu yüzden benim görevimin bir parçası değil. Benim görevim, seçimlerin yeni bir anayasa kapsamında yapılmasını öngören BMGK’nın 2254 sayılı kararıyla tanımlandı. Bu seçimler 2254 sayılı karar uyarınca ve diasporadaki Suriyelilerin katılımıyla en yüksek uluslararası standartlara göre yapılmalıdır. Suriye'deki başkanlık seçimlerinde herhangi rolüm yok.

Batılı ülkeler ve Avrupa Birliği (AB), seçimlerin Şam'la normalleşmenin önünü açamayacağına dair açıklamalar yaptılar. Rusya neden bu seçimleri meşru görüyor?
Daha önce de dediğim gibi, benim için önemli olan siyasi süreci başlatmak için neler yapılabileceğime odaklanmaktır. Önümüzdeki seçimlerin yaptığımız işler üzerinde olumsuz bir etkisi olmamasını umuyorum. Tekrar söylüyorum, bu seçimler benim görevimin bir parçası değil.

Rejim ve muhalefet heyetleri arasında Suriye Anayasa Komitesi’nin çalışmaları hakkında yazılı bir anlaşma imzalamaya ve Komitenin altıncı tur toplantılarını düzenlemeye yakın olduğunuz söylenebilir mi?
İki heyetin başkanlarıyla önümüzdeki günlerde nasıl bir ilerleme kaydedileceğini görüştüm. Bildiğiniz üzere, aralarında evrak alışverişini kolaylaştırıyoruz. Onlardan olumlu şeyler duyuyorum. Teklifleri tartışmaya hazırlar. İki taraf da ilerleme kaydetmek için (Anayasa Komitesi çalışmalarında) kesin bir anlaşmaya varılması gerektiğini biliyor. Umarım fazla ileri olmayan bir tarihte böyle bir anlaşmaya varırız.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye ve Katar dışişleri bakanlarıyla gerçekleştirdiği üçlü görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, Suriye Anayasa Komitesi’nin altıncı tur toplantılarının Ramazan ayından önce gerçekleşmesini umduğunu söyledi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunun mümkün olabileceğini sanmıyorum. BM, heyet başkanları arasında bir anlaşmaya varır varmaz, derhal Anayasa Komitesi toplantısını düzenleyecek.

Anayasa Komitesi toplantıları ile Suriye Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında bir bağlantı yok gibi görünüyor. Doğru mu?
BMGK’nın 2254 sayılı kararı yeni bir anayasa oluşturulmasını ve özgür ve adil seçimlerin bu yeni anayasa çerçevesinde düzenlenmesini öngörüyor. Odaklandığım konu bu. Anayasa Komitesi üyelerinin de buna odaklanacaklarını umuyorum.

Birkaç gün önce bazı Batı ülkeleri Suriye'de hesap verebilirlik hakkında açıklamalarda bulundular. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
BM Genel Sekreteri, bir kaç gün önce yaptığı açıklamada, Suriye’de hesap verebilirliğin önünde birtakım engeller ve güçlükler olabileceğini söyledi. Ancak siyasi bir çözüm olduğunda Suriyelilerin adaleti ve uzlaşmayı sağladıklarını da ifade etti. Ben de, bunun altını çiziyorum.

Peki ya yaptırımlar meselesi? İngiltere, dün Şam'daki yetkililere yönelik yeni bir yaptırım listesi açıkladı. Tüm bu yaptırımlara nasıl bakıyorsunuz?
Bu yaptırımlar, BM’nin uyguladığı yaptırımların bir parçası değil. Sanırım benim için önemli olan, söylediklerimi defalarca tekrarlamak. Yine Suriye'deki mevcut ekonomik sorunlar çerçevesinde, herhangi bir yaptırım, Suriye'nin dört bir yanına gönderilen insani yardımları etkilememelidir. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yayılması çerçevesinde yaptırımların, Suriyelilerin gıda ve sağlık desteğine erişimini etkilemesinden kaçınmalıyız. Yardımların Suriye'nin tamamına ulaşması gerektiğini vurgulamalıyım.

ABD’de artık yeni yönetim var. ABD yetkilileri sizinle iletişim kurdu mu? Onlardan neler duydunuz?
Yeni ABD yönetimiyle ilk görüşme gerçekleşti. Washington ile görüşmelerimize önümüzdeki günlerde devam edeceğiz. Hepimiz Suriye'nin yeni yönetimin başlıca önceliği olmadığını biliyoruz. Çin, Rusya ve İran gibi üzerinde çalışmak istedikleri bir takım zorlukların olduğunu anlıyoruz. BMGK brifinginde ve tartışmalarımda da söylediğim gibi, ABD’nin, çatışmaya çözüm bulunması çabalarının bir parçası olması önemli. Bunun için Washington'daki en üst düzeydeki yetkililerin konuya dikkat kesilmeleri gerekiyor.

Son soru: Bir yıl sonra, yani 15 Mart 2022’de çabalarınızın nereye ulaştığını görüyorsunuz? Barış sürecinin başlamış olabileceğini öngörüyor musunuz?
Sakinliğin devam etmesini sağladığımızı, bu sakinliği tüm ülkede ateşkes haline getirdiğimizi ve siyasi süreci ciddi bir şekilde başlattığımızı görmek istiyorum. Bu amaçla dünyanın kilit ülkeleriyle iş birliği yapıyoruz. Suriye'ye istikrar getirmek amacıyla adım adım yaklaşımını uygulamaya başladık. Dürüst olmamız gerekirse bu başladıktan sonra süreç zaman alacaktır. İşler, bir gecede değişebilir. Ama önemli olan, süreci bir yıl içinde başlatmış ve Suriyelilerin kendilerini daha iyi hissedecekleri bir yola girmiş olmamızdır.

 


Papa Leo Lübnan'ı barışa çağırdı

Papa Leo Lübnan'ı barışa çağırdı
TT

Papa Leo Lübnan'ı barışa çağırdı

Papa Leo Lübnan'ı barışa çağırdı

Papa 14. Leo, dün Lübnan'ı barışa çağırarak, ülkeye yaptığı ziyaretin başında Lübnanlılara ülkelerinde kalma "cesaretini" göstermeleri çağrısında bulundu ve ortak bir gelecek için "uzlaşmanın" önemini vurguladı.

Papa Francis, yarına kadar sürecek Lübnan ziyaretine başladı ve Lübnan halkına seslenerek, "Barışa bağlılık ve barış sevgisi, bariz yenilgiler karşısında korku duymaz ve başarısızlığın onları caydırmasına izin vermez" dedi. Papa Francis, "Kaçmanın daha kolay, hatta başka bir yere gitmenin daha iyi olduğu anlar vardır. Evde kalmak veya geri dönmek cesaret ve öngörü gerektirir" ifadelerini kullandı. Papa Francis, "Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da istikrarsızlık, şiddet, yoksulluk ve diğer birçok tehlikenin, vatanlarını terk etmenin derin acısını yaşayarak başka bir gelecek arayan gençlerde ve ailelerde kan kaybına neden olduğunu biliyoruz" dedi.

Papa, Lübnanlılara "zorlu uzlaşma yolunu" izlemeleri çağrısında bulunarak, "iyileşmesi yıllar, hatta bazen nesiller süren kişisel ve kolektif yaralar var" ifadesini kullandı.

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa'yı karşılamada yaptığı konuşmada, "Lübnan'ı korumak yaşayan insanlığın görevidir, çünkü farklı dinlerin evlatları arasında özgür ve eşit yaşam modeli çökerse, yeryüzünde buna uygun başka hiçbir yer yoktur" dedi.


Avn, Papa'yı kabul ederken: Ne teslim olacağız ne de ayrılacağız

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)
TT

Avn, Papa'yı kabul ederken: Ne teslim olacağız ne de ayrılacağız

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn dün yaptığı açıklamada, "Lübnan özgürlük için ve özgürlük nedeniyle kuruldu. Herhangi bir din, mezhep veya grup için değil" ifadelerini kullandı.

Beyrut'ta Papa 14. Leo ile yaptığı görüşmede Avn, Lübnan'ın "her insan için özgürlük ve her insan için onur vatanı" olduğunu belirterek, "Ölmeyeceğiz, terk etmeyeceğiz, umutsuzluğa kapılmayacağız ve teslim olmayacağız" dedi.

Avn, "Lübnan, Hristiyanlar ve Müslümanların, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşitliğe dayalı, her insana ve her özgür vicdana açık bir anayasal sistem içinde, farklı ama eşit bir şekilde birlikte yaşadığı, sistemiyle benzersiz bir ülkedir" şeklinde konuştu.

Papa 14. Leo’nun, geçen perşembe günü başlayıp dün öğlene kadar süren Türkiye ziyaretinin ardından geldiği Lübnan’ı ziyareti yarına (Salı) kadar devam edecek ve akabinde Roma'ya dönecek.


Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da

Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da
TT

Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da

Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da

Saad Kiwan

Papa XIV. Leo geçmişi geride bıraktı ve yurtdışındaki ilk pastoral ziyaretinde, dün öğleden sonra ulaştığı Lübnan'dan önce Türkiye'de bulunan (İznik sınırları içerisinde bulunan antik bir Grek şehri) Nikaia'daki köklerine geri dönüyor. Miladi 325 yılında Nikaia, Hz. İsa’nın (Mesih) bir insan mı yoksa bir tanrı mı olduğu tartışmasının yapıldığı ilk ekümenik konseyi ağırladı. Burada ayrıca Paskalya, yani Hz. İsa’nın dirilişinin kutlanacağına karar verildi ve Kilise, inancın kapsamına giren kişi ve diğer kutsalları belirleyen otorite ve referans merkezi haline geldi. Nikaia 1700 yıl önce Hıristiyanlık inancının doğasını tanımlarken, Papa XIV. Leo’nun bu göreve seçilmesinden sadece altı ay sonra ziyaret ettiği Beyrut, 1975 yılındaki savaşla başlayan ve iç savaş, yabancı işgaller ve mezhep liderleri arasındaki çatışmalarla devam eden elli yıllık harp geçmişinin ardından nefes almaya çalışıyor. Şu anda, devletin tüm toprakları üzerindeki egemenliğini ve otoritesini yeniden tesis etmek için mücadele ediyor. Dolayısıyla Roma'nın yeni Papa'sı, bu ülkeye barışın geri dönmesine ilk katkıda bulunan kişi olmak ve 8 Mayıs'ta, selefi Papa Francis'in ölümünün ardından seçildiği gün yaptığı gibi, Lübnan'dan bölgedeki tüm çevre ülkelere “Barış hepinizin üzerine olsun” diyerek barış mesajı göndermek istiyor. Zira Papa’nın Lübnan ziyaretinin başlığı da “Ne mutlu barışı sağlayanlara” olarak belirlendi. Öte yandan yeni Papa, hastalığı nedeniyle köklerine dönüp Lübnan'ı ziyaret etme arzusunu gerçekleştiremeyen önceki Papa Francis'in isteğini en iyi şekilde yerine getirmiş oldu. Papa Francis, 2021 Mart ayında Irak'ı ziyaret ettikten sonra Lübnan'ı ziyaret etmeyi istediğini açıklamış ve bunun için hazırlık yapmıştı, ancak ömrü vefa etmedi.

Diğer yandan Papa’nın ziyaret ettiği Beyrut, sadece Lübnan'ın başkenti değil, aynı zamanda tarihi olarak Doğu’nun özgürlük başkenti ve yüz binlerce Filistinli, Suriyeli, Iraklı ve diğer Arap ülkelerinden sürgün edilenlerin sığınağı. Ayrıca, sadece ticaret için değil, aynı zamanda kültür ve medeniyet alışverişi için de Akdeniz'e ve dolayısıyla Avrupa'ya açılan Doğu kapısı olarak bilinir.

Gençlerle buluşmak ve onlarla iletişim kurmak, Papa ve Katolik Kilisesi'nin karşı karşıya olduğu başlıca zorluk.

Bu ziyaret, Papa XIV. Leo’nun ilk yurt dışı ziyareti olsa Lübnan için bir ilk değil. Zira daha önce de üç farklı papa Lübnan'ı ziyaret etmişti. Bu ziyaretleri ilki, 1964 yılının sonunda Kudüs'e giderken Beyrut’taki havaalanında mola veren Papa VI. Paul tarafından gerçekleştirildi. Papa VI. Paul, Lübnan'ın Vatikan'daki ilk büyükelçisi olan dönemin Cumhurbaşkanı Şarl Helu tarafından karşılandı. Bu ziyareti, 1997 mayısında Papa II. John Paul'un tarihi iki günlük ziyareti izledi. Beyrut'un merkezindeki Şüheda Meydanı'nda toplanan on binlerce Lübnanlı tarafından çok sıcak bir şekilde karşılanan Papa II. John Paul, burada ayin düzenledi ve genellikle tüm kıtaya hitap eden ‘Lübnan için Yeni Bir Umut’ adlı apostolik öğütlerini verdi.

Papa, “Lübnan bir ülkeden daha fazlasıdır, Doğu ve Batı için özgürlük ve çoğulculuğun mesajıdır” diye vurguladı.

Eski Başbakan Refik Hariri’nin sponsorluğunda ve katılımıyla gerçekleşen ziyaret, ulusal uzlaşma ve bir arada yaşama teşvikine odaklandı ve Papa, gençlere özel bir mesaj vererek, ülke için yeni bir gelecek inşa etmeleri için onları teşvik etti.

vfbgh
Papa XIV. Leo, Lübnan'ın Beyrut kentine yaptığı ilk apostolik gezisi sırasında Rafic Hariri Uluslararası Havalimanı'na vardığında papalık uçağından inerken, 30 Kasım 2025 (Reuters)

Papa XIV. Leo, bu akşam Beyrut'un kuzeyindeki Cünye şehrine bakan Bkerki'deki Maruni Kilisesi'nin avlusunda gençlerle bir araya gelecek. Gençlerle buluşmak ve onlarla iletişim kurmak, Papa ve Katolik Kilisesi'nin karşı karşıya olduğu başlıca zorluk. Lübnan'daki Hıristiyanlarda iz bırakan II. John Paul'un olağanüstü ziyaretinin ardından, 14 Eylül 2012'de Papa XVI. Benedict'in üçüncü ziyareti gerçekleşti. Bu ziyaretten geri döndükten sadece birkaç ay sonra papalıktan istifa ederek dünyayı şaşırtan ve Lübnan'dan Ortadoğu'ya apostolik bir mesaj göndermek isteyen Papa, bu mesajı Lübnan'dan vererek Lübnan'ın karşılaştığı zorluklara rağmen bir arada yaşama modeli olduğunu vurguladı. 23 Şubat 2011'de, dönemin Maruni Patriği Nasrallah Butrus Sfeir ve Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman'ın katıldığı resmi bir törenle Vatikan'daki Aziz Petrus Meydanı'nda Marunilerin koruyucu azizi Aziz Marun'un heykelinin açılışını yaparak Marunilere yönelik sembolik ve son derece önemli bir adım attı. Papa XIV. Leo, bu ziyaretiyle, Hizbullah'ın Lübnan'ı içine çektiği ve şimdi Papa'nın ziyaretini memnuniyetle karşılayan bir açıklama yayınlayarak yararlanmaya çalıştığı son İsrail savaşına rağmen, bu bir arada yaşama modelini canlandırmaya ve bir doz iyimserlik aşılamaya çalışıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Papa'nın ziyaretinden bir hafta önce, sanki bunu engellemek istercesine, Hizbullah’ın askeri kanadının İran doğumlu Heysem et-Tabatabai'yi suikastla öldürerek Hizbullah’a ağır bir darbe indirdi. Hizbullah ise misilleme yapacağına ant içti.

Ancak Papa, çok sayıda seçenek, kültür ve dinin bulunduğu, nadir bir birlikte yaşama modeli olan ve tek bir görüş, tek bir inanç, tek bir kültür ve dolayısıyla tek bir seçeneğin hakim olduğu Doğu'da çöküş tehdidi altında olan Beyrut'a geldi. Bu şehrin, Katolik Kilisesi için Doğu'daki en önemli ve son önemli Hıristiyanlığın merkezi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ziyarete gösterilen olağanüstü ilgi, Maruni Kilisesi'nin Papa’ya yaptığı özel karşılamada da açıkça görüldü. Kilise, ziyaretin başarılı geçmesi için tüm kaynaklarını seferber etti ve geleceğe olan güvenini ve umudunu yitirmiş, çoğu göç etmek isteyen gençleri bir araya getirdi.

Yaklaşık kırk yıl önce vefat eden düşünür ve siyasetçi Charles Malik şöyle demiştir:

“Hıristiyanlık, Doğu'daki neredeyse tek yeri olan Lübnan'dan kaybolursa, sadece Ortadoğu'dan değil, Asya ve Afrika'dan da kaybolur.”

“Papa “Ne mutlu barışı sağlayanlara” sloganıyla, 30 Kasım Pazar günü öğleden sonra Beyrut Uluslararası Havaalanı’na geldi ve büyük bir kalabalığın ve medyanın yoğun ilgisi eşliğinde doğrudan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na gitti.

Hikaye bir kelimeyle başlar ve her şeyi içinde barındırır. Yuhanna İncili'nin girişinde böyle yazar. ‘Logos’a atıfla bulunur, başlangıca yani Tanrı’ya işaret eder. Bu kelime, Aziz Marun ve ardından John Marun'un sözleri aracılığıyla Lübnan'da Maruniliğin oluşumuna katkıda bulundu. Böylece Marunilik ortaya çıktı ve Roma ile olan bağlantısı, 1215 yılında Papa III. Innocentius’un Maruni Patriği Jeremiah Amshitti’yi Antakya ve tüm Doğu'ndaki Marunilerin patriği olarak atamasıyla belgelendi.

Maruni Patriği Amshitti’nin 1231 yılındaki ölümünden sonra, Maruni din adamları, bu mezhebin yüzlerce yıldır sahip olduğu bir ayrıcalık olan yeni bir patrik atanması konusunda anlaşmazlığa düştüler. Vatikan duruma müdahale ederek Daniel Shamati’yi patrik olarak atadı. 1584'te Roma'da bir Maruni okulu açıldı ve bu okul bugün hala varlığını sürdürüyor.

Şarl Helu, Vatikan ile ilişkilerden sorumlu komisyon üyesi olarak atandı ve bağımsızlıktan sonra, 1946'da Kutsal Makam'a (Vatikan) büyükelçi olarak atandı. Buna karşılık Vatikan da Lübnan'a büyükelçisini atadı. Apostolik Nunciature'un başkanı olan bu kişi, dini bir diplomatik unvan olan nuncio olarak adlandırılıyor ve şu anda diplomatik heyetin başında yer alıyor. Lübnan, Vatikan'dan özel bir ilgi gördü ve 1977'de Lübnanlı bir Maruni rahip ve keşiş Şarbel Mahluf’un aziz ilan edildiği gün, Papa VI. Paul, Maruni Patriği Anthony Peter Khoraish’a “Kiliseniz Lübnan'ın gururudur” diye seslendi.

Ziyaret programı

Papa “Ne mutlu barışı sağlayanlara” sloganıyla, 30 Kasım Pazar günü öğleden sonra Beyrut Uluslararası Havaalanı’na geldi ve burada Cumhurbaşkanı Joseph Avn tarafından karşılandı. Büyük bir kalabalığın ve medyanın yoğun ilgisi eşliğinde doğrudan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na geçerek Cumhurbaşkanı Avn ile bir görüşme gerçekleştirdi. Ardından, sivil toplum ve diplomatik heyet temsilcileriyle yaptığı toplantıda, iki buçuk gün içinde altıdan fazla olacak olan ilk konuşmasını yaptı.

gbhy

Papa bu sabah, Aziz Şarbel'in mezarının bulunduğu Annaya Maruni Manastırı’nı ziyaret ederken bu ziyaret, bir papa tarafından Beyrut'un kuzeyindeki Cubeyl (Biblos) bölgesinin yükseklerinde bulunan bu manastıra yapılan ilk ziyareti olacak. Aziz Şarbel Mahluf, yaklaşık elli yıl önce, 1977 ekimin Papa VI. Paul tarafından aziz ilan edildi. Ancak, Papa II. John Paul ve Papa XVI. Benedict, aziz ilan edildikten sonra Lübnan'ı ziyaret ettiklerinde onu ziyaret etmediler. Bu kez, Maruni Patrikhanesi ve Aziz Şarbel'in mensup olduğu Lübnan manastır tarikatı Vatikan'a bir talepte bulunarak, Papa'dan manastırı İtalya'daki Aziz Francis ve Fransa'daki Lourdes Meryem Ana tapınakları gibi uluslararası bir hac yeri olarak kutsaması için tapınağı ziyaret etmesini istedi. Bu manastır, sadece Hıristiyanlar ve Lübnanlılar için değil, on binlerce inanan için hac yeri haline gelmişti. Papa XIV. Leo daha sonra, Cubeyl'in yüksek tepelerinden Cuneyh'in yüksek tepelerine geçecek ve Harissa'daki Meryem Ana Tapınağı'nda piskoposlar, rahipler, kutsanmış kişiler ve pastoral çalışanlarla bir araya gelerek bir konuşma yapacak. Bu toplantı, yerel Kilise ile ilişkiler ve Lübnanlı Hristiyanların yaşadığı sosyal sorunlar konusunu gündeme getirmek için bir fırsat olur mu bilinmez. Lübnan'da 2003-2006 yılları arasında düzenlenen Maruni Kilisesi Kutsal Sinodu, “Maruni Kilisesi, uyaran vicdan, haykıran ses, tüm adaletsizlik ve zulme karşı savunucu ve tüm sömürüye karşı sosyal adaletin bayraktarı olmalı” (madde 5, sayfa 742) açıklamasında bulunmuştu.

Arap dünyası da bu ziyarete tepkisini gösterdi. İlk olarak, ‘Arap Hıristiyanlar Konferansı’ Papa'ya ‘Papa XIV. Leo'nun Lübnan Ziyareti Vesilesiyle Herkesi Kapsayan Bir Arapçılık İçin Hıristiyan Manifestosu’ başlıklı ortak bir mektup gönderildi.

Sinod ayrıca, “Maruni kimliğinin oluştuğu ve üzerinde şekillendiği toprakları savunur, çünkü Maruniler tüm dünyayı kazansalar da bu toprakları kaybederlerse, kendilerini kaybetmiş olurlar” (madde 10, s. 829) diye vurguladı. Lübnan, Suriye ve Irak'tan Hıristiyanların göçüyle ilgili bekasına yönelik endişeleri dile getiren Sinod, Papa’ya sunulmak üzere hazırlanan bir belgede Kiliseyi, varlıklarını kullanarak cemaatçilerini topraklarına bağlamaya ve dini ve partizan liderlerin, özellikle gençler olmak üzere birçok Lübnanlının yerinden edilmesine katkıda bulunan Lübnan'daki bankacılık mafyasıyla ittifak kurmasını engellemeye çağırdı. Bu çağrı, 2019 yılında Lübnan'ı vuran ve özellikle on binlerce küçük mevduat sahibi için henüz bir çözüm bulunamayan ciddi mali ve bankacılık krizine de atıfta bulunuyor.

Öte yandan Arap dünyasının ziyarete verdiği destek de belirgindi. Bu destek, Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün, Filistin ve Mısır’dan yaklaşık 100 kişinin imzaladığı, “Papa XIV. Leo'nun Lübnan Ziyareti Vesilesiyle Tüm Arap Dünyasını Kucaklayan Bir Arapçılık İçin Hristiyan Manifestosu” başlıklı ve “Arap Hristiyanlar Konferansı” tarafından Papa'ya gönderilen mektupla başladı. Bu kişilerden bazıları, Beyrut'un merkezinde Papa ile birlikte düzenlenmesi planlanan ve 200 Lübnanlı ve Arap ismin katılımıyla İslam-Hıristiyanlık diyaloğunu tartışacak olan İslam-Hıristiyanlık Diyalog Çadırı’na katılacaklar. Bu isimler arasında, ABD'de yaşayan ve Suriye’deki eski Beşşar Esed rejiminin muhalifi olan Eymen Abdunnur ve kısa süre önce Paris'ten Şam'a dönen bir başka Suriyeli muhalif isim olan George Sabra da bulunuyor. Ayrıca eski Ürdün Dışişleri Bakanı Mervan Muaşir, Irak ve dünya Keldani Katolik Kilisesi Patriği Louis Rafael Sako’ya yakınlığıyla bilinen ve Papa Francis'in halefi adaylar arasında yer alan Doğu’daki Azınlıklara Yardım Derneği Genel Sekreteri Elish Yako, Mısır Halk Meclisi eski üyesi ve Özgür Mısırlılar Partisi Siyasi Büro Üyesi Emad Gad da yer alacak. İslam-Hıristiyan Diyalog Çadırı’na katılacak olan Arap Hıristiyan Konferansı'nın kurucu üyesi ve Lübnanlı eski Milletvekili Faris Said, “Papa'nın bu ziyaret için seçtiği ‘ne mutlu barışını sağlayanlara’ başlığının Lübnan ve özellikle Hıristiyanlık için bir sorumluluk taşıdığını” açıkladı. O, bu başlığın ‘bu bölgede hayatta kalmanın, sadece Arap-İsrail savaşıyla ilgili siyasi barış değil, Hıristiyan ekümenik barış için çalışmakla bağlantılı olduğu’ mesajını içerdiğine inanıyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Papa'nın ‘Yoksulların Sevgisi’ başlıklı mesajı, özellikle Hıristiyan siyasi partiler, genel olarak Hıristiyanlar ve tüm Lübnanlıların, Papa'nın söylediklerini ve önerdiklerini derinlemesine düşünmelerini gerektiren olağanüstü bir önem taşıyor. Papa 2 Aralık Salı sabahı, önce Beyrut'un kuzeyindeki Cel ed-Dib bölgesinde Charity Cross Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ni ziyaret edecek. Ardından Beyrut Limanı'na giderek, 4 Ağustos 2020'de meydana gelen ve 220'den fazla kişinin ölümüne, binlerce kişinin yaralanmasına ve Beyrut'un yarısının yıkılmasına neden olan patlamanın olduğu yeri inceleyecek. Orada, failleri hala bilinmeyen patlamanın yaşandığı bölgede sessizce dua edecek. Siyasi baskı ve müdahale nedeniyle iki yıldan fazla bir süredir askıya alınmış halde olan ve durma noktasına gelen patlamaya ilişkin soruşturma, zorluklarla yeniden başlatıldı. Selefi Papa Francis, dönemin Vatikan hükümeti Devlet Bakanı Kardinal Pietro Parolin'i derhal felaket bölgesine göndermişti. Lübnan Başbakan Yardımcısı Tarek Mitri, ‘Papa'nın 4 Ağustos 2020'de patlamanın yaşandığı Beyrut Limanı’nda yapacağı ziyaret ve duaların, o gün hayatını kaybeden 220 kurbanın ailelerinin yaralarını sarmaya yardımcı olmasını’ umduğunu belirtti. Ancak bu, özellikle de soruşturmaya katılmayı reddeden, soruşturmaya karışan veya suçlanan ve parlamento dokunulmazlığının arkasına saklanan politikacılar olduğundan kurbanların ve yaralananların ailelerinin yaralarını yeniden açacak ve suçlulara ve soruşturmayı engelleyen ve örtbas etmeye çalışanlara karşı öfkelerini artıracaktır. Belki de bazılarının önümüzdeki mayıs ayında yapılması planlanan parlamento seçimlerini ertelemek istemesinin nedenlerinden biri de budur.

xcdfvg
Beyrut'ta Papa XIV. Leo ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın resimlerinin bulunduğu bir reklam panosunun yakınındaki ikinci el pazarında dolaşan insanlar, 29 Kasım 2025 (AFP)

Öte yandan Lübnan vatandaşlarının yarısından fazlasının şu anda yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve ulusal para biriminin satın alma gücünün yüzde 98 oranında değer kaybettiği gerçeği de unutulmamalı. Kamu sektöründeki maaşlar 2018 yılından bu yana yüzde 80 gerilerken fiyatlar aynı yıldan bu yana 220 kat arttı. Yine 2018'den bu yana on binlerce genç ülkeden göç etti. Bu durum, sadece belirli bir sınıf, mezhep veya dini grubu değil, tüm halkı ilgilendiren ekonomik, sosyal ve ahlaki bir sorun haline geldi. Dolayısıyla Papa'nın ‘Yoksulların Sevgisi’ başlıklı mesajında, ‘maddi olarak yaşamak için imkânları olmayanların yoksulluğunun yanı sıra toplumda marjinalleştirilmiş ve onurlarını ifade edecek imkânları olmayanların yoksulluğuna ve ahlaki ve kültürel yoksulluğa’ odaklanıldı. Yoksulluk, hiçbir hakka, hiçbir yere ve hiçbir özgürlüğe sahip olmamaktır. Bu durum, özellikle Hıristiyan partilerin, Hıristiyanların ve genel olarak tüm Lübnanlıların, Papa'nın söylediklerini ve önerdiklerini derinlemesine düşünmelerini gerektiren olağanüstü bir öneme sahip. Papa, gençlerle bir araya geldiğinde, sendikal mücadelelere katılmaya odaklanarak onlara destek vermeye çalışıyor gibi görünüyor. Bu durum, daha fazla sosyal adalet sağlamayı amaçlayan her türlü sosyal hareket için geçerli. Çünkü adalet, iç ya da dış olsun, her türlü barışın temelidir. Aziz Augustinus’un adını taşıyan ve açıklık, sürekli barış için çalışma, şiddeti reddetme ve diyalog arayışını şiar edinen Augustinyen Tarikatı’nın bir üyesi olan Papa XIV. Leo, ilk konuşmasında “Silahsız barış ve silahsızlanma” sloganı altında gerçek barışa bağlı olduğunu vurguladı!