İran, İsveç’in nükleer silah teknolojisini çalmaya çalışıyor

DMO Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın açıklamaları Körfez sularında gerilimi tırmandırıyor

Geçtiğimiz ay Körfez sularında bir ABD gemisi tarafından durdurulan DMO'ya bağlı bir gemi (AP)
Geçtiğimiz ay Körfez sularında bir ABD gemisi tarafından durdurulan DMO'ya bağlı bir gemi (AP)
TT

İran, İsveç’in nükleer silah teknolojisini çalmaya çalışıyor

Geçtiğimiz ay Körfez sularında bir ABD gemisi tarafından durdurulan DMO'ya bağlı bir gemi (AP)
Geçtiğimiz ay Körfez sularında bir ABD gemisi tarafından durdurulan DMO'ya bağlı bir gemi (AP)

İsveç İstihbarat Servisi 2020 yılı için çıkardığı raporunda, İran hükümetinin nükleer silah programı için İsveç teknolojisini çalmaya çalıştığını belirtti.
İsrail merkezli The Jerusalem Post Gazetesi’ne göre söz konusu raporda şu ifadelere yer verildi:
“İran hükümeti, temel olarak üstün İsveç teknolojileri endüstrisini ve nükleer silah programlarında kullanılabilecek İsveç ürünlerini hedef alan endüstriyel casuslukla ilgili faaliyetler yürütüyor. İran hükümeti bu alana büyük kaynak yatırımı yapıyor ve bu kaynakların bir kısmı halihazırda İsveç’te kullanılıyor.”
İran’ın İsveç’ten nükleer silah için aldığı malları güvence altına almak için yaptığı yasadışı faaliyetlerin ortaya çıkarılması, Alman istihbaratının yayınladığı bir belgenin ardından geldi. Geçen hafta yayınlanan söz konusu belgede İran rejiminin kitle imha silahları elde etme çabalarını 2020 yılında durdurmadığı ifade edildi.
İsveç’in yayınladığı rapor ve Almanya’nın paylaştığı belge, ABD’nin Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na (KOEP) -bilinen adıyla Nükleer Anlaşma - yeniden katılma girişimi ile ilgili mevcut hesaplamalarında daha fazla dengesizliğe yol açacak.
Nitekim Almanya ve İsveç istihbarat servislerinin ulaştığı sonuçlar, iktidardaki İran rejiminin nükleer silah programını geliştirmeye yönelik çalışmalarına devam ettiğini gösteriyor.
İran rejimi istihbarat birimini, İsveç’teki rejim karşıtı unsurları hedef almak ve İsveç endüstrilerindeki bilgileri ele geçirmek için kullanıyor.
The Post Gazetesi 2012 yılında yaptığı bir haberinde İsveç hükümetinin, İsveç telekomünikasyon devi Ericsson ile İran hükümeti arasındaki bir ticaret anlaşmasını korumak için İran hükümetine Avrupa’nın sert ekonomik yaptırımlarının dayatılmasını engellemeye çalıştığını ifade etmişti.
Diğer taraftan İranlı üst düzey bir komutan, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) güçlerinin ve ordunun, Körfez sularına giren düşman gemilerini ve tüm hareketleri resmi olarak izlediğini ve kendilerinden İranlı yetkililere kimliklerini tanıtmalarının isteneceğini açıkladı. Bu da Körfez sularında ABD gemileri ile tekrar bir gerilim yaşanmasına sebep olabilir.
DMO Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Ali Rıza Tengsiri İran merkezli Press TV ile yaptığı röportajda “Bugün Körfez’e giren her gemi Hürmüz Boğazı’ndaki bant genişliğindeki kontrol koduna göre izlenecek ve kendini tanıtması gerekecek” ifadelerini kullandı. İran’ın Basra Körfezi’nin stratejik jeopolitik bölgesinde ve Umman Denizi’ndeki Makran sahilinde önemli bir rol oynadığına işaret eden Tengsiri “İran'ın varlığı sadece bu bölgedeki askeri mevcudiyetle sınırlı değil. Aksine İran ulusal ve uluslararası arenada çeşitli ekonomik, siyasi ve hatta kültürel sektörlerde de varlığını koruyor” dedi.
DMO Komutanı Körfez’i “Asya ve Avrupa ülkeleri için ekonomik kalkınma ve büyümenin merkez noktası” olarak nitelendirerek “farklı ülkeler arasındaki deniz, kara ve ticari nakliyatlar için önemli stratejik bir eksen” olduğunu söyledi. Tengsiri stratejik jeopolitik konumu hasebiyle bölgenin zengin doğasının, bazı Batılı güçlerin ve yabancı ülkelerin yasadışı varlığının ana sebebi olduğuna işaret etti.
DMO Komutanı aynı konuşmayı ocak ayında da yaparak İran’ın bu sularda bulunan yabancı güçlerin bütün hareketlerini izlediğini söylemişti. Tengsiri “Besic Teşkilatı güçlerinin daimi varlığı bize yeterli insan gücü sağladı. Tüm gelişmeleri elektronik ve fotovoltaik sistemler kullanarak izliyoruz” ifadelerini kullanmıştı.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.