Natanz Nükleer Tesisi’ne ‘İsrail sabotajı’ mı?

İranlı bir sözcü herhangi bir yaralanma veya radyoaktif kirlenme kaydedilmediğini söylerken bir milletvekili ise sabotaj ve sızıntı ihtimallerine değindi

İran Atom Enerjisi Kurumu Müdürü, Cumartesi günü Tahran'daki bir sergide İran Cumhurbaşkanı’na gelişmiş IR9 santrifüjlerinden bahsetti (İran Cumhurbaşkanlığı)
İran Atom Enerjisi Kurumu Müdürü, Cumartesi günü Tahran'daki bir sergide İran Cumhurbaşkanı’na gelişmiş IR9 santrifüjlerinden bahsetti (İran Cumhurbaşkanlığı)
TT

Natanz Nükleer Tesisi’ne ‘İsrail sabotajı’ mı?

İran Atom Enerjisi Kurumu Müdürü, Cumartesi günü Tahran'daki bir sergide İran Cumhurbaşkanı’na gelişmiş IR9 santrifüjlerinden bahsetti (İran Cumhurbaşkanlığı)
İran Atom Enerjisi Kurumu Müdürü, Cumartesi günü Tahran'daki bir sergide İran Cumhurbaşkanı’na gelişmiş IR9 santrifüjlerinden bahsetti (İran Cumhurbaşkanlığı)

İran, Natanz Nükleer Tesisi’nin dün sabah ‘nükleer terörizm’ olarak nitelendirdiği yeni bir siber saldırıya maruz kaldığını doğruladı. Aynı zamanda herhangi bir tarafa suç isnat edilmeden İran’ın ‘cevap verme hakkını’ saklı tuttuğu ifade edildi. Bu açıklamadan saatler önce de tesisteki elektrik dağıtım ağının bir ‘kaza’ neticesinde kesildiğinin belirtilmişti. Diğer yandan Batı ve İsrail’den kaynaklar ise Natanz'ın arkasında Mossad’ın olduğu bir ‘siber saldırıya’ maruz kaldığını iddia ediyor.
Resmi televizyonun aktardığına göre İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Salihi, Natanz nükleer tesisinin Pazar günü maruz kaldığı kazanın bir ‘terör’ eylemi olduğunu vurguladı. Reuters’ın haberine göre Salihi, “Uluslararası toplum ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) bu durumla ilgilenmesi gerekiyor. İran ise bu eylemin faillerine cevap verme hakkını saklı tutuyor” ifadelerini kullandı.
Salihi, Natanz’da olup bitenlerin İran’ın endüstriyel ve siyasi ilerleyişine karşı muhalefetin İran’ın nükleer endüstrisi gelişimini engellemede başarısız olduğuna, diğer yandan da adaletsiz yasağın kaldırılması yönündeki başarılı müzakerelere işaret ettiğine de değindi.
ABD'yi İran'ın nükleer programına ilişkin uluslararası anlaşmaya geri döndürmeyi amaçlayan müzakerelerin şu anda Viyana'da devam ettiğine atıfta bulunan Salihi, “İran, bu terör hareketinin hedeflerini engellemek için bir yandan nükleer teknolojiyi ciddi şekilde geliştirmeye devam edecek, diğer yandan da haksız ambargoyu kaldırmak için çalışacaktır” vurgusunda bulundu.
Saldırı konusunda herhangi bir grup veya devlete suç isnat etmeyen Salihi, hedeflenen tesislerin durumu hakkında da herhangi bir ayrıntı vermedi.
Söz konusu olay, Salı günü başlayan ve geçen hafta Cuma günü sona eren Viyana müzakereleri geleceğine gölge düşürdü. Nükleer anlaşma taraflarının müzakere heyetleri Çarşamba günü Viyana'ya dönüyor.
Temmuz ayında kaydedilen bir diğer olayın ve İranlı nükleer bilimci ve Savunma Bakanı Yardımcısı Muhsin Fahrizade'nin geçen yıl öldürülmesi ardından İran, UAEA ve diğer uluslararası kuruluşların ‘uluslararası bir kınama’ yayınlamasında ısrarcı olmuştu.
İsrail Kanal 13 Televizyonu’nun atıfta bulunduğu Batılı bir istihbarat kaynağı ise ‘Natanz Nükleer Tesisi’ne yönelik saldırının ardında Mossad’ın bulunduğunu, saldırının İran'ın uranyum zenginleştirme projesi çekirdeğine ciddi zarar verdiğini’ öne sürdü
The Jerusalem Post gazetesi ise Natanz'daki olayın bir ‘kaza’ olmadığını, verdiği ‘zararın İran'ın başlangıçta halka açıkladığından çok daha büyük’ olduğunu iddia etti. Aynı zamanda Batılı kaynaklara atıfta bulunan gazete, ‘tesisin siber saldırıya maruz kaldığını’ öne sürdü.
Haberi dün ilk yayınlayan Devrim Muhafızları'na bağlı Fars haber ajansına göre İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, dün yaptığı açıklamada İsfahan’da bulunan Natanz Nükleer Tesisi’ndeki elektrik kesintisinin meydana geldiğini belirtmişti. Ardından hükümet televizyonuna verdiği röportajda ise tesisteki elektrik dağıtım ağında bir kazanın meydana geldiğini öne süren Kemalvendi, aynı zamanda “Bir kesinti yaşandı ancak sebebini bilmiyoruz” ifadelerini kullanmıştı. AFP’nin haberine göre elektrik akımının Pazar günü öğlen saatlerine dek kesildiğine işaret edildi.
Elektriğin sadece zenginleştirme tesisinde ya da Natanz’daki diğer tesislerde de kesildiğine değinmeyen Kemalvendi, “Kaza sonucunda herhangi yaralanma veya radyoaktif kirlenme kaydedilmedi. Belirli bir sorun mevcut değil. Kazaya yönelik araştırmalar sürüyor. Şu anda daha fazla bilgi bulunmuyor” ifadelerini kullandı.
Kaza, İran'ın 2015 tarihli nükleer anlaşması mucibince yasaklanan gelişmiş santrifüjlerin monte edileceği yeni bir tesisin kurulmasının ertesi günü meydana geldi. Zirâ Temmuz ayında diğer salonda yangın patlak vermiş, bunun nükleer programını sabote etme girişimi olduğunu öne süren İran ise soruşturmanın sonuçlarına ilişkin herhangi bir ayrıntı vermemişti.
Diğer yandan İran Meclisi Enerji Komisyonu Sözcüsü Milletvekili Malik Şeriati de Twitter hesabından yaptığı açıklamada “İran Batı’yı yaptırımları kaldırmaya zorlamaya çalışırken, Ulusal Nükleer Teknoloji Günü’nün ertesi günü meydana gelen bu kazanın sabotaj veya sızıntı olabileceği şüpheleri mevcut. Parlamento, olaya dair boyut ve ayrıntıları takip ediyor” ifadelerini kullandı.
Cumartesi günü İran, önceki santrifüjlere kıyasla 10 kat daha fazla uranyum üretecek 146 adetten oluşan IR6 santrifüj zinciri devreye sokmuş, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, tesiste bulunan yeni nesil IR6 santrifüjlerinden oluşan 164 santrifüjlü zincirin ve IR5 santrifüjlerinden oluşan 30 santrifüjlü zincirin resmi açılışını yapmıştı. Aynı zamanda IR-9 santrifüjlerine yönelik mekanik testlere de başlanmıştı.
İran Atom Enerjisi Kurumu mühendisleri, IR6 ve IR9'un nükleer anlaşmanın 30 ardışık seri halinde kurulu 5 bin 60 adet çalıştırılmasına izin verdiği IR1 santrifüjlerinden sırasıyla 10 ve 50 kat kat daha güçlü olduğunu öne sürüyor.
İran’ın ABD’nin anlaşmadan çekilmesine cevaben Mayıs 2019'da nükleer anlaşmayı ihlal etmeye başlaması ardından UAEA, İran’ın 4 seri halinde 696 IR2M tipi santrifüj ve tek seri halinde 174 IR4 tipi santrifüj kullandığını doğrulamıştı.
Uranyum zenginleştirme oranını nükleer anlaşmanın izin verdiği yüzde 3,67'den yüzde 4,5'e çıkaran İran, bu oranı geçtiğimiz ocak ayında ise yüzde 20’ye çıkarmış ve geçen haftaya kadar zenginleştirilmiş uranyum stokunun 55 kilograma ulaştığını bildirmişti.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başmüzakereci Abbas Arakçi ise bir önceki yönetim tarafından uygulanan ABD yaptırımları bir defada kaldırılmadığı sürece mevcut faaliyetlerin ‘durmayacağını ve azalmayacağını’ vurgulamıştı.
ABD ve İsrail tarafından geliştirildiğine inanılan Stuxnet bilgisayar virüsü Natanz'a saldırmak için kullanılması ardından 2010 yılında keşfedilmişti. Yaşanan yeni kaza ise İranlı yetkililerin bir yıldan kısa bir süre içerisinde meydana geldiğini bildirdiği ikinci olay sayılıyor.

Temmuz 2020 saldırısı
Natanz’daki bir santrifüj montaj tesisi, geçtiğimiz yıl Temmuz ayında yaşanan gizemli bir patlamayla ciddi şekilde hasar görmüştü. Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi ise olayın ardından yaptığı açıklamada, yangın sebebinin tespit edildiğini ancak güvenlik nedeniyle zamanında açıklanacağını duyurmuştu.
Resmi IRNA ajansı tarafından Temmuz ayında yayınlanan bir haberde, İsrail ve ABD gibi düşmanların yürüttüğü sabotaj ihtimaline değinilmiş, ancak herhangi birine yönelik doğrudan suçlamada bulunulmamıştı.
Reuters, o dönemde yayınlanan haberinde, yangının bir siber saldırıdan kaynaklandığına inanan üç İranlı yetkiliye atıfta bulunmuş, ancak herhangi bir bu kanıt sunmamıştı.
İran Hükümet Sözcüsü Ali Rebii ise geçtiğimiz Eylül ayında yaptığı açıklamada İran güvenlik servislerinin Natanz Nükleer Tesisi’nde geçen temmuz ayında meydana gelen patlamaya ‘iç unsurların’ karıştığına dair ‘güçlü hipotezler’ üzerinde çalışıldığını duyurmuştu. Rebii, ‘sabotaj girişiminin doğrulandığını’ belirttiği açıklamasında ‘eylemdeki karmaşık ilişkiler’ ışığında ‘birkaç hipotezin’ ortaya atıldığına işaret etmiş, aynı zamanda çeşitli departmanlardan güvenlik birimlerinin incelemelere devam ettiği de eklemişti.
Geçtiğimiz Aralık ayında yayınlanan uydu görüntüleri, Natanz’daki tesisin dağlara doğru yeniden genişlemeye başladığını göstermişti. Uzmanlar buranın yeni bir santrifüj montaj tesisi için genişletildiğini tahmin ediyor.
The New York Times’ın Temmuz saldırısı sonrası atıfta bulunduğu Ortadoğulu bir yetkili, Natanz'da patlamaya neden olan güçlü bir bombanın yerleştirilmesinden İsrail’in sorumlu olduğunu öne sürdü. Gazetenin haberine göre olayın patlayıcı maddeler kullanılarak gerçekleştiğini belirten Devrim Muhafızları’ndan bir yetkili, tesisin bir Cruise füzesi veya insansız hava aracı tarafından vurulduğu yönündeki iki hipotezle ilgili bir soruşturmaya da atıfta bulundu.

Fahrizade suikasti
Muhsin Fahrizade’nin içerisinde bulunduğu araba geçtiğimiz Kasım ayı sonunda başkent Tahran’ın banliyölerinden birinde kurşun yağmuruna tutulmuştu. İranlı yetkililer suikastla ilgili soruşturmanın sonuçlarını henüz açıklamazken İran İstihbarat Bakanlığı ve ona paralel güçlerin ise çelişkili açıklamalarda bulunduğu kaydedilmişti.
İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi, Fahrizade’ye düzenlenen suikasta bir ‘silahlı kuvvetler mensubunun’  lojistik destek sağladığı bilgisini paylaşmıştı. Devlet televizyonuna konuşan Alevi, “Suikast için öncelikli hazırlıkları yapan kişi silahlı kuvvetler mensubuydu. Biz, silahlı kuvvetler sahasında istihbarat çalışması yapamadık” ifadelerini kullanmıştı. İstihbarat Bakanlığının suikastın düzenleneceği yere dair birkaç gün önceden bilgi aldığını, ancak zamanlamayı bilmediklerini de eklemişti.
İsrail ise İran'ın suikastın arkasında olduğu yönündeki suçlamalarına resmi bir yorumda bulunmamıştı.
Ancak Birleşik Krallık merkezli Yahudi gazetesi The Jewish Chronicle, yine Şubat ayında yayınladığı haberinde, Fahrizade suikastına yönelik yeni ayrıntıları ortaya çıkarmış, bu yönde İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad’ın sorumluluğuna vurguda bulunmuştu. Kaynaklara atıfta bulunan gazete, aralarında İsrail ve İran vatandaşlarının da bulunduğu en az 20 ajanın Fahrizade’yi sekiz ay boyunca gözlemlediği, nitekim Fahrizade’nin Mossad tarafından parçalara ayrılarak İran’a sokulan bir ton ağırlığındaki silahla öldürüldüğünü öne sürmüştü.
Gazete, İsrailli kaynağın ABD’ye atıfta bulunarak “İran nükleer programıyla ilgili durum kritik hale geldiği taktirde kimseden izin istemeyeceğiz” ifadelerini kullandığını da aktarmıştı.



Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
TT

Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)

Birleşik Krallık istihbaratına göre Ukrayna cephesinde bu yıl 400 binden fazla Rus asker öldürüldü ya da yaralandı.

Londra yönetiminin ekimde yayımladığı son savunma istihbarat raporuna göre, Şubat 2022'de başlayan savaştan bu yana Rus ordusunda toplamda 1 milyon 118 bin asker yaralandı ya da öldü.

Telegraph'ın aktardığına göre bu rakam, savaş öncesi Rus ordusunun toplam büyüklüğünden daha fazla.

Analizde, Rus ordusunun cephede “kıyma makinesi” diye de adlandırılan yoğun saldırı taktiklerini kullandığına, bunun da kayıpları artırdığına dikkat çekiliyor.

Economist'in bu ay yayımladığı çalışmada da Rusya'nın kayıplarının 1,35 milyona vardığı savunulmuştu. Ayrıca son üç yılda Rusya'nın Ukrayna topraklarının sadece yüzde 1,45'ini ele geçirebildiği belirtilmişti.

Rusya olası barış anlaşması çerçevesinde, Ukrayna'ya ait Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk'tan Kiev güçlerinin çekilmesini istiyor. Bu bölgelerin bir kısmı halihazırda Moskova'nın kontrolünde.

Economist'in haberinde, Rusya'nın sözkonusu bölgeleri askeri harekatla ele geçirmesinin Mayıs 2028'i bulacağı, bu süreçte ciddi kayıplar verilebileceği savunulmuştu.

Diğer yandan Ukrayna ordusu, Donetsk'teki Siversk kentinden çekildiğini dün duyurdu.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında, askerlerin can güvenliği ve kaynakların korunması için geri çekilme kararı alındığı bildirildi.

New York Times'ın analizinde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce yaklaşık 10 bin nüfusa sahip olan kentin, Donetsk bölgesinin savunmasında büyük rol oynadığına dikkat çekiliyor.

Şehrin kaybıyla Donetsk üzerindeki kontrolü zayıflayan Kiev'in müzakerelerde dezavantajlı konuma düşebileceği belirtiliyor.

Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Kiev yönetimi, Moskova'nın toprak tavizi taleplerini reddetmişti. ABD arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde Ukrayna, herhangi bir anlaşmayı kabul etmeden önce Batılı müttefiklerden güvenlik garantileri istiyor.

Independent Türkçe, Telegraph, New York Times


İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
TT

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşı sırasında Avrupa'daki işgücünü artırdı.

İsviçreli risk sermayesi fonu Planven ve Britanya merkezli danışmanlık şirketi KPMG'nin araştırmasında, İsrailli teknoloji firmalarının Avrupa'daki faaliyetlerini genişlettiği ve daha fazla çalışan istihdam ettiği belirtiliyor.

Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün İsrail'deki inovasyon merkezi IT Hub Israel de salı günü yayımlanan çalışmaya katkı sağladı.

Araştırmaya göre, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısıyla  patlak veren Gazze savaşından bu yana İsrail teknoloji şirketlerinin Avrupa'daki istihdamı ortalama yüzde 5 arttı.

Ocak 2025 itibarıyla Avrupa'da faaliyet gösteren toplam 1686 İsrailli teknoloji şirketi, çalışan sayısını 32 bin 617'ye çıkardı. Bu sayı 2024'te 30 bin 936, 2023'teyse 29 bin 317'ydi.

Avrupa'da en fazla sayıda İsrailli teknoloji şirketine ev sahipliği yapan ülke Birleşik Krallık. Ülkede 704 İsrail teknoloji şirketi, 6 bin 724 çalışanıyla faaliyet gösteriyor.

415 şirket ve 2 bin 131 çalışanla Almanya ikinci, 312 şirket ve 2 bin 598 çalışanla da Ukrayna üçüncü sırada geliyor.

Fransa'da 279 teknoloji şirketinde 1750 kişi çalışırken, Polonya'da 257 firmada 1734 kişilik istihdam var. İspanya'da 356 şirket faaliyet gösterirken, bu firmalarda 1415 kişi çalışıyor.

Avrupa'da Gazze savaşı nedeniyle İsrail karşıtı görüşlerin artmasına rağmen firmaların istihdam kapasitesini geliştirdiği görülüyor.

Planven'den Elle Taitou Spruch, araştırma bulgularına ilişkin Times of Israel'e şunları söylüyor:

Veriler savaş gibi zor zamanlarda bile, Avrupa'dan çok fazla eleştiri aldığımız halde, uzun vadeli varlıklarını geliştiren İsrailli girişimlerin sürekli büyüdüğünü ortaya koyuyor. İnsanlar hâlâ yatırımlarını artırmayı tercih ediyor.

Avrupa Komisyonu, AB ve İsrail arasında 5,8 milyar euroluk ihracatı etkileyecek karşılıklı ticaret anlaşmasının askıya alınabileceğini eylülde duyurmuştu. Brüksel henüz bu yönde bir adım atmadı.

Birleşmiş Milletler de İsrail ordusunun Gazze'de soykırım yaptığını bildiren çalışmasını eylülde kamuoyuyla paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Times of Israel, Guardian


Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
TT

Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)

ABD-İsrail ilişkileri, bugün olduğu kadar çalkantılı bir dönem yaşamamıştı. Washington’un İsrail’e yönelik güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarındaki stratejik desteğine ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya verdiği güçlü desteğe rağmen, Tel Aviv’de artan bir kaygı ve yanıtsız kalan çok sayıda soru dikkat çekiyor. Trump’ın, Netanyahu’nun yargılandığı yolsuzluk davalarının düşürülmesini talep eden tutumu dahi bu belirsizlikleri gidermiş değil.

Öne çıkan soruların başında Trump’ın kendisi geliyor: İlk başkanlık dönemindeki Trump ile bugünkü Trump aynı mı? ‘İsrail’in küçük bir devlet olduğu ve genişlemeye ihtiyaç duyduğu’ yönündeki yaklaşımlarından vazgeçti mi?

Trump yönetiminin Aralık 2025’in başında yayımladığı ve yönetimin stratejik hedeflerini ortaya koyan belgede, Filistin meselesinin yakın vadede çözülebilir olmadığı ifade edildi. Bu durum, Gazze Şeridi’nde savaşı durdurmayı ve Ortadoğu’da kapsamlı bir barış tesis etmeyi amaçlayan Trump planının rafa kaldırılabileceği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse, Trump İsrail üzerinde bir uzlaşıyı dayatacak baskı uygulayabilir mi? İsrail’e verilecek desteğin sınırları nerede başlayıp nerede bitecek? Trump, görev süresi boyunca önümüzdeki on yıl için İsrail’e nasıl bir askerî ve ekonomik yardım anlaşması sunacak?

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te İsrail'i ziyareti sırasında Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nda parmağıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. (Reuters)

Netanyahu’nun yakın çevresinde, ikili ilişkilerin sağlamlığına dair iyimser açıklamalara rağmen tablo net değil. Hatta kendisini ‘ABD meselelerinde İsrail’in en büyük uzmanı’ olarak gören Netanyahu’nun dahi Trump’ın gerçek tutumunu tam olarak kestiremediği, yeni Trump’ın kişiliğini anlamak için uzun saatler harcadığı ifade ediliyor.

Netanyahu uzun süre ABD'de yaşamıştı

Siyasi tarihe göre, bugüne kadar İsrail’i yöneten 13 başbakandan 8’i, ABD’de altı aydan uzun süre yaşamış durumda. ABD’de en uzun süre kalan başbakan 18 yıl ile Golda Meir olurken, onu 16 yıl ile Binyamin Netanyahu izliyor. Her iki lider de ABD’de uzun yıllar yaşamış olmaları sayesinde ABD’yi ‘içeriden en iyi tanıyan’ siyasetçiler olmakla övünüyordu.

Ancak İsrailli tarihçiler bu tabloyu tersinden okuyor. Gazeteci ve tarihçi Tani Goldstein, bazı çevrelerin Golda Meir ile Netanyahu’yu İsrail’in ABD ile ilişkilerinde en başarısız iki başbakan olarak gördüğünü belirtiyor. Goldstein’a göre, her iki lider de görev dönemlerinde iki ülke ilişkilerinde en fazla krize yol açan isimler olarak tarihe geçti.

Golda Meir, 1958 yılında İsrail Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD’nin Lübnan’daki anayasal kriz sırasında ülkeye müdahalesi esnasında, Başbakan David Ben-Gurion ile anlaşarak İsrail istihbarat servislerini Amerikan güçlerinin hizmetine sundu. Bu adım, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilk güvenlik iş birliğinin temelini oluşturdu. Üç yıl sonra ise bir İsrail Başbakanı ile ABD Başkanı arasında ilk resmî görüşme gerçekleşti; o dönemde Beyaz Saray’da John F. Kennedy bulunuyordu. Ancak Meir’in kendisi, İsrail Başbakanı olduktan sonra, ilişkilerde ilk büyük krizi tetikleyen isim oldu.

1970’lerin başında ABD, Dışişleri Bakanı William Rogers’ın adıyla anılan bir İsrail-Arap barış planını gündeme getirdi. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından, Enver Sedat bu girişimleri güçlü biçimde canlandırmaya çalıştı ve barışa açık bir tutum sergiledi. ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’in kendisiyle stratejik bir ortak ve müttefik olarak hareket edeceğini, İsrail’e barışı getirecek bir anlaşmaya sıcak bakacağını düşünüyordu. Ancak Meir’in bu öneriyi reddetmesi, Nixon için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

dfer
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Eylül 1978'de Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Menachem Begin'in Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ı kucaklamasını alkışlıyor. (AFP)

1973 Savaşı sırasında İsrail ciddi bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında ve Mısır ile Suriye ordularının ülkenin varlığını tehdit ettiğini hissettiğinde, ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’i affetti. Nixon, İsrail’e büyük çaplı silah sevkiyatları ve Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları tarafından kullanılan savaş uçakları gönderdi; bu uçaklar Mısır ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşta fiilen yer aldı.

ABD-İsrail ilişkileri konusunda uzman tarihçi Prof. Dr. Eli Lederhendler’e göre, Golda Meir’in ‘ABD’yi içeriden tanıdığı’ yönündeki iddiaları İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Lederhendler, Meir’in kendine aşırı güvenen bir tutum sergilediğini ve ABD’ye dair bilgisinin İsrail’in çıkarlarına ters yönde işlediğini savunuyor.

Binyamin Netanyahu da ABD’yi içeriden bildiği düşüncesiyle benzer bir özgüvene sahip. Ancak birçok gözlemciye göre Netanyahu, ülke yönetiminde bulunduğu yıllar boyunca, ABD-İsrail ilişkilerinde Golda Meir’i hem kriz sayısı hem de bu krizlerin derinliği bakımından geride bıraktı. Netanyahu, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasını engellemek amacıyla ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı açık bir siyasi mücadele yürüttü.

Netanyahu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in yardımına koşan ve Gazze’de ateşkesi sağlamaya çalışan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile de ciddi bir kriz yaşadı; Biden’ın girişimlerini boşa çıkardı. İsrail başbakanlarının çoğu, ülkenin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerden destek alabilmesi için iki partiyle dengeli ilişkiler kurmaya çalışırken, Netanyahu ABD iç siyasetine müdahil olarak Cumhuriyetçi adayları destekledi ve Demokratlarla sorunlar yaşadı.

asdfrt
Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada konuşlanmış tankın kulesinin üzerinde duran İsrail askerleri (AFP)

Washington’daki Netanyahu karşıtları, İran nükleer anlaşmasının Trump’ın ilk başkanlık döneminde iptal edilmesinde Netanyahu’nun belirleyici rol oynadığını savunuyor. Netanyahu’nun, ABD’yi savaşa sürüklemek isteyen bir lider olarak anılmaya başlandığına dikkat çekiliyor. Nitekim son bir yıl içinde bu değerlendirme kısmen doğrulandı ve ABD, kısa süreli ve sınırlı olsa da İran’la bir savaşa girdi. Netanyahu’nun bununla yetinmediği, ABD Başkanı’nı İran’a karşı yeni bir askerî harekâta ya tamamen Amerikan ya da iki ülkenin ortak yürüteceği bir savaşa ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor.

İlişkinin gücü

İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin stratejik ve güçlü olduğu konusunda kuşku yok; bu durum Trump döneminde de geçerliliğini koruyor. Ancak değişen bir unsur var ve bu durum İsrail’de kaygı yaratması gereken bir gelişme olarak görülüyor. Nitekim Tel Aviv’de bu endişe şimdiden hissedilmeye başlandı.

ABD ile kurulan ittifakın sağlamlığı, İsrail’in Ortadoğu’da genel olarak Batı’nın, özel olarak da ABD’nin çıkarları için ilk savunma ve saldırı hattı olmayı kabul eden tek ülke olmasından kaynaklanıyor. NATO’nun eski komutanlarından ve ABD’nin eski dışişleri bakanlarından General Alexander Haig, İsrail’i ‘Amerikan askerleri sahaya inmeden savaş yürüten Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi’ olarak tanımlamıştı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de İsrail’in ‘Batı adına kirli işler yaptığını’ ifade etmişti.

İsrail’in bu denli güçlü destek görmesinin temelinde bu yaklaşım yatıyor. Geçtiğimiz on yıllarda ABD’nin İsrail’e sağladığı askerî yardımlar önemli ölçüde arttı. 1998 yılında yıllık yaklaşık 1,8 milyar dolar olan yardım miktarının, 2028 itibarıyla yıllık 3,8 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.

tyu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordu karargahında yaptıkları bir toplantı sırasında (İsrail hükümeti)

İsrail, önümüzdeki dönemde bu desteğin daha da artırılmasını talep ediyor. Bu rakamlara, Gazze savaşı sırasında ABD’nin sağladığı ve 22 milyar doları aşan destek dâhil değil. Haaretz gazetesinin 18 Aralık 2025 tarihli haberine göre, ABD son iki yılda savaş nedeniyle İsrail’e toplamda yaklaşık 32 milyar dolarlık yardımda bulundu. Gazete, Kongre Araştırma Servisi ve Washington’daki Brown Üniversitesi’ne dayandırdığı haberinde, Yemen ve İran’daki ABD askerî operasyonları gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra, Washington’un son iki yılda İsrail güvenlik kurumlarına 21,7 milyar dolar aktardığını yazdı. Buna ek olarak, ABD Temsilciler Meclisi 2025’in başında 26 milyar dolarlık özel bir askerî yardım paketini onayladı; bu paketin yaklaşık 4 milyar doları füze savunma sistemi kapsamında önleyici füzeler için, 1,2 milyar doları ise yeni lazer savunma sistemi Or Eitan için ayrıldı.

ABD-İsrail stratejik ittifakı, uzun yıllar boyunca iki ülkenin ‘ortak değerleri’ ve örtüşen çıkarları üzerine inşa edildi. Ancak Gazze savaşı, bu temellerde ciddi bir sarsıntıya yol açtı. Bu sarsıntı, Ortadoğu’da ‘gözde müttefikini’ sahiplenen bir süper gücün dayandığı dengeleri de derinden etkiledi.

Trump öngörülemez biri

Netanyahu, İsrail’in ABD’ye sunduğu stratejik hizmetin gücünün farkında ve bunu özellikle Obama ve Biden yönetimleri döneminde sert biçimde kullandı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, denklemi Netanyahu ve hükümeti açısından sarsacak ölçüde değiştirdi ve onları temkinli adımlar atmaya zorladı. ABD’nin değişmekte olduğu gerçeği, Trump yönetiminin ilk yılında belirgin biçimde ortaya çıktı.

ABD Başkanı Donald Trump, alışılmışın dışında ve kararları öngörülemez bir lider olarak görülüyor. Bu durum, onunla muhatap olanların önceki başkanlara kıyasla daha fazla dikkatli davranmasını gerektiriyor. İsrail basınına göre bu yaklaşım, Başbakan Binyamin Netanyahu’da da kaygı yaratıyor. Netanyahu’nun, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin maruz kaldığı türden aleni eleştirilerle karşı karşıya kalmaktan çekindiği ifade ediliyor. Trump, İsrail’in stratejik öneminin farkında olsa da, değerlendirmeler onun hesaplarının yalnızca bu unsurla sınırlı olmadığını gösteriyor.

Trump, İsrail’in çıkarlarını İsraillilerden ve liderlerinden daha iyi bildiğine inanan liderler arasında yer alıyor. İsrail’in yürüttüğü ve bedelini İsraillilerin hayatlarıyla ödediği, ABD’ye ise tek bir asker kaybı yaşatmayan savaşları yüksek takdirle karşılıyor.

İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamalarını yakından takip eden Trump’ın, 21 Aralık 2025’te Yahudi Halkı Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan ve İsraillilerin yüzde 60’ının Trump’ın İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir vizyonla hareket ettiğine inandığını ortaya koyan araştırmayı da dikkate aldığı belirtiliyor.

ABD kamuoyunda ise İsrail’e yönelik desteğin keskin biçimde azaldığına dikkat çekiliyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) bir çalışmasında, ‘İsrail’in ABD’deki konumunda ciddi bir kriz yaşandığı ve bunun stratejik bir tehdide dönüşme riskinin bulunduğu’ değerlendirmesine yer verildi.

Aralık 2025’in başında yayımlanan ve Eldad Shavit ile Ted Sasson tarafından hazırlanan çalışmada, “İsrail’in ABD’deki konumu benzeri görülmemiş bir krize girmiş durumda. Geleneksel destek, Demokratlar arasında ve hatta Cumhuriyetçilerin bir bölümünde gözle görülür biçimde aşındı” değerlendirmesi yer aldı.

Anketler, İsrail’e yönelik kamuoyu tutumunun, savaş sırasındaki İsrail uygulamalarından ve Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan doğrudan olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Özellikle liberal çevrelerdeki Yahudi toplumu içinde desteğin gerilediği, İsrail’e yönelik eleştirilerin arttığı gözleniyor. Bu eğilimin, İsrail’in siyasi ve askerî hareket serbestisini kısıtlayabileceği ve ülkenin güvenliği açısından gerçek bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.

Trump’ın, tabanını korumak istemesi ve Netanyahu’nun yönetiminin planları önünde engel oluşturduğunu düşünmesi halinde, bu değişimleri görmezden gelmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Nitekim Trump daha önce, Netanyahu döneminde İsrail’in ABD dışında neredeyse hiç dostunun kalmadığını, İsrail’i destekleyen tek ülkenin kendisi olduğunu söylemiş ve Tel Aviv’in ABD’nin çıkar ve iradesini zedeleyecek adımlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştı.

ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarında da önemli bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyor. Bu değişimin en belirgin göstergesi, Trump’ın bölgedeki Arap liderlerle kurduğu yeni söylem olarak öne çıkıyor. Netanyahu’nun bu ‘yeni dili’ dikkatle dinlediği ve sınırlarını anlamaya çalıştığı belirtiliyor.

ABD Başkanı’nın görevdeki bir yılının ardından, Netanyahu’ya yakın çevrelerde hâlâ yeni Trump’ın kişiliğini çözmeye çalıştığı, ABD’ye dair edindiği bilgilerin artık güncellenmiş bir anlayış gerektirdiği değerlendirmesi yapılıyor.