Nebil Fehmi (Eski Mısır Dışişleri Bakanı)
Modern uluslararası sistemin temelinde değişiklik oldu mu? Eğer olduysa uluslararası sistem nereye gidiyor? Bu iki soru, tüm ülkelerin çıkarları ve ulusal güvenlikleri ile doğrudan ilişkilidir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası sistemin özellikleri, bu savaşın galipleri tarafından belirlendi. Dolayısıyla bu özellikler, onların öncelikleri ve rekabetleri etrafında dönüyordu. Avrupa, biri Sovyetler Birliği önderliğinde doğu, diğeri ise ABD'nin, sayesinde kıtalara ve denizlere uzandığı NATO liderliğinde batı olmak üzere ideolojik açıdan iki kutup arasında bölünmüş eski müttefikleri arasındaki doğrudan bir çatışma sahası olması nedeniyle ilk odak noktası haline geldi.
Uluslararası sistem gelişti ve Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Varşova Paktı'nın çöküşüyle bağımsızlığını kazanan bir dizi gelişmekte olan ülke ile etkileşime girdi. ABD’nin tek kutuplu dünyası ve küreselleşme çağı bağlamında yeni fırsatlar, zorluklar ve Asya ile Avrupa'nın birleştiği, Çin'in tarihi açıdan doğal bir çayırı olarak gördüğü, geniş topraklara sahip Avrasya dahil olmak üzere çeşitli sahalar hakkında çok daha fazla konuşma yapıldı.
Rusya'nın hala önemli ve etkili bir ülke olduğu tartışılamaz bile. Ama artık ABD ve hatta gelecekte Çin’le kıyaslanabilecek büyüklükte bir ülke olmadığı da belirtilmeli. ABD’nin çok kutuplu bir dünyanın kendisine uluslararası sisteme kendi görüşlerini empoze etmeye devam etmesine izin veren benzersiz ve ayrıcalıklı bir konum vermediğini anlayana kadar, daha uzun yıllar güçlü ve etkili bir süper güç olarak kalacağı aşikardır.
Asya ekonomisi, önce Japonya'da ardından diğer bazı Asya ülkelerinde inanılmaz bir yükselişe ve Çin'in şaşırtıcı ekonomik başlangıcına tanık oldu. Asya, şuan dünya orta sınıfının yüzde 65'inden fazlasına ev sahipliği yapıyor. Büyük pazarları, kapasitelerini dahi aşan bir mali fazlalığa ve büyük yatırım imkanlarına sahiptir. Bu da, uluslararası düzeyde her zamankinden daha yüksek oranlarda faaliyet göstermesini ve etkileşimde bulunmasını sağladı. Asya, dış finansman arayan ülkeler için cazip bir yer haline geldi.
Asya'daki yatırım projesi arayışları, bazı ülkelerin yabancı yatırımlar çekme çabalarıyla aynı döneme denk gelirken ABD Başkanı Joe Biden’ın İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile görüşmesinde, demokratik devletlerin Çin'in başlattığı Kuşak ve Yol Projesi'ne karşılık benzeri bir girişimde bulunmasını önermesi oldukça dikkat çekicidir.
Uluslararası ve bölgesel dengelerdeki gelişmeler, dünyanın Asya'yı bir sonraki uluslararası ekonomik odak noktası olarak görmesine neden oldu. ABD’nin eski başkanlarından Başkanı Barack Obama, Asya'ya geçişten bahsederken, Donald Trump, Hindistan’a açılmanın yanı sıra Kuzey Kore ve Çin ile doğrudan müzakerelere girdi. Çinli ve ABD’li üst düzey yetkililer arasında Alaska’da gerçekleşen fırtınalı diplomatik toplantı ise yeni ABD yönetiminin Çin'e olan büyük ilgisinin ilk belirtisi oldu. Aynı şekilde Avrupa Birliği (AB), Çin ile üye ülkeler arasındaki ilişkileri düzenlemek için Çin Diyalog Forumu'nu yeniden canlandırmayı kabul etti.
Öte yandan Çin, dünyaya siyasi olarak liderlik etmeyi amaçlamadığını ve bölgesel bir hegemonya kurma peşinde olmadığını vurgularken Çin’in söylemlerinde ve adımlarında, güven artırmaya ve çeşitli uluslararası sorumluluklar üstlenmeye hazır olduğunu yansıtan gözle görülür bir değişim var.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, yükselen piyasa ekonomisi olarak isimlendirilen ülkelerindeki büyük şirketlerin önünde uluslararası ekonomik sistemin reformuna liderlik etmekten bahsederken kıtalararası dev bir girişim olan Kuşak ve Yol projesini başlattı. Son yıllarda, Çin’in alışılmadık, çatışmacı diplomatik uygulamalarına tanık olduk. Çinli üst düzey yetkililer, Trump ve Biden yönetimlerindeki mevkidaşlarıyla adeta diplomatik boks maçları yaptılar. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, sadece bir hafta önce Ortadoğu ile ilgili beş maddelik bir girişim duyurdu. İsrail ile Filistin arasında barışı tesis etmek için İsrailli ve Filistinli yetkililerin Pekin’de bir araya gelmesini içeren girişim yanı sıra Çin, İran ile stratejik bir iş birliği anlaşması imzaladı.
Ortadoğu’daki bazı ülkeler şu sıralar, sadece Çin'in çıkarı için ABD, Avrupa ve Rusya'dan uzaklaşmak için değil, aynı zamanda sürekli yenilenen siyasi ve ekonomik gerçekleri de hesaba katmak amacıyla durumlarını gözden geçirmek, politikalarını ve önlerindeki birden fazla seçeneği değerlendirmekle meşguller. Aynı durum İsrail ve Türkiye gibi ABD’ye yakın ülkeler için dahi geçerlidir.
İsrail, geçtiğimiz yüzyılın son yarısından bu yana attığı adımları endişeyle izleyen ABD’li askeri yetkililerin aşırı hassasiyetine rağmen, Çin ile askeri alandaki iş birliğini geliştirmeye çalışıyor. Bu konudaki endişelerin nedenlerinin en ünlüsü, İsrail'in 1990 yılında ABD teknolojisi ile üretilen Falcon Radar Sistemi’ni Pekin'e satma girişimleriydi. Tel Aviv’in 2000 yılında, uydu sinyalleri aracılığıyla uzaktan kumanda ile yönetilen HARPY insansız hava araçlarını geliştirmek için Çin ile iş birliği yapmaya çalışmasıyla aynı endişe yeniden ortaya çıktı. Aynı şekilde İsrail ve Çin arasında terörizmle mücadele alanındaki iş birliğinde büyük bir sıçramaya ve başta altyapı, kaynaklar ve teknoloji alanları olmak üzere karşılıklı ticari faaliyetlerde ve yatırımlarda önemli bir artışa tanık olduk. Çin'in, başta limanlar olmak üzere altyapı alanındaki faaliyetleri, ABD için endişe kaynağı oldu.
Diğer yandan NATO üyesi olan Türkiye, tutumlarını, dengelerini ve uluslararası başlangıç noktasını sürekli olarak gözden geçirmektedir. Ankara'nın NATO’dan çekilmemesine, Batı ülkelerinin en büyük düşmanı Rusya'ya yaklaşmasına ve ondan ölümcül silahlar satın almasına rağmen, durumdan hiçte hoşnut olmayan Batı ve Avrupa ülkelerinden yavaş yavaş uzaklaşmasının önemi hakkında sık sık gündeme gelen konuşmalar yapılıyor.
Türkiye’nin sol eğilimli eski Başbakanı Bülent Ecevit'in, 1970’li yılların ortalarında Batı'ya, özellikle Avrupa'ya fazla bağımlı olmama fikrini öne sürmesi oldukça dikkat çekicidir. Türkiye, 2003 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle son yirmi yılda Güney Kafkasya, Balkanlar, Akdeniz ve Avrasya bölgesine odaklandı ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yarattığı siyasi boşluğun sağladığı fırsatı değerlendirdi. Azerbaycan üzerinden Hazar Denizi'ne doğrudan bir kara koridoru oluşturan Türkiye, Arap dünyasının doğusunda Suriye ve Irak'ta askeri varlığını artmış, Kuzey Afrika'da ise Libya, Somali ve Sahra'nın güneyine kadar ilerledi. Böylece, uluslararası siyasi fırsatlardan yararlandı. Son on yılda Arap ülkelerindeki siyasi krizler çerçevesinde bölgesel olarak genişledi.
Çin’in başta İran olmak üzere Ortadoğu’dan gelen enerjiye bağımlılığı arttı. Çin ile İran arasında İran'a uygulanan yaptırımlara rağmen bu alandaki faaliyetler devam ediyor. Bu da, hem İran’ın yaklaşımına hem de iki ülkenin önümüzdeki yıllardaki beklentileri ile uyumlu bir durum. İki ülke arasında imzalanan anlaşmaya göre Çin’in İran yatırımların değeri 400 milyar doları buluyor.
New York merkezli Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, modern uluslararası sistemin artık yeterince verimli olmadığını belirterek, uluslararası sistemi gelişmeler ve zorluklarla nasıl başa çıkılacağı konusunda yönlendirmek için aralarında istişarelerde bulunacak bazı nüfuz sahibi ülkelerden oluşan çok sınırlı bir grubun oluşturulmasını önerdi. Ancak önerilen grubun, Latin Amerika, Afrika ve Arap dünyasından hiçbir ülkeyi içermemesi dikkat çekiciydi.
Makaleye bir soruyla başladık ve belki de bitiş paragrafına ek bir soruyla yön vermem daha uygun olur. Peki, Arap ülkeleri tüm bu gelişmelerin neresinde?
Arap ülkelerinin birçoğu bazıları Batı ülkelerine, bazıları ise (tarihsel olarak Sovyetler Birliği'nden sonra) Rusya’ya olmak üzere yabancı taraflara bağlıdır. Kısa vadede çıkarlarımızı korumak için mevcut stratejik ilişkileri sürdürmeliyiz ve politikalarımızı güç dengesindeki değişiklikler ışığında değerlendirmeliyiz. Eğer gerçekten yakın gelecekte bir rol üstlenmeyi istiyorsak, uluslararası odak noktasını doğuya doğru hareket ettirmeliyiz.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.
Uluslararası sistem nereye gidiyor?
https://turkish.aawsat.com/home/article/2901591/uluslararas%C4%B1-sistem-nereye-gidiyor
Uluslararası sistem nereye gidiyor?
Çin'in başta limanlar olmak üzere altyapı alanındaki faaliyetleri, ABD için endişe kaynağı oldu
Uluslararası sistem nereye gidiyor?
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة