"Uzaylı" denen gizemli gök cismine yeni açıklama: "Plüton benzeri bir gezegenden geldi"

Hawaii dlinde "izci" anlamına gelen 'Oumuamua'nın pankek benzeri bir şekle sahip olduğu öne sürülüyor (William Hartmann / Amerikan Jeofizik Birliği)
Hawaii dlinde "izci" anlamına gelen 'Oumuamua'nın pankek benzeri bir şekle sahip olduğu öne sürülüyor (William Hartmann / Amerikan Jeofizik Birliği)
TT

"Uzaylı" denen gizemli gök cismine yeni açıklama: "Plüton benzeri bir gezegenden geldi"

Hawaii dlinde "izci" anlamına gelen 'Oumuamua'nın pankek benzeri bir şekle sahip olduğu öne sürülüyor (William Hartmann / Amerikan Jeofizik Birliği)
Hawaii dlinde "izci" anlamına gelen 'Oumuamua'nın pankek benzeri bir şekle sahip olduğu öne sürülüyor (William Hartmann / Amerikan Jeofizik Birliği)

Harvard Üniversitesi'nden astrofizik profesörü Avi Loeb'in uzaylılara ait olduğunu öne sürdüğü gök cismi 'Oumuamua'ya dair yeni bir araştırma yayımlandı. Araştırmacılar, gizemli cismin Püton benzeri bir gezegenden kopan azot buzu olduğunu öne sürdü.
İlk kez 2017'de Güneş Sistemi'nden çıkarken tespit edilen ve sisteme dışardan geldiği gözlemlenen ilk yıldızlararası nesne unvanlı gök cismi, keşfedildiğinden beri bilim dünyasında tartışmalara yol açıyor.
Dört yıldır nesnenin ne olduğunu tartışan bilim insanları, bir dizi teori ortaya atmış, bunlar arasında nesnenin bir kuyruklu yıldız, bir hidrojen buzu ve bir göktaşı olduğu iddiaları yer almıştı.
Astrofizik profesörü Loeb ise 'Oumuamua üzerine bir kitap çıkarmış ve nesnenin Dünya dışı varlıklara ait bir uzay aracından kopan bir parça olduğunu öne sürmüştü. Loeb'in iddiaları basında büyük yankı uyandırmıştı.
Şimdi de ABD'deki Arizona Eyalet Üniversitesi'nden iki araştırmacı, bu sıradışı nesnenin, yaklaşık 400 milyon yıl önce kendi yıldız sisteminden dışarı atılmış, Plüton benzeri bir gezegenden koptuğunu öne sürdü.
Gökbilimciler Steven Desch ve Alan Jackson, kısa süre önce gizemli nesnenin azot buzundan oluştuğuna dair bir hipotez geliştirdiklerini açıklamıştı.
Bugün gerçekleşen 52. Ay ve Gezegen Bilimleri Konferansı'nda (Lunar Planetary Science) sunulan bulgular, Journal of Geophysical Research: Planets isimli akademik dergide ayrıntılandırıldı.
Makalenin yazarlarından Desch, "'Oumuamua'nın gizemini muhtemelen çözdük. Bu nedenle araştırmalarımız heyecan verici" diye konuştu.
"Bu nesneyi başka bir yıldız sisteminden atılmış bir ‘exogezegen'le ilişkilendiriyoruz. Gökcisminin, Plüton benzeri bir gezegenin parçası olduğu fikrini makul buluyoruz."
‘Oumuamua'nın gözlemlendiği sıradaki tuhaf davranışları, bilim insanlarının gizemli nesneye yönelik teorilerini birçok kez değiştirmesine neden olmuştu.
İncelemeler gizemli cismin, ince uzun bir şekle sahip olduğunu ve kuyrukluyıldızlardan beklenenin aksine, Güneş'in etrafında döndüğü sırada hiç gaz kaçağı belirtisi göstermediğini ortaya koymuştu. Bunun yanı sıra nesnenin kuyrukluyıldızlara göre ışığı çok daha fazla yansıttığı anlaşılmıştı.
Desch ve meslektaşı Jackson ise başka bir yıldız sisteminde, yarım milyar yıl önce iki kozmik cismin çarpışmasının pankek şeklindeki büyük bir azot buzunu, yani 'Oumuamua'yı uzaya fırlattığını ileri sürdü.
İkiliye göre bu katı azot kütlesi, kozmosun dondurucu derinliklerinde, yavaşça ufalanarak dolaşıyordu. Güneş Sistemi'ne girip de Güneş'e yaklaştığında bünyesindeki azot ısındı ve ona hız kazandırdı.
İşte bu esnada Dünya'daki araştırmacılar da onu bir puro şeklinde gördü. Jackson, tıpkı bir kalıp sabunun dış katmanlarının ovalandıkça erimesi gibi, ‘Oumuamua'nın da ısındıkça düzleştiğini söylüyor.
Araştırmacılara göre azot buzu, Neptün'ün ötesinde, Kuiper Kuşağı diye anılan bölgedeki nesnelerde de bol miktarda mevcut. Bu nesneler arasında Neptün'ün uydusu Triton ve cüce gezegen Plüton yer alıyor.
Yeni makalenin, 'Oumuamua'nın kuyrukluyıldızlardan neden 10 kat daha yansıtıcı olduğunu da açıkladığı ifade ediliyor. Buna göre nesnenin yansıtıcılığı, gökbilimcilerin Plüton ve Triton'da gözlemlenen seviyelerle eşleşiyor.
Steven Desch, "Diğer yıldız sistemlerinde, yüzeyinde nitrojen buzu barındıran Plütonlar bulunabileceğini ve bunlardan kopan bir parçanın Güneş Sistemi'ne girmiş olabileceğini düşündük ve gördüğümüz her şeyi açıkladık" diyor:
"Herkes uzaylılarla ilgileniyor. Bu nedenle Güneş Sistemi'ne dışardan gelen ilk nesnenin uzaylıları düşündürmesi kaçınızmaz. Ama bilimde hemen sonuca varmamak gerek."
 
Independent Türkçe, Amerikan Jeofizik Birliği, CNET



"Asya tek boynuzlu atı"nın genom haritası ilk kez çıkarıldı: Yok olmalarını engelleyebilir mi?

Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)
Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)
TT

"Asya tek boynuzlu atı"nın genom haritası ilk kez çıkarıldı: Yok olmalarını engelleyebilir mi?

Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)
Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)

Son derece nadir rastlanan "Asya tek boynuzlu atı" saolanın ilk defa genom haritası çıkarıldı. Yeni çalışma nesli kritik tehlike altındaki türün yaşamasını sağlayabilir. 

İlk kez 1992'de tanımlanan saola (Pseudoryx nghetinhensis), en yakın zamanda keşfedilen büyük memeli türü. Vietnam ve Laos'un dağlık ormanlarında yaşayan bu sığır türü, boynuzlarının yanı sıra çok nadir görülmesi nedeniyle "Asya tek boynuzlu atı" diye biliniyor.

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'ne (IUCN) göre nesli kritik tehlike altındaki bu türün 100'den daha az üyesi kaldığı tahmin ediliyor. Üstelik en son 2013'te görülmesi, soyunun çoktan tükenmiş olabileceği ihtimalini de gündeme getiriyor. 

Uluslararası bir araştırma ekibi, avcıların evlerinden toplanan saola kalıntılarından alınan parçaları analiz ederek 26 saolanın tam genomunu çıkardı. Türünün ilk örneği olan bu çalışma, saolanın geçmişini anlama ve geleceğini güvence altına alma yolunda kritik bilgiler sundu. 

Bulguları hakemli dergi Cell'de 5 Mayıs Pazartesi günü yayımlanan çalışmaya göre saolalar 5 bin ila 20 bin yıl önce iki ayrı popülasyona ayrılmış. 

Makalenin başyazarı Genís Garcia Erill "Saolanın önemli genetik farklılıklara sahip iki popülasyona ayrıldığını görmek bizi epey şaşırttı" diyerek ekliyor: 

Bu daha önce hiç bilinmiyordu ve genetik veriler olmadan bilmemizin yolu yoktu. Bu önemli bir sonuç çünkü türün genetik varyasyonunun nasıl dağıldığını etkiliyor.

Bilim insanları ayrıca iki popülasyonun da Son Buzul Çağı'ndan itibaren azaldığını saptadı. Ekip, toplam saola nüfusunun 10 bin yıldır hiçbir zaman 5 binin üstüne çıkmadığını tahmin ediyor.

Bu durum, iki grubun da genetik çeşitliliğini kaybettiği anlamına geliyor. Ancak her biri genetik kodlarının farklı kısımlarını kaybetmiş. Araştırmacılara göre bu, nesillerinin tükenmesini önlemede kritik bir rol oynayabilir. 

Garcia Erill "Bir popülasyonda kaybolan genetik varyasyon diğerini tamamlıyor. Yani eğer bunları karıştırırsak, diğerindeki eksiklik giderilebilir" diye açıklıyor.

Bilim insanları saolaların hayatta kalması için esaret altında çiftleşmelerini sağlayacak bir program geliştirmeye çalışıyor. Yeni çalışmayı yürüten ekibin hesaplamalarına göre böyle bir program, tükenme riski karşısında en etkili çözümü sunuyor. 

Çalışmanın bir diğer yazarı Rasmus Heller şöyle diyor:

Gelecekteki bir popülasyonun temelini oluşturmak için en az bir düzine saolayı (ideal olarak her iki popülasyonun karışımı) bir araya getirebilirsek, modellerimiz türlerin uzun vadede hayatta kalma şansının yüksek olacağını gösteriyor.

En son 2013'te görülen bir türün 12 üyesini bulmak zorlu bir iş. Ancak araştırmacılar, yeni çalışmanın bu sorunu çözebileceğine inanıyor. Saolanın genetik haritasının çıkarılması, daha kapsamlı arama çalışmalarının önünü açabilir. 

Makalenin yazarlarından Minh Duc Le, "Birçok araştırmacı, suda ve hatta aynı habitatta yaşayan kan emiciler olan sülüklerde, saola DNA'sının izlerini bulmayı deneyip başaramadı" diyerek ekliyor:

Bu tekniklerin hepsi küçük DNA parçalarını tespit etmeye dayanıyor ama artık saola genomunun tamamını bildiğimize göre, bu parçaları bulmak için çok daha geniş bir el kitabımız var.

Independent Türkçe, Science Alert, Phys.org, Cell